ONA BUNA
İlk nerede gördüm, bir düşüneyim. Bu sabah günlük gazetelerin okunduğu bir yayında. Genç bir sunucu kadın, “Posta”ya posta koydu. “Ayıp ayıp!” dedi. “Şehitlere saygı!” dedi.
Sonra gazetede gördüm. Bir köşe yazısı yazılmış buna. Candaş Tolga Işık: “Kim daha fazla şehit yakını?” diye sormuş yazısında. Aynı haberi bir başka gazete, “Korkusuz” da ön sayfaya- iç sayfaya almış. Sözcü, yalnızca iç sayfaya koymuş... Bilgisayara baktım sonra, neredeyse her gazetede yer bulmuş bu konu.
Konu şu: “Şehit yakını yardımı.”
Geçen Mart ayında, Diyarbakır’da, karayolu üzerindeki Mermer Karakolu’na düzenlenen bombalı saldırıda (PKK saldırısı) şehit olan Uzman Onbaşı Sabri Acem için devlet ölüm yardımı göndermiş. Yasaya göre, evli göründüğü için de yardım eşine gitmiş. Oysa söylendiğine göre, 2014’te evlendiklerinden iki ay sonra eşi boşanma davası açmışmış. Şehit eşinin cenazesine de katılmamış. Sorun, haberi yazana göre, bu paranın aileye değil de, eşe ödenmesi. Şehidin anne ve babası buna itiraz ediyor. Haber, gazetenin birinde,” Şehidin eşine yardım, ailesini isyan ettirdi.” Diğerinde “Şehidin ailesini isyan ettiren yardım kararı.” şeklinde. Anne, bu yardımı alan gelini Ayşegül’e, çocuğumun parasını haketmeden aldığı için içim yanıyor. demiş. Anne baba, “İçimiz yanıyor, yetkililer bize yardımcı olsun!” diye basın yayın aracılığıyla yöneticilere seslenmişler.
Posta konuyu tam Posta’ya yaraşacak şekilde almış. Bu haberin yanına başka bir haberi yapıştırmış, şehitlerin eşlerini, adlarıyla, resimleriyle göstererek “Ona yok, buna var” başlığıyla tam sayfa yayınlamış.
Şehitlerin eşlerinin birine “o” diğerine hayvana der gibi “bu” denmiş: “Ona, buna.” Oradaki var yok sözleri de para için söylenmiş. Ona para var, buna para yok. Şehitlik parayla tartışılıyor, yasalar değil, duygular, kişiler, yerli – yabancı olmak tartışılıyor. Yabancı olmak anladığınız anlamda değil burada. Avantaj, korunacak durum, yardım edilecek durum, emirlerle yasalar düzenlenecek bir önemli durum. Kim kime yaranacaksa, bu nasıl bir aşağılık duygusuysa, yabancıya hayranlık, kendi insanını hor görme değer vermeme nasıl bir anlayışsa... İçimize işlemiş... Yabancıya hayranlık, onlara kendini beğendirme, yaltaklık etme tavan yapıyor bu konuda da... Her iki eş de, iki ay evli kalmışlar. Türk eş şiddetli geçimsizlikten boşanma davası açmışmış. Bilmiyoruz, doğru mu değil mi, dendiğine göre böyleymiş... Bu konuyu eşe soran, çevrelerinden araştıran yok. Yabancı eş de, o sırada, polisimiz (Tansu Aydın) şehit edildiğinde henüz iki aylık evliymiş.
Ona yok dedikleri şehit eşi, Manisa’da teröristlerce şehit edilen Trafik polisimizin yenice evlendiği yabancı eşi, Yu, Vietnamlı bir yetişkin kadın. Otuz yedi yaşında. Buna denilen ise Türk eş. Ayşegül. Yerilen, beğenilmeyen, olumsuz anlamda ayrıcalık yapılması istenen eş Ayşegül. Yaşını başını, işini bilmiyoruz. Viennamlı Yu’yu (Yu Vhuy Tuanvi) anımsarsınız, cenaze aracındaki resmiyle gazetelere konu olmuştu, acının büyüklüğüne bakın diye kıyametler koparılmıştı... 23 Temmuz 2015’teki terör, terörist değil, geride kalan bu yabancı eş konuşulmuştu günlerce... İçten içe yabancı kadınlar yüceltilmiş, Türk kadınları duygusuz gösterilmiş, tepkisizlikleri yerilmişti... Kısa bir süre sonra da iş tazminat bağlanmasına gelince herkes işin takipçisi kesilmişti. Dönemin başbakanı anında soruna el atmıştı. Sonradan duyduktu:
Vietnamlı kadın, Vietnam uyruklu olduğu için yasalarımıza göre karşılıklılık esasına göre onlara tazminat ödenemez, eşinden maaş bağlanamazmış. Cenazedeki o görüntüyü yabancı gelin, hakkını yemeyelim, iyi kullanmıştı. Herkeste ona karşı bir sempati, bir ilgi... Uçurulan bir sevda masalı öyküsü duyanı mest etmişti... Şehit polisimizi, terör saldırısını, geride kalan anneyi babayı bırakmış herkes, bu yabancı eşe yanıyordu...
Dönemin başbakanı fırsatı kaçırır mı, hemen yardıma koşmuştu. Kendisi değil miydi, 2012 yılında durup dururken, yabancı kadınla evliliği öven, “Ruslarla evlenin, Rus gelinler Türk aile yapısına çok uygun.” diyen... Tam tersi, bunun özendirilecek bir şey olmadığından, bununla Türk aile yapısının zamanla bozulacağından, annenin evin direği olduğundan, dilini – dinini - töresini doğuracağı çocuğa ananın vereceğinden, ailenin anne demek olduğundan habersiz miydi? Bu olayda da, fırsatı kaçırmamış, nasıl bir emrinin demiri kestiğini göstermiş. Aceleyle yabancı gelini kocasının ölümünden hemen sonra vatandaşlığa aldırmış. Bugün duyuyoruz ki, sosyal güvenlik kurumu, yine de, emrini yerini getirememiş. Karşılıklılık esası gelmiş karşılarına çıkmış.
Yine anımsarsınız. Şehidin mi, kendinin mi yaşgününde, yoksa evlilik yıldönümünde mi, başbakanlığın bu ilgisinden bir kaç ay sonra da, yeniden gündeme gelmeyi başarmıştı Vietnamlı eş. Gelinlik giyip, süslenip püslenip, allanıp pullanıp, ağır bir makyajla beni unutmayın, ben şehidin eşiydim diyen pozlar vermiş, bu pozunu dünyayla paylaşmış, sosyal paylaşımlarda konu olmuştu.
Bu durum niye geriyor bizleri ki? Her işimiz bitti, Vietnam’da yaşayacak, ilk eşinden çocukları olan, onlara bakmak için maaş bağlatmaya çalışan, Vietnam yasalarına uyacak, ülkesinde yaşayıp ölecek olan birini böyle kafaya taktık... Daha doğrusu taktırdılar...
Neden acaba?
Köşe yazısında Candaş Tolga kişisel kanısını yazmış:
“Yakınlık” kan bağıyla değil, gönül bağıyla kurulur.” dedikten sonra soruyor:
“Devletimiz kimin daha fazla şehit yakını olduğuna neye göre karar veriyor!”
Sanki devlet bu durumlarda yasalara göre karar vermek zorunda değil. Ülkemiz emir - demir ülkesi. Padişahlık. Haşmetli ne derse o! Bir sorusu daha var Tolga Candaş Işık’ın. Vietnamlı eş için yasaları uygulayanlara soruyor:
“ Tuanvi’nin cenaze arabasında, eşinin tabutunun yanında çekilen fotoğrafına bakıp söyleyin: Böyle bir acıyı görüp “Sen şehit yakını değilsin” demek nasıl bir utanmazlıktır.”
Şimdi bu olayın utanmayla ne ilgisi var. Yasa ne derse o! Sonra yasanın dediğine bakılmamış, emirle iş çözülmeye kalkışılmış. Kimse de ne bu dememiş. Bu durum niye yeniden gündemde? Ne yapılmak isteniyor?
Acı resimle görülür mü? Herkesin acısını göstermesi ayrı değil midir? Türk kadını genellikle çekingen, içe dönüktür... Duygularını belli etmez, içine atar, sabır taşı gibidir, acısıyla kendini yakar, dışarı vurmaz... Daha bu gün duyduk şu acı haberi. Anne oğlunun şehit oluşuna dayanamamış, oğlunu yitirmesinin beşinci günü (dün) kalp krizi geçirmiş, ölmüş. Midyat Emniyet Müdürlüğü’ne bombalı araçla saldırıda (8 Haziran) yaralanan, ertesi günü hastanede yaşamını yitiren Ökkeş Demir’in acısına annesi Meryem beş gün dayanabilmiş...
Hangi şehit ailesinin hangi derdi böyle topluma mal ediliyor, gazete başlıklarından düşmüyor?
Ülkesine dönen Vietnamlı eş, şu an maaş alıyor mu almıyor mu bilmiyorduk. Birden bugün nasıl olduysa yeniden gündemde bağlatamadığı maaşı. İhlas Haber Ajansı bu konuyu şöyle özetlemiş:
“ Tuanvi Aydın, ilk eşinden olan çocuklarına bakamadığı gerekçesiyle ülkesine döndü. Bu sırada dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na seslenen Tuanvi Aydın, şehit eşinin maaşının bağlanmasını istedi.
Davutoğlu’nun talimat vermesine rağmen SGK tarafından maaş bağlanmadığını ifade eden Yu Vhuy Tuanvi Aydın, durumunu sosyal medyadan paylaşarak yardım istedi. "
Yardım dediği bir açık mektup. Okuyun da görün:
“Yetkililerin Vietnam yasalarını mazeret göstererek kötü niyetle bu yasal hakkımı kullandırtmamaları sizce bir şehit eşine zulüm değildir de nedir? Ahmet Davutoğlunun direktifine rağmen hala şehit maaşına bağlanmış değilim. Artık son çare olarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın adaletine güvenerek bu sorunumu çözeceğini umuyorum. SGK’nın bu tutumu beni kahretmekte ve aynı zamanda da bir şehit eşi olarak utandırmaktadır. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı'nın yardımıyla SGK'nın bu sorunu çözebileceğinin umuduyla bu durumu basınla paylaşıyorum. Allah tüm şehit yakınlarının ve onlara yardımcı olabilenlerin yar ve yardımcısı olsun."
Yol göstereninin yazımına bakarsanız bu işin ustası olmalı. Günümüzün en moda en son sözleriyle mektubunu bitirmiş. Elin yabancısı bile araziye uymuş, dini kullanmış. Maşallah diyelim demesine de, bu durumu gözümüze sokan, başka bir şehit ailesini haber konusu ederek Vietnamlı eşin işini kolaylaştıran, duruma aracılık eden, işi iyice çirkinleştiren, duygu sömürüsü yapan gazetelerimize, haber ajanslarımıza, gazetecilerimize ne diyeceğiz?
Kimse bize haberleri, gündemden haberimiz olsun diye vermiyor. Hepsinin ardında iktidarın bir amacına aracılık etmek, toplumumuzu dönüştürmek, değiştirmek, asıl gündemimizi unutturmak var.
Bakınız, istemeden, her işimi bıraktım, hiçbir derdimizi çözmeyecek, ülkemizin hiçbir derdine derman olmayacak bu konuya daldım.
Yönetilen gündeme takıldım...
Her görünen, göründüğü gibi değildir. Her anlatılan aslında öyle değildir.
Feza Tiryaki, 16 Haziran 2016