Suriye'nin istikrarsızlaştırılması
ve Büyük Orta Doğu Savaşı Suriye’de ortaya çıkan durum, perde arkasında ABD, İsrail ve Türkiye’den oluşan, yabancı güçlerin destek verdiği silahlı bir isyandır. İslami organizasyonların yer aldığı silahlı ayaklanmalar Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarının ötesine taşmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı meydana gelen isyana destek verdiğini açıklamıştır.ABD, rejim değişikliğine gitmeyi düşünen Suriye yönetimi ile temasa geçme girişimlerini artırmıştır.Bu durum ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland tarafında kamuoyuna açıklanmıştır. ABD sözcüsü “Hem iç politikada, hem de dış politikada değişiklik yapmayı düşünen Suriye yönetimi ile daha fazla görüşmelerde bulunmaya başladık” şeklinde açıklama yapmıştır. Nuland aynı zamanda “Başkan Barack Obama’nın daha önceden, reformların başlatılması veya yönetimden çekilmesini söylemek için Başkan Beşar Esat’ı aradığını” bildirmiştir.
Birer egemen ülke olan Suriye ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılma planı, en azından 10 yıldan beri, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakı operasyonları gündeminde beklemektedir. Suriye’ye saldırı yapılması, düzenlenen operasyonların bir parçasını teşkil eden “askeri yol haritasıdır.” NATO eski Genel Komutanı Wesley Clark’ın yaptığı açıklamaya göre Pentagon askeri programında, ABD-NATO müdahalesine hedef ülkeler olarak Irak, Libya ve Lübnan’ın olduğu anlaşılmıştır.
“Wining Modern Wars”, “beş yıl kampanya planı, Irak’tan başlamak üzere Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan’dan oluşan 7 ülke” adlı kitabında General Wesley Clark aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:“
2001 yılı, Kasım ayında Pentagon’a kesin dönüş yaptığım zaman, üst düzey askeri şahsiyetlerden birisi ile kısa bir görüşme yaptım. Bu askeri kişi şöle bir açıklama yapmıştır: “Evet, yakında Irak’a saldırı düzenlemek üzereyiz. Bu konu 5 yıllık kampanya planı olarak tartışılmıştır. Bu planda Irak’tan başlamak üzere, Suriye, Lübnan, İran, Somali ve Sudan olmak üzere 7 ülkeye saldırı düzenleme konusu yer almaktadır.” Ancak, yapılan hazırlıklar Irak’a saldırı düzenlemenin çok ötesindeydi.
Sitem ile, kuşku ile, geniş bir vizyon çerçevesinde bu açıklamayı yaptı. Duymak istediğim konular olmadığı ve tasarlanan planın daha ileriki aşamalarını öğrenmeyi arzu etmediğim için görüşme konusunu değiştirdim. Aynı gün, öğleden sonra, endişeli bir şekilde Pentagondan ayrıldım.
Planın temel amacı, Suriye’de istikrarsızlık yaratmak ve İslami milislerin entegre edildiği silahlı bir ayaklanma meydana getirerek “rejim değişikliği” yapmaktır. Sivillerin ölümü konusunda hazırlanan raporlar “Koruma Sorumluluğu” prensiplerine uygun olarak insani müdahale adı altında bahane ve meşruiyet oluştırmak için kullanılmıştır.
Medya DezenformasyonuZımnen kabul edilmiş olmasına rağmen, bir ülkede silahlı bir ayaklanmanın ne anlama geldiği Batı medyası tarafından görmezden gelinmiştir. Ayaklanmanın ne anlama geldiği kabul edilip, analizi yapılmış olsaydı, olaylar hakkında görüşümüz tamamıyla farklı olurdu.
Dünya kamuoyuna sık sık yapılan açıklama, silahlı güçler ve polisin gelişigüzel sivil göstericilerin ölümlerine karıştığı şeklinde olmuştur. Ancak, her iki taraftan yaralıların olduğu haberlerinin verilmesiyle birlikte, protesto gösterilerinin ilk başlarından beri polis ile isyancı güçler arasında çatışmaların olduğu bildirilmiştir.
İlk ayaklanma olayları, Mart ayının ortalarında, Ürdün sınırına 10 km mesafede, Dara’a yerleşim merkezinin sınırları dâhilinde baş göstermiştir.18 Mart tarihindeki Dara’a “protesto hareketi” büyük olasılıkla, Mossad ve Batılı gizli servislerin el altında destek verdiği İslami teröristlerin düzenlediği olaylara benzemektedir.
Basında yer alan diğer haberlerde, protesto hareketine finansman sağlamada Suudi Arabistan’ın oynadığı rolü belirtilmiştir. 17 -18 Mart tarihlerinde meydana gelen ilk şiddetli çatışmalardan sonraki haftada, Dara’a da meydana gelen olay, bir yandan polis ile silahlı güçler arasında baş gösteren çatışmalar, diğer yandan da, protesto gösterilerine karışan terörist silahlı birlikler ile keskin nişancılar arasında meydana gelen çatışmalar olmuştur.
Daha ilk başlarda çıkan haberlerde çok açık olan konu, protesto gösterilerine katılan kişiler aslında hak talebinde bulunan göstericiler değildir. Tam tersine, kasıtlı öldürme ve kundakçılık olaylarına karışan terörist kişiler gösteri eylemlerine katılmışlardır. İsrail’de çıkan gazetelerde atılan başlıklar meydana gelen olayların seyri hakkında fikir vermektedir: Yedi Polis Öldürüldü. Gösteriler Sırasında Binalar Ateşe Verildi.
Türkiye’nin Rolüİsyan’ın merkezi şimdilerde Türkiye sınırına 10 Km mesafede, Cizr el-Şugur yerleşim yerine taşınmıştır. Cizr el-Şugur 44.000 kişilik bir nüfusa sahiptir. İsyancılar göç edip, Türkiye sınırını geçmişlerdir. Müslüman Kardeşler Örgütü üyeleri Suriye’nin kuzeybatı bölgesinde silahlanacaklarını bildirmiştir. Türk askeri ve istihbarat servisinin bu akına yardım ettiğine dair bulgular vardır.
Cizr-el Şugur yerleşim yerinde kitlesel sivil gösteriler olmamıştır. Yerel nüfus açılan çapraz ateş arasında kalmıştır. Silahlı isyancılar ile resmi güvenlik güçleri arasında devam eden çatışma, şu sıralarda medyanın dikkatini çeken, mülteci krizine neden olmuştur.
Sosyal hareketlenmelerin dayanak noktasını teşkil eden başkent Şam’da yapılan gösterilerde, yönetime muhalif olmaktan ziyade, tama tersine, hükümete destek veren kitlesel eylemler yapılmıştır.
Devlet Başkanı Başer Esat, gelişigüzel bir biçimde, Tunus eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile karşılaştırılmıştır. Ana akım medyanın ifade etmekte başarısız kaldığı husus, Suriye’deki rejimin otoriter yapısına rağmen, Başkan Esat Suriye halkının geniş destek verdiği popüler bir şahsiyet olmasıdır.
Başkan Esat yönetimine “on binlerce destekçinin” (Reuters) katıldığı 29 Mart’ta Şam’da düzenlenen gösteri hemen hemen hiç basında yer almamıştır. Bunun yanında, yönetim yanlısı birçok olayın fotoğraf ve görüntüleri, Başkan Esat’ın hükümet karşıtı göstericiler tarafından protesto edildiği şeklinde, uluslararası kamuoyunu ikna etmek üzere, Batılı medya kuruluşlarında alışık olmadığımız bir biçimde yayına verilmiştir.
Binlerce Suriye vatandaşı, 15 Haziran’da, 2,3 Km uzunluğunda Suriye bayrağını taşıyarak, Şam ana caddesinde kilometrelerce yürüyüş eylemi yapmışlardır. Bu eylem medyada yer aldı, ama genel olarak, meydana gelen olaylara ile ciddi bir ilgisi yokmuş gibi, görmezden gelinmiştir. Suriye rejiminin demokratik olmadığı bir gerçek iken, ABD -NATO – İsrail askeri ittifakının amacı Suriye’de demokrasiyi geliştirmek değildir. Tam aksine, Washington’un niyeti Suriye’de muhtemel kukla bir rejimi kurmaktır.
Medya üzerinde verilen yanıltıcı haberlerin amacı Başkan Esat’ı öcü olarak göstermek ve seküler devlet sıfatına sahip Suriye’yi istikrarsızlaştırmaktır. Daha sonraki hedef ise, gizlice verilen destek ile muhtelif İslami organizasyonları kurmaktır:
Suriye, devletin kendi vatandaşları ile olan ilişkilerinde kaba kuvveti uygulayan otoriter bir oligarşi rejimi ile yönetilmektedir. Ancak, Suriye’de meydana gelen başkaldırılar karmaşık bir özellik arz etmektedir. Bu isyanlar salt özgürlük ve demokrasi talepleri olarak değerlendirilemez. Suriye yönetim bünyesinde liderliği zayıflatmaya ve yönetim üzerine baskı uygulamaya yönelik ABD ve Avrupa Birliği tarafında kullanılan bir ayaklanma girişimi söz konusudur. Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün ve14 Mart İttifakı silahlı isyanın çıkmasına destek vermişlerdir.
Ülke içinde meydana gelen yüksek tansiyondan faydalanmak amacıyla Suriye’de şiddet olaylarının meydana gelmesi için dışardan destek verilmiştir. Suriye ordusunun şiddetli reaksiyon görüntülerinin yanında medya yalanları kullanılmış ve sahte görüntüler yayına servis edilmiştir. ABD ve Avrupa Birliği tarafında Suriye muhalif unsurlarına silah ve parasal yardım yapılmıştır. Kamuoyunda pek bilinmeyen, dış destekli muhalif figürlere parasal yardım verilmiştir. Silahlar ise gayri meşru yollardan Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye gönderilmiştir.
İsrail – Türkiye Müşterek Askeri ve İstihbarat AnlaşmasıSuriye’nin istikrarsızlaştırmasının jeopolitik süreci geniş kapsamlıdır. Türkiye isyancılara destek verme işine karışmıştır. Türk hükümeti silahlı bir isyana destek anlamına gelen sürgündeki Suriyeli muhalif grupları kabul etmiştir. Türkiye aynı zamanda, rejim değişikliğine gidilmesi yönündeki Washington’un taleplerini yerine getirmesi için Şam üzerine baskı yapmıştır. Türkiye büyük bir askeri gücüyle NATO üyesidir. Dahası, İsrail ve Türkiye arasında, açıkça Suriye karşıtı anlamına gelen, uzun zamandan beri mevcut, müşterek bir askeri ve istihbarat anlaşması imzalanmıştır.
Bölgesel bir tehdidi ele almak için “ortak komiteler” oluşturmasına öncülük etmesi için İsrail ile Türkiye arasında Mutabakat Anlaşması (1993) imzalanmıştır. Mutabakat şartlarına göre Türkiye ve İsrail, Suriye, İran ve Irak ile ilgili güvenlik konularında istihbarat toplamada, terörizm ve söz konusu ülkelerin askeri kapasitesini değerlendirme verilerini düzenli olarak pahlaşmada işbirliğine gidilmesinde anlaşmaya varmışlardır.
Türkiye kendi sınırları dâhilinde, Suriye ve Irak ile ilgili elektronik istihbarat toplamı çalışmalarında İsrail Savunma Kuvvetlerine ve İsrail Güvenlik Kuvvetlerine imkân sağlamıştır. Bu imkân karşılığında İsrail de, Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran sınırlarında terör karşıtı mücadelesinde Türk Kuvvetlerine ekipman sağlama ve eğitim verme konularında yardım etmiştir.
Clinton yönetimi döneminde de ABD-İsrail ve Türkiye arasında üçlü bir askeri ittifak geliştirilmiştir. ABD Birleşik Destek Komutanlığına bağlı görev yapan bu “Üçlü ittifak” Orta Doğu bölge sınır konuları ile ilgili her üç ülke arasında alınan kararların koordinasyonu ve entegrasyonunu yapmaktadır. “Üçlü ittifak” Tel Aviv ve Ankara arasında sağlam ve yakın askeri temas olması ile birlikte, Türkiye ve İsrail’in ABD ile karşılıklı bağları olması temeline dayanmaktadır.
Üçlü ittifak yanında, aynı zamanda, “terörizme karşı mücadele ve ortak askeri tatbikat konuları gibi, birçok ortak çıkar alanın” da dâhil olduğu NATO-İsrail askeri işbirliği anlaşması (2005) geçerli olacaktır. NATO ile olan bu askeri işbirliği bağları, özellikle, İran ve Suriye olmak üzere, “potansiyel düşman tehdidi karşısında İsrail caydırıcılık kapasitesini artıma açısında” İsrail askeri makamları tarafında bir araç olarak düşünülmüştür. Türkiye ve Ürdün sınırları dışında baş gösteren silahlı ayaklanmalara verilen gizli destek, kuşkusuz, İsrail-Türkiye müşterek askeri ve istihbarat anlaşması çerçevesinde koordine edilecektir.
Tehlikeli bir Dönüm noktası: Geniş Orta Doğu Savaşıİsrail ve NATO arasında 2005 yılında uzun vadeli askeri bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre İsrail de facto olarak NATO üyesi sayılmaktadır. NATO tarafından Suriye’ye karşı bir saldırı düzenlenmesi halinde, NATO-İsrail arasında imzalanan ikili anlaşmaya göre, üye sıfatıyla İsrail de NATO’nun yanında yer alacaktır. Bu durumda, NATO üyesi sıfatıyla Türkiye de aktif bir askeri rol üstlenecektir.
Düzmece insani bir temele dayanarak Suriye’ye askeri müdahale yapılması halinde, Kuzey Afrika ve Orta Doğudan Orta Asya’ya, Doğu Akdeniz’den Afganistan ve Pakistan’ın da dâhil olduğu Batı Çin sınırına kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsayan bölgede NATO yönetiminde bir savaşın tırmanmasına neden olacaktır. Suriye muhtemel bir saldırı, aynı zamanda, Lübnan, Ürdün ve Filistin’de siyasal istikrarsızlaştırma yaratılması sürecine katkı sağlayacaktır.
GlobalResearch.org web sitesinde, 17 Haziran 2011 tarihinde, İngilizce yayınlanmıştır.
Prof . Michel Chossudovsky birçok ödülün sahibidir. Montreal Küresel Araştırmalar Direktörüdür.
Ottawa Üniversitesi, Emekli Ekonomi profesörlerindendir. Çalışmaları 20’den fazla dile çevrilmiştir. Encyclopaedia Britannica’ya da katkı sunmaktadır.
- Savaş ve Küreselleşme,
- 11 Eylül Olgusu Ardındaki Gerçek,
- Sefaletin Küreselleşmesi ve Yeni Dünya Düzeni (Çivi Yazıları yay. 12 dil’e çevrilmiş Best Seller),
- Amerika’nın “ Terörizme Karşı Savaşı ” (İmge Kitabevi) gibi kitapların yazarıdır.
Çeviri: Nizamettin Karabenk – Özgür Üniversite
haberiniz.com