Olay yaratacak yazı...
Ahmet Altan'ın cümleleri 'Atakürt' yazısındaki kadar keskin...
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, 17 Nisan 1995'te kaleme aldığı ve büyük tartışma yaratan "Atakürt" adlı yazısını anımsatan bir metin kaleme aldı. Kürt sorununa alternatif çözüm önerileri sunan "Bizzat Tanrı gelse" başlığını taşıyan köşe yazısı uzun süre tartışılacağa benziyor.
İşte Ahmet Altan'ın köşe yazısı...
Bizzat Tanrı gelse
Geçen gün genç bir "Türk" arkadaşıma sordum.
"Tanrı'ya inanıyor musun?"
"Evet"
"Tanrı gelip sana , Kürtlerle Türkler ayrılsa bu ülkedeki bütün insanlar çok iyi yaşayacaklar, çok zengin ve mutlu olacaklar dese, bizzat Tanrı sana söz verse, Kürtlerin ayrı bir ülke kurmasına razı olur musun?"
Sustu.
"Razı olurum" diyemedi.
O zaman ona sordum
"Peki sen aslında insanların iyi ve mutlu yaşamasını istemiyor musun? Asıl amaç bu değil mi?"
Bakışlarından anladım ki asıl amaç "insanların daha iyi yaşaması" değil.
Şimdi milliyetçiler ile ulusalcılar hemen delirmesinler, bu konuşmada vurgu "bölünmekte" değil, bu konuşmada vurgu "insanların daha iyi yaşamasında", bütün bu kavgaların mücadelelerin, savaşların nedenini daha iyi kavranmakta.
Sadece o genç adamla konuşmak bile gösteriyor ki bu ülkedeki siyasi çekişmelerin odak noktası "daha iyi yaşamak" değil.
Benzer bir soruyu öfkeli bir Kürt gence, "Tanrı sana bütün insanların daha iyi yaşayacağına söz verse PKK'nın hemen silahlarını bırakmasına razı olur musun" diye sorarsak belki aynı suskunluğu onda da göreceğiz.
Belli ki başka "amaçlar" yerleşmiş zihnimize.
İntikam, "gününü gösterme", daha fazla toprağa sahip olma, gücü elinde tutma gibi birçok amaç var ve bu amaçlar "insanların mutluluğuyla" çatıştığında biz insanları değil o "kutsal" amaçları tercih ediyoruz.
Bunu anlamanın bu ülkeyi anlamak için iyi bir ipucu olduğunu sanıyorum.
"Mantıklı" çözüm önerilkerine gösterilen "mantıksız" tepkiler belki de bu "kutsal" amaçların altında saklı.
Türkiye bir barış sürecine giriyor.
Barışa çok yaklaştık.
Su şişeden akacak.
Ama suyun geçeceği en son nokta olan "şişenin boynu" şişenin en dar yeri.
Su şişenin dar yerinden akar.
Tıkanması en kolay kısmından.
Ve, burada gerçekten de "insan" kutsal amaçlardan daha çok önemseyen, saçma muhalefete aldırmayan güçlü bir tavıur gerekiyor.
Sadece Deniz Baykal'la, Devlet Bahçeli'nin "barış" ihtimaline gömsterdikleri tepkilere bakarak durumu anlayabilirsiniz.
Onlar sıradan parti yöneticileri, bir liderlik vasıfları yok, herhangi bir sorunu çözmeye de gayret etmiyorlar, tam tersine insanı değil "kutsal amaçları" benimseyenlerin oylarını toplamaya uğraşıyorlar.
Bu, sadece Türk tarafında böyle değil.
Kürtlerin arasında da çok sayıda Baykal ve Bahçeli bulunuyor.
Sorunun çözümüne karşı çıkan birilierin PKK'nın içinde de bulunduğunu sanıyorum.
Karayılan, Hasan Cemal'e "silahlar sussun" derken aşağıda mayınları patlatmanın başka ne anlamı var?
Karayılan'ı "sözüne sahip olmayan, örgütünü denetleyemeyen ve güven uyandırmayan bir adam" durumuna düşürmekten bir çıkarı olmalı o mayınları yerleştirenlerin.
Türk tarafından Cumhurbaşkanı Gül, "barışın öncülüğünü" üstlenmiş gibi görünüyor.
Böylece, Başbakan Erdoğan'ı muhalefetin ateşinden ve milliyetçi oyları kaybetmekten kurtarıyor.
Peki Kürt tarafından bu rolü kim oyanayacak?
Benim görebildiğim kadarıyla bu, Karayılan değil.
Kendi örgütünün "mayınlı tekzipleriyle" karşılaşarak biraz zor çözer bu meseleyi.
DTP içinde de öyle kuvvetli biri gözükmüyor.
Geriye tek adres kalıyor.
Apo.
Geçenlerde bana gelen Apo'nun avukatlarıyla konuşmuştum.
Eğer yanlış anlamadıysam, "bazı önkoşulların yerine getirilmesi halinde" Apo da silahlı militanları sınır dışına çıkarmayı düşünüyor.
Önceki gün bizim sıraladığmız, "barış için kolay önlemleri" devlet gerçekleştirirken, PKK da silahlı militanları sınır dışına çekerse, "Türk ve Kürt Baykallar'ın eli zayıflar.
Barışın önünü o kadar kolay tıkayamazlar.
Türkler arasında Apo'dan nefret eden insanların ne kadar çok olduğunu biliyorum hatta Kürtler arasında da Apo muhalifi çok fazla.
Türkler, Apo'yu ve PKK'yı "düşman" olarak görüyor.
İyi de "barış" kiminle yapılır sanıyorsunuz?
Dostunla barış yapacak haklin yok ya, "düşmanınla" barış yapacaksın.
Alev Er'in olağanüstü saptamasıyla söylediği gibi "kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın".
Sadece bir tarafın istediğinin gerçekleşmesi ile de barış olmaz.
Barış, bu ülkedeki bütün insanların daha mutlu, daha özgür ve daha zengin yaşamasını sağlayacak.
Ama kesin barış konuşmalarından önce, barışın konuşulamasını sağlayacak bir "iklimin" oluşması gerekiyor.
Bu da karşılıklı jestlerle olur.
Bence şöyle ya da böyle Apo'yla konuşulmalı ve o jestleri onun yapması sağlanmalı.
Tabii "insanların daha iyi yaşamasını" isteyenler için söylüyorum bunu.
"İnsanların daha çok ölmesini isteyen" Baykallara, Bahçelilere ve onların Kürt benzerlerine lafım yok.
Onlar Tanrı'nın sözüne bile aldırmayacak gibi gözüküyorlar, barış isteyenlerin sözüne neden aldırsınlar.
Kaynak