
“Andıç, ıslak imza, irticaya karşı eylem planı” derken, geldik “Kafese”... İki albay ve bir yarbay, tutuklanarak cezaevine konuldu. Soruşturma kapsamında kafesteki asker sayısı 11’e ulaştı... Birilerinin etekleri, sevinçten zil çalıyor. Ve küstahça, terbiyesizce, başka bir ülkenin Genelkurmay Başkanının istifasını örnek göstererek Ordumuzun Başkomutanına “Paşa Paşa istifa et diyorlar”.
Başbuğ istifa etmezse, ne olacak? Erdoğan onu görevden alabilecek mi? Yoksa Ağustos’ta, Ordu içi nizam ve dengeler altüst edilerek, yerine eğer bulunursa bir “Hilmi Özkök” mü getirilecek? Hiç şüphe etmeyin içten -içeride- bu pazarlıklar yapılmakta!
Yargıya saygı
Önce, ne Türkiye başka ülke ne de Türk Ordusu başka bir ordu... Bunu kafalarına nasıl sokmalı? Ancak “Yargıya saygı duymakla” da olmuyor işte! Türk Milletinin yüksek değerlerinden önde geleni, din ve imanımızla, vatan sevgisiyle birlikte, “askerlik-Ordu sevgisidir.” Bu, başka ordulara nasip olmayan -milyonlarca dolarla satın alınmayacak- en yüksek silah ve teknoloji imkânlarından çok daha güçlü bir “üstünlüktür”.
İç ve dış düşmanlar, ne bu değerlere ne de yargıya saygı duyarlar... İçimizdekiler, gafletten ve ihanetten, yabancılar da bu “güçten” korktukları için!
Kafeslemek
“Kafes” kelimesinin, Türkçede türlü anlamları var... Hayvanların ve aslanların içine konuldukları“kafes”. Argoda “Kafeslemek” yani ketempereye getirmek, yutturmak, dolandırmak! Bu olayda bunların hepsi var.
“Nefes” filminde, TSK’nın, Güneydoğu’da teröristlere karşı mücadelesinde “moral” ve yüksek eğitim gücü gösterildi... “Malûmlar” bununla iftihar etmezler. “Aslanı”, Türk ordusunu “kafese” sokmak ve de “kafeslemek” istiyorlar!
“Yapamazlar” demeyeyim. Birkaç astsubay, teğmen, iki albay dört yarbay, birkaç general amiral filan derken, aslında Türk Ordusu yıpratılmakta... Askerlerimizin manevi gücü -şevkleri- körletilmekte!
Son tutuklamalar üzerine, Genelkurmay Başkanlığının bildirisinde, şöyle deniyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri, her fırsatta hukukun üstünlüğüne ve yargıya saygısını ifade etmiş, yargı kararını vermeden insanların peşinen suçlu ilan edilmelerinin evrensel hukuk kurallarına ve masumiyet karinesine aykırı olduğunu vurgulamıştır... Hal böyle iken, ortaya atılan her iddiayı peşinen doğru kabul eden ve bunu başkalarına da kabul ettirmeye çalışan bir zihniyetin mensupları, ısrarla yargı sürecini etkilemek ve soruşturma kapsamında adı geçen herkesi suçlu, her iddiayı doğru kabul eden bir gayret içine girmişlerdir... Türk Silahlı Kuvvetleri, adaletin er ya da geç, doğruyu ortaya çıkaracağına inanmaktadır!”
Çok doğru sözler, ama gerçek hayatta ve bu ortamda maalesef hakikatler “er” değil, çok “geç” ortaya çıkar... O zaman da çok geç olur, kaybedilmiş değerlerin ve “gücün” telafisi de, artık mümkün olmayabilir!
Savunma
Aslında bu iddialar, tutuklamalar karşısında Türk Ordusunun, adalete güvenerek savunma durumunda olması yersizdir. Bugün, “irtica tehlikesi” yok mu? Anayasa Mahkemesi kararıyla, AKP’nin “laikliğe karşı eylemlerin” odağı olduğu tescil edilmedi mi? Cemaat kollarının ahtapot gibi her kuruma el attığı hatta Orduya bile el atmış olabileceği belli değil mi? TC, hatta milletin var oluşu, tehlikede değil mi?
Ve Türkiye Cumhuriyetini bu tehditlere, tehlikelere karşı korumak muhafaza etmek ve de tedbirler almak, ihtimal planları yapmak Türk Ordusunun asli görevlerinden değil mi?
Bu yasalara da saygı, yargıya, gerçek yargıya saygı kadar önemli... Fakat maalesef, “o geç” beklene dursun “er de” erkende. Mazallah, bir gün bakacağız ki Türk Ordusu, Mümtaz’er Türköne’nin hasretini çektiği, “Nizamı Cedit” oluvermiş! Bugünkü TSK’nın tabii ömrü, işlevi sona ermiş... Yeniçeri ocağı gibi dağıtılmış. Ve bakacağız ki yerine, bu adamların, AB’nin arzuladıkları İran’da olduğu gibi, sözde “devrimlerinin muhafızları” benzeri bir ordu kurulmuş.
Ülkemizde bir iç savaşın ayak sesleri duyuluyor... Mazallah, böyle bir halde, ayaklanmaları yatıştırmak, herhalde sıkıyönetimle TSK’ya düşecek! Ama işte bundan da korkuyorlar. Barış Gücü veya ABD ordusu gelse, tercih ederler! Çünkü, Türk Ordusundan yabancı ordulardan fazla korkarlar!
Altemur KILIÇ / 30 Kasım 2009, YENİÇAĞ