"Nevruzunuz Kutlu, Dölünüz Hayır ve Bereketli Olsun!"
Türklük dünyasında milli bayramdır
Her Türk, şölenine özden hayrandır;
Ergenekon denen şanlı destandır
Göktürk'ün kurtuluş bayramı NEVRUZ!
Ergenekon destanı, Göktürkler'in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır.
“Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: "Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur"
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar" deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler’i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon dediler. Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: “Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.”
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: “Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.” Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tengri'nin yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girdi.
Ergenekon’dan çıkışın adı Yeni-Gün (Nevruz) olmuştur. 21 Mart’ta Türkler doğanın, yeniden canlanışını bayramlaştırmıştır. Yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilen Nevruz’da Kök Tengri’ye de, doğanın dirilişi için şükredilen törenler düzenlenmiştir. Bu törenlerde üç renk sembol olarak kabul edilmiştir. Nevruz Türkler için sadece Ergenekon’dan çıkış değil, aynı zamanda bir kurtuluş günüdür.
Yeşil: baharın rengi, dirilik, tazelik, gençlik.
Sarı: Güneş, merkez, hükümranlık, bağımsızlık.
Kırmızı: Demiri eriten ateşin rengi, Kök-Tengri, koruyucu ruh, ocak (ev), dirlik, birlik, özgürlük ve bağımsızlık…
Bu üç rengin ifade ettiği kavramlar, Türk’ün genlerinde var olan özeliklerin dışa vurumudur.
Tarihi bakımdan Hun, Göktür, Uygur, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Nevruz, geleneksel bir bayram olarak kabul edilmiş, çeşitli eğlence ve törenlerle kutlanmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün önderliğinde 1922, 1923, 1924 ve 1926 yıllarında Ergenekon Bayramı adıyla kutlanmış, daha sonraki yıllarda bu kutlamalar heyecanını ne yazık ki yitirmiş ve yerelleşmiştir.
Azerbaycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanof’un Mustafa Kemal Paşa’ya Nevruz dolayısıyla çektiği 24 Mart 1921 tarihli telgraf;
“Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbaycan serbest Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milletinin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümit ediyoruz ki Azerbaycan İnkılap Ordusu kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark İnkılap başları Mustafa Kemal!”.
Temeli İslamiyet’ten binlerce yıl öncesine dayanan Nevruz, kültürümüzün özüdür. Özellikle aşık tarzı halk edebiyatının zenginleşmesine neden olmuş, varsağı ve destanlarda şiirsel bir dille anlatılmıştır.
Ergenekon’da demiri eriten, bağımsızlık ateşidir. Ve o ateş asırlardır yanmaktadır. Türk’ün iradesi veya bir başka söylemle Millî İrade demiri dövecek, çeliğe su verecek güçtedir.
Nevruz Türk Boylarının asırlardır kutladığı birlik ve beraberlik bayramıdır. Türk milletinin bu birlik ve beraberliğe özelikle içinde bulunduğumuz günlerde gereksinimi vardır.
Yazılı ve görsel basını kullanarak, milli kültürü, Türk’ün örf ve adetlerini yozlaştırıp, yok etmek, küresel çetelerin kullandığı en önemli silahtır. Türk milletini etnik kökenlere, mezheplere bölerek onların arasına nifak tohumu sokanların tek bir amacı vardır. Böl ve yut!
Emperyalizmin efendileri yok etmek istedikleri ülkelerde bu planı uygulamaktadır. Milli kültürün yerine Batı hayranlığı enjekte edilmekte ve Türk’ün öz bayramı Nevruz için çakma sahipler üretilmektedir. Milli değerlerimizin yok edilmeye çalışanların en büyük amacı, Ergenekon / Nevruz Bayramı’nı Türk’ten koparmak hatta çalmaktır. Özümüzü kaybetmemek için yapmamız gereken tarihimizi ve kültürümüzü daha iyi öğrenip sahiplenmektir.
“TÜRK ÇOCUĞU ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR” Mustafa Kemal Atatürk
Türk milletinin şah damarı, Yörüklerin söylemiyle Yeni-gün bayramınız kutlu olsun.
“Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayır ve bereketli olsun.”
Figen ÖZEN, 19 Mart 2014
http://www.milliiradebildirisi.org