Oradaki Ne Şişesi?
“Şu köşe yaz köşesi, / Şu köşe kış köşesi, / Ortadaki su şişesi! "
Kim demiş ortadaki su şişesi? Biri demiş,“O şişe bira şişesi.”
Afrika gezisinin ardından gelinen, “Yeşilay” kurumunun - ki burası Cumhuriyet'le kamuya yararlı cemiyetler arasına alınmış - salonunda gökten zembille inmiş gibi, şöyle şişeli laflar denivermiş:
"Bunlar bu ülkede yaşandı. Tarih kitaplarında Atatürk Orman Çiftliği’nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuklar görürsünüz.”
“Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi. / Bunu sana kim dedi?”
“Diyen dedi, on yedi. / Söylesene, yağlı böreği kim yedi?”
Böreği bırak, konumuz şişe. Çocukların ellerine tutuşturulmuş şişe.
“Eveleme geveleme şu işi bir güzel deyiver hele...”
“Şişe şişesi şişlemiş, şişe şişeyi fişlemiş...”
*
Nasıl da güzeldir tekerlemelerimiz. Su gibi akışlı, kilim kilim nakışlı... Dilim tutuldu da, tekerlemeyle şöyle bir açayım dedim...
Açayım da çaresine bakayım, aklımı kaçırmadan, doktorlara bu işin aslını, olurunu olmazını sorayım.
Konumuz şişe; neredeki? “Dillerdeki, ellerdeki...” İktidarın başının ikide bir yaptığı, “Devlet Kurucumuz'a” ucuz yolla saldırmanın dayanılmaz hafifliği...
Söylenenler şaşırtmaca, denilenin hemen hepsi yanıltmaca. O denilen şişe malt şişesi, eczanede satılırdı ilaç niyetine raflarda dizi dizi şişesi. İştahsıza, zayıfa, kansıza verirsiniz, alkolsüz biradır diğer adı eğer sorarsanız... Bütün dünya bilir bunu, hastalıkta içilir, annelere, çocuklara verilir...
Sorun bakın eskilere, açın bakın gazetelere... Tarihçilere, yurdunu milletini sevenlere... Her yerde satılırdı, herkes alkollüsüyle, çocuk için yapılanı, üstündeki yazısından bir çırpıda ayırırdı...
Abana’dan Adana’ya, Avrupa’dan, Avusturalya’ya...
Okmeydanı’ndan Oltu’ya, Osmancık’tan Karadeniz’e, Oflu’ya...
Çocuklar sınıflarda sayarlar. Sayamayanın kanadını yolarlar...
“Duma duma dum.../ Portakalı soydum. / Başucuma koydum. / Ben bir yalan uydurdum.../ Cahil halkı kandırdım... / Bilmeyene sahiciymiş sandırdım...”
Konumuz şişe, ne şişesi? “Ortadaki su şişesi!”
*
Yayılmacı Batı, parayla bizi susturuyor, Avrupa’nın istemediği ne kadar sığınmacı varsa hepsini, Suriye’nin sayısı belirsiz yüz binlerce vatan haini kaçağını kuçağını, azmışını gezmişini, ipten kazıktan salınmışını, milyonlarcasını, kültürümüze yabancı, dili sözü bize uymaz, yaşayışı benzemez Arap göçmenini yurdumuza dolduracaklarmış... Amerika, Avrupa açmışlar kesenin ağzını parayı su gibi akıtıyorlarmış bizdeki paragözlerin açtıkları mendile... Teröristler ve sevicileri iyice zıvanadan çıkmış: Kudurmuşlar! Meclis'e bölücüler doluşmuş: Azıtmışlar!.. Bu gün yine iki askerimiz şehit olmuş. Terör örgütünce, keskin nişancı ateşleriyle, bilerek nişan alınarak, çatışmada falan değil, bilerek isteyerek canları alınarak... Ne dert! Bizim derdimiz bambaşka: “Şişe."
“Tekel”i yabancıya satılan, yağmalanan çiftlikten kafamıza atılan şişe bu şişe!
En iyisi sözü burada keselim:
Mırın kırın etmeyin, gelin, Şemsi Paşa Pasajı’nda üç tas has hoşaf içelim.
Sonra, “Pazara gidelim. Bir tavuk alalım yiyelim...”
Artık aklımız başımıza gelmeli, silkinip özümüze dönmeli...
Ne duruyoruz?
“Saksağan sek sek, /Kuyruğun tümsek / Kuyruğuna binelim, / Bizim köye gidelim.”
Feza Tiryaki, 7 Mart 2016