‘NÜRNBERG EKOLÜ’
Güncel yaşamımızda, büyük olasılıkla ayırdında olmadan, kullandığımız sözcüklerin başında ‘değer’in geldiğini söylemek bir abartı olmaz. Ya ‘değerli’ bir tanıdığımızdan söz ediyoruzdur ya da masadan düşüp kırılan bardağın bizim için ne denli ‘değerli’ olduğunu anlatmaya çalışmaktayızdır.
Televizyonlarda Tl’nın diğer paralar karşısında ne kadar ‘değer’ yitirdiğini gösteren ‘şok haber’leri saymasak bile, alış-verişten dönüşte domatesin ne kadar ‘değerlenmiş’ olduğunu ya da paramızın hiç ‘değer’inin kalmadığını somut olarak görmüşüzdür.
Kuşkusuz ‘değerli’ komşumuzun değerinin ‘para’yla ölçülemeyen ‘değer’inden söz ederken, ne kadar çok ‘para’sı olduğu ya da hiç ‘para’sı olmadığını da düşünebiliriz.
Böylece ister istemez ‘para’ ile ölçülebilen olduğu kadar ölçülemeyen ‘değer’lerin olabileceği de söylenebilecektir.
‘Değer yargısı’ tamlamasındaki ‘değer’ kavramına girmeyelim, desek bile, çözümlemenin belli bir aşamasında karşımıza çıkacağını şimdiden öngörebiliriz.
Konuyu ‘ekonomi’ ile sınırlandıracak olursak, kuruluşundan itibaren kendisine ‘inceleme nesnesi’ olarak ‘parasal değer’i seçen ekonomi politiğin üç yüzyıldır ‘değer’ konusunda bir genel uzlaşıya ulaşmış olduğunu söyleyemeyiz.
Nitekim antropolojik araştırmalar, ilkel denilen toplumlarda bugünkü anlamda ‘para’nın olmadığını ortaya koymuşlardır. Çok daha önemlisi, çağdaş ‘eleştirel kuramlar’ önce ‘ekonomi’de ve daha sonra ‘toplum’da bir ‘değersizleşme’ye yöneldiğimiz konusunu ele almaya başlamışlardır.
Bu tümceden olarak, örneğin ‘parasal balonlar’ (bull) ya da ‘fiktif sermaye’den söz edeceğimiz sanılabilir.
Kuşkusuz onlara ve onların yol açtığı ‘yozlaşma’lara da değineceğiz ama bu yazıda Marksizmi eleştiren ve eleştirerek aşmaya çalışan bir ‘ekol’den sözedeceğiz.
Çağdaş düşünce alanında ‘Frankfurt Ekolü’ denilen bir ‘ekol’ bilinmekteydi. Gerçekten de, İkinci Dünya Savaşı ertesinde, Almanya’da bir kesim akademisyen ve entelektüel burjuva toplumunun ekonomik, politik, sosyal ve kültürel yönlerini olduğu kadar, Marksizmin bürokratik ve teknokratik yönelimlerini de eleştiren çalışmalar yapmaya başlamışlardı.
Theodor W. Adorno (1903-1969), Max Horkheimer (1895-1973) ve Jürgen Habermas (1929- ) bu ekolün belli başlı isimleridirler.
Bir kesim Alman akademisyen ve entelektüelin 1980’lerin sonundan itibaren yaptığı çalışmalar, bir anlamda Frankfurt ekolünün devamı niteliğinde olup, 1662 yılında kurulup günümüze kadar gelen Nürnberg Akademisi’yle karıştırılmaması için ‘Nürnberg Ekolü’ olarak adlandırılabiliriz.
Başta Robert Kurz olmak üzere, Ernst Lohoff, Roswitha Scholz, Norbert Trenkle, Klaus Braunwarth, Peter Klein, Udo Winkel ve Anselm Jappe belli başlı yazarlarıdırlar.
Genel olarak ‘Değer’ ve giderek ‘Marksist Değer’ kuramları üzerine yayınlar yapan bu ‘ekol’, kendi içinde kimi ayrılıklar yaşasa da, kapitalist toplumun ekonomik, politik, sosyal ve kültürel ‘değer’ anlayışını olduğu kadar geleneksel Marksist ‘değer kuramı’nı da Marksist bir ‘eleştiriye’ (Wertkritik) tabi tutmaktadır.
Marksist kuramların yine ‘marksistler’ tarafından eleştirilmesi başka, ‘marksist yöntem’in çağdaş dünyaya uygulanması başka şey olsa gerektir.
Örnek olsun, Marksist ‘sınıf savaşı’ tezi günümüz ‘sınıf mücadelesi’ni açıklamada yetersiz kalmıştır denilebilir.
Bunun ‘burjuva entelektüel’leri tarafından değerlendirilmesi üzerinde ise durmaya gerek yoktur. Nitekim ‘Tarihin Sonu’nun geldiğini ‘burjuva yaklaşım’ların geçerliliği gibi sunmanın bir anlamı olmadığı, kendileri tarafından bile itiraf edilmek durumunda kalınmıştır.
Ancak, örneğin Marx’ın ‘ekonomi politiğin sonu’nun geleceğine ilişkin öngörüsü, ‘değerin değersizleştiği’, kapitalist toplumun kendi kendisini tükettiği (La Société autophage), titiz bilimsel çalışmalara ‘Krediye Ölüm!’ gibi sloganımsı başlıklar atılmasıya, bir anlamda gerçekleşmekte değil midir?
Yetmişli yıllardan itibaren, zaten ‘Kalkınmanın Sonu’na gelindiği yazılmakta idi.
Fransa’da Serge Latouche’un ‘Büyümenin Sonu’ (Le Pari de la Décroissance-2006, La Décroissance-2019) diyebileceğimiz çalışmaları, ekonomide ‘Küçülme’, ‘Büzülme’ ya da ‘Daralma’ anlamında değil, doğrudan “Ekonomi’den Çıkma” (Sortir de l’Economie) anlamına gelmekte olup, sözünü ettiğimiz ‘Nürenberg Ekolü’nün yaklaşımının, ABD, Brezilya ve Portekiz başta olmak üzere dünya geneline o arada Fransa’ya yaygınlaştığının göstergesi olmaktadır.
Türkiye’de ise, hâlâ IMF, Dünya Bankası ya da Amerikan Üniversitelerine ‘bulaşmış’ ‘ekonomist’ler ya da Uluslararası Finans Kuruluşları’nın ‘hizmetkâr’ı olan finansçılardan medet umulmaktadır.
Ve bu ‘zat-ı şahane’ler ile ‘üniversite’lerdeki akademisyenler, Marx’a küfretmeseler bile, deyim yerinde ise ‘iftira’ atmaktadırlar. Çünkü onun hiçbir sözü ya da saptaması doğru bir biçimde anlatılmamaktadır.
Ya çeviri yetersizliği ya da belli bir ‘değer yargısı’yla hareket edilmektedir. Ki bu ‘çeviri’ konusunu bir başka yazıda ele alacağız.
Oysa diğer düşünürler gibi Marx’ın da ‘gözlem’ ve ‘yöntem’ini ‘eleştirmek’ gerekebilir.
‘Eleştirmek’ içinse, kuşkusuz önce ‘tanımak’ gerekmez mi?
Bilmeden eleştirene ‘müfteri’ denilmez ise, ne denileceğine okuyucu karar versin diyelim.
http://palim-psao.over-blog.fr/article- ... 57851.html