NEDEN HAYIR
12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak halkoylamasında siyasi iktidarın hazırladığı anayasa paketinin içeriğinden, yurttaşlarımızın ne ölçüde bilgisi olduğu bilinmemektedir. Siyasi iktidar, meydanlarda anayasa paketinin içeriğinin tartışılmaması için, polemiklere başvuruyor. Muhalefet de zaman zaman bu polemiklere karışmaktadır. Ancak oy verecek yurttaşlarımızın neden evet, ya da neden hayır konusunda tam bir bilgiye sahip olmadıkları anlaşılmaktadır.
Siyasi iktidar, demokrasi, özgürlük, açılım, yargı reformu, 12 Eylül darbesiyle yüzleşme gibi söylemleri kullanarak, 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkındaki Yasa’yı çıkarmıştır. Bu yasa, siyasi iktidar tarafından yurttaşlara da bu söylemler kullanılarak tanıtılmaktadır. Siyasi iktidar, sayısal üstünlüğüne dayanarak çıkardığı bu değişiklik paketi için, gerçekleri saklayarak ve sahip olduğu olanakları kullanarak, halkın desteğini almaya çalışmaktadır. Anayasa değişikliği paketindeki 26 maddeyi incelediğimizde, ortaya çıkan durum şöyle özetlenebilir:
Madde 1- Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlığı taşıyan 10. maddesine eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ile “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” cümlesi ile pozitif ayrımcılığın anayasaya girdiği ve eşitlik kavramının içeriğinin genişlediği söylemleri gerçeği yansıtmamaktadır. Pozitif ayrımcılık ilkesi için anayasa yeterli güvence oluşturmaktadır. Kadın derneklerinin ziyaretinde, “kadın, erkek eşitliğine inanmadığını söyleyen” bir başbakanın iktidarından, eşitlik ilkesi beklemek saflık olur. Bu madde ile halkoylamasında, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, şehitler ve gaziler üzerinden halka propaganda yapmak amacı düşünülmüştür.
Madde 2- Anayasanın 20. maddesine “kişisel verilerin korunması” ile ilgili bir fıkra eklenmiştir. Ülkemizde kişisel verilerin korunmasına yönelik özel bir yasa çıkartılmak istenmiş ancak bu yasa TBMM’de bekletilmiş ve bugüne kadar çıkartılmamıştır. Bu değişiklikten önce anayasada, kişisel verilerin korunmasına yönelik herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak kişisel veriler konusu, özel yaşam içinde görülmesi ve özel yaşamın korunması kapsamı içinde kalan bir konudur. Yapılan düzenleme kişisel veriler için hiçbir anayasal ilke ve ölçüt getirmemektedir. Kısıtlamaların kişinin rızası ile yapılabileceği yolundaki düzenleme, insan haklarının vazgeçilmezliği ile çelişki yaratacak uygulamalar ortaya çıkaracaktır. Düzenleme, fişlemeler için anayasal dayanak yaratmaktadır. Çünkü her durumda değil, talep edildiğinde kişisel veriler korunacak, talep edilene kadar her türlü kişisel veriler yoluyla, fişlemeler yapılacaktır. Kişisel verilerin korunması için etkin bir yol getirilmemektedir.
Madde 3- Anayasanın 23. maddesinin beşinci fıkrası “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan bu değişiklikle, “vatandaşlık ödevi” tanımı maddeden çıkarılmıştır. Vatandaşlık ödevi, anayasanın 72. maddesinde düzenlenen vatan hizmeti ve 73. maddesinde düzenlenen vergi ödevidir. Artık bu iki nedenle, yurt dışına çıkma özgürlüğü kısıtlanamayacaktır. Kısaca vergi ödevini yerine getirmeyenler için yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması sağlanacaktır. Bu durumu, yurt dışına çıkma özgürlüğü kapsamını genişletmek olarak açıklamak, halkı aldatmak anlamına gelmektedir. Ayrıca bu hak ve özgürlüğün kötüye kullanılmasına anayasal boyutta destek olmak demektir.
Madde 4- Anayasanın 41. maddesine “Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” fıkraları eklenmiştir. Yapılan değişiklikle bu maddedeki düzenlemeler, maddenin mevcut haliyle de sağlanabilmektedir. Bu hükümlerin yaratacağı herhangi bir yenilik bulunmamaktadır.
Madde 5- Anayasanın 51. maddesinin “Aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz.” biçimindeki dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklikle işkolu esası kaldırılıp, başka bir kriter de getirilmediği için, sendikaların dernekleşmesine yol açılabilecektir. Bunun yanında aynı anda birden çok sendikaya üyelik nedeniyle, sarı sendika tartışmaları sürekli gündeme gelecektir. Aynı anda birden çok sendikaya üyeliğin özgürlük olarak sunulması ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırıldığı yönündeki söylemler de gerçeği yansıtmamaktadır ve ILO sözleşmelerine aykırıdır.
Madde 6- Anayasanın 53. maddesindeki bazı fıkralar yürürlükten kaldırılmış ve yeni fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu değişiklikler, özünde örgütlenme özgürlüğünün etkin kullanımını sağlamayan ve yeni kısıtlamalar getiren bir düzenlemedir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri için, toplu görüşmenin adı toplu sözleşme yapılmıştır. Uyuşmazlık olursa, Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulmaktadır. Bu kurulun kararları kesindir ve yargı yoluna da başvurulamamaktadır. Emekliler için, mali ve sosyal haklar, artık Bakanlar Kurulu tarafından değil, onun yerine yetkilendirilen hakem kurulu tarafından karara bağlanacağından, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere yansıtılması, yeni bir güvence niteliğinde değildir. Kamu görevlileri sendikalarının, sendika üyeleri adına dava açabilmelerine yönelik anayasal koruma ortadan kaldırılmıştır. Kamu görevlileri sendikaları kavramı, anayasadan çıkartılmıştır. Bir dönem içinde birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılabilecektir. Ancak toplu iş sözleşmesine hakim olan ilkeler anayasada yer almamıştır. Yapılan bu değişiklikle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin artık toplu sözleşme hakkına kavuştuğu, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere de yansıtılacağı söylemleri çok sık dile getirilmektedir. Ancak düzenlemeye bakıldığında ortada somut bir şey yoktur, yapılan aldatmacadır.
Madde 7- Anayasanın 54. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır. Üçüncü fıkradaki “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendika sorumludur.” ifadesinin kaldırılması, meydana gelecek maddi zararların işçiden alınması söz konusu olacağı için grev kırıcılığı anlamına gelmektedir. Yedinci fıkrada yapılan değişiklikle, işçiler yönünden grev hakkının etkin kullanımını hiçbir biçimde ortaya çıkarmadığı gibi, işverenler lehine hükümler getirilmiştir. Siyasi grev, dayanışma grevi ve genel greve yönelik hükümlerin anayasadan çıkarılması ile, 12 Eylül darbesinin izlerinin silindiği söylemi de gerçeği yansıtmamaktadır.
Madde 8- Anayasanın 74. maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve yeni fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu değişiklikle Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur. 2006 yılında Kamu Denetçiliği Kurumu Yasası ile TBMM Başkanlığı’na bağlı olarak Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştu. Ancak yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi 25.12.2008 tarihinde söz konusu yasayı bütünüyle iptal etmiştir. Yapılan bu düzenlemeyle, Kamu Başdenetçiliği Kurumu anayasaya taşınmaktadır. TBMM Genel Kurulu’nda dördüncü ve son oylamada en çok oy alan adayın Başdenetçi olması ile, iktidar partisinin etkisine açık bir kurum oluşturulmaktadır. Bunun sonucunda siyasi iktidara bağlı bir parti müfettişi yaratılması amaçlanmaktadır.
Madde 9- Anayasanın 84. maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Yapılan bu değişiklikle partisinin kapatılmasına eylemleri ile neden olan bir milletvekilinin, milletvekilliğinin düşmemesi amaçlanmaktadır. Siyasi partiler konusunda birçok sorunlu madde anayasada korunurken, yapılan bu değişikliğin siyasi partilerin özgürlük alanını genişlettiği söylemleri de gerçeği yansıtmamaktadır.
Madde 10- Anayasanın 94. maddesinin üçüncü fıkrası değiştirilmiştir. 2007 yılında yapılan anayasa değişikliğinde, milletvekili seçim dönemi beş yıldan dört yıla indirilmesine karşın, TBMM Başkanı’nın görev süresinin beş yıldan dört yıla indirilmesi unutulmuştur. Yapılan bu değişiklikle, şimdi bu durum düzenlemekte ve düzeltilmektedir. Ancak bunun gibi diğer çelişkiler yine anayasada bulunmaktadır. Bu madde, son yıllarda uzlaşmaya dayanmadan, acele olarak yapılan anayasa değişikliklerinin nasıl bir yasama süreci ile yapıldığını ortaya koyması yönünden güzel bir örnektir.
Madde 11- Anayasanın 125. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarına eklemeler yapılmıştır. İkinci fıkraya “Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” eklemesi yapılmıştır. Kuvvet Komutanlıkları’nca yapılan her türlü ilişik kesme işlemlerine karşı yargı yolu zaten açıktır, Yüksek Askeri Şûra’nın, silahlı kuvvetlerden her türlü ilişik kesme kararlarına karşı değil, sadece disiplinsizlik nedeniyle ihraç kararlarına yargı yolu açılmaktadır. Bu değişikliğin, belirli Yüksek Askeri Şûra kararlarını yargı denetimine açsa bile, gerçek anlamda 12 Eylül darbesiyle yüzleşme sağlamayacağı bellidir. “Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” şeklindeki dördüncü fıkrasına; “Hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” cümlesi eklenmiştir. Yargı organları idarenin yerine geçerek işlem yapan değil, hukuksal denetim yapan organlardır. Bu nedenle yargı organlarının yerindelik denetimi yapamayacağı şeklinde eklenen cümlenin hukuksal bir sonucu söz konusu değildir. Yargı organları, bu gerekçeden hareketle baskılanmak istenmektedir; uluslararası sermaye ve özelleştirme ile ilgili olarak, artık kolaylıkla iptal kararları verilemeyeceği açıktır.
Madde 12- Anayasanın 128. maddesinin ikinci fıkrasına “Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” eklemesi yapılmıştır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yasa ile düzenlenebilecek mali ve sosyal haklarının, yargı yolu kapalı olan toplu sözleşme ile düzenlenebileceğini hüküm altına almaktadır. Yapılan değişiklikle bu hükme, hiçbir Anayasal ilke, ölçüt ve koruyucu hüküm öngörmeden, mali ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümlerinin saklı olduğuna yönelik istisna yaratan bir cümle eklenmiştir. Toplu sözleşme ile örneğin sağlık yardımlarına sınır getirilmesi durumunda, hukuksal güvenceler zedeleneceği gibi, yargısal yollara da gidilemeyecektir. Hukuksal gerçeklik bu yönde olmasına karşın, düzenleme tam aksi söylemlerle sunulmuş, böylece memurlar ve diğer kamu görevlileri yanıltılmaktadır.
Madde 13- Anayasanın 129. maddesinin üçüncü fıkrası “Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan değişiklikle uyarma ve kınama cezaları konusunda yargı yolu açılan bu madde ile, memurlar ve diğer kamu görevlilerine sağlanan güvence ve hak arama özgürlüğü, yargıç ve savcılara sağlanmamaktadır. Böylece yapılan düzenlemenin asıl amacının, hak arama özgürlüğünü genişletmek değil, halkoylamasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin oyunu almak olduğu açıktır. 12 Eylül darbesiyle yüzleşme sağlayan, hak arama özgürlüğünü tam olarak etkin kılan bir madde değildir. Uyarma ve kınama cezaları için şimdiye kadar yargı yolu kapalı olduğu için, 12 Eylül 1980 ve o dönemdeki söz konusu bu cezalar için bir geçici madde öngörülmemiş ve yargı yolu açılmamıştır. Bu da 12 Eylül darbesiyle yüzleşme söyleminin doğru olmadığını göstermektedir. Çünkü bu madde, yürürlüğünden sonra ortaya çıkacak konular için uygulanır niteliktedir.
Madde 14- Anayasanın 144. maddesi değiştirilmiştir. Yapılan değişiklikle, savcıların idari olmayan görevleri ile yargıçlar hakkındaki işlemlerin, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’na bağlı olması öngörülen müfettişlerce yapılacağı söylenmektedir. Eğer Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, diğer bakanlık müfettişlerinden bir farkı olmayacaksa, neden hiçbir bakanlık müfettişinin anayasada yer almadığı bir yapıda, Adalet Bakanlığı müfettişleri anayasada yer almaya devam etmektedir? Dolayısıyla adalet müfettişleri üzerinden yine Adalet Bakanlığı’nın yargı üzerinde denetim anlamında işlem yapmaya devam edeceği, somut olarak ortaya konmuştur. Adalet müfettişliği yine anayasada korunarak, getirilen geçici madde ile HSYK müfettişi olarak çalışmaları sağlanarak, ayrıca iç denetçilik kurumu getirilmiştir. Adalet Bakanlığı müfettişleri, idari görev yapan HSYK’na yerel mahkemelerden seçilecekleri ve dolayısıyla HSYK’nu bile denetleyebileceklerdir.
Madde 15- Anayasanın 145. maddesi değiştirilerek, Askeri mahkemelerin görev alanı daraltılmıştır. Kamuoyunda tartışılan davalara ilişkin anayasal engel olarak görülen hükümler değiştirilerek, hukuksal temele oturtulamayan dava ve soruşturmalara yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Reform niteliğindeki konular hep sessiz geçilerek, askeri yargıda kapsamlı, gerçek bir reform iradesi ortaya konulmamıştır.
Madde 16- Anayasanın 146. maddesi değiştirilerek, Anayasa Mahkemesi yeni baştan düzenlenmiştir. Yapılan bu değişiklik, Anayasa Mahkemesi’ni güçlendirmek yerine, siyasi iradeye yaklaştıran bir konuma getirmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyeden oluşması öngörülmüş ve en az 8 üyenin mutlaka hukukçu olması planlanmıştır. Hukuksal denetim yapacak, gerektiğinde Yüce Divan olarak görev yapacak Anayasa Mahkemesi’nde hukukçu üyelerin azınlıkta olması düşündürücüdür. Bu 17 üyesin üç tanesi TBMM tarafından üç turda, ancak son turda oy çoğunluğu ile seçilecektir. Kalan 14 üyeyi ise cumhurbaşkanı seçecektir.
Madde 17- Anayasanın 147. maddesi değiştirilerek, Anayasa Mahkemesi üyeliğinin görev süresi 12 yıl olarak öngörülmüştür. Görev süresinin 12 yıl olmasının gerekçesi ise toplumdaki değişimin, Anayasa Mahkemesi’ne yansıtılabilmesi olarak açıklanmıştır. Oysa Anayasa Mahkemesi’ne yansıtılması gereken sadece hukuk olmalıdır. Yapılan bu değişikliğin amacı, siyasal beklentiler olduğunu ortaya koymaktadır.
Kalan diğer dokuz maddeyi de haftaya inceleyeceğiz.
SUAY KARAMAN (TÜM ÖĞRETİM ÜYELERİ DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ),
İLK KURŞUN, 31 Ağustos 2010
[img]http://a.imageshack.us/img255/2033/httpwwwcihanduracomimag.png[/img]