ÖNCE BİLGİ, SONRA FİKİR SAHİBİ OLMAK: “AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI”
Dr. Noyan UMRUK
Kandil açıkladı: “15 Nisanda Öcalan PKK kongresinde yerini alacak.”
Bu şu demek: Biz şeytan üçgenini kurduk… Apo serbest bırakılacak, artık iş “Ana dilde eğitim”, “Özeklik” gibi üçgenin diğer köşelerinin ayrıntılarının tartışılmasına kalacak. Böylece yerel özeklik şartına koyulan 7 çekince kaldırılacak, Osmanlı’dan miras kadim “Doğu Sorunu” şıppadanak çözümlenecek ve de böylece yüzüncü yılına yaklaşmakta olan Türkiye Cumhuriyeti parçalanıp, tıpkı Atlantis kıtası gibi okyanusun derinliklerinde yerini alacak…
Bu üçgenin dansözlerinden bazıları diyorlar ki “Biz ayrılmadan yana değiliz; bu paranoya falan…”
Peki, nedir bu “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nin alt yapısı?
Şartın alt yapısını, hukuksal dayanağını “B.M.Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ve Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmeleri” oluşturuyor.
Bu sözleşmeler 2003 tarihinde Meclis ve Cumhurbaşkanının onayından geçmiş.
Şimdi gelin bu sözleşmelere bir göz atalım:
Her iki sözleşmenin 1. Maddesi;
“ * Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
*Bütün halklar, ... doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan(!) hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
*... Bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.” Diyor.
Küçük bir hatırlatma: Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuva demokratik devrimleri, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimlerin temel bir ilkesi, “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” idi. Ancak sözleşmelerde yer alan “ulus” sözcüğü küresel mühendislerce “ “halklar” sözcüğüne çevriliverdi.
Hedef, kuşkusuz üniter-ulus devletlerden, “etnik, mezhepsel ayrılıkları” kaşınması ile yaratılacak bir sürü mikromilliyetçi devletçiğin güçlü devletlerce protektora(1) altına alınması.
Eeee…artık bu sözleşmelere uygun bir uygulama yönetmeliği gerekiyordu…
İyi de ulus/üniter devlet yapısı içinde yüzlerce yıl birlikte yaşayan “halkların” “kendi siyasal statülerini serbestçe tayin” edebileceklerine ilişkin bu sözleşmeler nasıl pratiğe geçirilecekti?
İşte ulusları etnik, dinsel, mezhepsel olarak ayrıştırmaya yönelik “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” bu işlevi görecekti.
Türkiye, bu şartı 1988’de imzaladı ve 1991’de (7 maddesine çekince koyarak) TBMM’de onayladı.
Şartın kritik maddeleri üzerinde duralım: Şartın 4. Maddesi bölünmenin önündeki taşların temizlenmesi için yeni anayasa ya da yasa düzenlenmesini zorunlu(!) görüyor: “Anlaşmayı imzalayan devletler, yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını anayasa ya da kanun ile belirlemek zorundadırlar (Md. 4/1).”
Şart fiziki sınırların nasıl belirleneceği de kesin olarak belirliyor: “Yerel yönetimlerin coğrafi sınırlarını da ilgili devlet dilediği gibi belirleyemez. Bunun için o bölgede yaşayan yerel topluluklara danışmak zorundadır (Md.5).”
Ayrıca“yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerinin(mesela öz savunma güçleri, öz yargı vb.) kendileri tarafından belirlenmesi, mali kaynak sağlanırken yerel yönetimlere önceden danışılması(Magna Carta,1215 ten beri egemenliğin temeli olan vergi koyma ve toplama yetkisi),…yerel makamlara yapılan hibelerin(!) belli projelerin(mesela öz savunma sanayi) finansmanına tahsis edilme koşulu taşıyabilmesi, onlara tanınmış yetkileri serbestçe savunabilmek için yargı yoluna başvurabilmeleri” çerçevesi ile idari, mali, hukuki konular da sağlam(!) esaslara bağlanıyor…
Sonuç:
Hemen başta belirtelim başta yerel yönetimlerin ellerinden alınan imar, çevre olmak üzere sağlık, ana dilin öğretilmesi, kültürel vb. yetkilerinin genişletilmesi temel hak ve özgürlükler açısından anlaşılabilir şeylerdir.
Ama yukarıdaki bilgileri paylaştıktan sonra, başta aklı başında Kürt kökenli yurttaşlarımız başta olmak üzere tüm yurttaşlarıma soruyorum: Sefalet ve kan revan içindeki bölgemizde söz konusu çekincelerin kaldırıldığı bir ortamda, taşeron terör örgütü eli ile özerklik- federasyon-konfederasyon ve proje sahiplerinin asıl siparişi bağımsız bir kukla devlet oluşturulma sürecinin bölgeyi, bölge halklarını, tüm hukuk ve demokrasi rezaletlerine rağmen bölgede yaşanılabilir son ülke olmaya direnen Türkiye’yi onulmaz bir felakete sürükleyeceğini, bunun hepimiz için tam bir kıyamet günü olacağının bilmem farkında mıyız?
* Himaye veya protektora (Fransızca: Protectorat), uluslararası ilişkilerde, bir sözleşme ya da tek taraflı bir karar uyarınca, güçlü bir devletin, zayıf ötekini koruma ve denetimi altına aldığı rejim.
AYDINLIK G; 04.01.2015