Sivil Anayasa Paranoyası27 Mayıs isyanı ve başkaldırısının ardında yatan esas neden: 1924 Anayasasına karşı duyulan içten içe öfke, derin kin ve yıllardır beslenen amansız-acımasız bir kin’dir…
Bu nedenle malum ve menfur kalkışma kanlı, kirli ve kinli oldu!..
37 yıl memleketin huzur, sükun, güven ve istikrarla sürdürülen yönetimi çok hain bir kırılmayla sekteye uğratıldı. Cumhuriyet tarihinin ilk ve en kanlı darbesi “ilk hedef” olarak; Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kurucu Meclisin Anayasasını ilga-yok etmeyi seçti. Peki neden? Neydi 1924 Anayasası? Niçin böyle büyük bir öfkeye hedef oldu?
Bakalım: “20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren 1924 Anayasası, 1921 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmıştır. Birkaç önemli değişiklikle (Altı İlke’nin eklenmesi, devletin dininin İslam olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi) 1961’e dek yürürlükte kalmıştır. (Doğrusu: 27 Mayıs 1960’a kadar.)
01 Ekim 1945’te içeriği değiştirilmeden, dili Türkçeleştirilerek yeniden kabul edilmiştir. 1960 hükümet darbesinin ardından, 1961’de yeni bir anayasa hazırlanarak kabul edilmiş ve 1924 Anayasası yürürlükten kaldırılmıştır.Kaynak : yorumla.net - Linkleri Sadece Kayitli Uyelerimiz Gorebilir. Uye Olmak Icin Tiklayiniz...
TBMM’nin 1921 tarihli ilk anayasası sadece 3 yıl yürürlükte kalabildi.
Gelişmelerin gerisinde kalmış ve önemli eksiklikleri vardı, yetersizdi.
Bütünüyle bir yeni anayasa hazırlıklarına girişildi.
Cumhuriyet döneminin anayasası, 20 Nisan 1924’te TBMM’de büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yeni anayasa, cumhuriyet rejimi içinde güçler birliği esasına dayandırıldı. 105 maddeden oluşmuştu. 1924 Anayasası, Türk siyasî yaşamının gelişmesinde önemli rol oynadı.
Siyasî partilerin kurulmasına ve dolayısıyla demokrasiye açıktı.
Klasik hak ve özgürlüklere yer veriyordu. Ancak, bunların korunmasına ilişkin düzenlemeler yine yoktu. Ayrıca, ekonomik ve sosyal haklar da Anayasa’da bulunmuyordu. Bu konuda tek güvence, egemenliğin sadece TBMM tarafından kullanılmasıydı. TBMM’nin üstünlüğü, tıpkı 1921 Anayasasında olduğu gibi sarsılmaz bir durumdaydı. Yasaların, Anayasaya aykırılığını önleyecek, denetleyecek mekanizmalar bulunmuyordu.
1928, 1934 ve 1937 yıllarında yapılan değişikliklerle 1924 Anayasası’na başka bazı temel ilkeler getirildi. 10 Nisan 1928 değişikliği, devlete laik bir karakter verdi.
5 Aralık 1934 tarihli değişiklikle, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tam olarak tanındı.
5 Şubat 1937 değişikliği ise, devletin “cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı” niteliklerini belirliyordu.
BAZI NİTELİKLER VE ÖZELLİKLER
1921 Anayasası, olağanüstü koşulların anayasasıydı.
Kurtuluş Savaşı sonrasının ve devletin örgütlenmesinin getirdiği sorunlar ise, yeni ve daha kapsamlı bir anayasayı gerekli kılıyordu. Büyük Millet Meclisi tarafından bu amaçla bir komisyon kuruldu. Komisyonun, Fransa III. Cumhuriyet ve Polonya anayasalarından da yararlanarak hazırladığı tasarı Meclis’te görüşüldü. Bazı maddeleri değiştirilerek kabul edildikten sonra, 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı yasayla kabul edildi.
1924 Anayasası, Kurtuluş Savaşı ve 1921 Anayasası ile benimsenen temel ilke ve kuruluşu sürdürmektedir. Ulusal egemenlik yine temel ilkedir. Kuvvetler birliği sistemi, esas olarak devam etmekte ancak yürütme organı daha net bir kişilik kazanmaya başlamaktadır. Durum yürütmeye, eskisine oranla daha geniş bir serbestlik alanı verilmesini gerekli kılmıştır. 1924 Anayasası, 1876 Kanûn-u Esasîsi’ni ve 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nu açıkça yürürlükten kaldırıyordu (madde 104). Böylece, 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu döneminde yaşanan “ikili anayasal düzen” son buluyordu. “Anayasanın üstünlüğü ilkesi”, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 103’üncü maddesinde açıkça ilân edilmiştir: “Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun hiçbir maddesi, hiçbir sebep ve bahâne ile ihmâl ve tatil olunamaz.”
Mustafa Nevruz SINACIJi siyaseta etnîkî re naSiyaseta li ser bingehên etnîkî, zirarê dide yekîtiya neteweyî...
Siyaseta li ser bingeha ziman, ol û cinsiyetê, welêt ber bi parçebûn û veqetandinê ve dibe...
Tenê kesên ku berjewendiyên wan di parçebûn û veqetandinê de ne, piştgiriya vê feraseta siyasetê dikin.
Ji ber vê yekê divê propagandaya siyasî li tenê li ser zimanê zikmakî bê kirin.
***
Yukarıdaki Kürtçe başlığa ve sözlere anlam veremediniz mi?
İyi...
Ben de zaten dün Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülen Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliğin ne kadar saçma olduğunu anlatmak için seçtim bu yolu...
Bu ülkede yaşayan insanların en az 60 milyonu yukarıdaki dili bilmiyor ama; dün Meclis komisyonunda yapılan değişiklik, siyasi partilerin ana dilde propaganda yapmalarına izin veriyor...
Eğer yasa değişikliği gerçekleşirse, bundan böyle ülkenin her köşesinden ayrı bir “dil”de nutuklar yükselecek...
Kimse, kimsenin söylediğini anlamayacak...
Anlamayınca da kuşkular törpülenecek, saflar sıklaşacak, öfkeler büyüyecek...
Böylece...
“Ulusal siyaset”in defteri dürülecek, “etnik siyaset” dönemine fiili ve resmi geçiş yapılacak.
***
Diyeceksiniz ki; “Ne olmuş yani? Seçmene kendi ana dilinde seslenmenin ne gibi bir zararı olabilir?”
Eğer “üniter devlet”ten yana değilseniz...
Ülkenin federasyonlara bölünmesi olasılığı sizi rahatsız etmiyorsa...
Bölünüp, parçalanıp; emperyalist ülkeler tarafından “ham” edilecek olmak umurunuzda değilse... Haklısınız!
Ama...
Gerçek anlamda “bağımsızlık” için her şeyden önce “bir ve bütün olmak” gerektiğini biliyorsanız...
Irkçı değilseniz...
Herkesin ana diline saygı duyuyor ama “bir ve bütün” olmak için tek bir “resmi dil” olması gerektiğini düşünüyorsanız...
İşte; o zaman durumun vahametini tüm çıplaklığıyla görürsünüz...
Yüzlerce yıldır iç içe girmiş bir toplumdaki dil, din ve etnik köken ayrılıklarını körüklerseniz... Bunun adı “açılım” değil, “parçalama” olur...
Umarım emperyalist güçlerin bu asırlık hayali gerçekleşmez...
***
Gelelim yukarıdaki sözlerin anlamına:
Kürtçe başlıkta, “Etnik siyasete hayır” diyorum...
Kürtçe yazının çevirisi ise şöyle:
“Etnik kökenlere dayalı siyaset, ulusal bütünlüğe zarar verir...
Dil, din, ırk, cinsiyet üzerinden yapılan siyaset, ülkeyi bölünmeye parçalanmaya götürür...
Bu siyaset anlayışına sadece bölünmekten, parçalamaktan medet umanlar destek verir...
Bu yüzden siyasi propaganda, sadece ana dil üzerinden yapılmalıdır!”
MUSTAFA MUTLUAçılım Wan’a doğru...Açılım hız kesmeden sürdürülüyor.
Sürdürülürken de toplumun değişik birçok kesimiyle toplantılar düzenlenmektedir.
Bu konuda son olarak sarkıcı ve sinema oyuncularıyla toplantı yapıldı
Daha önce hiçbir konuda ya da…
Ülkemizi ilgilendiren çok önemli konularda bile fikirlerini duymaya alışkın olmadığımız…
Şarkıcılar ve
Sinema oyuncuları, konu açılım olunca ve hükümet desteği de bulununca o önemli fikirlerini toplumla paylaşma gereği duymaya başlıyorlar.
Neymiş?
Acılımı olumlu buluyorlarmış…
Seçilen ve neyin figüranı olduklarından habersiz bu insanlar, aslında ne derse desin artık görünen köy kılavuza ihtiyaç bırakmayacak kadar yakınlaşmıştır.
Yerel seçimlerin ertesinde bazı bu günün BDP’lileri ne demişlerdi. Hatırlıyor muyuz?
“Kürdistan’ın sınırları belirlendi.”
İşte bu sınırlar içinde bulunduğu varsayılan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir il’inde bir belediye başkanı…
Hazırladığı bir bültende Van adını Wan olarak değiştirdi.
Sonuçta ne oldu? Aslına bakarsanız hiçbir şey.
Değil mi ki AB uzun yıllardır bu günleri düşünerek alfabemize X,Q,W harflerini eklemek istiyordu. İşte bu da fiilen gerçekleşmiş oldu.
Geçtiğimiz günlerde yine bu il’imizde düzenlenen Nevruz şenliğinde acılan pankartta ne deniyordu
“İşgalci T.C. Kürdistan’dan defol!”Kimse de sormuyor ki…
Kim işgalci?
Nereyi işgal ettik?
Orası kimin toprağı?
Kürdistan neresi?
Düşünebiliyor musunuz TBMM’de bulunan bir partinin belediyeyi yönettiği, ülkemizin doğusundaki bir ilimizde yapılan etkinlikte, devlet işgalci görülüyor ve
Devleti yönetenlerden hiç ses çıkmıyor.
Aslında çok garip değil mi?
Zaten bu partinin belediyeyi yönettiği bazı il ve ilçelerde yaşananları anlatan bazı gazeteciler, yine buralarda Türk Bayrağının sadece Askeri birliklerde asılı oldugunu söylemiyorlar mı?
Aslında tepki gösterilmeyerek bu tür olaylar normalleştirilmektedir.
Çünkü batı bunun böyle olmasını istemektedir.
Çünkü Türkiye’nin parçalanmasına ihtiyaçları vardır.
Batılı emperyalistlerin arkalarında olduğunu gören PKK ve onun meclisteki uzantısı…
Anayasa değişikliği paketinin desteklenmesini kendilerinin bazı taleplerinin kabul edilmesi şartına bağlamaktadırlar.
İnanın kabul edildiğinde neler olur?
Neler yaşanır bu günden çok kestirilemez ama ülkemizin son hızla felakete doğru gideceğinden hiç kuskunuz olmasın.
Neler istenmiyor ki bir bilseniz…
“Apo’nun özgürce övülebilmesini mi dersiniz.”
“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmenin suç olmaktan çıkarılmasını mı?”
Hatta o kadar ileri gidiyorlar ki “anayasal düzene karsı silahlı örgüt kurmak ve PKK amblemlerinin kullanılmasının da suç olmaktan çıkarılması” yanında…
“Özgürce para ve mal toplama özgürlüğüne” kadar her şeyi istemektedirler.
Sahi bu kadar talep yerine getirildikten sonra geriye ne kalıyor…
Geriye kalan şu…
Sadece ve sadece
Bölünmüş bir Türkiye
Zaten başka şey kalamaz emin olun
NUSRET KEBAPÇIHER ŞEY MİZAH OLURSA O TOPLUM..Bir haftadır yazdıklarıma baktım. Bir kez daha sanki ben yazmamışım gibi okudum, okudum..
Başka bir âlemden gelmiş gibi..
Güldüm..
Mizah gibi..
Anayasa değişikliğinin referanduma götürülme yöntemini ele almışım..
Aşure gibi demişim..
Pardon.. Okurumun uyarısına katılıyorum.. Aşure yapmak özen ister.. Şaştım çorbası diyelim.. Eline ne geçerse at tencereye, koy suyu, kaynat gitsin..
Referandumu da Şaştım çorbasına çevirdik..
Mizah gibi!..
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin yeni yapısına baktım.. Seçimle gelen sorumsuz Cumhurbaşkanı’na verilen olağanüstü yetkilere..
12 Eylül’ün getirdiği vesayet rejimi kaldırılmıyor, demokratikleşme maskesiyle daha kökleştiriliyor..
Mizah gibi..
* * *
HSYK’ya ne dersiniz?
Hâkimlerin, savcıların oy kullanma yöntemine.. Yedi asli üye için oy verecekler ama Anayasa sadece biri için oy ver, gerisine karışma diyor..
Çok yaratıcı.. Seçme anlayışında çağ atlatıcı.. Tekerleği bulmak kadar, elektriği keşfetmek kadar, ampul kadar, telefon kadar, internet kadar, daha ne diyeyim.. Önemli işte!..
Seçme işinde çığır açacak, Anayasa’ya girdiğine göre örnek olacak.. Emsal teşkil edecek..
Yarın öbür gün dernekler de, kooperatifler de, spor kulüpleri de yönetim kurulu seçerken bu yöntemi uygularlar herhalde!
Mizah gibi..
* * *
Daha sayayım mı?
Meşhur kamyon vardı ya.. Hani içi el bombası yüklü olan.. Polis bastı, askerin çıktı..
El bombaları ta 1952’den kalmaymış..
Pimini çeksen patlar mı?
Allah bilir!..
Ne yangın yapıldı ama.. Dediler ki, kibrit çak, üstüne at, bum!..
Mizah gibi!..
* * *
Aklıma Bertholt Brecht geldi..
Ünlü sözü..
Der ki: Mizahsız toplum olmaz ama her şey mizah olursa o toplum korkunç olur..
Cuma günü şöyle bir düşündüm..
Her şey mizah olmuş!..
İyi pazarlar..
MEHMET TEZKANKürşat TüzmenKürşat Tüzmen, 2002 seçimlerinde AKP'den Gaziantep milletvekili seçilince, fazla hayret etmemiştik.
Çünkü AKP'de, onun gibi ‘Milli Görüş’ geleneğinden gelmeyenlerin sayısı az değildi.
2006 yılında, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger, uzun bir telefon sohbetimizde, AKP'yi ‘Olmamış aşure’ olarak tanımlayınca, doku uyuşmazlığının ciddiyetini anlamış ve ‘Allah sabır ve kolaylık versin’ demiştik.
Şimdi nerede Mehmet Dülger?
Kürşat Tüzmen yine iyi dayandı. Eşi başını örtmeyen bir siyasetçinin, sekiz yıl AKP'de barınması mucize sayılmalı.
Ancak, ‘Milli Görüş’ kökünden gelmeyen her ‘Çakma AKP'li’ gibi, onun da inişi başladı.
H
Önce bakanlık koltuğundan olan Tüzmen'in, şimdi de genel başkan yardımcısı koltuğu çekildi altından.
Suçu ise, Türk Bayrağı'na sahip çıkmak ve Kürt açılımını eleştirmek!
Diyarbakır'daki Nevruz kutlamalarında Türk Bayrağı'nın olmamasına tepki göstererek, ‘Hakir ve görmezden gelinen Romanlar bile bayrağa sarılırken, Diyarbakır'daki durum benim zoruma gidiyor, bana koyuyor arkadaş. Bu görüntüler ve hoşgörülü tavrı benimsemem söz konusu değil’ demişti.
Diyarbakır formasından Türk Bayrağı ambleminin çıkarılmasına da tepki gösteriyordu.
Yani, ‘AKP kriterleri’ne aykırı davranmaya başlamıştı.
AKP'deki Kürt milletvekillerinin şikayeti üzerine, Tüzmen'in ipi çekildi. Önümüzdeki seçimlerde aday da gösterilmeyecek.
H
‘Biz diyoruz ki samimiyet her yerde olmalıdır. Bayram Türkiye'nin neresinde yapılıyorsa orası Türk bayraklarıyla donatılmalı’ diyor Kürşat Tüzmen...
Ne var bunda diye sormayın.
Tüzmen, Diyarbakır formasından Türk Bayrağı ambleminin çıkarılmasına tepki gösterirken; BDT Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, Türk Mühendis ve Mimar Odaları, Türk Tabipler Birliği ve Türk Dişhekimleri Birliği'ndeki "Türk" ifadesinin çıkarılması için kanun teklifi veriyor.
Anlayın artık...
‘Türk’ demek yasak be kardeşim!
SIRRI YÜKSEL CEBECİMedyanın yeni gülü Anayasa Mahkemesi'ndenSon zamanlarda o kanal senin bu kanal benim gezen yeni bir isim var: Osman Can...
Osman Can, Anayasa Mahkemesi raportörüdür. Yani; bir devlet görevlisidir.
Bu kişi; Anayasa Mahkemesi'ne gelen davalarla ilgili olarak rapor hazırlar ve üyelere sunar.
Bu yönüyle tarafsız olması ve siyasetten uzakta durması gerekiyor.
Lakin bu Osman Can, şimdilerin en siyasal simgelerinden birisi haline geldi.
Kendisi; AKP'nin kapatılması sürecinde hazırladığı raporda, kapatmaya karşı tavır takınmıştı. Olabilir;demiştik. Bu Osman Can; türban konusunda da AKP çizgisinde görüş belirtmişti; ona da olur demiştik. Raportör öyle düşünebilir; bilimsel görüşü böyle tezahür edebilir diye yorumlamıştık.
Lakin şimdi işi büyüttü. Anayasa raportörlüğü onu artık kasmiyor ve o kanal kanal koşuşturup iktidar partisini haklı çıkartan konuşmalar yapmakla meşgul.
Eğer kendisi resmi görevli birisi olmasa ona da bir şey diyemem.
Bay Osman Can; makamını aşmış durumda. Bunun için de bir dernek kurmuş, orada kendisini başkan yapmış; bu derneğin başkanı gibi konuşuyor.
Buna hile-i şerie denilir...
Anayasa Mahkemesi'nde başka raportörler de var.
Onlar bir konuda görüş belirtince Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç, hemen devreye giriyor ve 'Sen bürokratsın, konuşamazsın!' diyor.
İş Osman Can'a gelince, o konuşuyor da konuşuyor.
Çünkü Osman Can; artık iktidarın muhafızı konumuna gelmiştir.
İleride bu partiden milletvekili seçileceğine kalıbımı basarım.
Bu yüzden diğer raportörlere uygulanan yasak ona yaklaştırılmıyor.
Hükümete destek olacaksa; konuşmak serbest; aksi olursa derhal yasak sistemi devrede...
Osman konuşuyor; farklı düşünenler ise susturulmuş durumda.
Böylece demokrasiye gidiyoruz...
Hay senin moderatörüne...
Aşağılık kompleksi, kendisini üstünlük duygusu gibi dışa vurur. Hitler denilen malum kişi çavuş olmaktan duyduğu ezikliği; kendisini dünya başbuğu gibi göstererek aşmaya çalışmadı mı?
Hitler örneği kadar abartılı olmayabilir ama hayatın değişik alanlarında; ezik kişilerin kendilerini önemli adammış gibi sunmaya çalıştıklarını görebilirsiniz. Özellikle televizyonlarda bu tiplerin bol örnekleri bulunuyor. Örneğin; sunucu; kendisini 'moderatör' diye takdim edince birden bire önemli bir adam haline geldiğini sanıyor. Aslı astarı haberleri okuyan birisidir... Lakin; kendisine uzay fatihi havası verecek biçimde moderatör der...
Mağazasına İngilizce sözlükten apardığı isim takanlar; buralarda çıstaka çıstaka yabancı parçaları öttürenler, yazdığı yarım sayfalık metnin içine İngilizce sözcük tıkıştıranlar, televizyonlarda Türkçe sözcüklerin yerine Frenkçesini kullanmayı kültür üstünlüğü sananlar... Ne yazık ki aşağılık dürtüsü içinde kıvranan okumuş cahiller tabakası ile karşı karşıyayız...
Kendi kimliğinden utanan, zamanla milli kimliğine de düşman oluyor ve ortaya haymatloslar çıkıyor...
RIZA ZELYUTBalyozEMEKLİ Tümgeneral Naci Beştepe, Silivri toplama kampına giderek tutuklu bulunan emekli Korgeneral Engin Alan’ı ve emekli Tuğgeneral M. Kaya Varol’u ziyaret etmiş, izlenimlerini anlatıyor:
“Kışladaki kadar, dağlarda terörist karşısında oldukları kadar, resmi bir bayramın tören geçişinde oldukları kadar dimdiktiler. Açık alınlarında, kahpe tuzaklara meydan vermeyecek yiğitlerin gururu vardı. ‘Dimdik ayaktayım. Buradan ölüm de çıksa eğilmeden bükülmeden çıkacak. Kimse en küçük bir leke süremeyecek’ dedi, ikisi de. Saygıdeğer komutanımla da sevgili devre arkadaşımla da bir kez daha gurur duydum. Ne mutlu böyle silah arkadaşı olanlara. Kendilerine de ifade ettim. Üzüntüm, sadece onların yanında olamamaktı.
Engin Alan, ‘Balyoz denen dosyayı ilk defa savcının elinde gördüm. Neyle suçlandığımı hâlâ bilmiyorum. Biz seminer dışında bir şey yapmadık ki, suç olsun. Savcı, harekat ortamını şekillendirmek ifadesinin ne olduğunu soruyor. Anladım ki, savcı askeri terimi bilmiyor, darbe ortamı oluşturmak olarak algılıyor’ dedi.
Suçlamalar arasında kendi camisini bombalamak, kendi uçağını düşürmek, kendi ilköğretim öğrencilerini havaya uçurmak gibi şeytanla birlikte hazırlanmış iddialar var. Bu iddialar soru olarak yöneltilince bir Türk subayı ne hisseder? Aynen emekli Korgeneral Alan’ın hissettiklerini: Yabancı bir ordunun esir alınmış generali olduğunu, düşman bir ülkede sorgulandığını!
Bu tuzakları kuranlar, bu duyguları Türk subaylarına yaşatanlar er geç ortaya çıkarılacaktır. Kan ile aptes alanlar, Allah ile aldatanlar ve onların yerli-yabancı işbirlikçileri bir gün mutlaka ortaya dökülecektir. Türk halkı da ordusunun ve doğrudan doğruya kendisinin gururu ile oynayan çıkarcıların, satılmış sahtekârların yüzünü tükürükle boğacaktır. Hak ve adalet varsa bunlar mutlaka olacaktır.”
Başbakanla çok iyi paslaşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ise “Balyoz” iddiası için “ciddi” demişti. Sözü eski parlamenterlerden Necati Cebe’ye bırakalım:
“Başbuğ, ‘Balyoz ciddi’ demiş. Özel yetkili savcılarda aynı şeyi söylüyor!”
“Genelkurmay’ın kendine yönelik saldırılara karşı izlediği politika, AKP’nin Kıbrıs politikasına benzedi: Subaylarını savcılara ver kurtul!”
Kürt açılımı kahvaltılarına devam
CİVANIMIN padişahı Fatih Sultan Recep, “Kürt açılımı” konusunda şarkıcı ve türkücülerden sonra Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet artist ve aktrislerle görüş alışverişinde bulundu
Sultan hazretlerinin Nisan ayında roman, öykü ve bazı gazete köşe yazarlarıyla, Mayıs ayında ise spor adamlarıyla kahvaltılı açılım toplantısı yapacağı bildirildi.
Bu arada sultanın yıl içindeki açılım programı da belli oldu. Buna göre sultan hazretleri Haziran’da televizyon program sunucularıyla, Temmuz’da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleriyle kahvaltı edecek. Ağustos’taki kahvaltı, mübarek ramazan ayı münasebetiyle sahurda yapılacak ve imamlarla müftüler davet edilecek. Kürt açılımı kahvaltılarına Eylül’de tutuklanmamış emekli veya muvazzaf general ve amirallerle, Ekim’de gayrimenkul yatırım ortaklığı müteahhitleriyle, Kasım’da fuar ve konser organizatörleriyle, Aralık’ta antika müzayedecileriyle devam edilecek. Dolmabahçe Sarayı’na yakın çevrelerden edinilen bilgiye göre Ocak 2011’de ise Kürt açılımı ziyafeti verilecek. Ziyafete, kahvaltılara çağrılan meşhur kişiler katılacak ve akşam yemeği bir bakıma Kürt açılımı zirvesi olacak. Topkapı Sarayı Has Oda’da yapılması planlanan ziyafet zirvesinde, 2011 yılının aylık Kürt açılımı kahvaltı programı karara bağlanacak.
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.
DENİZ SOMKuşatmaÖZELLEŞTİRME ile birlikte, dış güçlerin Türkiye’yi federasyonlaştırma tehditlerinin eşzamanlı yürütüldüğünü, bunlara karşı mücadelenin her ikisine birlikte karşı durmadan yapılamayacağını söyleyerek bugünlere geldiğimizi söylüyor Bülent Esinoğlu ve Türkiye’nin kuşatıldığını anlatırken “Kuşatmayı nasıl yarabiliriz” sorusuna yanıt arıyor:
“Sorunu yalnızca laikliğe indirgeyerek, her türlü beladan sadece ordunun gayretleri ile çıkılabileceği kolaycılığının netice vermeyeceğini biliyoruz. Şimdi geldiğimiz yer neresidir derseniz; halkımız kuşatıldı, devletimiz kuşatıldı, ordumuz kuşatıldı.
Peki, bizim yapacak hiçbir şeyimiz yok mu? Bazı çakma solcuların, kendilerine göre yaptıkları çözümlemeler sonunda ‘Devrimler çağı kapandı’ deyip teslim mi olalım? Öncelikle, bu kuşatmayı yarmak için meselenin yalnızca bir AKP ya da siyasi iktidar meselesi olmadığını bilmememiz gerekir. Evet, siyasi iktidarın emperyalist güçler ile yaptığı işbirliği kuşatmanın ana unsurlarından biridir. Ama olay sadece bu değildir. İç tehdit ile dış tehdit artık tekleşmiştir. Emperyalist güçler arasında, Türkiye’nin parçalanması konusunda Osmanlı’da olduğu gibi bir fikir birliği oluşmuştur.
Amerika ve Avrupa’dan yükselerek gelen dış tehdidin içerden gelen iç tehdit ile eşzamanlılığı, bize kendi aralarında tam bir mutabakat olduğunu göstermektedir.
Osmanlı’nın dağılma sürecinde en etkin rolü alan Ermeniler yine etkin bir şekilde sahnededir. Kürt ayrılıkçıların tarikatlar ile bütünleşerek verdikleri savaş 1878 yılına çok benzemektedir.
Çare; düşmanı ve birlikte olduğu güçleri halkımıza anlatmaktır. Emperyalizmin hiçbir ülkeye demokrasi getirmediğini, emperyalizmden demokrasi gelmeyeceğini halkımıza anlatmak ve bu konuda halkın tam desteğini sağlamak gerekiyor. Seçimler yolu ile bu kuşatmadan kurtulmanın bir yanılgı olduğunu da anlatmalıyız. Çünkü onların koyduğu sandıktan kendilerinin çıkacağını biliyoruz. Temel sorunumuzun yurdumuzu bu kuşatmadan kurtarmak olduğunu bilmemiz gerektiğini halka anlatmalıyız.
Kendi halkımızı emperyalizmin elinden almadan hiçbir savaşı kazanamayacağımızı bilmeliyiz.
Türk ulusu bunu bir kez yaptı. Tüm dünyaya örnek oluşturdu. Yine yapacaktır!”
‘Kendini boğa sanan tosunlar!’
GÖLBAŞI’NDA yolu kesilen asker kamyonuna, bir tutuklanıp bir bırakılan albaylara, Erzincan’a, Erzurum’a ve Çukurambar’a; gözaltına alınıp dört gün sonra serbest bırakılan kuvvet komutanlarına bakınca köyü aklına gelmiş Hilmi Kayıhan’ın:
“Hayaları burulurken burnundan ateş saçan boğalar geliyor gözümün önüne.
Bir türlü boynunu boyunduruğa sokturmayan boğalar, çifte çubuğa süremediğimiz; gururla yürüyen, başı dik boğalar geliyor aklıma. Boynuzu kırılan, gizli tanık ve itirafçı kıyakçılar tarafından hayaları bağlanıp, burucuya teslim edilen boğalar.
Boğa ne trene bakar, ne boynunu boyunduruğa sokar, enenip öküz olmayınca.
Yeter ki boğayı öküz yapsınlar, gerisi gelir. Öküz olduktan sonra; ister Büyük Ortadoğu Projesi’nin boyunduruğuna sok, istersen uzak yakın demeden savaşa sür; Irak mı olur, İran mı; Afgan mı, Sudan mı hiç fark etmez.
Öküzün sırtına atlayacak çok piç tosun var çevremizde, kendini boğa sanan tosunlar.
Ama şunu iyi bilsin kıyakçılar ve piç tosunlar:
Manda ve himaye (boyunduruk) kabul olunamaz diyen, başı dik ve gururla dolaşan, yedi sülalenize yetecek kadar boğalarımız var. Haberiniz olsun!”
DENİZ SOM● "Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK