ONLAR ULEMA DEĞİL; "ULU A'MÂ LARDIR!...
İnsanı hazin, hazin düşündüren bu ifade, "onlar ulema değil; ulu a'amalardır" sözü elbette ki Mesnevi'den.
Lügatte, ula: şan ve şeref sahibi kişiler; ulema: âlimler, ilim sahibi kişiler, bilginler gibi ilmiye mensuplarına denir, diye bilgi verilmiş.
Ortalık da şeyh çok mürit yok, dendiği gibi bir ulema enflasyonudur gidiyor
Avamın vehmi, fehimlerine galip olduğundan, kalp olanla, sahih olanı ayırt edemediğinden, bir sisli ve puslu hava devam ede gidiyor.
Adamcağızların ya göz dolduracak akademik ünvanları var, ya cemaatleri cemiyetleri var, ya da bir şekil de bir göz boyamacılığı ile işi götürüyorlar. Böylece dinin kodları ile oynayıp, hakka batıl karıştırarak, bir nevi istidrac halinde, Amerika'yı yeniden keşfetme heyecanı içinde, yeni bir din oluşturma hevesleri ile her gün yeni fetvalar, hükümler vaaz ediyorlar. Bu ulu a'malar, harf harf, hece hece, sessizce ve derinden, yavaş yavaş, dinin hükümlerini yeniden ihdas etmeye çalışıyorlar. İşte yüzyıllardır beş vakit olan namazı üç vakite indirmeye çalışanı mı, hac senede bir gün olur mu, hac ayları boyunca takılın kafanıza göre, diyeni mi, peygambere salât-u selamı red edeni mi, ya da direk peygamberliğini ilan edeni mi ararsınız, örnekler, malum, çoğaltılabilir
Gayri müslimler nasıl Allah'ın dinini bozarak kendi yanlarından bir din yazıp, yürürlüğe koymaya çalıştılarsa, biz de ki 'ulu a'mâlar' da bir heves aynı oyunu sahneye koymaya çalışıyorlar
Hakkı batıldan ayırabilme yeterliliği olmayan, nefsiyle, enaniyeti ile oturup kalkan feraset kesbedememiş bir takım avamı da, yanlarına alarak, entrikalar içindeler
Allah'ın dinini tahrif ederek, bir takım politik çıkarlar için ılımlı İslam'ın havarileri olan, iri kıyım, 'ulu a'mâlar' tefsir yazarak, kitaplar yayınlayarak, gazete köşelerinde, hulasa her türlü imkânı ve sahayı kullanarak, hummalı bir çalışma içindeler. Bunlar dini yeniden vaaz etmeye çalışırken, yüzyıllardır devam ede gelen zihniyeti değiştirmek için ortaya atılan fitne tohumları, ister istemez tefrikaya sebep olmaktadır. Bileğini bükemediğin, yok edemediğin düşmanı da bölüp parçalara ayırıp, etkisiz hale getirmek en etkili yöntem, elbette. Mesnevi sahibi bu konu için:
"Tefrika ruh-u hayvanide olur; ruh-u insani ise nefs-i vahid olur." Buyurmuş.
"Fitne katilden beterdir" ayet-i kerimesi ne büyük bir nizam, ne büyük bir ölçüdür. Öyle ya ortalığa fitne salıp zihinleri bulandırınca, yanlışı doğru gibi sunmak çok daha kolay oluyor. Çamur at, izi kalsın kabilinden
Malum, dünya imtihan sahası. Her bir şeyin hayr mı şer mi olduğuna hükmetmek için illa imtihana tabi tutmak gerektir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, zamanında bile sırf fitne ve tefrika yaratmak için adamlar mescidi dırar yapmamışlar mıydı?
"Dediler ki: "Din-i Ahmed'nin izzeti için bir mescid yapalım!" Hâlbuki o hasedcilik idi."
"Onların kasdı ashab-ı Resul'ü tefriktir. Fuzuli olan, Hakk'ın fazlının ne vakit tanır?"
"Her münafık hile cihetinden, koltuğunun altında bir Mushaf ile geldi."
İşte samimi, ihlas sahibi her müslümanın agâh olması gereken nokta bu. Her münafığın, her bir ulu a'mânın koltuğunun altında bir Mushaf ile dolaşması. Değişen bir şey yok, bu gün sadece dekor değişik. O gün dırar mescidi inşa edenler, bu gün eğitim kurumları, vakıflar, dernekler, televizyonlar ile sinsice işi götürüyorlar.
Hakka batıl karıştıran ya da batılı hak kisvesi ile sunan bilirkişi mevkiinde olan bu zevatın nasıl müşteri bulduğu da ayrı mevzuu.
Yine Mesnevi de:
"Ahmak kalpı altın kokusuyla satın alır. Zira bir batıl haksız zail gelmez!.."
Buyrulmuş. Batıl her zaman hak ve hakikat kisvesi içinde gelmiştir. Aksi takdirde rağbet görmez, revaçta olmazdı. Hak ile batılın karışmasındaki hikmet budur.
Eğriyi doğru ümidi üzere satın alırlar. Zehir de bir şekerin içine gider, ondan sonra yerler!...
"Mademki hakkı ve batılı karıştırdılar, nakdi ve kalpı çeramdana (Bir nevi kese) döktüler.
Yani hakkı ve batılı, saidi ve şakiyi birbirine karıştırdılar ve hepsini insan suretinde gönderdiler. Bu yüzden "Mezbelede biten yeşillikten, sakınınız." Buyrulmuştur. Mezbelede yetişen yeşillik için de:
"Ona uzaktan bak geç, ey oğul, yemeye koklamaya layık olmaz!
Buyrulmuş. Nitekim Sure-i Fatır, 32. ayet-i kerime de "Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi, kendisine zulmeder, kimi orta yolda gider, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur."
Bir hadis-i şerifde de Nebiyy-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
"Allah'ın benim vasıtam ile gönderdiği hidayet ve ilim bol yağmura benzer. Bu yağmur kâh öyle bir toprağa düşer ki, onun bir kısmı suyu kabul eder de çayır ile bol nebatat yetişir. Bir kısmı da kurak olur, suyu üstünde tutar da Allah-u Teala halkı onunla faydalandırır. Ondan hem kendileri içerler, hem hayvanlarını suvarırlar, ekin ekerler. Bu yağmur, diğer bir nevi toprağa daha isabet eder ki, düz ve kaypaktır. Ne suyu üstünde tutar, ne çayır bitirir. Allah'ın dinini anlayıp da, Allah'ın benim vasıtam ile gönderdiği hidayet ve ilimden faydamend olan ve bunu bilip başkasına bildiren kimse ile bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile kaldırmayan ve Allah'ın benimle irsal olunan, hidayetini kabul etmeyen kimse böyledir..."
(Sahih-i Buhari-c.1-syf:81)
Hülasa pirincin içinde ki beyaz taştan imtina etmek gerektir. Topraktan yaratılmış olan insan, toprak gibi tüm halleri altın ve gümüş gibi madenleri de iyiyi de kötüyü de içermektedir.
Mevlana Celaleddin Rumi, bir takım hikmetleri ve marifetleri, iyilikleri ve güzellikleri sadece kendi kötü emellerine hizmet için, oltanın ucunda ki yem gibi sunan ulu a'mâların bu hallerini; avcıların kuş tutucuların, kuşları yakalamak için kuş seslerini taklit etmelerine benzeterek, mesnevi de şu manidar beyit ile anlatmaktadır:
Senin maariflerin sada-yı safir gibidir. Kuşların sesidir, lakin kuş tutucudur"