Neler Oldu 19-24 Kasım 2015 (Seçimler, tarım, bölücülük, FED, yabancı sermaye, silah sanayii, kaynak kullanımı, ekonomi, altın, BOP, Işid, yabancıya toprak, UÖŞ, AKP, bölücülük, Kürtler)19.11.2015
SEÇİMLER: (SEÇİMLERDE TOKİ)Toki 'Ye Borçlanan Bir İşçi Yazmış
" Ben 15 yıl borçlanarak Tuzla Aydınlı’da bulunan TOKİ konutlarından ev aldım. Daha 13 yıllık borcum var. Ayda aidat dahil 530 lira ödeme yapıyorum. Taksitlerimiz 6 ayda bir enflasyon kadar artıyor. Haziran’dan sonra hükümet kurulamaması sonucu benimle aynı durumda olan binlerce işçiyi istikrar bozulacak kaygısı aldı. Benim oturduğum TOKİ konutlarında yaklaşık ailelerle birlikte 6000 insan yaşamaktadır. TOKİ’den 15 yıl borçlanarak ev alanların büyük çoğunluğu benim gibi fabrikalarda çalışan işçilerdir. TOKİ yönetimi bizlere yaptıkları toplantılarda sürekli olarak “İstikrar bozulursa, AK Parti tek başına hükümet kuramazsa taksitleriniz çok artar. Bakın döviz fırladı gitti, faizler arttı zar zor ev sahibi oldunuz. Yanlış yaparsanız eviniz de gider” dediler.
Ben fabrikaya geldiğimde kendimi güvende hissederken, yaşadığım konutlara gittiğimde kendimi yalnız, çaresiz hissetmeye başladım. Fabrikada başka şeyleri konuşurken, eve gittiğimde başka şeyleri konuşur hale gelmiştim. TOKİ yönetimi neredeyse 3 gün arayla oturanlarla toplantı yapar hale gelmişti.
Ben 1 Kasım seçimlerinde oyumu AKP’ye verirken, bir işçi gibi değil, TOKİ’den 15 yıl borçlanarak ev almış birisi gibi davranmak zorunda kaldım." ■ Facebook’da bir paylaşım, (19.11.2015)
TARIM, SEÇİMLER: MUSTAFA MUTLU: ÜRETEN, KÖY ENSTİTÜSÜ KURAR; TÜKETEN ''AVM'' KURAR......
“Bir köylü, İsmail’in içine bıçak gibi saplanan başka bir şey söyledi:
‘Sen okumuş adamsın beyim; biz senin gibi bilmeyiz ama bir şeylerin yanlış gittiğini de kendi aklımızca anlarız.
Siz tarlayı uzaktan seversiniz ama biz mahsule dadanan haşeratı elimize alırız.
Tarımı bitirdiler burada...
Aylığa bağladı birileri köylüyü, oy gelsin diye...
İki bin falan düzenli para veriyorlar ayda. Üstüne üstlük bir de yiyecek yardımı.
Ne oldu? Tarlasını sattı rençper adam, parasını bankaya koydu. Fukaralık yardımı diye düzenli para cebinde. Ne ekersen ek, böyle düzenli para geçmez eline. Alan memnun, veren memnun... Ama tarla memnun değil. Bir de torunlarımız hesap soracak bize. Satılan tarlanın parası yetişmez hiçbirinin düğününe...’
Acıydı ama gerçekti. ‘Eli topağı yokmuş gibi üretmek yerine köylümüz, para-yiyecek yardımı alıyordu. Köleliğe giden yolda önemli bir basamak’ diye düşündü İsmail.’Önce doyur, üretmesin, sonra da üretemez olsun.’
İşin ilginci, köylünün çoğunluğu bu işten memnun...
Ölmeden az önce kısa süreliğine kendini çok iyi hissedermiş hasta... ‘Son gürlüğü’ denirmiş buna da galiba.
Necati bir gün, ‘Üretmek isteyen Köy Enstitüsü kurar. Üretmeden tüketmek isteyen ise AVM... Üretmek sonsuza kadardır; tüketmek, cümle sonuna kadar. Bir de nokta koyar birileri akıbetine’ demişti. İsmail o zaman onun dediğini anlamamış, sarhoşluktan saçmalıyor sanmıştı. Ama şimdi bu topraklarda dolaştıkça, onun bölük bulanık hatırladığı sözlerini daha bir anlamlı bulmaya başlamıştı.”
* * *Bu alıntıyı, Üstün Dökmen’in “Menderes-Irmağın Gölgesi” adlı son romanından yaptım.
Ne kadar doğru, ne kadar anlamlı değil mi?
Ekonominin de siyasetin de geldiği noktayı anlatıyor...
Kitap elime hafta ortasında geçti ve bir solukta okuyup bitirdim.
Romanın konusunu anlatmayı doğru bulmuyorum.
Ancak ithafı yazarsam, sanırım konuyu da tahmin edebilirsiniz:
“Bu roman, dünyanın dört bir yanında adalet aramışlara, Sokrates’ten Dreyfus’a, Namık Kemal’den Mithat Paşa’ya, Adnan Menderes’ten Deniz Gezmiş’e, Sivrihisar’ın ve Silivri’nin tutsaklarına, Hitler’in, Stalin’in mahkemelerinde hakimlerinin yüzünü görmemiş milyonlara ve bezdiriye (mobinge) uğramışsanız size... Yani bir ırmağın gölgesini çalmakla suçlanmış herkese ithaf edilmiştir.”
* * *Eğer kendinizi yalnız ve dışlanmış hissediyorsanız, mutsuzsanız...
Bu roman size iyi gelecek.
MENDERES, Irmağın Gölgesi, Üstün Dökmen, Remzi Kitabevi, 2015 ■ Facebook’da bir paylaşım, (19.11.2015)
BÖLÜCÜLÜK: AKP ÖZERKLİĞE YEŞİL IŞIK YAKTIYerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki şerhleri kaldırıyor mu?
AB üyeliği yolunda hükümetten yeniden reform hamlesi başlatılacağı yönünde açıklamalar gelirken, atılacak ilk adımlardan birisinin AKP ve HDP arasında tartışma konusu olan 'özerklik' olacağı konuşuluyor.
Milliyet gazetesinden Serpil Çevikcan'ın siyasi izlenimlerini aktardığı yazısında, Hükümet AB'yle tıkanan konu başlıklarını ortadan kaldırmak için 'özerklik' konusunu öncelikli gündemleri arasına almış durumda.
Buna göre, 'Kamu Yönetimi Reformu gündeme gelecek. İlk etapta Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki şerhlerin kaldırılması, yerinden yönetime geçişin önündeki engellerin temizlenmesi sağlanacak.'
Özerklik konusu AKP ve HDP arasındaki en önemli tartışma başlıklarından birisi. HDP kanadından yapılan 'özerklik ilanı ve özerklik iteği' yönündeki açıklamaların ardından yargı yoluna da gidilmişti. Tutuklamayla sonuçlanan en yakın örneklerden birisi de Diyarbakır'da yaşanmıştı.'Özerklik' açıklamalarının ardından gözaltına alınan, Sur Belediye Başkanı Seyid Narin ve Silvan Belediye Başkanı Yüksel Bodakçı tutuklandı.
Genel seçimler öncesi Başbakan Ahmet Davutoğlu ve birçok AKP'li yöneticinin özerklik karşıtı açıklamaları, akıllara 'ne değişti?' sorusunu getiriyor.
Yine AKP'nin reform adımları arasında yer alan 'Siyasi Etik Düzenlemesi' de 17-25 Aralık sürecinde politikaya karşı yaşanan güven kaybının giderilmesine yönelik bir imaj çalışması olarak değerlendiriliyor. AKP'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ilçe başkanlarına dahi mal varlığıyla ilgili şartlar konulmasının siyasi katılıma engel oluşturacağına yönelik eleştirileri dikkate alınıyor. Bu durumda küçük yerlerde ticaretle uğraşan kişilerin siyasete girmeyecekleri düşünülüyor. Bu nedenle, siyasetçilere denetime açık bireysel bağış hesabı getirilmesi, bağış sınırları konulması atılacak adımlar arasında. ■ Aktif Haber, (19.11.2015)
FED KARARI SONRASI DOLAR NE DURUMDA?ABD Merkez Bankası’nın (Fed) dün yayımlanan tutanaklarının ABD’de faiz artışlarının kademeli bir şekilde devam edeceğine yönelik sinyal içermesi ile dolar, güne düşüşle başladı. Fed tutanakları öncesi dün piyasa kapanışında 2.87 lira civarında işlem gören dolar bu sabah güne 2.8590 seviyesinden başladı.
Dün akşam 2.96 civarında işlem gören sepet bazında TL aynı saatte 2.9564, 3.06 lira civarındaki euro ise 3.0558 lira seviyesinde bulunuyor.
PİYASALARDA FED İYİMSERLİĞİBir bankanın döviz masası işlemcisi, “Piyasalarda Fed iyimserliği yaşanıyor. Aslında şu anda yaşanan gelişmeyi dolarda kısa vadeli kâr satışı olarak görmek lazım. Tutanaklar Aralık ayında bir artışın sorunsuz bir şekilde ilerleyeceği mesajı da veriyor” dedi ve ekledi: ”İç tarafta ise asıl izlediğimiz konu ekonomi yönetimi. Piyasada isimlere hassasiyet var. Elbette isimler önemli kısa vadede isimlere oluşacak tepki orta uzun vadede ise atılacak adımlar ön planda olacaktır.”
Kurdaki düşüşte 100′e yaklaşan dolar endeksinin Fed tutanakları sonrası yüzde 0.4 gerileyerek yeniden 99 seviyesi civarına işlem görmesi belirleyici oldu.Melbourne’de yer alan IG Stratejisti Chris Weston “Tartışmanın artık Fed’in ne zaman faiz artıracağından 2016′da ne kadar faiz artışı göreceğimize taşınmış olduğunu görüyoruz” dedi. ■ Karşı gazete, (19.11.2015)
Örtülü ödenek’te rekor üstüne rekor kırılıyorBaşbakanlık’tan sonra Cumhurbaşkanlığı’na da harcama yetkisi verilen örtülü ödenek bu yılın ilk 10 aylık döneminde yüzde 58 artarak 1.4 milyar liraya ulaştı
Başbakanlık’tan sonra Cumhurbaşkanlığı’na da harcama yetkisi verilen örtülü ödenek rekordan rekora koşuyor. Maliye Bakanlığı 2015 bütçe gerçekleşme sonuçlarına göre, geçtiğimiz ekim ayında örtülü ödenekten 59.9 milyon lira harcandı. Geçen yıl ekimde bu kalemden yapılan harcama 34.6 milyon liraydı.
TEMMUZ AYINDA PATLADIBöylece bu yılın ocak-ekim aylarını kapsayan 10 aylık dönemde yapılan ve bütçede ‘gizli hizmet ödeneği’ olarak yer alan örtülü ödenek harcaması 1 milyar 395 milyon liraya ulaştı. Oysa geçen yılın tamamında yapılan harcama 1 milyar 78 milyon lira olmuştu. 2015’in 10 ayında 1.4 milyar liraya dayanan harcama sadece 2014 değil, geride kalan tüm yılların yıllık harcamalarını da aşarak yeni bir rekor kırdı.
Bu yıl örtülü ödenekten yapılan en yüksek harcama 214 milyon lirayla 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra, temmuz ayında gerçekleşti. Geçen yıl da temmuz ayı 157 milyon liralık harcamayla örtülünün en yüksek kullanıldığı ay olmuştu. İlk genel seçimlerin yapıldığı haziran ayındaki 168 milyon liralık harcama da şubat ayının ardından bu yıl yapılan en yüksek üçüncü harcama sıralamasına girdi.
Örtülü ödenekten 2010 yılından bu yana yapılan toplam harcama ise 6 milyar 553 milyon liraya ulaştı. Henüz hesaplarda yer almayan kasım ve aralık ayı harcamaları da eklendiğinde 6 yıllık örtülü ödenek kullanımı 7 milyar liraya yaklaşmış olacak. Bu yıl hariç son 5 yılda en yüksek yıllık harcama 1 milyar 248 milyon lirayla 2013 yılında gerçekleşti. Ancak bu rakam bile bu yıl 10 ayda yapılan 1.4 milyar liralık harcamanın gerisinde kaldı.
10 AYLIK BÜTÇE AÇIĞI 6.2 MİLYAR TLMaliye Bakanlığı, ekim ayı bütçe gerçekleşmelerini açıkladı. Merkezi yönetim bütçesi ekimde 7.2 milyar TL fazla verdi. Ekim ayında faiz dışı fazla 9.9 milyar TL oldu. Ocak-Ekimde bütçe açığı 6.2 milyar liraya ulaşırken, faiz dışı fazla 41.2 milyar TL olarak gerçekleşti. Ekimde bütçe gelirleri, yüzde 28.2 artarak 43.8 milyar lira, bütçe giderleri ise yüzde 1.7 azalarak 36.6 milyar lira oldu.
GİDER YÜZDE 11.5 ARTTIOcak-ekim döneminde ise bütçe gelirleri, yüzde 14.5 artışla 398 milyar lira, bütçe giderleri de yüzde 11.5 artışla 404.2 milyar lira olarak gerçekleşti. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, siyasi belirsizlik, küresel ekonomideki zayıf seyir, finansal dalgalanma, jeopolitik gerginliğe rağmen bütçe performansının mali disiplinden taviz verilmediğini gösterdiğini söyledi. ■ Karşı gazete, (19.11.2015)
20.11.2015
FED UYARDI: HAZIRLIKLI OLUNFED Başkan Yardımcısı Stanley Fischer, gelişen ekonomilerin faiz artırım sürecine hazır olmaları gerektiğini belirterek, "Hükümetlerin harekete geçtiğimizde şaşırmasını önlemek için elimizden geleni yaptık" dedi.
ABD Merkez Bankası (Fed) Başkan Yardımcısı Stanley Fischer, gelişen ekonomilerin faiz artırım sürecine hazır olmaları gerektiğini belirterek, "Gelecek verileri mercek altına almaya devam edeceğiz ve henüz kesin bir karara varılmadı, ancak piyasaların ve hükümetlerin harekete geçtiğimizde şaşırmasını önlemek için elimizden geleni yaptık" dedi. Fischer, bazı ülke merkez bankalarının, bir süredir Fed'e "artık arttır gitsin" çağrısı yaptığına dikkati çekti.
Fischer, Fed'in San Francisco Şubesi'nin düzenlediği "Farklılaşan Küresel Ekonomide Politika Zorlukları" temalı konferansta, yükselen Asya ekonomilerine ve para politikalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Asya'daki gelişen ülkelerin dünyanın en hızlı ve dinamik ekonomilerine sahip olduğunu ifade eden Fischer, buna karşın Çin'deki yavaşlamanın son dönemde Hindistan haricinde tüm bölgeyi etkisi altına aldığını hatırlattı.
…
Konuşmasının sonunda, geleceğe ilişkin değerlendirmelere yer veren Fischer, bazı belli başlı merkez bankalarının yakın gelecekte sıfıra yakın faiz oranlarından kademeli olarak uzaklaşmaya başlayacaklarını ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Asıl önemli soru, Asya ve dünyadaki gelişen ülkelerin bu sürece, potansiyel sermaye çıkışları ve piyasa ayarlamalarının büyük makroekonomik sonuçlara yol açmamasını sağlayacak kadar hazır olup olmadıkları. Gelecek verileri mercek altına almaya devam edeceğiz ve henüz kesin bir karara varılmadı, ancak piyasaların ve hükümetlerin harekete geçtiğimizde şaşırmasını önlemek için elimizden geleni yaptık, öyle ki bazı yükselen piyasa ekonomisi ve diğer ülkelerin merkez bankaları, bir süredir Fed'e 'artık arttır gitsin' diyor."
Fed Başkan Yardımcısı Fischer, para politikalarını belirleyen Federal Açık Piyasa Komite'sinde (FOMC) kalıcı oy hakkına sahip ve faiz artışına yıl bitmeden başlanmasını destekleyen üyeler arasında yer alıyor.
FOMC'nin bu yılki son toplantısı, 15-16 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilecek ve Fed Başkanı Janet Yellen, bu kritik toplantının ardından basın konferansı düzenleyerek, alınan kararları değerlendirecek.
Analistler, Fed'in faizleri söz konusu toplantıyla artırmaya başlama ihtimalinin oldukça yükseldiğini vurguluyor. ■ Akşam, (20.11.2015)
YABANCI SERMAYE, SICAK PARA: YABANCILARIN TÜRKİYE'DEKİ DÖVİZ HESAPLARI YÜKSELİYORTürkiye'deki yüksek faiz, yabancı mevduat yatırımcılarının da ilgisini çekiyor. Bankaların dışarıdan kullandıkları kredilerde azalma yaşanırken, yabancıların Türkiye'deki döviz tevdiat ve TL mevduatı yükseliyor.
Merkez Bankası verilerine göre, bankaların yurtdışından kullandıkları kısa vadeli krediler, 2014 yıl sonuna göre yüzde 38.2 azalışla 29.8 milyar dolara gerilerken, yurtdışı yerleşiklerin Türkiye'deki bankalarda açtıkları döviz tevdiat hesaplarının toplamı yüzde 15.5 artışla 15.2 milyar dolara tırmandı.
Bu dönem içinde, banka mevduatı yüzde 19.1 artışla 25.2 milyar dolara ve yurtdışı yerleşiklerin TL cinsinden mevduatları da yüzde 6.7 artarak 14.3 milyar dolara yükseldi.
Türkiye'nin kısa vadeli dış borç stoku da, Eylül sonu itibariyle 2014 sonuna göre yüzde 8.8 azalışla 121.1 milyar dolara çekilirken, bu dönemde, bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku yüzde 11.9 azalarak 84.4 milyar dolara, diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku da yüzde 0.4 azalarak 36.5 milyar dolara geriledi.
Borçlu bazında incelendiğinde, tamamı kamu bankalarından oluşan kamu sektörünün kısa vadeli borcu 2014 yıl sonuna göre yüzde 14.1 azalarak 15.4 milyar dolara gerilerken, özel sektörün kısa vadeli dış borcu yüzde 7.9 azalarak 105.5 milyar dolara indi. 16.11.2015 ■ Cumhuriyet, (20.11.2015)
SİLAH SANAYİİ: ABD'Lİ SİLAH ŞİRKETLERİ KASALARINI DOLDURDUOrtadoğu'da özellikle Suriye'de yaşanan iç savaş nedeniyle, silah şirketleri karlarını artırdı.
Dünyanın bir numaralı silah üreticisi ABD'nin en büyük beş silah ve savunma şirketinin piyasa değeri, Arap Baharı ve Suriye savaşı süresince büyük artış gösterdi.
Silah ve savunma şirketlerine ait hisselerin, Paris'te yaşanan terör olaylarının ardından ciddi değer kazanması, bu firmaların son yıllardaki borsa performansını gündeme getirdi.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, ABD savunma sanayisinin önde gelen firmalarından Lockheed Martin ve Northrop Grumman'ın New York Borsası'nda işlem gören hisseleri, Arap Baharı'nın başladığı Aralık 2010'dan bu yana sırasıyla yüzde 222 ve yüzde 230'a yakın değer kazandı.
Verilere göre, Aralık 2010'da yaklaşık 69 dolardan işlem gören Lockheed Martin hisseleri, dün itibarıyla 222 doları aşarak, tüm zamanların rekorunu kırdı. Şirketin piyasa değeri de hisselerin yüzde 200'ü aşkın değer kazanmasına paralel olarak 24 milyar 700 milyon dolardan 68 milyar 180 milyon dolara yükseldi.
Benzer şekilde Northrop Grumman hisseleri, aynı dönemde 57 dolardan 188 dolara kadar yükselirken, şirketin piyasa değer de yüzde 89,5 artışla 34 milyar dolara ulaştı.
- Raytheon, Boeing ve General Dynamics hisseleri de sert yükseldi
Martin Lockheed ve Northrop Grumman'ın güçlü borsa performansını, yüzde 162 değer kazanan Raytheon takip etti.
Dünyanın en büyük güdümlü füze üreticisi Raytheon'un hisseleri, Aralık 2010'da 47 dolardan alıcı bulurken, dün itibarıyla 123'ü doları geride bıraktı. Şirketin piyasa değeri de söz konusu dönemde, 16 milyar 890 milyon dolardan 37 milyar 110 milyon dolara yükselerek yüzde 120 artmış oldu.
Borsada en çok değer kazanan büyük Amerikan savunma şirketleri listesinin dördüncü ve beşinci basamağında ise Boeing ve General Dynamics yer aldı.
Bir diğer savunma şirketi Boeing'in hisseleri, Aralık 2010'da 64,6 dolar seviyesinde seyrederken, dün 148,28 dolardan kapandı. Böylece hisseleri yüzde 130 prim yapan şirketin, piyasa değeri de yüzde 116 artarak 99 milyar 350 milyon dolara çıktı.
General Dynamics hisseleri ise yüzde 114 artışla 66,8 dolardan 143 dolara kadar yükselerek, şirketin piyasa değerini 24 milyar 700 milyondan 45 milyar 430 milyon dolara taşıdı.
- Uluslararası satışları da istikrarla arttı
Son 5 yıldaki borsa performansları dudak uçuklatan bu şirketlerin, aynı döneme ait satış rakamları için ise benzer oranlarda yüksek bir başarıdan söz edilmiyor. Bu durumun, özellikle ABD hükümetinin savunma harcamalarını, 2011'de yürürlüğe giren Bütçe Kontrol Yasası çerçevesinde ciddi şekilde azaltmasından da kaynaklandığı belirtiliyor.
Buna rağmen, dünyanın en büyük savunma şirketi Lockheed Martin'in yıllık finansal raporları 2010, 2011 ve 2012 yıllarına ilişkin satışların, ABD'deki bütçe kesintisine rağmen arttığını ortaya koyuyor. Şirket, 2009'da 43 milyar 995 milyon dolarlık satış yaparken, bu rakamlar sonraki 3 yılda sırasıyla 45 milyar 671 milyon dolara, 46 milyar 500 milyon dolara ve 47 milyar 182 milyon dolara yükseldi.
Şirketin, 2009'da toplam satış gelirinin yüzde 15'ine tekabül eden uluslararası satışların, 2010'da yüzde 17'ye çıkması ve sonraki iki yılda bu seviyede kalması, satışlardaki artışın yurt dışı kaynaklı olduğuna işaret etti.
Diğer 4 şirketin 2010-2014 yıllarına ilişkin bilançoları karışık sonuçlar ortaya koysa da uluslararası satışların genelde artış göstermesi dikkati çekti. Raytheon'un uluslararası satışlardan elde ettiği gelirin toplam satışlara oranı, 2010'da yüzde 23 iken, sonraki yıllarda düzenli şekilde artarak 2014'te yüzde 29'a ulaştı.
Benzer şekilde General Dynamics'in uluslararası satışlardan elde ettiği gelirler, 2010'da 6 milyar dolarla toplam satış gelirlerinin yüzde 18'ini oluştururken, 2014'te 7,6 milyar dolara yükselerek yüzde 25'ine çıktı.
- 2015'te artan gerilimler talebi artırdı
Dünyadaki jeopolitik gerilimlerin bu yıl yeniden artması, satışları son bir iki yılda düşüş eğilimine giren silah şirketlerine yaradı.
Pentagon verilerine göre, ABD'li savunma şirketlerinin bu yılın ekim ayına kadarki uluslararası satışları, 46 milyar 600 milyon dolarla rekor kırdı.
ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, Suudi Arabistan'a yaklaşık 1,3 milyar dolarlık silah satışına onay verildi. ABD yönetimi, mayıs ayında da İsrail'e 1,9 milyar dolarlık silah satışı yapılmasını kabul etmişti.
- Arap Baharı ve Suriye iç savaşı
Aralık 2010'da Tunus'ta başlayan Arap Baharı kısa sürede tüm Orta Doğu'ya yayılmış ve Suriye halkı da demokratik reform, özgürlük ve siyasi tutukluların serbest bırakılması talebiyle sokaklara dökülmüştü.
Başlangıçta halkın taleplerini karşılamakta yetersiz kaldıklarını kabul eden Devlet Başkanı Beşşar Esed, barışçı protesto hakkını tanıyarak, ülkede 48 yıldır süren olağanüstü hali sona erdirmiş ve Suriye Devlet Yüksek Güvenlik Mahkemesi'ni lağvetmişti.
Ancak, güvenlik güçlerinin 18 Mart 2011'de Dera'da göstericilere ateş açması nispeten barış ortamında süren gösteriler için bir dönüm noktası oldu.
Rejim karşıtı protestoların giderek yaygınlaşması üzerine Suriye ordusu Dera, Banyas, Humus ve Şam'da göstericilerin yoğun olarak yaşandığı yerleri bombalamaya başlamasıyla ülke halen süren iç savaşa sürüklendi. ■ trt haber, (20.11.2015)
21.11.2015
KAYNAK KULLANIMI, ÇEVRE: KAŞ'TAKİ RANT KAVGASI MECLİS'TEAntalya'nın Kaş ilçesinde Çukurbağ Yarımadası'nda bulunan doğal sit alanındaki 120 dönüm zeytinlik arazinin niteliğinin değiştirilerek 'tarla'ya dönüştürülmesi TBMM'ne taşındı. CHP Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakınlığıyla tanınan iş adamlarına ait olan arazinin imara açılabilmesi için yapılan cins değişikliğiyle ilgili meclise verdiği soru önergesinde, "Zeytinlik alanbir günde nasıl tarla oldu? Zeytinlik alanın betonlaşmasına izin verilmesi, Bakanlığın hedefleri ile çelişkili bir karar değil midir?" diye sordu.
BAKAN'A 'ZEYTİNLİK BİR GÜNDE NASIL TARLA OLDU?' SORUSUCHP Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak, Kaş Çukurbağ Yarımadası’ndaki doğal sit alanında bulunan zeytinli tarla niteliğindeki arazinin yapılaşmaya açılabilmesi için cins değişikliğine gidilerek 'tarla' vasfına dönüştürülmesine tepki gösterdi. Konuyla ilgili haberimizin ardından gündeme gelen gelişme üzerine Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Kutbeddin Arzu'nun yanıtlaması istemiyle TBMM'ne soru önergesi veren Budak,"Zeytinlik alan bir günde nasıl tarla oldu? Zeytinlik alanın betonlaşmasına izin verilmesi; Bakanlığın hedefleri ile çelişkili bir karar değil midir?" ifadelerini kullandı.
YANDAŞLARA MİLYONLARCA LİRALIK KAZANÇ YOLU AÇILDIBir bölümü zeytinlik geri kalanı ise arkeolojik sit alanı olan 150 dönümlük arazinin yapılaşmaya açılabilmesi için niteliğinin değiştirildiğine dikkat çeken CHP'li Budak, önergesinde şu ifadelere yer verdi:
"Zeytinlik bölgesi ile ilgili bir ay gibi kısa bir süre içinde birbiriyle çelişen iki farklı karar alındığı, ikinci başvurunun ise aynı gün talep doğrultusunda yanıtlandığı, ‘zeytinli tarla’ niteliğinin ‘tarla’ olarak değiştirildiği görülmüştür. Bir yandan kamu spotlarıyla yurttaşlarda tarım alanlarını koruma bilinci oluşturulmaya çalışılırken, bir yandan da bir günde yapılan nitelik değişimi yoluyla, zeytinlik alanların betonlaşmasının önü açılmakta, yandaş arazi sahiplerine milyonlarca liralık kazancın yolunun açılmaktadır."
İLÇE TARIM MÜDÜRLÜĞÜ İLK BAŞVURUYU NEDEN REDDETTİ?Kaş İlçesi Merkez Mahallesi’nde bulunan 46 ada 48 nolu parseldeki zeytinli tarla niteliğindeki taşınmazın nitelik değişimi ile ilgili ilk başvurunun yapıldığı tarih ve başvuruya verilen yanıt konusunda Bakanlık'tan bilgi isteyen Budak, "Kaş İlçe Tarım Müdürlüğü, 25 Ağustos 2014 tarihinde nitelik değişikliğini hangi gerekçe ile uygun bulmamış ve nitelik değişimi talebini reddetmiştir?" diye sordu.
'BİR GÜNDE NASIL İNCELEME YAPILIP KARAR VERİLDİ?'Yaklaşık bir ay sonra ikinci başvurunun yapıldığı ve aynı gün nitelik değişiminin yapıldığının altını çizen Budak,"Söz konusu taşınmazın nitelik değişimiyle ilgili 24 Eylül 2015’te ikinci başvuru üzerine ve aynı gün ‘zeytinli tarla’ vasfının, ‘tarla’ olarak değiştirilmesinin gerekçesi nedir? Bu değişim kararından nasıl bir yarar beklenmektedir? Yaklaşık bir aylık sürede hangi koşullar değişmiştir ki, nitelik değişimi talebi kabul edilmiştir? Söz konusu alanın niteliğiyle ilgili bir günde nasıl inceleme yapılmıştır? İnceleme yapılmadan mı karar verilmiştir? Bakanlığınızın, zeytinlik alanların niteliği veya cins değişikliği ilgili başvuruları bir günde yanıtlaması olağan bir durum mudur?" sorularına yanıt istedi.
'BAKANLIĞIN ÖNCELİĞİ ZEYTİNLİKLERİ KORUMAK DEĞİL Mİ?'Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın konuyla ilgili görevliler hakkında bir soruşturma açıp açmadığı sorusunu gündeme getiren Budak, önergesinde ayrıca şu sorulara yanıt verilmesini istedi:
"Böyle bir soruşturma yapılmamış ise bu sürecin incelenmesi ya da soruşturulmasını sağlayacak mısınız? Bakanlığınızın önceliği tarım ve zeytinlik alanlarının korunması değil midir? Nitelik değişimi; Bakanlığın hedefleri ile çelişkili bir karar değil midir? Zeytinlik alanın betonlaşmasına izin verilmesi, Bakanlığın hedefleri ile çelişkili bir karar değil midir?"
MİMARLAR ODASI KAŞ'I YAKIN TAKİBE ALDIKaş'taki korunan alanların imara açılması girişimlerine bir tepki de Mimarlar Odası Antalya Şubesi'nden geldi. Konuyla ilgili yapılan açıklamada, Mimarlar Odası Antalya Şubesi'nin, Kaş Çukurbağ Yarımadası ve Limanağzı bölgelerindeki sit alanlarını da içine alan 1/25 binlik çevre düzeni planının yakından izleyeceği kaydedilerek, özetle şu ifadelere yer verildi:
"Bu gelişmeler sırasında yaşanabilecek olumsuzluklar konusunda Kaş sivil toplum örgütleri, Kaş halkı ve esnaflarmca yapılacak eylem ve girişimlere, Göynük, Kındılçeşme ve Phaselis imar planı değişikliklerine karşı, Kemer esnafı ve halkının eylem ve girişimlerine nasıl destek olmuşsak, aynı destek Kaş sivil toplum örgütleri ve halkına da verilecektir." ■ Yusuf Yavuz, odatv, (21.11.2015)
EKONOMİ, TÜRKİYE: EKONOMİDE GÜVEN OLUŞMADIEkonomide piyasa tabiri ile, ''yaprak kımıldamıyor.'' Buna rağmen yeteri kadar tartışılmıyor. Çünkü siyasetin, Suriye ve IŞİD'in, terörün toplumsal maliyeti daha yüksek olmaya başladı. Ekonomik sorunlar ikinci plana kaldı.
Temennimiz hiç bir sorun olmasın. Ancak söylemesek de ekonomik sorunları yaşıyoruz. Özellikle işsizlik ve geçim derdi, yaklaşık her iki aileden birisini vuruyor.
Tek parti iktidarı da bu konjonktürü değiştirmedi. Bu sonucu yaratan temel neden, 13 yıldan beri uygulanmakta olan politikalardır. Bu politikaları uygulayan aynı parti iktidarının güven vermesi için, iktisat politikalarını yeni bir yaklaşım içinde ele alması gerekir.
Bunların başında, bugüne kadar cari açığa neden olan ve bu nedenle 450 milyar dolardan fazla kaynak kaybımıza yol açan dalgalı kur sistemi değişmelidir. Kontrollü kur sistemine geçilmelidir.
Dalgalı kur sisteminin çalışması için, elverişli bir piyasa ve altyapı olması gerekir. Türkiye'de gerekli piyasa şartları oluşmadan, 2001 yılında dalgalı kur sistemine geçilmiştir. IMF ve bu sistemi getirenler 2000 yılı için Türkiye'ye bu sistemin tam tersi ''Sabit kur rejimi''ni önermişlerdi. 2001 krizi olunca dalgalı kuru önerdiler. Daha doğrusu şart koştular.
Dalgalı kur sistemi Türkiye sömürü düzeninin bir aracı oldu.
Teoride dalgalı kur sistemi kurları otomatik dengeye getirir. Yani millî paranın değer kazanması (kurların düşük kalması) sonucu cari açık olursa, döviz ihtiyacı ve döviz talebi artacak ve bu nedenle kurlar artacak dengeye gelecekti. Millî paranın düşük kalması ile ortaya çıkan cari fazla olursa, bu defa tersi çalışacaktı.
Ne var ki Türkiye'de bu sistem çalışmadı... Çünkü:
1) Sıcak para önce kur baskısı yarattı. Ekonomi dışa bağımlı üretim yapısı kazandı. Kur artınca da bu bağımlı yapı, sistemi çalıştırmadı.
Kontrolsüz sıcak para girişi cari açıktan daha fazla olunca döviz fiyatları üzerinde baskı oluşturdu ve kurlar düşük kaldı. Düşük kur ithalatın artmasına ve üretimin içeride üretmekten daha ucuza gelen ithal ara malı ve ham maddeye bağımlı hale gelmesine neden oldu.
Ayrıca 2012 yılına kadar, Merkez Bankası ve ekonomi yönetimi enflasyonla mücadele için düşük kur politikası uyguladı. MB kur artışına sert müdahale etti. Kur düşüşüne etmedi.
Türkiye'ye gelen sıcak para ve yabancı sermaye hız kesince ve aynı zamanda ABD Doları dünyada artmaya başlayınca, kurlar arttı. Ancak bu defa da üretim ithalata bağımlı olduğu için cari açık devam etti.
2) Dolarizasyon dalgalı kur sisteminin çalışmasını engelledi.
Türkiye'de döviz girişi ve çıkışı dışında, halkın döviz tutması döviz arz ve talebini etkiliyor. Türkiye'de döviz yalnızca ihtiyaç için değil, aynı zamanda bir tasarruf aracı olarak tutuluyor. Yine istikrar sorunu nedeniyle ve devalüasyon beklentisi ile de döviz tutuluyor.
3) Vadeli döviz işlemleri piyasası gelişmemiştir.
Türkiye'de finansal piyasalar yeteri kadar gelişmemiştir. Kur riskine karşı koruma sağlayacak enstrümanlar dün hiç yoktu. Bugün ise yetersizdir. Örneğin "Vadeli Döviz İşlemleri" piyasaları gelişmemiştir. Vadeli döviz piyasası kurlarda aşırı dalgalanmayı engeller.
4) Finansal piyasalarda rekabet koşulları oluşmamıştır.
Dalgalı veya serbest kur politikası için, döviz arz ve talebinin dengede oluşmasını sağlayacak piyasa yapısının ve piyasa şartlarının olması gerekir. Kısa vadeli dış borcunun yüksek olduğu, iç tasarrufların yetersiz olduğu ve kamu açıklarının kısmen döviz hamili veya dövize endeksli devlet kağıtlarıyla kapatıldığı ekonomide döviz arz ve talebinin serbestçe oluşması beklenemez.
Bu nedenlerle dalgalı kur sistemi başarısız olmuştur. Üstelik ekonomi de aşırı kırılgan olmuştur.
Türkiye'nin şartlarına "kontrollü kur sistemi" uyar. Öncelikle bu sisteme geçmek zorundayız. ■ Esfender Korkmaz, Yeniçağ, (21.11.2015)
ALTIN: BİN DOLARIN ALTINDAKİ ALTINA HAZIR OLUNGüvenli liman ‘altın’ FED’in faiz artışı ve doların kıymete binmesi ile değer kaybedecek.
1 Ons altın 6 yıl 1000 doların üzerinde tutunduktan sonra, 3 basamaklı fiyata düşecek.
ABD’de Fitch Group’un bir birimi olan BMI Research’e göre, altın, FED’in faiz artışına gitmesi ve doların değer kazanması ile birlikte, 2016 yılının ilk yarısında 1 Ons altının 1000 doların altına inebileceği tahmininde bulundu. BMI’nın emtia araştırma küresel başkanı John Davies, kademeli sıkılaştırma beklentilerinin, fiyatların 1000 dolar civarına ve üzerine geri dönmesi ile birlikte, düşüşü yavaşlatacağını söyledi. Altın; Singapur saati ile 13:47’de Ons başına 1,077.10 dolar seviyesinde işlem görüyordu.
10.5 aylık kayıp %9Altın; 2015 yılında, FED politika yapıcılarının 2006’dan bu yana ilk faiz artışı için hazırlanmaları ile birlikte, yaklaşık yüzde 9 değer kaybetti ve beş yılın en düşük seviyesine indi. Yüksek faizler, yatırımcısına faiz ödemeyen altının cazibesini azaltıyor. Yatırımcıların büyük bölümü, FED’in Ekim ayı toplantı tutanaklarının yayınlanmasının ardından, Aralık ayında faiz artışına gidilmesini bekliyor. Goldman Sachs Group Inc., geçen ayki değerlendirmesinde, Aralık ayındaki olası faiz artışının altına zarar vereceğini kaydetti.
Faiz 3 kez inerseJohn Davies, Singapur’da Çarşamba günü verdiği mülâkatta, “Açık bir şekilde, 1000 dolar test edilecek, ancak, bu seviyenin çökeceğini, ille de çökeceğini düşünmüyoruz,” dedi ve “Gelecekteki faiz artışlarının çoğu fiyatlara yansıdı, bu yüzden, faiz artışını gördüğümüzde, ani bir reaksiyon olacağını sanmıyorum” şeklinde görüş bildirdi. Spot altın; Çarşamba günü Ons başına 1,064.55 dolar ile Şubat 2010’dan bu yana en düşük seviyesini gördü. Yatırımcıların ellerindeki altın varlıklarını azaltması ve dolardaki yükselişin etkisiyle üst üste üçüncü yılı da düşüşle geçmeye yönelen altın, bu yıl şimdiye kadar ortalama 1,172 dolar civarında seyretti. FED’in Aralık toplantısında 25 baz puan faiz artıracağı ve bunu 2016 yılında 75 baz puanlık artışın izleyeceği tahmininde bulunan, BMI’nın emtia araştırma küresel başkanı John Davies, “Ortalama fiyatlar 2016 ve 2017’de düşecek ve BMI gelecek yıl için fiyat tahmini olan 1,150 doları düşürebilir” dedi. Davies’in faiz artışı tahmini, Morgan Stanley’in Piyasa İmalı Faiz Artırım Hızı Endeksi ile de uyumu. Bu endekse göre, FED, gelecek yıl 3 kez 25 baz puanlık faiz artışına gidecek. John Davies, “Eğer faiz artışı bundan daha hızlı ya da daha agresif olursa, altında daha da büyük bir düşüş meydana gelebilir,” dedi ve “Altın fiyatlarına ilişkin bizim görüşümüz, gelecek yıl kademeli faiz arttırılacağı beklentisini baz alıyor” şeklinde görüş bildirdi. Goldman’ın 21 Ekim’deki raporunda yer verdiği tahminlere göre, 1 Ons altın, faiz artışı ile birlikte, altı ayda 1050 dolara ve bir yıl içinde 1000 dolara inebilir.
Düşüş bu hafta başlayabilirNew York merkezli hedge fonu Galtere Ltd.’nin kurucusu Renee Haugerud, Bloomberg’e değerlendirmede bulunurken, “Bu hafta, altın, yükselen dolarla birlikte, 900 dolar ila 1,000 dolar bölgesine düşebilir” dedi. Oversea-Chinese Banking Corp., Perşembe günkü bilgilendirme notunda, “FED’in Ekim toplantısının zabıtları; muhtemelen, gelecek ay faiz artışına gidileceği beklentilerini güçlendirecek ve altın fiyatlarını aşağı çekecek,” dedi. Singapur merkezli bankanın uzmanları arasında, Bloomberg’in sıralamasına göre, üçüncü çeyrekte en doğru altın fiyat tahmininde bulunan Barnabas Gan da yer alıyor. ■ Yeniçağ, (21.11.2015)
22.11.2015
BOP, IŞİD: ABD, IŞİD'LE MÜCADELEDE NE KADAR SAMİMİ?ABD’nin IŞİD’le mücadelede samimi olmadığını, IŞİD’i bahane olarak kullanarak Suriye için Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) senaryosunu hayata geçirdiğini 30 Eylül’de Rus hava operasyonları başladığında gördük. ABD’nin aylardır yapamadığını Rusya bir iki günde yaptı.
Ama dilerseniz bunun daha ötesini, IŞİD’in bizzat ABD tarafından oluşturulan bir terör örgütü olduğunu ifade eden haberleri yorumsuz bir şekilde vermeye çalışalım.
Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez, ABD Başkanı Obama’nın da bulunduğu BM Toplantısı’nda, bizzat Obama’ya seslenerek şunları söyledi:
“Geçen yıl toplandığımızda Esad rejimini terörist olarak değerlendirip ona karşı olanları devrimci görüp desteklediniz; şimdi ise dün "devrimci" dedikleriniz Radikal İslamcılara karşı savaş açmış durumdasınız… IŞİD ve El Kaide'nin elindeki silahların izini kim sürebilir? Büyük güçler çok kolay dost ve düşman kavramını değiştiriyor. Teröristler dost oluyor, dostlar ise terörist…”
“Arap Baharı'nı Tunus, Libya ve Mısır'da başlatarak radikal İslamcıları kendi elinizle orada iktidara getirdiniz. Bölge haklarının özgürlüklerini gasp ettiniz. Bugün burada IŞİD'e karşı bir BM kararı çıkarmak üzere toplandık oysa IŞİD'in bazı BM Güvenlik Konseyi ülkelerinin gözetiminde dostları tarafından kurulup beslendiğini herkes görüyor.”
Takvim Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler, IŞİD’in çuvalcı paşa olarak bilinen David Petraus tarafından organize edildiğini yazdı (Haziran 2014).
Bu haber Alman basınında da gündeme oturdu. Alman basını, Amerikan Güvenlik Kurumu NSA’nın IŞİD’i yaklaşık 3 yıldır izlediğini ve liderlerinin tüm telefon görüşmelerini dinlediğini, hatta Musul’u işgal etmeden bu bilgiye sahip olduğunu ortaya koydu.
Habere göre, CIA'ya aktarılan bu bilgilerin 'top secret' olarak kaldığı ve kesinlikle başka ülkelerle paylaşılmaması konusunda karar alındığı belirtildi. Bilgilerin büyük bir kısmının yok edilmesine karar verildi. Müttefiklerine bu konuda bilgi vermeyen ABD'nin, 'IŞİD ve David Petraeus' bağlantısı nedeniyle bu seçeneği tercih ettiği belirtildi.
Haberde şu bilgilere de yer verildi: IŞİD'in lideri Ebu Bekir Bağdadi, terör bağlantılarına rağmen 2009 yılında ABD'liler tarafından serbest bırakılmıştı. Irak'taki Bucca Cezaevi'nden çıkarken, kampın başındaki Amerikalı komutana, "Sizinle New York'ta görüşeceğiz" demesi de, Petraeus'la olan bağlantısının bir başka kanıtı olarak gösterildi.
17 Ağustos 2014 yılında gazetelere yansıyan ABD Ulusal Güvenlik Dairesi eski çalışanı Edward Snowden’in IŞİD ile alakalı yaptığı çarpıcı açıklama da kayda değer…
Snowden şu önemli bilgileri vermişti:
“IŞİD’in arkasında ABD, İngiltere ve İsrail istihbarat servisleri var.”
“ABD, İngiltere ve İsrail istihbarat servisleri dünyadaki tüm terörü “eşek arısı yuvası” isimli bir strateji ile bir araya toplamaya çalışıyor.”
“IŞİD lideri Ebubekir El-Bağdadi bir yıl boyunca, Mossad tarafından yoğun bir askeri ve dini eğitimden geçirildi.”
ABD merkezi haber alma teşkilatında (CIA) üst kademe memur olarak çalışan Steven Kelley de, Press TV’ye verdiği röportajda şu açıklamalarda bulundu: “IŞİD tamamen uydurma bir düşmandır. IŞİD, ABD ve ortakları tarafından finanse ediliyor. ABD’nin IŞİD’e saldırı yapması gerektiğini düşünenlere söylüyorum; tamamen gereksiz bir hamle. Çünkü onları biz yarattık, biz kontrol ediyoruz.”
CIA üst kademe memuru Steven Kelley sözlerini şu cümlelerle tamamladı; “Eğer ABD, IŞİD’i yok etmek isteseydi para kaynağını bitirirdi ve örgütün oluşmasında, örgüte katkı sağlanmasında etkili olan kişilerin icabına bakardı.” (Eylül 2014)
2 Eylül 2014 tarihinde Global Research sitesi yayınladığı analizde şu değerlendirmeyi yaptı: “ABD, her ne kadar bu gruba karşı mücadele verdiğini ilan ediyorsa da gerçekte, bu problemin şekillenmesindeki esas faktör kendisidir. IŞİD’in asıl tasarımcısı ABD Eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’dir… IŞİD’in bölgede anormal ve barbarca bir imaj yaratması üzerine ABD de, Ortadoğu’da zedelenen imajını yeniden düzeltmeye ve aynı zamanda bölgede bulunmasını gerekli göstermeye çalışıyor.”
İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Mesut Cezairi, IŞİD’in ABD istihbarat teşkilatı CIA tarafından kurulduğunu ve elinde resmi belgeler olduğunu ilan etti. (19.12.2014)
Jeopolitik uzmanı ve stratejik risk danışmanı Amerikalı William Engdahl, Russia Today gazetesinde yayınlanan makalesinde IŞİD militanlarının Ürdün'de CIA tarafından eğitildiğini ve finansmanı da Körfez ülkelerinin sağladığını ifade etti. (24.06.2014) Engdahl değerlendirmesinde, “Ortaya çıkan detaylar IŞİD'in CIA ve Pentagon tarafından dünyanın en büyük ikinci petrol ülkesi Irak'ı istikrarsızlaştırmak ve Suriye'de düzeni sağlamak için yürütülen politikaları geçersiz kılmak üzere desteklendiği izlenimini uyandırıyor” dedi.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nda görev yapmış Andrew Doran, "National Review" dergisinde bazı IŞİD militanlarının Amerikan pasaportunun olduğunu yazdı.
Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir Euronews'a verdiği özel röportajında, “IŞİD’in arkasında CIA ve MOSSAD var” dedi. (17.02.2015)
Independent gazetesinin tecrübeli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Ağustos 2015’te yazdığı makalede şu soruları sordu:
"IŞİD neden asla İsrail'e saldırmıyor? Haçlılardan, Şiilerden, Hıristiyanlardan ve bazen Yahudilerden nefretini dile getirirken, 'İsrail' kelimesi neden ağza alınmıyor? İsrail'in Suriye'ye yönelik hava saldırıları neden daima hükümeti ve Suriye yanlısı İran güçlerini hedef alıyor, IŞİD asla vurulmuyor?"
İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon, terör örgütü IŞİD’in İsrail’e karşı doğrudan bir tehdidi bulunmadığını açıkladı. (30.10.2015)
Evet, bunlar konuyla ilgili haberler. Şimdi puzzle’ı birleştirin ve ABD-İsrail ikilisi ve taşeronlarının Rusya’nın hava operasyonlarından neden rahatsız olduklarını, IŞİD’in BOP’taki misyonunu ve yarın Türkiye’nin başına da, müttefikleri tarafından ne tür dolaplar örüleceğini kendiniz anlamaya çalışın.
Dün Irak, Afganistan, bugün Suriye ve yarın da Türkiye…
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllarca, ısrarla vurguladığı gibi, “Asıl hedef Türkiye’dir.”
Aynı kirli senaryolar fazlasıyla Türkiye’de yaşanacak; BOP taşeronlarına “bi daha bi daha” diyen, milli çözüm sahiplerini sırtından vuran, her türlü ikaza rağmen belanın gelişini göremeyen Türk milletinin ne yapacağını işte o zaman göreceğiz. ■ Murat Cabas, Yeni Mesaj, (22.11.2015)
23.11.2015
UÖŞ: 150 MİLYAR DOLARLIK DEV SATIN ALMADA SONA GELİNDİPfizer, botox üreticisi Allergan'ı 150 milyar dolara satın alıyor.
Pfizer, botox üreticisi Allergan'ı 150 milyar dolara satın alıyor. Yapılan anlaşma, ile şirket, satış rakamları açısından dünyanın en büyük ilaç üreticisi olacak.
Pfizer, Allergan'ı satın almasıyla bu yılın en büyük şirket birleşmesi olacak.
Alınan bilgiye göre anlaşmanın bugün gerçekleşmesi bekleniyor. ■ Milliyet, (23.11.2015)
YABANCIYA TOPRAK: KONUTTA YABANCI BEREKETİYabancılara konut satışı ocak-ekim döneminde 18 bin 428'e ulaşırken, bu rakamın yarısı Irak, Suudi Arabistan, Rusya ve Kuveyt vatandaşlarının talebinden oluştu.
AA muhabirinin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden derlediği bilgiye göre, yabancıların Türkiye'den satın aldığı konut adedi ocak-ekim döneminde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 19,5 artarak 18 bin 428'e çıktı. Yabancılara konut satışı bu yılın ekim ayında, geçen yılın aynı ayına oranla yüzde 23,8'lik artışla 2 bin 236 düzeyinde gerçekleşti.
Öte yandan bu yılın eylül ayında bin 768 olan yabancılara konut satışı, bir ayda yüzde 26,5 artış gösterdi. Yabancılar geçen yılın ekim ayında bin 806, ocak-ekim döneminde ise 15 bin 417 konut edinmişti. Yabancılara bu yılın 10 ayında satılan 18 bin 428 konutun, 5 bin 813'ü İstanbul, 5 bin 73'ü Antalya ve bin 213'ü Bursa'da bulunuyor.
Geçen yıl ocak-ekim döneminde yabancılara sadece 166 konutun satıldığı Trabzon'da bu yılın aynı döneminde 645 konutun satılması ise dikkati çekti. Bu yılın 10 aylık dönemi ile geçen yılın aynı dönemi karşılaştırıldığında en fazla artışın yaşandığı il yüzde 288,6 ile yine Trabzon oldu. Söz konusu dönemde yabancıların konut edinimi en fazla, yüzde 20,5'lik azalışla Muğla'da düştü.
Konut talebinin yarısı 4 ülkedenÜlke uyruklarına göre yabancılara yapılan konut satışlarına bakıldığında, Irak vatandaşlarının ekim ayında ve ocak-ekim döneminde ilk sırada yer aldığı görülüyor. Ekim ayında 430 adet konut alan Iraklıların, ocak-ekim dönemindeki toplam konut edinimleri ise 3 bin 221'e ulaştı. Bu sonuçlar, ekim ayında yabancılara satılan 2 bin 249 konutun yaklaşık yüzde 20'sini Iraklıların aldığını ortaya koydu.
Ekim ayında, Iraklıları 325 konutla Suudi arabistanlılar, 191 konutla Ruslar takip etti. Yılbaşından bu yana yapılan alımlara bakıldığında da sıralamanın değişmediği görüldü. Suudi Arabistan uyrukluların alımları yıl başından bu yana 2 bin 220'ye, Rus vatandaşlarının alımları bin 750'ye, Kuveyt vatandaşlarının alımları bin 728'e çıktı.
Söz konusu 4 ülke vatandaşlarına ocak-ekim döneminde yapılan satışlar 8 bin 919'a yükselirken, bu rakam yabancılara konut satışlarının neredeyse yarısını oluşturdu. . ■ Milliyet, (23.11.2015)
AKP: "YENİ TÜRKİYE"NİN EBESİNİ BULDULAR!Milli Türk Talebe Birliği 14 Aralık 1916'da, İttihat ve Terakki tarafından Türkçü-Turancı çizgide bir gençlik örgütü olarak kuruldu. Atatürk döneminde de çizgisini korudu ama Sovyetlerin Turancılığı Türkiye nezdinde soruşturması üzerine 1936 yılında kapatıldı. 1946 yılında yeniden kurulan MTTB, 1965 yılında Rasim Cinisli'nin başkan seçilmesiyle millî bir gençlik kuruluşu olarak anılmaya başlandıysa da İsmail Kahraman'ın başkanlığında muhafazakâr bir örgüt haline geldi. Öyle ki Rüştü Ecevit'in başkanlığı döneminde, kurulduğu yıldan beri bozkurt ile temsil edilen Milli Türk Talebe Birliği, amblemini de değiştirdi. Bozkurt yerine kitap resmi konuldu!
* * *12 Eylül'e kadar "komünizmle mücadele" ekseninde ve "yeşil kuşak" denilen projenin Türkiye ayağı olarak faaliyetlerini sürdüren MTTB, 12 Eylül 1980'de bütün derneklerle birlikte kapatıldı.
MTTB'nin son kuşağı içinde Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Şahin, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Ömer Dinçer, Taner Yıldız, Abdülkadir Aksu, Hüseyin Çelik, Sami Güçlü, Bahattin Yıldız gibi isimler vardı.
MTTB, AKP iktidarını doğuran bir okul idi..
Nitekim AKP iktidarında Kültür Bakanlığı da yapmış olan şimdiki Meclis Başkan adayı İsmail Kahraman, 2012 yılında Çorlu'da katıldığı bir programda, "Bizim dönemimizden iki dönem sonra Tayyip Erdoğan, Milli Türk Talebe Birliği kültür müdürüydü. MTTB İcra Konseyi genel sekreteri Abdullah Gül idi. Aynı icra kurulunun muhasibi Sami Güçlü Tarım Bakanı'dır. Ankara Hukuk dernek başkanımız Beşir Atalay, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin. Bugün gördüğünüz şu kadro Milli Türk Talebe Birliği Akademisi'nden mezun olmuştur" demişti.
16 Aralık 2006'de yeniden kurulan MTTB, bu defa iktidardaki AKP'nin siyasi misyonunu, gençliğin misyonu haline getirmek için çaba gösteren bir kuruluş haline geldi. Hatta "Üniversite Gençliği'nin Profili" araştırması da yaptırarak hedef kitleyi bilimsel gözle incelemek esas alındı. Bu faaliyetler yeterli görülmemiş olacak ki ayrıca bir de militan çizgide Osmanlı Ocakları kuruldu!
* * *1997 yılında Akşam gazetesinde yazılarıma gerekçesiz olarak son verildi! Gazeteden işin aslını öğrenemedim. Sonra rahmetli arkadaşım Kemal Çapraz aradı. İsmail Kahraman, bizzat telefon ederek, kendisini Türkiye gazetesindeki bir haberinden dolayı gazete sahibi Enver Ören'e bu arada beni de Akşam gazetesi sahibine şikâyet etmiş. Kemal'in haberindeki bilgileri bir gün önce ben köşemde yazmıştım!
Dönemin Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Abbas Abdullah Hacaloğlu, beni ve Kemal'i arayıp, Azerbaycan Türklerinin Ermenilere zulmettiğini işleyen bir film yapan Ermeni yönetmen Tikran İsmailyan'a Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Kültür Bakanlığı özel ödülü verildiğini bildirmişti. Karar Fikri Sağlar'ın bakanlığı döneminde alınmıştı ama ödül İsmail Kahraman döneminde verilmişti!
Konuyu köşemde bütün ayrıntılarıyla işlemiştim. Kemal'in haberi bir gün sonra Türkiye gazetesinde yayınlanmıştı. Enver Ören, Kemal'in temin ettiği haberle ilgili görüntüleri izleyince, Kahraman'ı aramış ve "Haberimiz doğrudur" demişti. Bunun üzerine İsmail Kahraman, Enver Ören'i Meclis kürsüsünden eleştirecek kadar işi şahsileştirmişti.
O sırada, Akşam'ın dağıtımı iki büyük gazetenin şirketi tarafından durdurulmuştu. Akşam kendi dağıtım şirketini kurmak için hükümetten teşvik bekliyordu. İsmail Kahraman'ın Akşam gazetesi sahibine şikâyeti ile ilgili bana hiçbir bilgi verilmeden yazılarıma son verilmişti!
* * *O İsmail Kahraman ki son görevi Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı kurucular kurulu üyeliği ve mütevelli heyeti başkanlığıdır.
MTTB'de AKP'nin ebeliğini yapan İsmail Kahraman, "Yeni Türkiye"nin ebeliğini yapmak için Meclis başkanlığına getiriliyor! ■ Arslan Bulut, Yeniçağ, (23.11.2015)
24.11.2015
EĞİTİM, ÖĞRETMENLER GÜNÜ"Öğretmenlerin yüzde 62'si psikolojik sorun yaşıyor, yüzde 88'i çocuklarının eğitim ihtiyaçlarını karşılayamıyor" 15 yıllık deneyimli bir öğretmen 2478 TL maaş alıyor
Eğitim-İş Sendikası’nın yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre öğretmenlerin yüzde 82’si çocuklarının gıda, yüzde 84’ü kıyafet, yüzde 88’i eğitim ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Yüzde 62’si psikolojik sorun yaşıyor.
Hürriyet'ten Gamze Kolcu'nun haberine göre eğitimciler, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne mutsuz ve umutsuz giriyor. Eğitim-İş’in 24 ilde 833 öğretmen ile yüz yüze görüşerek yapılan anketinde çarpıcı sonuçlara ulaşıldı. Raporda, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarının (açlık sınırı) 1379 lira, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarının ise (yoksulluk sınırı) 4492 lira olduğu vurgulandı.
Raporda, 15 yıllık deneyimli bir öğretmenin yoksulluk sınırının neredeyse yarısı kadar olan 2478 TL maaş aldığı anımsatıldı.
Araştırmada dikkat çeken bazı sonuçlar şöyle:
Mesleki verimi düşüyor“Öğretmenlerin yüzde 89’u mesleğinden elde ettiği geliri, yüzde 86’sı yılda bir kez verilen eğitim öğretime hazırlık ödeneğini yetersiz buluyor. Öğretmenlerin yüzde 83’ü maaşının düşük olması nedeniyle toplumdaki saygınlığının azaldığını düşünürken, yüzde 79’u gelirindeki yetersizliğin mesleki verimini düşürdüğünü belirtiyor. Eğitimcilerin yüzde 89’u 20.77 liralık çocuk yardımının ve 9.21 lira olan ek ders ücretinin de yetersizliğinden dert yanıyor. Yüzde 86’sı gelişmiş ülkelerdeki öğretmenlerle benzer çalışma koşullarına sahip olmadıklarını kaydediyor.
Çocuğuna bile bakamıyorÖğretmenlerin yüzde 82’si kazandığı parayla çocuklarının gıda, yüzde 84’ü kılık-kıyafet, yüzde 88’i ise eğitim ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamadığını bildirdi. Eğitimcilerin, yüzde 79’u çocuklarının tam olarak dengeli beslenemediğini belirtti.
Psikolojik sorun yaşıyorGelirindeki yetersizlik nedeniyle 100 öğretmenden 62’si psikolojik sorunlar yaşıyor, 18’i ise ‘az da olsa psikolojik sorunlar yaşıyorum’ diyor. Öğretmenlerin yüzde 61’i daha çok para kazanacağı bir iş bulması halinde mesleğini bırakabileceğini belirtirken, yüzde 85’i son 10 yılda alım gücünün düştüğünü vurguluyor. Öğretmenlerin yüzde 75’i öğrencilerine örnek olabilecek şekilde giyinemediğini düşünürken, yüzde 89’u ise yine son 10 yılda okullardaki eğitimin niteliğinin düştüğünü belirtiyor.”
"24 Kasım'da ikramiye olsun"Araştırma, öğretmenlerin durumlarının iyileştirilmesi için önerilerde de bulunuldu: “Öğretmenlerin maaşları yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır. Ek ders ücretleri en az 25 TL olmalı. Öğretmenler Günü’nde bir maaş ikramiye verilmeli. Öğretmenlere toplu taşıma araçları ücretsiz olmalı. Temsil tazminatı ödenmeli ve çocuk yardımları artırılmalı.” ■ T24, (24.11.2015)
BÖLÜCÜLÜK: KÜRTLERSovyetler Birliği'nin dağılmasından kısa bir süre sonra Azerbaycan'a gitmiştim...
Orada çok enteresan insanlarla tanıştım.
Ama bir tanesi beni çok şaşırtmıştı.
Çok güzel Türkçe konuşan bu kişiye ne olduğunu sorduğum zaman "Ben ERMENİ KÜRDÜ'yüm" demişti?!
O dönemde cahildim, hayret içerisinde "Yahu, Ermeni Kürdü olur mu, ya Ermeni'sin, ya da Kürt"dediğimde, yine gülerek "Yok, ben ERMENİ KÜRDÜ'yüm" diye tekrarladı.
Öyle kala kalmışım!
Bir süre sonra Erzincanlı bir genç kızla karşılaştım.
O daha da enteresan bir şey söyledi.
Dedi ki:
"Bizim oralarda Kürt dendi mi, akla ERMENİ gelir..."
Neden, diye merak ettim.
Biraz araştırma yapınca ÜÇ grup tesbit ettim.
"Kürtler ya ERMENİ, ya ARAP, ya da TÜRK soyundan; saf kürt diye bir şey yok!"
Şaşırtıcı, değil mi?!
Pek aklın alacağı gibi görünmüyor?!
Ama 2005'te İBRAHİM TATLISES, kalkıp da, "Ben ARAP asıllı Kürd'üm" demez mi?!
Bir de TABERÎ'nin, bundan en az 1300 yıl öncesinde, Hz. ÖMER'in oğlu Abdullah'a ait bir KÜRT tanımını hatırlayalım:
"KÜRTLER, FARSLARIN GÖÇEBE ARAPLARIDIR.
Onlardan biri Nemrud'a, İBRAHİM'i ateşte yakmasını tavsiye etmiştir."
Hem FARS, (Yani ACEM, yani İRANLI), hem ARAP, hem de KÜRT!
Gel de, çık işin içinden!
Halbuki açıklaması basit ve FİRDEVSÎ'nin tanımında gizli...
FİRDEVSİ, zalim İran hükümdarı DEHHAK'ın beynindeki ura deva olsun diye, her gün çeşitli milletlerden seçtiği iki kişiyi öldürüp beyinlerini çıkartıp kafasına sürdüğünü anlatır...
"İki iyi niyetli adam" çıkar, DEHHAK'ın öldürmek üzere seçtiği gençlerden birini öldürüp, diğerini serbest bırakırlar, onun yerine bir koyunu kesip beynini kullanırlar.
İşte bu noktada FİRDEVSÎ, bu "iki iyi niyetli adam"ın kurtarıp dağa kaçırdığını insanlarla ilgili şöyle bir tarif verir:
"ZAMANLA KİMİN NESLİ OLDUKLARI BELLİ OLMIYAN BU GENÇLERİN SAYISI 200'Ü BULDU!
İŞTE BUGÜNKÜ KÜRT KAVMİNİN ASLI BUNLARDAN TÜREMİŞTİR Kİ, BUNLAR MAMUR ŞEHİR NEDİR BİLMEZLER!
BUNLARIN EVLERİ ÇÖLLERDE KURULMUŞ ÇADIRLARDAN İBARETTİR.
KALPLERİNDE HİÇ TANRI KORKUSU YOKTUR!"
KİMİN NESLİ OLDUĞU BİLİNMEYEN insanlara zamanla Kürt denmiş!
Biraz bu ifadeyi yorumlarsak, kendi toplumundan bir şekilde kopmuş, dağlara, çöllere kaçmış, genelde aşiret halinde, göçebe olarak çadırda yaşayan kişiler, diyebiliriz.
ERZİNCANLI kız, "ÜÇ GRUP" demişti: ERMENİ, ARAP, TÜRK...
Hz. ÖMER'in oğlu ABDULLAH bir tane daha ekliyor: FARS.
İSRAİL kaynaklarına dayanan AYTUNÇ ALTINDAL da YAHUDİ KÜRTLER'i ekliyor:
Etti BEŞ GRUP!?
Yani Kürtler bir MİLLET değildir!
Kendi milletinden kopmuş insanlardır!
İşte onun içindir ki, onları birleştirip bir millet oluşturmak mümkün değildir.
Çünkü Kürtler kendi aralarında birbirleriyle kaynaşamazlar!
Kaynaşmadıklarını, hatta Irak'ta birbirleriyle savaştıklarını gördük!
Aynı dili konuşmazlar!
Konuşmadıklarını TÜRKİYE'de gördük.
AVRUPA BİRLİĞİ'nin baskısı ile "kürtçe" yayına başlayan TRT'yi bir kısmı anladı, bir kısmı anlamadı?!
Aslında bazen birbirine komşu iki köy bile anlamaz!
Üstelik KÜRT kelimesi bile Kürtçe değildir!
ARAPÇA, FARSÇA falan da değildir.
Öz-be-öz TÜRKÇE'dir!
TÜRKLER'in DAĞLIK, KARLI bölgelerde yaşayan bir TÜRK OYMAĞI'nın adıdır!
Onun içindir ki, GÜNEYDOĞU ANADOLU'nun sarp dağlarla kaplı bölgesinin adı KÜRDİSTAN olmuş, bu bölgede yaşayan insanlara da KÜRT denilmiştir!
Kürtler eskiden kendilerine "Kürt" demezlerdi?!
Bu ad onlara başkaların verdiği addı.
Onlar kendilerini, DIMILLI, KURMANÇ diye adlandırırlar, aşiret adı verirlerdi.
Ne zamanki emperyalist Batılılar TÜRKİYE'yi bölmek ve bölgeyi karıştırma gayretine girdiler, bölgede bol para dağıtmaya başladılar, kaçaklara, teröristlere özel imtiyazlar tanıdılar, Kürt olmak makbul oldu.
Ama biz şimdi bunlardan değil, sadece YAHUDİ KÜRTLER'den bahsetmek istiyoruz...
Bu konuda AYTUNÇ ALTINDAL'dan başka YALÇIN KÜÇÜK de kitaplarında açıklamalarda bulunmuştur.
EŞREF GÜNAYDIN ise YAHUDİ KÜRTLER diye bir kitap yazmıştır.
Her şeyden önce YAHUDİ ve MUSEVÎ kelimelerine açıklık getirmek gerekir.
YAHUDİLİK bir ırka mensubiyeti, MUSEVİLİK ise bir dine bağlılığı ifade eder.
YAHUDÎ kelimesi, Hazret-i İBRAHİM'in torunu Hazret-i YAKUB'un oniki oğlundan biri olan YAHUDA'dan gelir.
HAZAR TÜRKLERİ, bilindiği gibi YAHUDİ değillerdir, MUSEVÎ'dirler.
FALAŞALAR, yani HABEŞİSTAN (ETOPYA) zencileri YAHUDİ değildirler, ama MUSEVİ'dirler.
Ama Kürtler için durum biraz daha karışıktır.
Bir kısmı YAHUDİ KÜRDÜ'dür, bir kısmı da MUSEVÎ KÜRT'tür.
Peki, böyle bir durum nasıl oluştu?!
TALMUD'a göre ASUR kralı SALMENESER tarafından M.Ö.721-715 yılları arasında FİLİSTİN'den sürülenYAHUDİLER'in on kabilesi, KUZEY IRAK'ın dağlık bölgelerine kaçtılar.
Oralara yerleştiler.
Bugünkü ERBİL şehri Milad'dan önceki birinci yüzyılda onların merkezi oldu.
Bir iddiaya göre burada bir devlet kurdular.
YAHUDİLER bölgede güçlenince çevrede yaşıyan bazı insanlar MUSEVÎ oldular.
Bu insanlar o dönemde İBRANÎ ve ARAPÇA'nın karışımından oluşan AR MÎ konuşuyorlardı.
M.Ö.604-561 yılları arasında ASUR ülkesini fetheden BABİL KRALI NABUKADNEZAR sayesinde bu yahudilerin büyük kısmı FİLİSTİN'e döndüler, bir kısmı da BABİL'e, bugünkü BAĞDAT'a yerleşti.
Bir kısmı da KUZEY IRAK'ta kaldı.
Bunların bir kısmı GÜNEYDOĞU ANADOLU'ya kaydı.
30-40 yıl öncesine kadar VAN-HAKKARİ arasındaki BAŞKALE ilçesinde Kürtler'in "elbak", Ermeniler'in "hamadakert" dedikleri kerpiç evlerde yaşayan YAHUDİ KÜRTLER, ARAMÎ konuşurdu.
Kuzey Irak’ta asırlardır “Tat” diyalekti ile konuşan, ticaret ve küçük zenaatlarla uğraşan, bir çok kasaba ve köyde Yahudiler’e rastlanmakta idi.
1897'de toplanan Siyonist kongresinde Yahudi ırkının üstünlüğü, NİL'den FIRAT'a kadar bütün bölgeninİSRAİL olmasını, ve dünya hâkimiyetini hedefleyen PROTOKOL'u açıklayan THEODOR HERZL, YAHUDİ KÜRTLER ile temasa geçen ilk YAHUDİ önderdir.
1947'de İSRAİL devleti kurulunca, IRAK'taki Kürtler'le teması arttırdı.
Büyük miktarda YAHUDİ KÜRDÜ, İSRAİL'e göç etti.
Sonradan MOSSAD ilk başkanı olan Reuven Zoslanski bir ajan olarak IRAK'a gitti, orada üç yıl kaldı.
Ali Bedirhan ile işbirliğine girdi.
Bir kahraman olarak sunulan Bedirhan, İSRAİL Dışişleri Bakanlığı'na bir rapor vererek "Dürziler, Maruniler ve Kürtler'in İSRAİL'in tabii müttefiki olduğunu" iddia etmiş ve İSRAİL'den kendi bölücü faaliyeti için yardım istemiştir!
İSRAİL devleti de, 1961'de isyan eden Kürtler'e, 1963 yılından itibaren yardıma başlamıştır.
"İSRAİL ve IRAK'taki KÜRT Sorunu" adlı kitabın yazarı Amaltzia Baram, "1963 yılında MOSSAD başkanı General Meir Amit'in, İran istihbarat örgütü SAVAK'ın başkanı ile görüşerek KUZEY IRAK'taki Kürtler'e silah gönderme konusunda anlaştıklarını" belirtiyor!
Böylece YAHUDİ-KÜRT işbirliğine İRAN da katıldı.
Müslüman bir ülke, başka müslüman bir ülkenin devletine karşı, YAHUDİ ile birlikte vatan hainlerini desteklemiş oldu.
1965 yılında Bedirhan ile dönemin İSRAİL Savunma Bakan Yardımcı olan Şimon Peres arasındaki bir anlaşma sonucu, İSRAİL istihbaratının en gözde elemanlarından olan Tuğgeneral Tsuri Saguy, Albay Arik Regev ve Yarbay Haim Levakov KUZEY IRAK'a gidip, üç ay boyunca isyancıları eğitip isyanda danışmanlık yaptılar.
Aynı yıl içinde MOSSAD'ın ileri gelenlerinden David Mimche başkanlığında bir grup ajan gelerek isyancı Kürtler'le bir görüşme yaptı.
Bu ajanların arasında sonradan bakan olan Aryeh Lova Eliah da vardı.
Eliah, Molla Mustafa Barzani ile görüştü, isyancı Kürtler'e silah, para ve teknik yardım vaadetti.
Bu desteği alan Mustafa Barzani, 1966 yılında IRAK ordusuna karşı büyük bir saldırıya geçti.
İş bu kadarla da kalmadı...
1966 Ağustos ayında İSRAİLLİ bir kadın ajanın ayarladığı bir IRAKLI pilot, SOVYETLER Birliği'nin bölgedeARAPLAR'ı güçlendirmek için verdiği MİG-21 uçaklarından birini isyancı Kürtler'in desteği ile TEL AVİV'e kaçırdı!
Böylece hem İSRAİL, hem de ABD, SOVYET uçak teknolojisi hakkında bilgi sahibi oldular.
Samuel M. Karz, "Soldier Spies" isimli kitabında, "İsyancı Kürtler'e su gibi para akıtan, liderlerine aylık 50.000 dolar para ödeyen İSRAİL DEVLETİ'nin, MİG-21 uçağını kaçıran hain pilot Redfa'nın tüm ailesinin IRAK dışına çıkarılmasını da Kürtler'e ihale edildiğini" yazıyor!
Bu olayın filmi yapılmış ve TÜRKİYE'de "GÖKLERDE VURUŞANLAR" adıyla gösterime girmiştir.
Yani Kürtler, sadece bağımsızlık iddiası ile kendi devletlerine isyan etmekle kalmamışlar, aynı zamanda o devletin düşman İSRAİL karşısında zayıf duruma düşmesine sebep olmuşlardır.
Mustafa Barzani Eylül 1967'de İSRAİL'e gitti.
Dönemin Savunma Bakanı Moşe Dayan'a bir Kürt hançeri ile birlikte "KERKÜK petrollerinin nasıl vurulabileceğine dair" planları verdi.
1969'da bu planlar doğrultusunda ve MOSSAD-BARZANİ işbirliği ile KERKÜK rafinerileri bombalanarak işlemez hâle getirildi.
Aynı uygulama ikinci IRAK savaşı (2003) sonrasında KERKÜK-YUMURTALIK boru hattına yapılmakta,İSRAİL ajanları ve Kürtler sık sık bu boru hattını bombalayarak IRAK petrolünün TÜRKİYE'ye değil,İSRAİL'deki HAYFA limanına akmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.
Mustafa Barzani 1973 yılında tekrar İSRAİL'e gitti.
Bir YAHUDİ KÜRDÜ olan David Dayan'ın evinde kaldı.
Daha sonra MOSSAD başkanı Zwi Zamir KUZEY IRAK'a giderek Barzani'yi ziyaret etti.
Bağdat idaresine yapılan saldırıların arttırılması karşılığında her ay verilen 50.000 dolara ek 50.000 dolarlık başka ödemeler yapıldı.
A. CEM ERSEVER, kitabında "Talabani'nin beş para etmez bir aşiret reisi olduğunu ve TURGUT ÖZAL'ın sayesinde adam sayıldığını" yazar...
Aynı şekilde KUZEY IRAK'taki belli başlı 24 aşiretten biri olan, sıradan BARZANİ aşiretinin bugünkü konumuna gelmesi, o dönemde İSRAİL'in verdiği destek ile 1991'den sonra ABD'nin verdiği destek sayesindedir!
İSRAİL ve ABD'nin amacı MUSUL-KERKÜK petrol bölgesinin SELÇUKLULAR döneminden beri gerçek sahibi olan TÜRKMENLER'i, yani TÜRKLER'i saf dışı bırakıp, orada İSRAİL denetiminde bir uyduruk Kürt devleti kurmaktır.
AYTUNÇ ALTINDAL, "Halen İSRAİL ile ilişkileri BARZANİ'nin yanında olan Sami Abdurrahman sağlıyor"demektedir.
Bunları niye uzun uzun anlattık?!
Bölücü Kürtler'in hararetle destekleyip örnek aldığı, saf Kürt kökenli vatandaşlarımızdan bir kısmının da sempati duyduğu KUZEY IRAK'taki "Kürt hareketi"nin aslında bir YAHUDİ oyunu olduğunu, Kürtler'in aslında bağımsız bir devlet falan kurmadıklarını, para ve menfaat karşılığında, içinde yaşadıkları devlete ihanet, o devletin amansız düşmanlarına da uşaklık ettiklerini göstermek için!? (Devamı var) ■ Cüneyt Şaşmaz, (toplu) e-posta, (24.11.2015)
GELELİM YAHUDİ KÜRDÜ MESELESİNE...Tarihçi AHMET UÇAR ve AYTUNÇ ALTINDAL, BARZANİ ailesinin YAHUDİ kökenli olduğunu belirtmektedirler.
Bunu da OSMANLI arşivlerinde bulunan bir belgeye dayandırmaktadırlar!
ALTINDAL konuyu çok eskiden beri bildiğini, hatta 1970'lerde bu konuda bir makale yazdığını söyler.
Bu belgeye göre 1856 senesinde SALLUM BARZANÎ adlı bir YAHUDİ haham, MUSUL'dan SELANİK'e, oradan da KUDÜS'e sürülmüştür!
Bu kişi, BARZANİ ailesinden yetişmiş pek çok YAHUDİ hahamdan sadece biridir...
Ama YAHUDİ KÜRTLERİ'nin varlığı sadece bu iki kişi tarafından dile getirilmiş değildir.
1992 yılında yayınlanmış olan "The Folk Literature of Kurdistani Jews: An Anthology - Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı Antolojisi" bu konuda kaynak kitap hüviyeti taşır.
Yazarı bir YAHUDİ KÜRDÜ olan Profesör Yona Sabar'dır ve kendisi Kaliforniya Üniversitesi'nde görev yapmaktadır.
Bu kitaba göre;
"16. ve 17. yüzyılda KUZEY IRAK'ta yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri BARZANİ ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu YAHUDİ eğitim kurumları büyük bir itibara sahipti.
Öyle ki, başta MISIR olmak üzere, Ortadoğu'nun çeşitli yörelerinden buraya öğrenciler geliyordu.
Haham NATHANEL BARZANİ çoğunluğu elyazması olan büyük bir kütüphaneye sahipti.
Bu kitaplar yine haham olan oğlu SAMUEL BARZANİ'ye miras kalmıştı.
En enteresanı sapıtmış AMERİKAN YAHUDİLERİ tarafından kabul edilen ilk KADIN haham da, bu Samuel'in kızı ASENATLI BARZANİ idi!"
Kitabın yazarı Yona Sabar, kendisiyle irtibat kuran Eşref Günaydın'a, "BARZANİ ailesinin kurucusunun 16. asırda yaşamış olan haham SAMUEL BARZANİ (ölümü 1630) olduğunu, ailenin daha sonra MUSUL, ERBİL, KERKÜK civarlarında etkili olduğunu, ancak BARZANİ adı taşıyan her aileyi YAHUDİ saymamak gerektiğini" belirtmiştir.
Ancak bölgede BARZANİ adı taşıyan başka bir aile yoktur ki!
Şu halde günümüz BARZANİ ailesinin aslında YAHUDİ olduğundan en ufak bir şüphe duymamak gerekir.
Bugün İSRAİL'de yaşayan YAHUDİ KÜRTLER'in arasında BARZANİ soyadı oldukça yaygındır.
İSRAİL devleti kurulmadan önce MOŞE BARZANİ bir militan olarak LECHİ yeraltı örgüne mensuptu ve gözaltında iken bir el bombası patlatarak intihar etmişti.
Moşe Barzani IRAK'ta doğmuş, FİLİSTİN'e göç etmiş ve orada ölmüştü(1947).
Ancak SABATAY SEVİ'nin takipçileri "dışı müslüman, içi yahudi" dönmeler gibi, bölge yahudilerinden bir kısmı menfaat açısından müslüman görünmeyi daha uygun bularak zahirde din değiştirmişler, hattaNakşibendi tarikatına intisap etmişlerdir.
Bu tür aileleri Kürtler bilir, ve onlara "binemal cuhi" derler, yani YAHUDİ KÖKENLİ!
Bu aileler HAKKARİ'de de vardır, IRAK'taki BARZAN bölgesindekilere "birker" denir.
Müslüman görüntülü BARZANİ ailesinden Şeyh Mehmet, 1700'lerde Nakşibendi tarikatının lideri olmuş, 1800'lerde bir başka Şeyh Mehmet Nakşibendiler arasında sivrilmiştir.
Ama bu bir şey değiştirmez.
OSMANLI şeyhülislamları arasında dahi dönme (YAHUDİ) olanlar vardır!
YAHUDİLER kılıktan kılığa girmekte ve insanları kandırmakta çok ustadırlar.
Zaten Kürtler'in ancak %60'ı müslümandır, onlar arasında gerçek müslüman ne kadardır, ALLAH bilir!
Kendi de bir Kürt ayırımcı olan FAİK BULUT, "Filistin Rüyası" isimli kitabında "İSRAİL'de KÜRTÇE KONUŞAN YAHUDİLER"den bahseder.
Bu kişinin "HORASAN Kürtleri" diye bir kitabı vardır ki, bölgeye GURİSTAN adını vermiş GUR TÜRKLERİ'ni"kürt" yapar!
Ama Kürtler'in Anadolu'dan ta HORASAN'a nasıl gittiğini açıklamaz?!
A. MEDYALI isimli kişinin de "Kürdistanlı Yahudiler" diye bir kitabı vardır.
(Berhem Yayınları, Ankara, 1992)
YALÇIN KÜÇÜK kitaplarında YAHUDİ KÜRTLER'den bahseder, "İSRAİL'de 150.000 kadar YAHUDİ KÜRDÜ olduğunu ve aralarından bakanlar bile çıktığını" yazar.
ABDULLAH BİLİCİ de İSRAİL'de YAHUDİ KÜRDÜ Moti Zaken ile yaptığı röportajı AKSİYON dergisinin 291. sayısında yayınlamıştır.
Moti Zaken babası ZAHO doğumlu, sonradan İSRAİL'e göç etmiş.
MUTİ ZAKEN, İSRAİL-KÜRT LİGİ'nin kurucusu.
Aynı zamanda Netanyahu ve Barak hükümetlerinde danışmanlık yapmış.
İSRAİL'de 150.000 YAHUDİ KÜRDÜ olduğunu söylüyor.
1970'lerde İşçi partisinden iki YAHUDİ KÜRDÜ, KNESSET denen YAHUDİ meclisine girmiş.
Lukud Partisi'nden de bir bakan ve bir milletvekili çıkarmışlar.
1996-1999 yılları arasında Savunma Bakanı olan emekli general İZAK MORDEHAY da YAHUDİ KÜRDÜ idi.
Utah Üniversitesi'nde görev yapan HASAN KÖSEBALABAN'ın da bu konuda bir makalesi var.
O da "İSRAİL'in Kürtler'in tümünü M.Ö.723 yılında bölgeye göç eden YAHUDİ kabilelerin soyundan geldiğine inandırarak KUZEY IRAK'ta bir nüfuz alanı oluşturmayı amaçladığını" belirtiyor.
Ancak "YAHUDİ KÜRTLER'in kendilerini MÜSLÜMAN KÜRTLER'den daha çok YAHUDİLER'e yakın hissettiğini" de ekliyor.
Maalesef bu TÜRKİYE'nin de problemi, bizim dönmelerimiz de, (yani dışı MÜSLÜMAN-TÜRK, içi-özüYAHUDİ) kendilerini yüzyıllardır bağrına basan MÜSLÜMAN TÜRKLER'i, TÜRK DEVLETİ'ni bir kenara bırakıp; İSRAİL'e, ABD'ye, AB'ye, yani YAHUDİLER'e ve HRİSTİYANLAR'a hizmet etmektedirler!
Kürt bölücüler de öyle...
Şimdi bu YAHUDİ KÜRDÜ tesbitimiz bazılarına inandırıcı gelmeyebilir.
Ancak KEVIN BROOK adlı araştırmacının internet sitesinden öğreniyoruz ki, elde 2001 yılında YAHUDİ,ALMAN ve HİNTLİ bilim adamlarınca yapılan bir araştırma var.
Amaç kimin SAMÎ, kimin HİNT-AVRUPAÎ kökenli olduğunu tesbit etmek...
Araştırma için SEFERAD YAHUDİLERİ (FİLİSTİN kökenli, daha çok İSPANYA'ya göçmüş YAHUDİLER),EŞKENAZ MUSEVİLERİ (daha çok HAZAR TÜRKÜ kökenli ASYA VE DOĞU AVRUPA MUSEVİLERİ),MÜSLÜMAN KÜRTLER, FİLİSTİNLİ ARAPLAR ve FİLİSTİN'in güneyinde yaşayan BEDEVİLER'den 526 adet Y-KROMOZOMU toplanmış.
Daha sonra araştırmaya RUS, BEYAZ RUS, POLONYALI, PORTEKİZLİ, İSPANYOL, ARAP, BERBERÎ, ERMENİve TÜRK deneklerden alınan 1321 örnek dahil edilmiş.
Sonuç şaşırtıcı?!
KÜRTLER ve YAHUDİLER binlerce yıl öncesinde ORTAK bir BABA'dan geliyorlar!
Diğerleri ile böyle rabıta kurulamıyor!
Yine başka bir internet sitesi, ISRAELI-KURDISH FRIENDSHIP LEAGUE, MOTİ ZAKEN'in bahsettiğimiz makalesini veriyor.
Tarayıp bulabilirsiniz.
Netice itibariyle, biz Kürt kökenli vatandaşlarımızın YAHUDİ oyunlarına gelip, YAHUDİ ve AMERİKAN uşağı olmasını istemiyoruz.
Kendilerini onbinlerce yıllık TÜRK tarihinin ve benliğinin bir parçası gibi hissetmelerini istiyoruz.
Bütün çabamız bunun için...
http://www.angelfire.com/tn3/tahir/trk29bd.htmlDİP NOT:
AHMET CEM ERSEVER1950 Erzurum doğumlu, Kerkük Türkleri’ndendir.
Resmi adı İstihbarat Grup Komutanlığı olan, halk arasında Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadeleadıyla anılan biriminin kurucusu ve komutanı olan Jandarma subayı.
Ersever, Güneydoğu Anadolu’da PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almış, silahlı çatışmalara bizzat katılmış, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK’ya yardım ve yataklık eden kişi ve guruplarla mücadele etmiş, bu faaliyetleri tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüştür.
Mücadelesinde PKK'nın tarihini yazacak kadar derinlere inen Cem Ersever PKK ve Gladıo arasındaki bağ ile İsrail ve ABD'nin desteklerini, PKK içindeki ermeni eliti Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'e bildirmiş; Eşref Bitlis bu konuda açıklama yapılamadan uçağına düzenlenen sabotajla şehit edilmiştir.
Ersever ile Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu arasındaki ilişki olduğu ve Ersever’in Velioğlu’ndan çok iyi istihbarat aldığı, avukatı Emin Emir (MHP’nin eski lideri Alparslan Türkeş’in de avukatı) tarafından ifade edilmiştir.
Özellikle 1989-1990 yıllarında bu ikilinin çok sık görüştüğünden bahseden bahseden Emir, Ersever’in o dönem ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesiyle hareket ettiğini ve ayrıca Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğuna dair Ersever’den herhangi bir şey duymadığını da belirtmiştir.
Ersever, Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a yaptığı açıklamalarda, Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhuller ile ilgili bilgiler verdi.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis‘in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünden bir ay kadar sonra, binbaşı rütbesindeyken, 17 Mart 1993′de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti.
İstifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyor ve yaşanan gerçekleri ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklıyordu.
Bu arada PKK ile psikolojik mücadele yöntemi olarak Ahmet Aydın takma adıyla “Üçgendeki Tezgah” ve“APO-PKK-Kürtler” isimli kitapları yazmış, ancak geçim sıkıntısı içine düşmüştü.
İşadamı Alparslan Ertuğ ile ilişki içindeydi ve eğer kendisine birşey olursa Güneydoğu’dan tanıdığı Hanefi Avcı‘ya haber vermesini istemişti.
Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıklarıyla ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993′te Ankara’ya gitti ve bir daha kendisinden haber alınamadı.
1 Kasım’da Ankara Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un, 2 Kasım’da Ankara Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993′de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulundu.
Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öldürdüğü bir sır olarak kaldı.
Hayrettin Yurtöven (Derleme: Cemal Polat) ■ Cüneyt Şaşmaz, (toplu) e-posta, (24.11.2015)
Prof. Dr. Cihan DURA, 23 Mayıs 2016