Neler Olabilir?
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya 'nın AKP'nin kapatılması ile ilgili iddianamesinin görüşülmesini, Cumhurbaşkanı ile ilgili bölümü dışında oybirliğiyle, Abdullah Gül ile ilgili bölümünü de yediye dört çoğunlukla kabul etti.
Bu beklenen bir karardı, hatta Yargıtay 8. Daire Üyesi Hamdi Yaver Aktan 'ın görüşüne göre, (Bakınız Cumhuriyet 29 Mart 2008 s. 2) bunun aksine bir karar çıkması beklenemezdi. Çünkü ceza davası olmayan kapatma davasının kabulünün otomatik olması gerekirdi.
Yine kapatma isteminin bir ceza davasına konu olmaması yüzünden, Cumhurbaşkanı'nın dava dışında tutulması ile ilgili görüşlerin de uzmanlar tarafından enine boyuna tartışılacağını düşünüyorum.
Ne yazık ki, konu hakkında görüş beyan eden anlı şanlı gazetecilerimiz bile "Cumhurbaşkanı vatana ihanet dışında bir şeyle suçlanamaz" diyerek kapatma davası ile ceza davasını karıştırmaktadırlar.
Bazıları da, "Nasıl oluyor da suç teşkil etmeyen fiiller dolayısıyla kapatma davası açılabiliyor" türünden mesnetsiz sorular ortaya atabiliyorlar.
Oysa hem Anayasa Mahkemesi içtihadında, hem de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddianamesinde açıkça belirtilmiştir ki, kapatma davası ceza davası değildir ve iddianamede yer alan partinin laikliğe karşı odak haline gelmesinde etkili olan fiillerin illa Ceza Kanunu'na göre suç olması gerekmez.
***
Olayın bu yönünü koyalım bir yana ve şimdi neler olabileceğine bakalım.
Hukuken olacak olan şudur:
Anayasa Mahkemesi, AKP'ye savunma için bir ay süre verecek talep halinde bir o kadar da ek süre tanıyacak, savunmanın kendisine ulaşmasından sonra da, iddianame ve savunma çerçevesinde incelemesini tamamlayarak davayı karara bağlayacaktır.
Şu anda kararın ne olduğunu kimse bilemez, hatta Yüce Mahkeme'nin üyeleri bile dosya tamamlanmadığına göre, şu anda ne karar vereceklerini bilemezler diyebilirim.
Peki, karar kapatma yönünde çıkarsa ne olur?
AKP kapatılır, hakkında siyasi yasaklama istenenlerin milletvekilliği düşer, beş yıl süreyle siyasetten uzak kalırlar. Ama Meclis'teki AKP çoğunluğu bir başka parti adı altında veya bağımsız olarak siyasetlerini sürdürürler, yeni bir hükümet oluşturabilirler.
Kısacası siyaset böyle bir durumda bile rayında devam etme yolunu bulur, kaos doğmaz.
Ama öyle anlaşılıyor ki AKP kurmayları, Anayasa Mahkemesi'nin ve AİHM'nin bundan önceki kararları ve delillerin ışığında kapanmanın çok güçlü bir olasılık olduğunu görmüşlerdir ve bunu engellemek istemektedirler.
***
Bunun için tutmak istedikleri yol, bir anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi'nin parti kapatma yetkisini hukuken ya da fiilen elinden almaktır.
Anayasanın "siyasi partilerin uyacakları esaslar" ı düzenleyen 69. maddesi 23.7.1995' te değiştirilip partinin odak haline gelmesi ve kapatma için beşte üç çoğunluk aranması gibi hükümler getirilerek parti kapatılması güçleştirilmiştir.
Yeni bir değişiklikle bunun daha da güçleştirilmesi mümkün olabilir.
Ancak, burada artık görülmekte olan bir davayı etkileyecek olan böyle bir girişim, hem siyasi etiğe hem de anayasa hukukunun ilkelerine aykırı olacaktır.
Anayasanın "mahkemelerin bağımsızlığı" nı düzenleyen 138. maddesinin 3. fıkrası "Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi'nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz" denmektedir.
Şimdi bu yetkinin kullanılması ile ilgili soru bile sorulamaz, görüşme bile yapılamazken bu yetkinin ortadan kaldırılması veya sınırlanması nasıl görüşülecek ve kararlaştırılacaktır Meclis'te?
Böyle bir düzenlemenin, anayasanın 138. maddesine tümüyle aykırı olduğu açıkça görülüyor.
Kaldı ki böyle bir davranış, Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerini sayarken onun bir hukuk devleti olduğunu söyleyen 4. madde gereğince de değiştirilmesi mümkün olmayan 2. maddesine de aykırı olacaktır.
Ama AKP bu!
Anayasa manayasa dinler mi?
O zaman ne olur? Onu ben de bilemem.
asirmen@cumhuriyet.com.tr