'O'nun 'Karakteri, Hürriyet ve İstiklâl'di!..
(... ne yalan söylemeli, Hariciye'mizin sonradan yaptıklarını düşünüp; Gâzi'nin, 'Hatay Meselesi'ndeki davranışıyla karşılaştırınca, insan 'hicâbından' yerin dibine geçiyor: Bir onun, Balkan Paktı ve Sadabat Paktı Genelkurmay Başkanlarını iki yanına oturtup, Fransa Büyükelçisi'ne, 'Büyük Ortadoğu'nun 'en güçlüsü' sıfatıyla, neler söylemiş olduğunu hatırlayınız; bir de, bu davranışı adetâ mâzur göstermek telâşıyla, Gâzi'nin 'böyle şeyleri' gençliğinde yaptığını, sonradan terk ettiğini savunanların, içine düşeceği perişanlığı! Çünkü Gâzi her zaman aynı kişiydi; ölümüne bir yıl da kalmış olsa, 'Batılı, Beyaz ve Hıristiyan' güçlere aynı şeyleri, aynı kudretle söylüyordu; zira onun karakteri, 'hürriyet' ve 'istiklâl'di...
(Belge/ 4. ''... Fransa Büyükelçisi Mr. Ponsoot'yla, 'Hatay Meselesi'ni konuşurken; o, söze onların 'İhtilâl-i Kebiri' ile başlayıp, 'İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nden söz ederek; bir manada, bunları 'bizzat' onların hiçe sayıp, insan haklarını ihlâl ettiklerini imâ ediyor; sonra da, diyor ki:
''... ben muhterem milletinizin ve şerefli ordunuzun, kıymetli ve kudretli vasıflarını, takdirle, sitâyişle bilirim; ona bu şuurla, dostluk elimi uzatmak istiyorum; o da benim dostluğumun, değeri olduğunu bilmelidir; buna aynı ehemmiyetle mukabele etmelidir...''
''... bakınız benim kendi dostluğumun yanında, bütün şu etrafımda gördüğünüz şanlı ve mümtaz şahsiyetlerin, temsil ettikleri şerefli kuvvetlerin, Balkan Paktı ve Sadabat Paktı kuvvetlerinin, kıymetli, kudretli ve muazzam dostluğu var; bunun önemini devletinizin anlamamasını ve benim talebimi reddetmesi ihtimalini, tasavvur edemiyorum...'' (H. R. Soyak. 'Atatürk'ten Hatıralar', s. 607, YKY 1973).
Siz son yarım yüzyıl içinde, bu değer ve kıratta konuşan; bir devlet adamımızı gördünüz mü? Şu iki küçük paragrafı bile, başlı başına Mustafa Kemal Paşa'nın kendine mahsus bir 'Büyük Ortadoğu Projesi'ne yalnız sahip olduğunu değil; aynı zamanda ve şahane bir şekilde, bu 'proje'yi 'Batı'yı, Beyaz ve Hıristiyan' Emperyalizm'e karşı, nasıl savunduğunu gösterir...)
'Bu benim hoşuma gitmiyor...'
(Belge/5. ... hele zamanın Suriye Dışişleri Bakanı Cemil Mardam'la 'Hatay Meselesi'ni konuşurken, altını çizerek söyledikleri!... Açıkça demiş ki:
''... Türkiye Cumhuriyeti'nin arzu ettiği şey, Suriye'nin müstakil bir İslâm devleti olmasıdır. Suriyeliler, isterlerse bizimle dost olurlar yahut olmazlar, bu onların bileceği şeydir; fakat herhalde, müstakil bir Suriye İslâm Devleti kurulmalıdır...''
Onun anlayamadığı ve kabul edemeyeceği nedir, onu da aynı açıklıkla dile getirmiştir:
''... fakat garptan bir millet gelecek, bunu tâyin edecek, bu benim hoşuma gitmiyor. (Bunu) çok kıymetli dostumuz Fransızlara, ben açıkça söylediğim gibi, siz de açıkça söyleyebilirsiniz: Bu işte, onları hakem tayin etmeyeceğim; bizi karşı karşı bıraksınlar, biz anlaşırız...'' (bkz. a.g.e.)
'... Fransızlar, aklını başına toplasın!...'
Peki, ya bırakmazlarsa?.. Gâzi'nin bu takdirde öngördüğü iki çözümün ikisi de, onun tasavvurunda nasıl gelişmiş ve kesin, bir 'Büyük Ortadoğu Projesi' olduğunun; o projeyi, ne kadar ciddiye aldığının, göstergesidir:
A/ Birinci Çözüm: Sözünü hiç sakınmamış, diyor ki: ''... Fransızlar bir şey yapamazlar, enerjinizi kullanmak şartıyla!. Ben bunu müspet olarak söylüyorum ve icâbında da bunu gösterecek vaziyetteyim. Fransızlar, eğer şüphe ediyorlarsa, bunu tecrübe edebilirler. Yapamam! Hepimiz Müslümanız, yemin ederim ki, namusum üzerine söylerim ki bırakmam! Çok temenni ederim ki, Fransız Hükümeti aklını başına toplasın! Namusum üzerine söylüyorum, bırakmam! Kendileri bilirler!...'' Ayrıca 'inkılapçılığı' ve 'demokratlığı', ilâve ettiklerinden belli olur: ''a/ Sizin ordunuz yoktur ama, bizim ordumuz vardır; girerim, ama çıkarım!'', ''b/ Suriye mutlaka bağımsız olmalıdır!.'' (bkz. a.g.e.) Yâni, 'federasyon' ya da 'konfederason', iki tarafın 'rızasına' bırakılmıştır.
Peki, ya ikinci çözüm? O başlı başına bir destan! İlk okuduğum zaman, tüylerimin nasıl ürperdiğini, ölürsem unuturum. O kadar hayali, o kadar gerçek dışı izlenimi uyandırıyordu ki, uzunca bir zaman inanamadım, çevresindekilerin yayımladığı hatıralarda, bunu teyit edecek sözler aradım: buluncaya kadar, o konuda tek satır yazmadım; çünkü Gâzi Mustafa Kemal, devrimci bir liderin, iktidar olduktan sonra idealini gerçekleştirebilmek için, tek örneğini ancak XX. yüzyılın ikinci yarısında görebileceğimiz bir çözümü, daha o tarihte öngörmüş, üstelik uygulamasını göze almıştı.
Yaşlanınca 'yumuşamıştı' öyle mi? O galiba 'yumuşakçalara' öyle geliyor...)
Attilâ İLHAN, Cumhuriyet, 17.12.2004