Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

Re: Sivil Vesayet-Örtüsüz Faşizm ve 'Balyoz' darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzt Şub 08, 2010 4:58

Resim

AKP erime sürecinde


BAŞBAKAN Erdoğan’ın son zamanlarda öfkesi en ufak bir olayda bile birden patlayıveriyor.
Başbakan herkese, ama herkese kızıyor.
Siyasetteki ana hedefinin de değiştiği gözleniyor.
CHP’den çok artık MHP’ye eleştiri yöneltiyor.
Başbakan oylarının erozyona uğramasında MHP’nin ağırlıklı rolü olduğunu görüyor.
MHP özellikle son zamanlarda AKP’yi ciddi bir şekilde tırtıklamaya başladı.

Başbakan bu tırtıklanmaya öteki partilerin kıyıdan köşeden de olsa katılması durumunda tek başına iktidarın elinden kaçacağını sezinliyor.
AKP kurmayları da Başbakan gibi bundan ciddi şekilde rahatsız.
İktidar partisinin oylarının yüzde 30’ların altına düştüğü bazı araştırmalarda ortaya çıkmaya başladı.
Başbakan Erdoğan bu erimeyi ekonomideki başarısızlığa, partisinin dar gelirli kitlelere dönük ilgisizliğine, sosyal devletin gereklerini yerine getirmemesine bağlamıyor.
Bunun değişik kesimlerin partisine dönük tertiplerinin sonucunda olduğuna inanıyor.
Onun için darbe ve suikast senaryolarına, yeniden türbana sarılarak mağduriyet edebiyatını ağdalaştırmaya çalışıyor.

Oysa bunların hiçbiri yaşam koşullarının ağırlığı altında ezilen, sadakalarla avutulmaya çalışılan dar gelirli gruplara ve orta direk denen toplumun gövdesini oluşturan geniş halk yığınlarına inandırıcı gelmiyor.
Onlar, çoluk çocuklarının karnını doyurabilmek, onları giydirebilmek, okutabilmek için çırpınıyor.
Onların belini, siyasi kısır tartışmalar, kavgalar, darbe, çete, suikast masalları değil işsizlik, aşsızlık kırıyor.
Başbakan Erdoğan bunları ya görmüyor, ya da görmek istemiyor.
İktidarlar eskidikçe ve parasal güçleri arttıkça yeni ve lüks yaşamlara geçme nedeniyle halktan kopuyorlar.
Onların sıkıntılarını görmez, onların feryatlarını işitmez oluyorlar.
İşte bu durumun en büyük yansıması giderek büyüyen işsizler ordusu ve onun sokaklara taşan Tekel işçilerinin yürekleri yakan direniş dramı.
Halkın oyuyla iktidar olan bir başbakanın bu drama bakışı ise bir başka dram.

Başbakan pembe tablolarla bu acıları örttüğünü sanırken bilimsel araştırmalar durumun giderek vahimleştiğini ortaya koyuyor.
Son araştırmalara göre, Türkiye yüzde 13’e varan işsizlik oranıyla dünya beşincisi oldu.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından yapılan bu araştırma uluslararası kuruluşların büyüme ve işsizlik konusundaki son verilerine dayanıyor.
Araştırmaya göre, Başbakan’ın “Bizi teğet geçti” söylemlerinin aksine krizin Türkiye’yi “delip geçtiği” anlaşılıyor.
2009 yılında Türkiye, yüzde 6 oranında küçülme ile 56 ülke içerisinde 12’nci sırada yer alırken, 44 ülkeden daha fazla küçüldü.


Başbakan ve AKP kurmayları ısrarla bu gerçekleri görmezden geliyorlar.
Onlar durmadan Türkiye’nin bir yıldız gibi dünyada parladığını söylüyorlar.
Erdoğan ekonomik gerçekleri ortaya koyan herkese kızıyor.
Büyük sıkıntı içinde olan esnafın, çiftçinin, işçinin, memurun, emeklinin sıkıntılarını pek önemsemiyor.
Siyaseten mağdura oynayarak partisinin oylarındaki erimeyi durduracağına inanıyor.
Buna göre politika yapıyor, yaptıkça da ülkenin gerilmesine neden oluyor.
Bu yolun çıkar olmadığını sanırım AKP içinde birçok milletvekili de görüyor olmalı.
Bir kez daha görülecektir ki, ekonomiyi iyi yönetemeyen, dar gelirli halk yığınlarının sıkıntılarının daha da artmasına neden olan bir yönetim iktidarda kalamaz.

Tufan TÜRENÇ / HÜRRİYET / 08.02.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Sivil Vesayet-Örtüsüz Faşizm ve 'Balyoz' darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzt Şub 22, 2010 16:52

YANDAŞ YİĞİT YANDAŞ MEDYAYIZ

AKP'nin kendisine yakın bir yandaş medya oluşturduğunu ve bunun gerekli olduğunu söyleyen Yiğit Bulut, "50 yıl onlar yedi 15 yıl da bunlar yesin" dedi.

AKP'nin medyaya yönelik müdahaleleri uzun süredir tartışılan bir gündem maddesi. Bu konuda, Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut'tan ilginç açıklamalar geldi. AKP'nin kendi yandaş medyasını oluşturmasını ve diğer medya gruplarına yönelik baskısını olumlayan Bulut, medya-iktidar ilişkileri üzerine ilginç açıklamalarda bulundu. Akşam'dan Gülay Altan'ın sorularını yanıtlayan Bulut, kendisinin bir "beyaz Türk" olmadığını ve Erdoğan'ın duruşunu beğendiğini de söyledi.

"Yandaş medya zorunluydu"
AKP iktidara geldikten sonra, medyada etkili bazı isimlerin “yandaş” diye tanımlandığını iddia eden Bulut, "bunların bazıları kendi imkanlarıyla medya sahibi olurken bir kısmı da gerçekten hükümete yakınlığıyla medya sahibi olmuştur" dedi. Röportajda, Ciner Grubu'nu iktidara yakın gruplardan ayırmaya özen gösteren Bulut, yandaş medya isimlendirmesine de karşı olduğunu belirtti. "Hükümetin kendi medya imkanlarını yaratması da gerekiyordu, bu çok açık” diyen Bulut’a göre, “Doğan Grubu, Türkiye'yi öyle bir eğip büküyordu ki, hükümet kendi medyasını yaratmasa yargısız infazlara karşı durma imkanı yoktu".

Koalisyon hükümetleri döneminde medyanın hükümet bileşenlerinden daha güçlü olduğunu ve istediği gibi manipülasyon yapabildiğini söyleyen Bulut’un, tek parti iktidarı döneminde bu sorunun ortadan kalktığını belirtirken, yandaş medyanın zorunlu olduğunu iddia etmesi dikkat çekti.

"Medya parti gibiydi"
Bir köşe yazısında, "Özkök'ün bu tavrı devam ederse, sizin de sonunuz kaçınılmaz olarak Maliye olur" ifadesine yer verdiği hatırlatılan Bulut, medyanın haddini bilmesi gerektiğini ifade etti. "Medya eğer haddini bilmezse -bu herkes için geçerli, bizim için de başkaları için de- seçilmiş hükümeti hükümet olarak tanımazsa, devlet otoritesini yok sayarsa, devlet ona haddini bildirir."

Medyanın devlet yönetiminin ortağı olmadığını söyleyen Bulut, Doğan Grubu'nun daha önce nasıl müdahalelerde bulunduğunu anlattı ve "Medya ve siyaset etle tırnak gibi olmuştu, şimdi de çok sert bir şekilde ters tepti" dedi.

Erdoğan "masum"
AKP'nin kendi yandaş medyası dışında kalan medya gruplarına yönelik müdahalelerini, sadece Doğan Grubu'na karşıymış gibi göstermeye çalıştığı gözlenen Bulut'un diğer yayın organlarına uygulanan baskılardan ve Erdoğan'ın "köşe yazarları daha az yazsın" gibi sözlerinden hiç bahsetmemesi dikkatlerden kaçmadı.

Erdoğan'ın kendisine karşıt gördüğü basın kuruluşlarına yönelik "almama kampanyası" tehdidi de Bulut'un değerlendirdiği konular arasında yer almadı. Hatırlanacağı gibi Erdoğan, kendisine karşıt gördüğü gazetelerin alınmaması çağrısında bulunmuş ve "sivil inisiyatif" kulanılması gerektiğini söylemişti. İktidarın başındaki isim olarak Erdoğan'ın "sivil inisiyatif"ten bahsetmesi ve bazı basın kuruluşlarını doğrudan hedef göstermesi o dönemde çok tartışılırken, Bulut bu konuya hiç değinmedi.

"O başka bu başka"
Daha önceki dönemde medyayla siyasetin çok fazla iç içe geçtiğini söyleyen Bulut, Altan’ın "Bugünkü siyasetçiler de yandaş medya mensuplarıyla ev yemeklerinde buluşabiliyor ya da patronların yatında tatil yapabiliyor", hatırlatması üzerine, şunları söyledi: "Tabii ki bunun adı normalleşme. 50 yıl onlar yedi, bir 15 yıl da bunlar yesin ne olacak? Sonuçta bir denge ortaya çıkıyor, yin yang. Bir süre sonra ne şeriat, ne laiklik konuşulacak. Türkiye bu dönemi sorunsuz atlatırsa tamamen normalleşme başlayacak. Bu bir demokrasi eşiğidir. Ordu geride durarak, sesini çıkarmayarak en doğrusunu yapıyor. Sivil inisiyatif bu eşiği atlamak zorundadır. Tayyip Erdoğan, yerleşik düzenle şimdiye dek savaştı, son noktaya geldi, ya çarpışacak ya da yok olacak. Burada geri adım atarsa, bu yerleşik düzen onu da öğütecek."

Ciner Grubu'nun da nükleer santral ihaleleri nedeniyle iktidarla yakınlaştığı iddiasını, Yiğit Bulut reddetti ve "Çok komikler, eğer Turgay Ciner'in ihaleyi tamamlamak için Yiğit Bulut'a ihtiyacı varsa, bu başlı başına komik bir durum" dedi. "Bir yayın yönetmenine ihale peşinde koşmak yakışır mı?" sözleriyle Doğan Grubu'nu eleştiren Bulut, kendisine yönelik eleştirilere cevap verirken, en tehlikeli adamların devşirilip taraf değiştirenler olduğunu söyledi.

Yandaş medya nasıl büyüdü?
Her ne kadar Yiğit Bulut yandaş medyayı "AKP iktidara geldikten sonra kurulan" medya kuruluşları ile sınırlandırsa da durumun biraz daha farklı olduğu biliniyor. AKP'den önce de var olan Zaman, Yeni Şafak, Vakit gibi gazeteler ve birçok televizyon kanalı, AKP'ye yakın bir yayın çizgisi izlerken, AKP iktidara geldikten sonra kurulan ve doğrudan AKP'nin desteğiyle büyütülen medya grupları da aynı doğrultuda yayın faaliyeti sürdürüyor. Bu örnekler arasında en bilineni Çalık Grubu. Çalık Grubu'nun ATV-Sabah'ı satın alması sırasında kendisine sağlanan kredi de tartışmalara neden olmuştu. Bunun yanı sıra daha önce Erdoğan'a sevdalı olduğunu açıklayan ve patronların taraf tutmasının normal olduğunu söyleyen Ethem Sancak'ın da AKP döneminde medyada yer aldığı ve giderek büyüdüğü biliniyor. Sancak'ın ardından, aynı sektöre, Gülen hareketi ile bağlantılı Fettah Tamince de girdi. Devlet kanalları ve tasarrufu halen devletin elinde olan Cine5 gibi kanalların da AKP çizgisinde yayın yaptığı biliniyor. Bunların yanı sıra Fox TV, Türkiye, Bugün gazeteleri gibi birçok medya grubu da AKP'nin safında. Burada ortaya çıkan tablo, basının büyük bölümünün doğrudan AKP'yi desteklemesi anlamına geliyor. AKP'nin yandaş medyası, uzun süre önce sektördeki payını yüzde 50'nin üzerine çıkarmışken, Doğan Grubu'nun da vergiler yoluyla "terbiye edilmesi"nin ardından durum daha da ciddi bir boyut kazandı

solhaber

Resim



Normalleşen Türkiye’den bir fotoğraf

Resim

FOTOĞRAFTAKi elleri kelepçeli genç adam bir terörist değil.

Bir cani, bir tecavüzcü, soyguncu değil.
Ülkesine ihanet eden bir hain değil.
O bir gazeteci...
Aydınlık Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni.
Adı Deniz Yıldırım...


Dergide “Beşiktaş Terör Örgütü” başlıklı bir haber yayınladığı ve bu haberde Beşiktaş İstanbul Adliyesi’nde görevli yargıç ve savcıları hedef gösterdiği
iddiasıyla suçlanıyor.

Bu nedenle Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu.
Pek çok aydın, bilim adamı, gazeteci, yazar-çizer, asker Silivri Cezaevi’ne kapatıldı.

Deniz Yıldırım, 18 Şubat 2010 Perşembe günü tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden ifadesi alınmak üzere İstanbul Adliyesi’ne getirildi.
Elleri kelepçeli, kollarından sıkı sıkı tutan iki jandarma arasında...
Deniz Yıldırım adliyeye girerken kelepçeli kollarını öne doğru uzatarak bağırdı:
“İşte basın özgürlüğü...”
Acı ve hazin dolu bir görüntü.


AKP’liler ve yandaşları koro halinde “Türkiye normalleşiyor...” diyorlar
“Türkiye demokratikleşiyor...” masalları anlatıyorlar.
“Türkiye sivilleşiyor...” diye nutuk atıyorlar.
Oysa Türkiye ne normalleşiyor, ne demokratikleşiyor, ne de sivilleşiyor...
Türkiye giderek “zıvanadan” çıkıyor...
Türkiye karanlık bir faşizme doğru sürükleniyor.

Bir gazeteci olarak yukarıdaki fotoğraf benim yüreğimi kanattı.
Ben, meslektaşım Deniz Yıldırım’a vurulan kelepçeye isyan ettim.
Ve o fotoğraftan utandım.
Acaba ülkeyi yönetenler, Türkiye’nin normalleştiği, demokratikleştiği, sivilleştiği yalanlarını savuranlar bu fotoğraf karşısında ne yaptılar?

Acaba onlar da utandı mı?

TUFAN TÜRENÇ 22.02.10 / HÜRRİYET
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Sivil Vesayet-Örtüsüz Faşizm ve 'Balyoz' darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzt Şub 22, 2010 17:04

Resim

Başsavcı’nın çomağı!

Netleşiyor. Gerçeği arayan yazarlar, tarafsız, objektif, vicdanlı iyi gazete muhabirleri, “lehimci” oldu. Birbirinden kopuk, bilgileri, belgeleri yan yana getirip lehimliyorlar.

Lehim, parçaları birbirine kaynatıyor.

Bütün aydınlanıyor.

Erzincan’ın hapse konulan Başsavcısı’nın elindeki “adalet çomağını” yuvaya soktuğu ortaya çıkıyor.

Bütünü kaçırmayın!

Bütünü atlamayın.

Bütünü yakalayın.

İşte lehimlenen bütün:

İlhan Cihaner, 2007’de Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı oldu. Durum şuydu:

Efendiler ve hocaefendiler.

Cübbeliler ve cübbesizler.

Şeyhler ve tarikat ehli olanlar.

Cemaate vidalı şirketler.

Tarikata çivili, hacca gitmiş, her yıl umre yapar yeni tip iş adamları. Cemaatlerle kol kola girmiş ılımlı İslam kremiyle makyajlı iktidar. İktidara firketelenmiş cemaatler; Erzincan ayağının Erzurum’a, Erzurum ayağının İstanbul’daki tarikat merkezine; Gümüşhane’den Kelkit’e, Kelkit’ten Kars’a, oradan Ağrı’ya ve Bayburt’a, Bayburt’tan Kayseri’ye, Kayseri’den Van’a, Van’dan Trabzon’a, Trabzon’dan Bursa’ya, Bursa’dan Çankırı ve Sakarya’ya, Sakarya’dan Konya, Tokat ve Ordu’ya Türkiye’yi 13 bölgeye ayırmışlardı.

***


13 bölge!

Her bölgede bir dernek!

Her bölgede bir vakıf.

Diyeceksiniz ki ne sakınca var bu bölgeleşmede, dernekleşmede ve vakıflaşmada... Gerçekten bir sakınca yok. Bu bir sivil örgütlenme. Yasak da değil. Fakat Erzincan’ın şimdi içeride olan ve dosyası kaçırılarak İstanbul’a getirilen birinci sınıf savcısının “adalet çomağı” gelip, yuvaya girmişti.

Yuvada şunlar oynaşıyordu:

Kara para aklanıyordu, sahte diploma hazırlanıyordu, cemaat liderinin isteği Diyanet’e gidiyor, imam istenilen yere atanıyordu, 4-6 yaşındaki çocuklara izinsiz Kuran kurslarında eğitim veriliyordu, okul çağındaki çocukların Kuran kursuna değil de Milli Eğitim’in okullarına gönderilmesini isteyen MEB görevlileri pasifize ediliyor, korkutuluyor, sindiriliyordu. Siyasi sebeplerle tayin yaptırma ve işe yerleştirme, sahte seçmen kaydı yapma, ihalelere fesat karıştırma, Basın İlan Kurumu’na baskı yapma, Danıştay’daki davaya etki etmeye çalışma, bazı belediye başkan adayları hakkında ses dosyası hazırlama, iki ayrı bakanla ticari çıkar için görüşme yapılıyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, cemaatin ya da cemaate vidalı iş adamlarının “bina dikme taleplerine” izinler veriyor, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın “bu yapıya yardım ettiği şüphesi” yükseliyor, cemaat önderlerinden Mahmut Ustaosmanoğlu ve Cübbeli Ahmet lakaplı Ahmet Mahmut Ünlü ve iktidar yanlısı Yeni Şafak Gazetesi sahibi Ahmet Albayrak’ın da bu yapı içinde isimleri geçiyordu.

***


Başsavcı’nın çomağı işte bu yapıya girmişti. Şimdi hapiste olan Başsavcı, belge toplamıştı.

Yasal dinleme yapmıştı.

Kanıtlar bulmuştu.

Bunların ne kadarının doğru, ne kadarının haklı, ne kadarının yanlış ve haksız olduğuna; “kimin suçlu kimin suçsuz bulunduğuna” mahkeme açılınca hâkimler karar verecekti.

Fakat süreç kesildi.

Diğer savcılar!

Erzurum’dakiler!

Erzincan’da “adalet çomağını yuvaya sokmuş” savcının defterini dürmek üzere onu hâkimin karşısına çıkarttılar. İktidar; Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Erzurum’daki “yuvaya çomak sokan Başsavcı’nın defterini dürücü savcıları” haklı buldular, onları savundular. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSKY) çok tecrübeli hukuk adamları ile Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ve Yargıtay’ın Onursal Başkanı Sami Selçuk da HSYK’nın kararını doğru buldu.

Netleşiyor!

NECATİ DOĞRU
22.02.10 / VATAN

Resim
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Sivil Vesayet-Örtüsüz Faşizm ve 'Balyoz' darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzt Şub 22, 2010 17:27

Hukukla boğulmayalım oyunu görelim

Sevgili okurlar; her hafta başı geçen haftanın ne kadar heyecanlı ve garip geçtiğini belirterek başlıyorum yazıya. Bu, bir anlamda “Umarım artık işler durulur, bu çirkin oyunlar sona erer” temennisinden başka bir şey değil sizin de anladığınız gibi. Ama geçen hafta galiba tüm haftaların üzerine tuz biber ekti. Sanki saatin zembereği tümüyle attı.

Bundan sonrası zor

Her ülkede politik çekişmeler olur. Komplolar düzenlenir. Kendisini devletin sahibi zannedenlerin kendi çıkarlarına alet etmeye çalıştıkları devlet çarkının içinde ezildikleri olur. Ama eğer bir ülkede adaletin temeli olan yargı siyasi iktidarın bu kadar ağır baskısı altında kalırsa işlerin çözülmesi neredeyse olanaksız hale gelir. Çözüm gerçekten zorlaşır.

Hukuku kim biliyor?

Televizyonlarda, yazılı basında son birkaç gündür inanılmaz bir hukuk tartışması sürüyor. Ve bu tartışma o kadar üst düzeyde sürdürülüyor ki, sıradan vatandaşlar hatta hukuk alanında olmasa da iyi eğitim görmüş olanlar bile söylenenlerin çoğunu anlamıyor. Kendimi de bu kategoride görüyorum. Hukukçu değilim, meslek gereği hukukla ilgili pek çok şey bilmeme rağmen son günleri analiz etmeye bilgim de yetmez haddim de değildir.

Büyük oyunu görmek

Bu nedenle geçen haftadan başlayan olayları irdelerken, gazeteci ve yazarların, hukukçu olmayan akademisyenlerin ve siyasetçilerin konuya salt hukuk açısından bakmak yerine oynanan büyük oyunu dikkate almaları gerekir. Aksi takdirde kimsenin anlayamayacağı bir hukuk tartışması içinde boğulur ve iktidarın Türkiye’yi getirdiği eşiği göremeyiz.

Olayların başlangıcı

Kamuoyunda Erzincan-Erzurum olayı olarak bilinen gelişmeler 2 Kasım 2007’de başladı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, İsmailağa Cemaati olarak bilinen bir dini gruba yönelik bir irtica operasyonu başlattı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın da aralarında bulunduğu 235 şüpheli hakkında araştırma başlatıldı, 9 kişi tutuklandı.

Kamuoyu habersizdi

Neredeyse 2.5 yıl önceki olay aslında örneğine çok sık rastlanan bir irtica operasyonuydu ve kamuoyunun fazla da ilgisini çekmedi. Ancak iktidarın adeta yerinden hoplamasına neden oldu. Cemil Çiçek’in devreye girdiği, tutukluların serbest bırakılmasını istediği ileri sürüldü. Erzincan Başsavcısı ile Erzurum Özel Yetkili Savcısı arasında müthiş bir çekişme başladı.

Amerika’dan gelen ses

2009 yılının başlarında halen Amerika’da yaşayan bir dini cemaat önderi televizyonlarda banttan yayınlanan bir konuşmasında “herkesin dikkatli olması gerektiğini, karanlık güçlerin kendilerine yakın isimlerin evlerine silah, patlayıcı koyabileceğini, haklarında dedikodu üretebileceklerini ve soruşturmalar yapabileceklerini” söyledi.

Resim

Kimse anlamadı bile

Amerika’daki zatın neden böyle bir konuşma yaptığı anlaşılamadı. Türkiye’nin en büyük gazetelerinden birinin genel yayın müdürü anlamlandıramadığı bu konuşma için “Niye böyle bir şey söylemeye gerek duydu acaba?” diye yazı bile yazdı. Buna rağmen kimse bu konuşmanın anlamını çözemedi. Kimileri de “Türkiye’de bu tür işler oldu, sadece bir uyarı olabilir” yorumunu yaptı

İrticayla mücadele planı

Tarihler 12 Haziran 2009’u gösterirken iktidar payandası bir gazete “AKP ve Gülen’i bitirme planı” manşeti ile çıktı. Bu plana göre irtica bahanesiyle AKP ve Fethullah Gülen Cemaati’ne yönelik bir dizi operasyon yapılacağı, Gülencilerin ev ve iş yerlerine silah, bomba konacağı, bunların bulunarak cemaatin bir silahlı terör örgütü sınıfına sokulacağı ileri sürülüyordu. Plan Genelkurmay’da hazırlanmıştı ve altında bir deniz albayının imzası vardı.


Resim

Islak-kuru tartışması

İlk anda pek çok kimsenin aklına kısa bir süre önce Amerika’daki zatın yaptığı açıklama gelmedi bile. Herkes planının doğru olup olmadığını, albayın imzasının gerçekliğini tartışıyordu. Ergenekon savcıları planı çok önemsediler. Bununla ilgili başta deniz albayı olmak üzere pek çok emekli ve muvazzaf subay gözaltına alındı. Ardından varlığı ileri sürülen başka benzer planlarla birçok subay tutuklandı.

Gözler Erzincan’da

Kamuoyunda imzanın ıslak mı kuru mu olduğu tartışmaları yapılırken, her zaman olduğu gibi yine ilk önce iktidar payandası medya gözünü birden Erzincan’a çevirdi. 2.5 yıl önce başlamış olan irtica soruşturmasının “AKP ve Gülen’i bitirme planına” çok uygun olduğu, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu planı satır satır uyguladığı ileri sürülmeye başlandı. Bununla ilgili olarak MİT bölge müdürlüğüne polis baskını yapıldı, bazı MİT görevlileri tutuklandı, konu subaylara da uzandı.

Başsavcı’ya kuşatma

Darbe paranoyası yaratanların asker üzerindeki operasyonları sona ererken bu kez işin ucu Erzincan Başsavcılığı’na uzatıldı ve operasyonları başlatan Başsavcı İlhan Cihaner hakkında soruşturma açıldı. Önce elindeki dosyalara el konan Cihaner daha sonra gözaltına alındı, evi ve makamı arandı, sonra da tutuklandı. Bu, Türkiye’de ilk kez oluyordu. Bir Cumhuriyet Başsavcısı irtica ile ilgili soruşturma yaptığı için “terörist” sıfatıyla tutuklanıyordu.


Resim

Müthiş hukuksal oyunlar

Ondan sonrası hafızalarımızda çok taze. HSYK tutuklamayı isteyen Özel Yetkili Erzurum Savcılarının yetkilerini elinden aldı. Bu savcılar alelacele ellerindeki dosyayı İstanbul’daki Ergenekon savcılarına gönderdi. Başsavcının tutuklanmasına itiraz bir üst mahkeme tarafından reddedildi. Ve kendimizi bir anda pek de anlamadığımız üst düzey bir hukuk tartışmasının içinde bulduk.

Hiçbirisi ilgilendirmiyor

Sevgili okurlar; geldiğimiz aşama; açık söyleyeyim, Erzurum Özel Yetkili Savcısı’nın yetkilerinin elinden alınması, dosyanın İstanbul’a gönderilmesi, bu dosyaya Ergenekon savcılarının bakıp bakamayacağı konusundaki hukuksal tartışmalar beni hiç ilgilendirmiyor. HSYK’nın yapısı, yetkileri, seçilme biçimleri de ilgilendirmiyor. Çünkü tüm bunlar hukuksal detaylar ve bilgimin buna yetemeyeceğini başta da söyledim.

Oyunu ortaya koymak

Burada, bizlere düşen görev bu detaylara boğulmak yerine oynanan oyunu ortaya koymaktır. Türkiye Cumhuriyeti ve kuruluş ilkeleri, Atatürk ilke ve devrimleriyle hesabı olanlar Türkiye’yi dönüştürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu uğurda evrensel hukuk kurallarını da altüst ederler, insan hak ve hukukunu da çiğnerler, ahlaki ve vicdanı kuralları da paspas yaparlar. Ki yapıyorlar bunu. O halde sözde hukuk tartışarak bir yere varılmaz.

Olayın özeti nedir?

İşte tüm yazdıklarımdan sonra şunu söylemek istiyorum: Siz oynanan oyuna bakın. Bir dizi hukuk kuralının arkasına sığınılarak Türkiye dönüştürülmeye, laik ve demokratik ilkeler yok edilmeye, Türkiye bir din devletine dönüştürülmeye çalışılıyor. Bu yola taş koyan kim olursa olsun başı ezilir. Plan budur ve anlayamayacağım hukuksal tartışmalarda galip gelmeye çalışmak yerine bu korkunç oyunu görmemiz gerekir.

Başbuğ’un dinlenmesi

Orduya ise en son darbe Genelkurmay Başkanı’nın dinlenmesi ile vuruldu. Türkiye’yi dönüştürmeye çalışanlar “Elimde bilgi var” diyen İlker Başbuğ’u “Fazla diklenme, seni istediğimiz an dinler, kaydeder sonra da açıklarız” diye tehdit ediyor. Zor durumdaki asker ise hiç olmazsa karargâhın dinlenmediğini göstermek için “Yurt dışındaki bir konuşma” açıklamasıyla durumunu kurtarmaya çalışıyor.


CAN ATAKLI
22.02.10 / VATAN

Resim
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Sivil Vesayet-Örtüsüz Faşizm ve 'Balyoz' darbe yalanı

İletigönderen ozgurk » Pzt Şub 22, 2010 23:21

bir sidikli akpyi devirmek icin yapilacak darbede yunanistana savas acmak basli basina bir komedi saheseri ,diyelimki ciddi ,iyi de senin yunana savas acman demek avrupaya savas acman demek zaten arka bahcemiz toz duman icinde durduk yerde koca ordu intihara kalkisirmi boyle kepazelik rezillik olurmu bu millet bu senaryolari hala yiyorsa ve bu seklde gundem olusturulup generaller hapsi boyluyorsa ben bu gidisati hic iyi gormuyorum
Kullanıcı küçük betizi
ozgurk
Üye
Üye
 
İletiler: 16
Kayıt: Sal Kas 03, 2009 22:08

Re: Sivil Vesayet-Örtüsüz Faşizm ve 'Balyoz' darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Cum Şub 26, 2010 19:32

Gözlerini kan bürümüş!


Önceki gün bir dedikodu yayıldı: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde en üst rütbelisinden en alt rütbelisine kadar bütün komutanlar görevlerinden istifa edecek.”
Yani, ordu komutansız kalacak!
Bu tutmadı, “Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları istifa edecek” demeye başladılar.
Kimi odak veya odaklar tarafından yayılan bu dedikodunun amacı belli:
Askere, kendi belini kırdırmak!..
Sekiz yıldan beri askerin belini kırmaya çalışmıyorlar mı?
Ama beceremediler.
Askere itibar kaybettirdiler, ancak güç kaybettiremediler.
İntihara sürüklediler, olmadı.
Komplo kurdular, olmadı.
Darbecilikle suçladılar, olmadı.
“Kendi askerini öldürüyor” dediler, olmadı.
Gözaltına aldırdılar, tutuklattılar, olmadı.
Yıldırmak, bıktırmak, moral bozmak için ellerinden geleni yaptılar, olmadı.
“Orduyu lağvedelim” dediler, olmadı.
Baktılar ki ne yapsalar, ne deseler olmuyor; askerin ülke sınırlarını koruma ve terörle mücadele azmini kıramıyorlar, el altından, “istifa edecekler” dedikodusunu yaymaya başladılar.
*
Emeklİ ve muvazzaf askerlerin gözaltına alınması, “muhteşem bir dönüşüm” imiş!
“Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor”muş!
Sanki uluslararası uyuşturucu kaçakçıları ya da beyaz kadın ticareti yapan pezevenkler gözaltına alınmış!
17 yaşındaki Münevver Karabulut’un boğazını diri diri kesenin tutuklanmasına bile bu kadar sevinmemişlerdi.
Sadece gözaltına alınmış, darbeci oldukları yargı kararıyla kesinleşmemiş kişilere “darbeci” demeye ne hakkınız var.
Suçluluğu ispatlana kadar herkesin suçsuz olduğunu bilmez mi bu iblisler?
“Masumiyet karinesi”ni nerelerine yazalım?
Gözaltına alınan ve tutuklananlar aklandıkları taktirde, kendileri veya avukatları, bu iblislerin analarından emdikleri sütü burunlarından getirmezlerse, millet hakkını helal etmez.
*
“İntİkam alıyoruz” diyorlar.
İktidar karşıtlarına “kanı bozuk” diyorlar.
Yani, halkın yüzde 70’inin kanı bozuk!
Göğsünü gere gere “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyemeyenlerin kanı bozuk değil de, diyenlerin mi kanı bozuk?
Atatürkçü ve Cumhuriyetçilerden mi intikam alıyorlar?
Atatürk’e ve Cumhuriyet’e meğer ne büyük kinleri varmış. Emekli komutanların ve muvazzaf subayların gözaltına alınmasını ve bazılarının tutuklanmasını bile, “Birinci Cumhuriyet’ten ikinci cumhuriyete” ve “Kemalizm’den demokrasiye geçiş” diye alkışlıyorlar.
Yenilmek ve kaybetmek, insanları nasıl da saldırganlaştırabiliyor.
Çırpındıkça batıyor, battıkça saldırganlaşıyorlar.
Yargının kararını beklemeye bile sabırları yok.
Ne diyelim.
Allah taksiratlarını affetsin!

Sırrı Yüksel Cebeci / TERCÜMAN

Resim

Öç almak kolay mı?

Türkiye'nin önemli sorunları vardı, ne oldu?

Tümü çözüme kavuştu, tek sorunumuz kaldı.

Yargı ile kavga etmek…

Hukukçulara, muhalefete, halka kulaklarını tıkayan AK Parti, Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumak yerine, yargıyı da ele geçirerek avucunun içine almaya çalışıyor.

Bunu yaparken de cumhuriyetten öç almayı amaçlıyor.

İkisi de büyük geldi alamadı

Çünkü cumhuriyetten öç almak sandıkları kadar sıradan bir iş değildir ki, sıradan siyasetçiler becerebilsin.

Cumhuriyetin çok sayıda bekçileri vardır.

Görünür bekçi silahlı kuvvetlerdir.Görülmedik bekçiler ise saymakla bitmez.

Beş vakit namazındaki emekçiler ve köylüler. Cuma namazını kaçırmayan memurlar,

baş örtüleriyle tarlalarda erkeklerden daha çok çalışan kadınlar,

hatta 23 Nisanlarda şiir okurken ağlayan çocuklar bekçilerden bazılarıdır.

Görünmeyen bekçiler hiç umulmadık zamanlarda Tandoğan'da, Çağlayan'da, İzmir'de, Manisa'da, Bursa'da ellerinde ay yıldızlı bayraklarla meydanlardan taşarlar.

Eskiden bir de üniversite gençliği vardı.

Süleyman Demirel: “Nerede Ortadoğulular?” dediğinde adamı topa tuttular.

Bir de ben sorayım:

- Sahi, ODTÜ'lüler, İTÜ'lüler, Siyasalcılar, İstanbul Hukuk, Tıp'lılar neredeler?

Hepsi yerli yerinde, kampüs çayırlarında gök yüzünün maviliğini izliyorlar.

Ülke karanlığa gömülüyor, umurlarında değil.

Kenan Evren takımının boğup yok ettiği yurtseverlik duygularından, cumhuriyete bağlılık duyarlığından uzak, siyasetten kopuk yaşayıp gidiyorlar.

Yüz binlerce üniversite öğrencisi, okullarını bitirdiklerinde işsiz kalacaklarını bildikleri halde

buna bile tepki göstermiyorlar.

Fakat inanıyorum ki, cumhuriyet sevgisi damarlarındaki kanın içinde parlamaya hazır bir ateş gibi, yürekleri patlamaya hazır bir volkan gibi bekliyor

Kısacası AK Parti cumhuriyetten öç falan alamaz.

İlle de almaya çabalarsa, altında ezilir.

Dönelim yazımın başındaki, "Türkiye'nin önemli sorunları vardı, ne oldu" sorusuna.

Tümü tehlikeleri artarak sürüyor.

Kuzey Irak'ta Kürt devleti bağıra bağıra, göstere göstere kuruluyor.

Barzani, Türkiye'ye meydan okumaya devam ediyor.

Kıbrıs konusunda her geçen gün geri adım atıyoruz.

Ermeni lobileri tüm dünyada saldırıyorlar.Türkiye savunma bile yapamıyor.

Dış ve iç borçlar toplam milli geliri zorluyor.

Cumhuriyet tarihimizin en yoğun misyonerlik çalışmaları ülkemizi sarmış durumda.

Tarımdaki üreticiler artık ağlayacak göz yaşı bile bulamıyor.

Hayvancılık son günlerini yaşıyor.

Yıllardır Türk halkını sömürerek palazlanan işbirlikçi yerel sermaye, ülkemizi AB'ye pazarlama peşinde..

Sorunlar dağ gibi yığılırken çözüm üretmek zorundaki siyasetçiler, Türk toplumu ile alay ediyorlar.

Bize çelik çomak oynatıyorlar, onlar da bizimle oynuyorlar.

Türkiye'nin yaşamsal sorunlarını yapaylıklar arkasına gizliyorlar.

Bu arada da cumhuriyetten öç alma işini araya sıkıştırmaya çalışıyorlar.

Alamazlar. Hem çok büyük gelir, hem de ellerini yakar.

Orhan SELEN - Anayurt Gzt / 26.02.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Sal Mar 09, 2010 16:39

Resim


Ordu

Newsweek dergisi başlık atmış:
“Ordu yenildi”
Biz ordu içinde darbe soruşturması yapıldığını, çürüklerin ayıklandığını yapının sağlamlaştırıldığını düşünürken, meğer AKP ile ordu savaştaymış... Savaş AKP’nin galibiyetiyle bitmiş...
Dergi AKP’nin ana rakibinin ordu olduğunu söylüyor.
Yorumda hiç CHP ve muhalefetin adı geçmiyor.
İlginçtir, geçenlerde Milliyet’te yayımlanan Rand Corporation’ın raporunda da gelecek 10 yılda muhtemel iktidar alternatifleri değerlendirilirken aynı hava gözleniyordu. CHP iktidar alternatifleri arasında sayılmıyordu.
Demokratik alternatiflere ilgi azaldı nedense!
Dergi sonuçta: “Dünya Ak Parti’nin yanında yer almalı” diyor.
Saf saf soralım: AKP’ye bu ilgi ve destek neden?
Türkiye’nin çıkarlarını koruduğu için mi, ABD’nin çıkarlarına uygun görüldüğü için mi?


MELİH AŞIK
09.03.10

Resim

SAVAŞ BİTTİ ORDU YENİLDİ!

Newsweek dergisi, son sayısında Türkiye'deki gelişmeleri "Ordu Yenildi"
başlıklı analizinde değerlendirirken, "ABD'nin İslamcıları selamlaması"
gerektiğini savundu.


Bu satırları yazan beyinsiz kalem, güya ülkemizde bir savaş olmuş ta, bu
savaşın galibine nasıl mükâfat verilmesi gerektiğini vurguluyor ve devam
ediyor.


Ordunun Türk siyasetinde belirleyici bir güç olmaktan çıkmasının,
Türkiye'nin olgun demokrasiye dönüşmesi yolunda "hayati" bir adım
oluşturduğu görüşünü de öne sürüyor.



Buna karşın dergi, "Ancak paradoks şu ki daha demokratik bir Türkiye, daha
Avrupa yanlısı veya daha Amerika yanlısı bir Türkiye anlamına gelmiyor. Ve
iktidardaki Ak Parti'nin gücüne son büyük engel ortadan kalkmasından sonra
Türkiye'nin muhafazakâr Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, daha İslami bir
Türkiye vizyonunu uygulamada özgür olacak" yorumunu da yaptı.


Ordu AKP'nin gücüne engelmiş. Ordu yenildiği için adı geçen parti özgür
olacakmış Bu ifade bile her Türk Vatandaşını çileden çıkartmaya yetecek
iken, malum partilerden ses seda çıkmıyor.*



Newsweek dergisi, son sayısında Türkiye'de gelişmeleri "Ordu Yenildi"
başlıklı analizinde değerlendirirken "ABD'nin İslamcıları selamlaması"
gerektiği argümanını işledi. Dergi, "Kanlı bir darbe planladıkları
gerekçesiyle, karanlık bir grup generalinin gözaltına alınması adalet için
zafer olması lazım. Ordunun da politikaya müdahale etmesinin sonu da,
demokrasi için zafer olması lazım. Ve daha çok demokrasi, bir ülkeyi daha
liberal ve daha Avrupa yanlısı yapmalı. Ancak, Türkiye'de siyasi mantık her
zaman basit kalıplara uygun bir biçimde işlemiyor" diye yazdı.


Ülkemizdeki işbirlikçileri önce övüyor sonrada aba altından sopa
gösteriyor. Yani diyor ki, 'Biz elimizden geleni yaptık. Ordunuzu köşeye
sıkıştırdık, ama siz rehavete düşmeyin ve bizim kontrolümüzde olun. Bize
daha çok bağlı kalın ve her şeyinizi bize açın'



Bu alçak dergi, bu hafta yayınlanan sayısında maalesef yukarıdaki kelimeleri
sayfasına taşıyacak kadar çirkinleşti. Bizim aydınlar, yabancı ülkelerde
yayınlanan böyle aptalca makaleleri okuduğu zaman çoğu kez bunlara inanır.
Ama bilmezler ki;



Burada çalışan yazarlara biraz yeşil dolar verdiğiniz zaman, kendi ailesini
bile kaleme alır.*



Yukarıdaki yazıyı okuduğumda kendimi bir anda 1910' lu yılların
Türkiye'sinde buldum. Ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı günleri,
işbirlikçileri, İngilizlerden emir alarak Müslümanlık elden gidiyor diye
isyan edenleri ve cefakâr Türk halkının, onurlu savaşını aklıma getirdim.


Mustafa Kemal'in o eşsiz dehasını, Cumhuriyeti kurarken bu örümcek
kafalılarla nasıl savaştığını, bu ülkeyi neden Türk Gençliğine emanet
ettiğini düşündüm.*



Sanki ülke içinde iki ayrı gurup savaşmış, bunlardan birisi yenilmiş de,
Avrupalı dostlarımız 'Ordu yenildi, biz artık İslamcılar ile çalışalım'
türünden türkü söylüyorlar.



Ordu nedir?


Türk Milletinin var olma potansiyelidir.

Türkiye Cumhuriyetini kuran, içte ve dıştaki işbirlikçilerin kafasını kırıp,
ülkeyi işgal edenleri geldikleri yere gönderen, Türk Milletinin bağrından
çıkmış bir potansiyeldir.

Ama unutulmamalıdır ki;

Ülkedeki sıkıntıları görmezden gelerek, Demokrasi getireceğini varsayanların
maskeleri tek tek düşüyor. Bir tarafta insanlar; işsizlik, pahalılık ve
açlıkla boğuşurken, öte yanda kendileri zevk-i sefa içinde yüzüyorlar.


Erzincan'daki altın madenlerinin kimler ile paylaşılacağı kavgası, ihale
peşinde koşan badem bıyıklı din bezirgânlarının hamleleri, Allah'ın Kitabını
kafasına göre yorumlayıp bunlar ile para peşinde koşarak, yalancı dünya
cennetini ayaklarına taşıyan bu inançsız inançlılar,*



Seçim sandığında Türk Milletinin tekmesini yediği gün, bunların hesabını bir
bir vereceklerdir.


Orhan TUNÇ
internetajans
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Sal Mar 09, 2010 17:08

Resim


Engizisyon yargıcının el kitabı


YURTDIŞINDA yaşayan V. Aydemir ilginç bir okur-insan.

Büyük yazar, filozof ve düşünürlerden seçtiği, günün anlam ve önemine uygun gördüğü Fransızca, İngilizce, Almanca metinleri gazete yazıcılarına gönderir.

Radikal’in seçkin yazıcısı, “ulusal enişte” Joost Lagendijk’a bile gönderiyor ki onun Türkiye’yi iyi anlaması için iyi bir gözlüğe ve dürüst bir çevirmene gereksinimi var.


V. Aydemir, bu kez, “Engizisyon Yargıcının El Kitabı” adlı bir kitaptan söz ediyor. Alıntının giriş bölümündeki iki cümle çok çarpıcı:


“Bir şüpheli ya da sanık ne ile suçlandığını asla kesin olarak bilmemeli!”


“Sanığa iddianame gösterilmemeli!”


Ne dersiniz, tanıdık gelmiyor mu?

KABUL ET VE CEZAYA BOĞUN EĞ


Yukarıda andığım iki cümlenin yer aldığı kitap engizisyon yargıcı Nicolas Eymerich tarafından 1376 yılında Latince kaleme alınmış. Daha sonra hukukçu Francisco Pena’nın 1578 yılında geliştirdiği kitap engizisyon mahkemesinin temel başvuru kaynağı olmuş.


Bilindiği gibi, engizisyon mahkemesinin temel ilkesi sanığın din karşıtı suçunu kabul edip cezasına boyun eğmesiydi. Ülkemizdeki yargı sisteminin engizisyon mahkemesi mantığına yakın olduğunu kuşkusuz söylemek istemiyorum. Ayıptır!


Kuşkusuz herkes adalet ister, ama pek az insan adalete inanır ve adaletin kararlarına razı olur. Halk bireyi için sadece kendi lehine karar veren mahkeme adildir. Bu benmerkezciliği ve ikiyüzlülüğü hoş görmek zorundayız.


Ama bir ülkenin Adalet Bakanı “İktidar sahibi yargı bağımlı yargıdan daha kötü olabilir” (gazeteler, 26.02.2010) diyebiliyorsa, artık sığınılacak hiçbir yer kalmamış demektir.


“Tarafsız olmak yerine, sınırsız bir iktidar sahibi olarak, aktif, şekillendirici ve yönetime hukuk üstü müdahalelerde bulunan bağımsız yargı, bağımlı yargıdan daha kötü sonuçlar doğurabilir. Jüristokrasi ile ilgili en büyük handikaplardan biri de, halka hesap vermemesi, siyaseten sorumsuz olmasıdır.”


Adalet Bakanı, bu anlayışı ile hukuk felsefesine yeni boyutlar(!) kazandırıyor. Bu yeni felsefi boyutu tartışmak bana düşmez. Ben sadece şunları söyleyeceğim:

ELVEDA ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ

Anayasa, Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı erkleri arasındaki ilişkiyi erkler (kuvvetler) ayrılığı ilkesine göre düzenlemiştir. Bu üç erk kendi aralarında eşittir, aralarında üstünlük ilişkisi bulunmamaktadır. Ancak, gene Anayasa’nın hukuk devleti ilkesi gereği, Yargı, Danıştay ile hükümetin eylemlerini, Anayasa Mahkemesi ile de TBMM’nin çıkardığı yasaları denetler. Kuvvetler ayrılığı varsa bundan kaçış yok.

Hükümet, Beykoz Ağır Ceza Mahkemesi’nin “iktidar”ından şikâyet etmiyor. Şikâyet ettiği yüksek yargı organları: Anayasa Mahkemesi ile Danıştay!


Hükümetin Adalet Bakanı, Cumhuriyet’in temel niteliğini korudukları için, adlarını anmasa da, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’ni tarafsız olmamakla suçluyor.

Yanlış ve haksız! Çünkü Danıştay ve Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet bağlamında, tarafsız değil taraftır. Anayasa Mahkemesi, bir hükümetin laiklik karşıtı uygulamalarını cezalandırsa, ama bir başka hükümetinkini cezalandırmasa, elbette tarafsızlığını yitirmekle suçlanabilirdi. Ancak böyle bir şeyi denemek olanaksız!


Türkiye’de demokrasinin tek garantisi Yüksek Mahkemelerdir. Onlar da düşerse elveda özgürlük ve demokrasi!

ÖZDEMİR İNCE


Resim



Sayın Başbakan’a demokrasiyi nasıl anlatacağız?

Her zaman söylüyorum: “Ben demokratım, hukukun üstünlüğüne inanıyorum” demekle ne demokrat olunur ne de hukuka saygı duyduğunuz kesinleşir. Bu kavramlar “beyanla” savunulmaz, tutum ve davranışlarla gösterilir.

Başbakan neredeyse günün 24 saati sadece demokrasi ve hukuktan söz ediyor ama iş uygulamaya gelince demokrasi ve hukuku ara ki bulasın.

Erdoğan cumartesi günü öyle bir konuşma yaptı ki, bundan sonra ağzıyla kuş tutsa gerçekten demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanan hiç kimseyi kendisine inandıramaz.

Gerçi bu tür ilk konuşması değil ama, bu seferki çok net ve çok anlaşılırdı. Çünkü Başbakan yürütmenin çıkardığı bazı kanun ve uygulamaların yargı tarafından durdurulmasını “yargının yürütmeyi kuşatması” olarak niteledi.

Bu yargıyı “kendine bağlı devlet memurları” statüsünde görmektir ve Başbakan’ın “tek parti-tek lider” anlayışının kaba bir yansımasıdır.

Böyle bir yansıma varken, Başbakan ve yandaşlarına demokrasi ve hukuku anlatmak çok zorlaşır. Zorlaştığı gibi bu tür çıkışlar, kavramlar konusunda çok cahil olan geniş kitlelerin düz mantığına hitap ettiğinden hayli kalabalık bir taraftar kitlesi de bulur etrafında.

Demokrasinin temelini oluşturan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini yok sayıp aklı ve zekâsı en düşük kesime düz mantıkla durumu “411 oyla kabul edilen bir yasanın yok sayılması yürütmenin kuşatılmasıdır” olarak anlatmak gerçekten seçim bile kazandırabilir. Ama demokrasi de katledilir.

Başbakan demokrasiyi sayısal çoğunluğa güvenerek ülkeyi canının istediği gibi yönetmek olarak varsayıyor göründüğü kadarıyla. Hiç yoktan darbe söylentileri çıkarıp aydınları, gazetecileri, bilim adamlarını, askerleri hapse atmayı ise demokrasinin yerine oturtulması ve özgürlüklerin sağlanması olarak kabul ediyor.

Devlet yönetiminin ciddiyetini bir kenara bırakıp, demokrasinin kurum ve kurallarını sadece işine geldiği gibi kullanan ve bu kavramları, bunları hiç anlamayan kitlelerin duygularını okşayarak çarpıtan bir zihniyetle başa çıkmak, doğruyu göstermek çok zordur.

CAN ATAKLI
09.03.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Cum Mar 12, 2010 17:04

Resim


Önce Bağımsızlık...



Ülkemizde son yılarda yaşanan operasyonları anlayabilmek için olayları biraz tahlil etmek gerekmektedir.

Yoksa bu olayları birbirinden bağımsız olarak ele almak, sorunu çözmediği gibi konunun anlaşılmasını da olanaksız hale getirmektedir.

Esas olarak 1991 ama özellikle 5 Kasım 2007 tarihindeki büyük buluşmayla hız kazanan operasyonları anlamak için, öncelikle AB ve ABD ’nin tutumlarına bakmak gerekmektedir.

AB ve ABD’nin bu konudaki baskısını fark etmeyen, dikkate almayan

Ya da

ABD’yi hala müttefik kabul eden…

AB adlı Avrupa birleşik devletlerine katılma konusunda can atan hiç bir örgütün ve kurumun olayları tanımlaması olanaksızdır

Zaten AB ve ABD ile yakınlık kurmak isteyen örgüt ve kuruluşların da bu konuda böyle bir kaygıları yoktur.

Siz hiç bu güne kadar herhangi bir muhalefet partisinden: Bu olayların arkasında AB ya da ABD var gibi sözler duydunuz mu?

Aslında duymanızda çok mümkün görünmüyor.

Çünkü bu örgütlerin hepsinin kulaklarında birer kulaklık bulunuyor ve bu kulaklık sadece ABD ve AB’den gelen seslere acık.

Böyle olunca da toplumun bir kısmı bos yere bu örgütlerden sorunu çözmesi ümidini beklemektedir.

1991 yılından ama özellikle 2003 yılından sonraki dönemde ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi hız kazanmıştır.

Çünkü ABD Türkiye’den neredeyse Çin’e kadar olan ve dünyanın doğalgaz ve petrol depolarını kontrol altına almak istemektedir.

Ve Türkiye’yi bu konuda uzun süre yanında tutamayacağını o da bilmektedir.

Bunun için bölgede ikinci bir İsrail devleti görevini görecek ve ABD ’nin üslerini barındıracak bir Kürt devletine ihtiyacı bulunmaktadır.

Bu devletin Irak ayağı hemen hemen tamamlanmak üzeredir.

İnanın bu ayak tamamlandığında sırayı, adı ister kuzey Irak’taki devleti himaye…

Ya da her ne olursa olsun, Türkiye ayağının oluşturulması alacaktır.

Zaten adına “Demokratik Açılım denilen etnik ve dinsel boğazlaşma projesi bu günden bunun izlerini taşımaktadır.

Bunun sonrası da gayet acık.

Önce İran parçalanacak, sonra da Suriye.

Sonuçta da büyük büyük Kürdistan.

İşte ABD ‘nin, AB desteğiyle oluşturmaya çalıştığı BOP budur.

Ve bizim ülkemizin başbakanı bu sürecin eş başkanıdır.

ABD 1991 yılından bu yana bu süreci gerçekleştirmek istemektedir.

İstifa eden Genelkurmay Başkanımız…

Öldürülen Jandarma Genel Komutanımız…

Bunun için hedef seçilmişlerdir…

Bu gün yaşanan tüm darbe operasyonları bunu gerçekleştirmek için yapılmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de yayın yapan, The Guardian yaklaşık 3 yıldır süren operasyonların amacını çok güzel açıklamıştır: “İktidar ordunun siyaset üzerindeki gücünü zayıflatıyor.”

Ya ABD’de yayınlanan Newsweek’e ne demeli :“Düzinelerce subayın gözaltına alınmasının, asırlardan sonra ilk defa ordunun sessizce Türk siyasetinde belirleyici güç olmaktan çıkması anlamına geldiğini” belirten dergi…

“Bunun Türkiye’nin olgun bir demokrasiye dönüşme yolunda hayati bir adım oluşturduğunu” dile getirdi.

Peki,

AB ilerleme Raporlarında ve ulusal programlarda ne yazıyorlardı…

“Ordu siyaset yapmasın”

“Sivil otoritenin emrine girsin.”

“Güvenlik politikalarını sivil irade belirlesin.”

Sizce de her şey ortada değil mi?

NUSRET KEBAPÇI 12.03.10

Rampaların ustasıyım kozmiklerin hastasıyım


Ankara’da yol kestiler, Türk “Silahlı” Kuvvetleri’ne ait “silah” yakaladılar iyi mi... Manşetlerinden soruyorlar, bu “silah”ların Türk “Silahlı” Kuvvetleri’nde ne işi var!

*

155’e esrarengiz telefon geliyor mesela...

- Etimesgut tank dolu.

- Kimsiniz?

- Bir dost.

*

Ve, diyorlar ki:

“Kamyonla bomba mı taşınır?”

*

Ya neyle taşınır?

*

Bu sefer diyorlar ki:

“Sivil kamyonla mı taşınır?”

*

Birincisi, yeni değil, teee 1990’dan beri, yani 20 senedir sivil kamyonla taşınıyor. (Genelkurmay’ın bu konuda sana bilgi vermemesi ayıp gerçekten...) İkincisi, sivil kamyon kullanmasınlar ama, Erzincan’da askeri kamyonları test etmek için şurdan şuraya götürdüler diye, kamyonların komutanını “darbecilik”ten ifadeye çağırmadılar mı?

*

Bu sefer de diyorlar ki:

“Peki, niye trenle taşınmadı?”

*

Kardeşim, burası Almanya değil ki, her tarafın demiryolu olsun... İlla trenle getireceksen, mecburen Aydın’a kadar gene kamyonla taşımak zorundasın... Çünkü, Muğla’dan Ankara’ya tren yok. Aslına bakarsan, Muğla’da tren yok... Seni üzmek istemem ama, ray bile yok!

*

(Muğla’da hakikaten tren garı yok mu, dersen... Var. Dalaman Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün bahçesinde var! Çünkü, Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa ava çok meraklıymış... Dalaman o zamanlar ideal av yeri... Tapusu da Mısır Hidivi’nin... 1903 senesinde, iki tane bina ısmarlamış, “Dalaman’a av köşkü yapın, İskenderiye’ye de gar binası yapın” demiş. Yapmışlar... Ama küçük bi hatayla... Planları karıştırıp, garı Dalaman’a, av köşkünü İskenderiye’ye dikmişler... Şimdi gidin bakın İskenderiye’ye, tren yolunda av köşkü duruyor, Dalaman’da ineklerin arasında tren garı!)

*

Gülüyorsunuz ama, Türk “Silahlı” Kuvvetleri’nde “silah”ın ne işi var diye soran arkadaşlar, işte bunların torunları.

*

Ya da ne bileyim...
Patlatın bi ihbar mektubu:
“Mürted’e dikkat...
Uçakları da var bunların.”

YILMAZ ÖZDİL 12.03.10

Resim


Askeri ‘olağan şüpheli’ yaptık!


Böyle bir psikoloji var.. Askerin attığı her adıma şüpheyle bakılıyor.. Rutin icraatlarına bile, rutin tatbikatlarına bile ‘acaba’ deniliyor..
Acaba!..
Acabaya iki tipik örnek.. Biri Ankara’da yaşandı, diğeri Erzurum’da yaşanmış..
Yaşanmış diyorum, belgesi Erzincan Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerinden çıktı..
Ankara’dan başlayalım..
*
Bir ihbar, sivil kamyona baskın; içinden 900 adet el bombası ve mühimmat çıkıyor..
Kamyonda bir astsubay ve bir onbaşı var..
Polis nedir bunlar diye soruyor..
El bombalarını Ankara’daki Özel Kuvvetler Komutanlığı’na götürüyorlarmış..
Ellerinde resmi evrak var.. Başka zaman olsa baskını yapan polis evraklara bakar, hiçbir işlem yapmaz..
Ama dedim ya, başka bir psikoloji yaygın..
Gözaltı işlemi yapılıyor, kamyon emniyete götürülüyor.. Askeri yetkililer geliyor durumu anlatıyor, savcı ikna oluyor, el bombası yüklü kamyona izin çıkıyor.. Gözaltı kalkıyor..
Gelelim Erzincan’a..
Olay çok mühim değil ama psikolojiyi anlatmak açısından önemli..
Özel yetkili savcı şubat ayında 9. Kolordu Komutanlığı’na bir yazı gönderiyor ve, ‘Aralık ayında Erzurum Orman İşletme Müdürlüğünün bulunduğu noktadan şehir dışına doğru çok sayıda askeri aracın intikale hazır bir vaziyette durduğu tespit edilmiştir’ diyerek sebebini soruyor..
Askerler de cevap veriyor..
Bakım yapılan araçlardır.. İki konvoyun birleştirilmesi için bir süre orada bekletilmiştir.. Konvoylar birleştirilince polis eskortu eşliğinde intikal tamamlanmıştır..
Başka zaman olsa..
O psikoloji etkili olmasa, savcı bu soruyu sorar mıydı?
*
Bu havanın dağılması lazım.. Bütün orduya ‘olağan şüpheli’ gözüyle bakamayız..
Bakmamalıyız..
Bu psikolojinin yayılmasında askerlerin de büyük hataları oldu.. Toprak altından çıkan onlarca silah, bomba ve mühimmatın etkisi oldu
Ama Ankara’daki olayda da gördük ki ‘isimsiz ihbarcılar’ da boş durmuyor.. Bu psikolojinin yayılması için her yolu deniyor!


MEHMET TEZKAN 12.03.10




900 el bombasını ‘ele geçirenlere’ ihbar mektubu!

İlgililerin dikkatine...

Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde:

Bünyesinde...

4 bin 206 adet Leopard 2 A5, Leopard 1 A3 T1, Leopard 1 A3 T2, M-60 A1, M-60 A3 TTS, M-48 A2-C, M-48 T5, M-48 A5 T1, M-48 A5 T2 modellerinde ana muharebe tankı...

2 bin 813 adet M 113 paletli personel taşıyıcı...

156 adet TOW Tanksavar Füze...

2 bin 665 adet “Akrep” modeli hafif tank...

4 bin 859 adet diğer zırhlı araç...

193 adet çok namlulu roket atar...

712 adet T-155 Fırtına, M 44T, M 52A1, M 55, M 107, M 108T ve M 110A2 model motorlu top...

2 bin 490 adet 105R, M 38, M 59, M 52 A1, M 101 A1, M 108, M 110 A2, M 114 A1/A2, M 116, M 115 ve Panther modeli çekme top...

3625 adet M-1 ve M-29, M-30, HY-12DI, M-19, UT-1 tanksavar topu...

5 bin 107 adet havan...

943 adet BGM-71 TOW, Cobra, Milan modeli güdümlü tanksavar füzesi...

2 bin 382 adet M-1A1, M-42A1, L-70, L-70T, GDF, GAI-DO1, Rh-202 Mk, M 55 madellerinde uçaksavar topu...

897 adet de omuzdan atılabilen güdümlü uçaksavar füzesi bulunduran...

1 adet Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın...

***


Bünyesinde...

40 adet savaş helikopteri...

422 adet nakliye helikopteri...

58 adet arama kurtarma helikopteri...

121 adet sabit kanatlı hava aracı...

366 adet F-16, F-4 Terminator, F-4 Phantom savaş uçağı...

189 adet eğitim uçağı...

89 adet nakliye ve tanker uçağı...

2 bin 506 adet havadan havaya güdümlü füze...

3 bin 003 adet havadan karaya güdümlü füze...

193 adet batarya bulunduran...

1 adet Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın...

***


Bünyesinde...

Çok sayıda fırkateyn, çıkarma gemisi, hücumbot, denizaltı, korvet, helikopter, gemisavar füzesi, tank, mayın arama tarama gemisi, uçak ve çok sayıda mühimmat bulunduran...

1 adet Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın faaliyetlerini sürdürdüğü...

***


Bu komutanlıkların bağlı olduğu bir adet Silahlı Kuvvetler Komutanlığı’nın 72 saat içinde 3 milyon askeri silah altına alma yeteneğine sahip olduğu...

Bu komutanlığa bağlı askerlerin ellerindeki silah ve mühimmatla tam üç ay süre hiçbir destek almadan 24 saat boyunca savaşabilecek kapasitede bulunduğu...

Haber alınmıştır...

***


Muğla’dan Ankara’daki birliğe götürülen 900 adet el bombasını taşıyan kamyona baskın düzenleyenlere...

Bu baskını anında tüm medya kuruluşlarına haber verenlere...

Ve elbette...

Bu “çok önemli” operasyonu akıl almaz yorumlarla ekranlarına taşıyıp, “Ergenekon”a mal etmeye çalışan TRT yönetici ve yorumcularına ihbarda bulunuyorum!

Hani belki malzemesiz kalırsınız...

Buyurun; size malzeme!


***

GÜNÜN SORUSU

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin olağan bir mühimmat naklini bile polise ihbar edip komik duruma düşenler, Türkiye’yi nereye götürmek istiyor?

MUSTAFA MUTLU 12.03.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzt Mar 15, 2010 2:26

Resim

“Adalet mülkün temelidir.”

Her zaman, her yerde karşılaşırız bu özlü sözle. Ama daha çok mahkeme salonlarının duvarlarında rastlarız ona…
“Adalet mülkün temelidir” özdeyişini ilk kez Hz. Ömer’in kullandığı söylenir. Atatürk’ün sözüdür diyenler de var.

Burada “mülk” devlet anlamına gelmektedir. Mülk sözcüğünü “yönetim” olarak da alabiliriz. Yani “Adalet, devletin temelidir ya da “Adalet, yönetimin temelidir” diyebiliriz. Ama bu sözde “mülk” kesinlikle mal, zenginlik anlamını taşımamaktadır.

Nasıl çevrilirse çevrilsin, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, bu özdeyişte asıl vurgulanmak istenilen gerçek, devletin ve yargının vatandaşlarına adaletli davranması; hak hukuk sınırları içerisinde kalarak ona destek vermesi, arka çıkmasıdır. Devletin ve iktidarların kalıcılığı, yüceliği buna bağlıdır. Kimsesizlerin kimsesi olmak aynı zamanda onun anayasal bir görevidir de.
Peki, Türkiye’nin bugünkü ortamında adalet mülkün temeli olabilir mi? Bu mümkün müdür? Ya da şöyle soralım: Günümüzde adalet mi mülkün temeli, mülk mü adaletin temelidir? Bu soruları sormak en doğal hakkımızdır bizim. Çünkü nereye baksak, hangi yana dönsek “adalet”i değil, “adale”yi (kas) görüyoruz. Bileği güçlü olan, varlıklı olan, suyun başını tutanlar hakkını fazlasıyla alıyor. Kendi hukukunu işleterek canını, malını, mülkünü koruyor. Korumak bir yana, durmadan artırıyor, çoğaltıyor… Ülkemizde daha 18’inde, 20’sinde han hamam, gemicik, fabrika sahibi olan, gurur (!) duyacağımız süper (!) gençler yetişiyor.
Ama altta kalanın canı çıkıyor.

İnsanlarımız depremlerde, derme çatma evlerde yaşamlarını yitiriyorlar..
Yurttaşların canını, malını, ırzını, çoluğunu çocuğunu anayasa gereği koruması gereken Başbakan, deprem öncesi ve sonrası önlemler alacağı yerde bol bol laf üretiyor. Bu ölümlerin kerpiç evlerden kaynaklandığını söylüyor. Can ve mal kayıplarının nedenini kerpiç evlere bağlıyor. Yoksulluk, ilkellik, geri kalmışlık onun sorunu değil. 21. Yüzyılda insanlarımızı kerpiç evlerde oturmaya zorunlu kılanların, onları bu perişan yaşama mahkûm edenlerin hiç suçu, günahı yok… Suç dosyasında onların adı hiç geçmiyor. Suçlu kerpiç evler… Suçlu kerpiç!
Keşke insanlarımız kerpiç evlerde oturmasalardı… Sokaklarda, ağaç kovuklarında, mağaralarda yaşasalardı!.. Hani bir devlet adamının dediği gibi “Keşke okullar olmasaydı, milli eğitim ne güzel idare edilirdi…” İnsanlarımız kerpiç evlerde oturmasaydı ne kaza olurdu ne ölüm!..

Ne var ki deprem bölgesinde de mülkünü sağlam temeller üzerine kuranların burnu bile kanamamış. Yani deprem bölgesinde de mülk, adaletin temeli olmuş yine. Öyle anlaşılıyor ki adaletten yararlanabilmek için de “mülk” sahibi olmak gerekiyor. Uzağa gitmeye gerek yok. Hapishaneleri dolduran milyonlarca yoksul vatandaşımıza bakmamız yeter. Türkiye’nin gerçeğini onlar tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyorlar zaten.

Batı’nın en büyük mağazalarından giyinen, en lüks konaklama yerlerinde saltanat süren, dilediği gibi yaşayan bir mutlu azınlığın adaleti uygulanmaktadır bugün Türkiye’de. Tekel işçileri, Tariş işçileri sokakta yatıyormuş, açmış, susuzmuş, çoluğu çoçuğu perişanmış, yılda bir kez kurban bayramında et yiyormuş. Emekliler üç kuruşluk maaş kuyruklarında can veriyormuş. Ne gam!.. No problem!.. (Problem yok…)

Anlayacağınız, adında “adalet” bulunan bir siyasi parti, Cumhuriyet döneminin en büyük adaletsizliğini yapıyor.
Yoksulluğun, sefaletin yanında düşünce özgürlüğü, insan hakları da ayaklar altında bugün. Zeki Alasya, Metin Akpınar’ın deyişi ile sanatçılar, yazarlar, çizerler “suç işleriz” diye yazmaya, konuşmaya çekiniyorlar. “12 Mart’ları, 12 Eylül’leri gördük, AKP döneminde olduğu kadar kendimizi baskı altında hissetmedik…” diyorlar.

Türkiye, “Korku Cumhuriyeti”ne dönüşmüştür. AKP iktidarı, kendisine karşı çıkan herkesi, her kuruluşu, basın organlarını, orduyu, yargıyı susturmaya, sindirmeye uğraşmaktadır. Doğan grubuna kesilen 3,5 milyar dolarlık rekor ceza, Mehmet Emin Karamehmet’in 12 yıl hapis cezası henüz belleklerden silinmedi.
Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım ile Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya'nın Başbakan'ın konuşma kayıtlarını yayınlamalarının ardından Aydınlık ve Ulusal Kanal'da yapılan aramalardan 20 gün sonra tutuklanmaları ve aylardan beri dört duvar arasında bekletilerek özgürlüklerinin kısıtlanması da ulusal basına bir gözdağı verme, bir öç alma operasyonudur. Çünkü bu türden dinleme haberlerine ve bant yayınlarına Taraf, Yeni Şafak, Star, Zaman, Vakit, Sabah, ATV, vs. gibi yayın kuruluşları her zaman yer vermektedir. Ama Genel Kurmay’ı, CHP Genel Sekreterini dinleyenler hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır henüz. Peki, dünyanın en kapsamlı, en planlı programlı soygun harekâtı sayılan “Deniz Feneri Davası” ne oldu? Yargılama sürüyor mu, sürmüyor mu? Ne zaman sonlanacak, bilen yok…

Ama Mustafa Balbay’lar, Tuncay Özkan’lar, Doğu Perinçek’ler, Mustafa Özbek’ler, Mehmet Haberal’lar, İlhan Cihaner’ler ve daha yüzlerce yurtsever tahliye olacağı günü bekliyor.

Şimdi bu açık haksızlıklar ve uygulamalar karşısında günümüzde “Adalet mülkün temelidir” diyebilir miyiz?
Koskoca 3. Ordu Komutanı, "Erzincan ve civarındaki Alevi köyleri ile özel olarak ilgilenmekte, bu köylerin ihtiyaçlarının giderilmesi için ordunun imkânlarını kullanmaktadır. Yaptığı yardımlar nedeniyle Alevi köyleri ve dedeler tarafından sevilmekte, dedeler tarafından kendisine taktir beratları verilmektedir." Gerekçesiyle yargılanmaktadır. Bir kuvvet komutanı bu kadar kolay mı yetişiyor?
Bu güç, bu gizli el kimin elidir?
Gülen’in okullarından, vakıflarından, eğitim kurularından yetişen dünün çocuk öğrencileri bugünün savcısı, yargıcı, kaymakamı, valisi, avukatı olarak karşımıza çıkmakta ve gözünü budaktan esirgemeden kendilerine verilen görevleri bir kurşun asker gibi yerine getirmektedirler.

Fethullah’çı savcılar tarafından yargıçlar, savcılar, komutanlar, Kemalistler, tüm ulusalcılar gözaltına alınmaktadır. Haksızlıkları, kanunsuzlukları, usulsüzlükleri yargının denetleme görevini ortadan kaldırmak için çaba gösterilmektedir. Şimdi bu koşullar altında “Adalet mülkün temelidir” diyebilir miyiz? "Devlet, herkese eşit, hukuk sınırları içerisinde davranıyor, insan haklarını gözetiyor” diyebilir miyiz?
Nasıl yeriyordu “adaletsiz insanları”

Özdemir Asaf:

İnsansız adalet olmaz
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu?
Ama olmaz olsun…

ALİ ERALP Toplumsal Haber




Resim

Örtüsüz faşizmin medya ayağında gelinen son nokta değil...

TRT de yandaşlık gömleğini giydi


AKP iktidarı devletteki kadrolaşmayı sürekli yadsır.

Başbakan ve bakanlar “Yok böyle bir şey” derler.

Ama kadrolaşma son hızla sürdürülür.
Geçenlerde TRT ile ilgili bazı bilgiler geldi.
İktidarın sesi haline gelen TRT’deki kadrolaşma korkunç boyutlara ulaşmış.
Hemen iki taze örnek verelim:
Bir, TRT daha polis gitmeden Sabih Kanadoğlu ile Çetin Doğan’ın evinde arama yapıldığını yayınladı.
İki, TRT askeri mühimmat taşıyan kamyonun daha brandası açılmadan “Kamyonda seri numaraları silinmiş 900 el bombası bulundu” diye verdi. Haber yanlış çıkınca TRT yönetimi bin dereden su getirdi.
İşte bu TRT’de iktidar yandaşlarının hemen hepsi birer köşe kapmışlar.
Kimi müdür olmuş, kimi programcı, kime de programlarda sürekli katılımcı... Tabii tahmin edeceğiniz gibi bu yandaş yeteneklere büyük paralar ödendiği iddiaları var.
Doğrusu bu arkadaşların tümü aldıkları paraları fazlasıyla hak ediyorlar.
Çünkü onlar iktidara bol bol övgü düzüyorlar.
Al gülüm, ver gülüm hesabı.
Helal olsun, bal tutan parmağını yalar.
Yarın, öbür gün AKP iktidardan giderse bu arkadaşlar da ona göre pozisyon alıverirler.
Onlar bu konularda çok ustadırlar.
* * *
Anımsayacaksınız bu büyük kadrolaşmayı gerçekleştiren TRT’nin yeni genel Müdürü İbrahim Şahin’in atamasını 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bir türlü onaylamamıştı.
Gül Ağustos’ta seçildi, Kasım’da da bekleyen kararnameye mührü basıverdi.
İbrahim Bey de TRT’yi bugünkü çizgisine oturttu.
Yeni genel müdür göreve başlar başlamaz kolları sıvadı.
1 Şubat 2010 tarihi itibariyle kuruma 914 kişi aldı.
Son sınavla alınan asil ve yedek toplam 346 kişi de eklenince bu sayı 1260’a yükseldi.
İbrahim Bey tarafından kurumun en kritik yerlerine atananlar içinde genel müdürün akrabaları, köylüleri de var.
Fena mı, kurum bir aile haline getirildi.
TRT’nin çizgisinin nerelere geldiğini anlamak için haber merkezindeki oluşuma bakmak yeterli.
İbrahim Bey haber merkezinde çalışacaklar için çok titiz davranmış.
Babıâli’nin en değerli gazetecilerini, yazarlarını toplamış!
Onlara önemli görevler vermiş, programlar ayarlamış.
Bu arkadaşlarımız sayesinde de TRT bugünkü olağanüstü izlenme payını yakalamış.
* * *
Genel Müdür’ün bizzat eleğinden geçerek haber merkezine alınan gazetecilerin hangi kuruluşlardan transfer edildiklerine bakalım.
7 gazeteci Samanyolu Televizyonu’ndan.
8 gazeteci Cihan Haber Ajansı’ndan.
6 gazeteci Kanal 7’den.
3 gazeteci Zaman Gazetesi’nden.
3 gazeteci Aksiyon Dergisi’nden.
3 gazeteci Kanal A’dan.
3 gazeteci Kanal 24’den.
1 Gazeteci Yurt Haberleri’nden.
1 gazeteci Türkiye Gazetesi’nden.
Bu saydığım basın kuruluşlarının yandaş medyadan olduğunu yazmaya gerek yok.
Her şey açık seçik ortada.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in İbrahim Şahin’in kararnamesini üç kez geri çevirmesinin nedeni apaçık ortada.


TUFAN TÜRENÇ / 15.03.10 HÜRRİYET
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Cum Mar 19, 2010 17:00

TRT haberleri Samanyolu'nda hazırlanıyor

TRT'nin, Fethullah Radyo Televizyon (FRT) haline getirildiği yolundaki iddiam boşuna değil. Fethullah Gülen'e bağlı televizyon kanalları haberi nasıl veriyorsa; TRT de aynen öyle veriyor. TRT 2 ile Samanyolu haber kanalı arasında fark bulunmuyor.
Bu haberlerde iki amaç var: Birincisi; askeri darbeci gösterip kötülemek; ikincisi de yargıyı eleştirmek.
TRT kanallarındaki tartışma programları ile Samanyolu TV'deki ve bu zihniyetteki öbür kanallardaki tartışma programları da birbirinin aynı...
Aynı yüzler; aynı iddiaları inatla tekrarlıyorlar. TRT'de ve Fethullahçı kanallarda farklı düşüncelere asla imkan tanınmıyor.
Atatürk'e, cumhuriyete, laikliğe, çağdaş yaşam tarzına karşı olan unsurlar; buralarda inceden inceye rejim düşmanlığı yapıyorlar. Fethullahçı olarak yetiştirilen kadrolar bugün TRT'nin bütün alanlarını ele geçirmiş durumdalar. Bu iddiamızın gerçek olduğunu; TRT'ye AKP döneminde alınanların muktesabatı ispatlıyor. İnternetten gelen bir mektuba göre; TRT Haber'in kadrosu ve bunların eskiden nerede çalıştıklarının listesi şöyle:
Ahmet Böken: Samanyolu (STV) Haber Genel Yayın Yönetmeni
Ahmet Torun: STV Haber Müdürü
Cumali Çaygeç: STV Haber Editörü
Cavit Atasever: STV Haber Editörü
Mehmet Çığın: STV Haber Programları Editörü
Meryem Özkurt: STV
Rahmi Şener: STV
Sedat Dalda: STV
Hasan Basri Erden: Cihan Haber Ajansı (Fethullahçıdır)
Burhan Torunlar: Cihan Haber Ajansı
Fettah Erdurur: Cihan Haber Ajansı
Halil İbrahim Özemiş: Cihan Haber Ajansı
Servet Dağ: Cihan Haber Ajansı
İlyas Dal: Zaman Gazetesi (Fethullahçıdır)
Erkan Söğütçü: Zaman
Murat Kaban: Zaman
Abdülkadir Beşikçi: Aksiyon Dergisi (Fethullahçıdır)
Ercan Baysal: Kanal 7 (Deniz Fenercidir/Aynı zihniyetten)
Murat Nuhoğlu: Kanal 7
Erdoğan Baycan: Kanal 7
Yasemin Demirhan Erden: Kanal A (Aynı zihniyetten)
Faruk Ayaz: Kanal 24 (Fethullahçıdır)
Anda Ayva: Kanal A (Aynı çizgiden)
Yalçın Salay: Aksiyon Dergisi
Ertan Ömeroğlu: Kanal 7
Uğur Alıcı: Kanal 7-İHA
Görüldüğü gibi, TRT haber kadrosu tamamen yandaş Fethullahçı'lardan oluşturulmuştur. Bunlara da piyasaya göre oldukça yüksek para verilmektedir.
Yani; bu zihniyet; TRT'yi ele geçirmiş, hükmünü yürütmektedir. Buna TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'in engel olması diye bir durum da söz konusu değildir. Çünkü Bay Şahin, TRT'de sadece bu yapılanmanın yürütülmesi ile görevli bir eleman durumundadır.
İşte TRT'yi bu hale getirenler; şimdi Anayasa'yı değiştirmek için harekete geçmiş bulunuyorlar.
Siz, anayasa değişikliğinin demokrasi için yapılacağına nasıl olur da inanabilirsiniz?

RIZA ZELYUT


Karşı devrim süreci...

İçinde bulunduğumuz süreci hala anlamayanlar bulunmaktadır ama aslında yaşananlar tam anlamıyla bir karşı devrimdir.

Bu gün yaşananlar Atatürk Devrimlerinden çok keskin bir dönüşün belirtileridir.

Daha önce bu geri gidiş adım adım yapılıyordu. Ancak bu gün gelinen nokta, bu geri gidişin artık yavas yavaş değil…

Tam anlamıyla cumhuriyet çizgisinden çok sert bir geri dönüşü ifade etmektedir.

Dün büyük Çanakkale Zaferi’nin yıldönümüydü…

Ülkenin her tarafında Bu Zafer’in yıl dönümü törenlerle kutlandı.

Peki sonra…

Ya da aslında Çanakkale’den sonra ne oldu.

Bence işin o tarafı çok önemli…

Biz Çanakkale’de kendimizden kat be kat güçlü düşmana karşı gerçekten mucize sayılabilecek bir zafere imza attık.

Ama birinci dünya savasının sonunda müttefikimiz Almanya yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık.

Sonra Mondros Ateşkes Anlaşmasıyla ülkenin ordusu tasfiye ediliyor.

Ardından işbirlikçi Osmanlı yönetiminin imzaladığı Sevr anlaşması…

Ve tüm bunların ardından…

Büyük Önder Mustafa Kemal’in başlattığı ve ülkemizi kurtuluşa götüren Bağımsızlık Savası.

Ve yaklaşık 3,5 yıl sonra da düşmandan kurtuluş.

Genç Cumhuriyet bu zaferi kimlere karşı, nasıl ve hangi koşullarda kazandığının bilincindeydi.

Hemen İzmir İktisat Kongresi toplandı ve ülkenin başka ülkelere muhtaç olmayıp kendi gücüne güvenerek sanayileşmesinin adımları atıldı.

İşte bu gün babalar gibi satılan kuruluşların önemli bir kısmı ne yazık ki o yıllara ait.

Ekonomik olarak bağımsız olamayanların siyaseten de bağımsız olamayacağından hareketle tüm ülkede fabrikalar kuruldu.

Tarımı geliştirmek için gerekli çalışmalar yapıldı.

Kılık kıyafet devrimiyle etnik ve dinsel kimlik farklılıklar göz ardı edilerek tek bir ulus olmaya doğru adımlar atıldı

Harf Devrimiyle de ülkede, ulusal dilin hakim olması sağlandı.

Ülkenin her tarafında Türkçenin konuşulması, okunup, yazılması için bir seferberlik ilan edildi,

Daha önce parçalanmışlığı ifade eden…

Ve etnik kimliğin yani bölünmüşlüğü ifadesi olan tüm yer adları Türkçeleştirildi

Bankalar kuruldu.

Daha önce kurulan bankalara ülke kalkınmasıyla ilgili görevler verildi.

Ziraat bankası 1924’de yapılan bir düzenlemeyle çiftçiye hizmet verecek hale getirildi.

Küçük sanayi ve işletmelere destek için halk bankası kuruldu.

Ülkede ulaşımın dışa bağımlı olmaması için demiryollarına ağırlık verildi.

Ve on yılda hiç demiryolu olmayan yerlere yaklaşık olarak 2 Bin kilometreden fazla demiryolu döşendi.

Reji kaldırıldı ve tamamen milli olan tekel kuruldu.

Bırakın dışarıdan borç alarak kalkınmak gibi safsataları…

Kendinden önceki Osmanlının bile tüm borcunu son kurusuna kadar ödedi.

Hani karsı devrim falan diyoruz ya bazıları anlamakta zorlanabilir

İşte bu gün

Tüm bu saydıklarımın tersi yapılmaktadır.

Siz söyleyin…

Cumhuriyet devriminin yaptıklarının tersinin yapılmasına ne ad verilir?

Karşı devrim değil mi?

Nusret KEBAPÇI 19 Mart 2010 Cuma
ANAYURT
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Cmt Mar 20, 2010 0:18

Açılım kanallarından haberler

Sayın seyirciler Haber 24’ten haberleri dinliyorsunuz:
Bugün Ankara’dan çok önemli bir operasyon yürütüldü; bir askeri kamyonetin içi patatesle doldurulmuş vaziyette hızla meclise doğru ilerlerken polis tarafından durduruldu, sivil giyimli askeri yetkililer patateslerin ABD elçiliğine, musakka yemeği yapmak üzere götürüldüğünü görünce elçilik yetkililerinden özür dileyerek geçişine izin verildi...
Sayın izleyiciler! İkinci haberimizi veriyoruz aman dikkat!
Hatırlarsanız Başbakanımızın kan şekeri düşmüş araç içinde mahsur kalmıştı; o sırada araca balyozlarla saldıran kişileri hepimiz görmüştük, işte o kişileri emniyet her yerde arıyor, çünkü o balyozun emekli bir subaya ait olduğu inşaat bekçisinin günlüklerinde yazılıymış ve o balyoz kayıp. İyi akşamlar...
Sayın izleyiciler ben gökyüzü kanalından Sait Çiftdinli, sizlere flash bir gelişmeden haber veriyorum.
Aldığımız habere göre bir bakanımızın evinin yakınında altı Türk askeri görülmüş; bakanımız bunun bir suikast olacağından şüphelenerek kendilerini en yakın CIA yetkililerine teslim etmiş, sayın bakanımız çok korkmuş ve bu demokrasiye uymaz demiş.
Sayın uykucular! Affedersiniz seyirciler
Gökyüzü kanalının yayınları her türlü ulusal ve milli tehditlere rağmen Atlantik öteden gelen çok dinli dualarla hizmetine devam ediyor. Şimdi sizlere gizli bir tanıktan söz edeceğiz bu kişiyi sizin bilmeniz mümkün değil çünkü biz ayarladık, özel ricamızla “hizmet” için tanıklık yapacak.
Kendileri sekiz yıl dağda askere bubi tuzakları kurmuş, başarılı bir anarşist ve o ne diyor biliyor musunuz, “geleceğimi garanti edin ben çok şey biliyorum”. İşte bu tanığın istekleri yerine getirilirse kim bilir neler olacak bizden ayrılmayın, tütsülü geceler dileriz bol bol guduklanın efendim.
İyi akşamlar deve net izleyicileri!
Bugün sizlerle üzerimizden geçen savaş uçağının ne mesaj verdiğini tartışacağız. Konuklarımı sizlere tanıtıyorum Kırat Bomun ve Suat Eşoğlueş, evet başlıyoruz. Önce sorumu Eşoğlueşe soruyorum “şehrin üzerinden uçan savaş uçağı ne anlam içeriyor?”
Eşoğlueş: “Sayın devenet yetkilisi Devoğlu size temin ederim ki bu uçak ABD’nin demokrasi ve açılım uçağıdır, endişe etmeniz yersiz her ne kadar uçakta Türk bayrağı gördüğünü söyleyenler olsa da bu asla doğru değil”.
Kırat Bomun’a soruyorum, “Efendim, konu dışı ama sizce en iyi at nerde yetişir?
Kırat Bomun: “Söylemeyecektim ama madem sordunuz sizin kanalınızdan daha iyi ahır görmedim efendim”
Flash, flash flash…
7’nci kattan haberler birazdan…
“Efendim meraktan kattan atlayacağız! bari iskembe salıncaktan atlayalım.
Duyduğumuza göre bugün çok kritik bir gün, komutanlar toplanmış galiba hükümeti devirecekler. Bilmiyoruz acaba niçin toplanmışlar? Bekliyoruz.
Evet, yedinci katta son bilgiler öğrendiğimize göre komutanlar öğle yemeği için bir araya gelmişler, birlikte yemeklerini yedikten sonra canları Kayseri mantısı çekmiş, bunu haber alan hükümetin çiçek işlerinden sorumlu devlet bakanı huzura çiçek yerine mantıyla çıkarak bir jest yapmışlar, komutanlar da demokrasiye bağlılıklarını tekrarlayarak jesti karşılıksız bırakmamışlar.
Haberler devam edecek.

Yusuf Karaca

Resim

Etnik ayrıştırma süreci`

Etnik ayrıştırma süreci işleyecek. Bu kimin projesi? AK Parti,PKK ve DTP’nin. Dünkü tartışmalar da bunu açıkça ortaya koydu. Etnik ayrıştırma, demokrasi politikası değildir. Hiçbir ileri demokraside, ‘madem ileri demokrasisin, etnik ayrışmaya yönel kardeşim’ anlayışı yoktur. Demokrasi insanla, bireyle ilgilidir. Cemaatle, aşiretle, etnik kimlikle ilgili değildir. Herkes etnik kimliğini elbette insan hakları ve özgürlüğü çerçevesinde yaşar ama devlet onun parçası olmaz. Şimdi devleti etnisitenin parçası yapıyorlar. Şimdi etnik dilde milli eğitim, eğitim yapacaklar.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Cmt Mar 20, 2010 15:58

Bugün kendilerini çok kötü hisseden liboş kardeşlere mektup!

Seni çok iyi anlıyorum liboş kardeşim:

Sen ki bir partinin, bu ülkenin anayasasına karşı “suç” işlemesini önemsemedin...

Hatta “Canım anayasa ne derse desin, bu parti kapatılmamalı” diye kampanya başlattın...

Anayasa’dan kaynaklanan yetkisini kullanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı, o parti hakkında dava açtı diye boy hedefi haline getirdin...

O davayı kabul eden Anayasa Mahkemesi’nin yapısını tartışmaya açtın...

Sırf işlerini yaptıkları için o mahkemenin üyelerini karalamaya kalkıştın...

Kısacası; o partiye sadakatte kusur, saygıda hata etmedin...

Ama...

Sırf bir “düşüncesine” katılmadın diye, dün o partinin başkanı tarafından fena halde azarlandın...

Ve biliyorum ki bugün canın çok yanıyor, kendini ihanete uğramış gibi hissediyorsun...

Sana bir şey diyeyim mi liboş kardeşim:

Beter ol!

***


Seni çok iyi anlıyorum liboş kardeşim:

Sen ki o partinin bu ülkenin tüm kurumlarına savaş ilan etmesine aldırmadın...

Tüm kurallarını değiştirmeye kalkışmasını destekledin...

Yandaş olmayan gazetecilere ağzına geleni söyledin...

Bunun için tarikatçılarla bile aynı hamama girmeyi göze aldın...

O iktidarın mensuplarını korumak için göğsünü siper ettin...

Televizyon televizyon dolaşıp, alkışladın...

Sayfalar dolusu köşe yazısı yazarak övgüler düzdün.

Kısacası, geçmişte söylediklerini yaladın, onurunu ortaya koydun...

Ama...

Sırf bir “düşüncesine” katılmadın diye, dün o partinin başkanı tarafından yerin dibine sokuldun...

Ve biliyorum ki bugün isyan ediyorsun...

Sana bir şey diyeyim mi liboş kardeşim:

Bu daha başlangıç!

***


Seni çok iyi anlıyorum liboş kardeşim:

Sen ki bir partinin, “demokrasinin olmazsa olmazı” güçler ayrılığı ilkesini umursamamasını görmezden geldin...

Yüksek yargı organlarının “Yargı üzerinde büyük baskı var” diye avaz avaz bağırmasını bile duymadın....

Hukukun üstünlüğünü, bir kez olsun anımsamadın...

Tarikatların üzerine giden cumhuriyet savcısına “Ergenekoncu” damgası basılınca sevinç çığlıkları attın...

Onlarca insanın, neyle suçlandıklarını bilmeden yıllardır cezaevinde tutulmasını içine sindirdin...

Kısacası, bunları yaparken milyonlarca kişinin nefretine hedef olmayı göze aldın...

Ama...

Sırf biraz ayrı düştün diye, dün o partinin başkanı tarafından şamar oğlanı gibi tokatlandın...

Ve biliyorum ki bugün moralin bozuk...

Sana bir şey diyeyim mi liboş kardeşim:

Sana az bile!

MUSTAFA MUTLU / Vatan


Resim

Anayasa değişikliği paketinde değişiklik yapılmış, TBMM, HSYK’ya üye seçmeyecek, Köşk’ün seçeceği üye sayısı artırılacakmış.
- Yarın Meclis’te çoğunluğu kaybetme ihtimaline karşı işi sağlama almışlar...
Haldun Ertem
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzr Mar 21, 2010 18:23

Bir gün bizi yöneten dindarların(!) gündemi bu yaşananlar olur mu?İşte asıl darbe.
Darbenin adı:İNSANLIĞA DARBE
Aslında yaşananlar

Çanakkale'yi nasıl geçtiler?

Bundan tam 95 yıl önce, Yenilmez Armada olarak bilinen İngiliz donanması ile yanındaki Fransız gemileri; Çanakkale Boğazı'na dalıp, buraları yarıp İstanbul'a ulaşacaklarını; Osmanlı Devleti'nin bu başkentini top ateşine tutup teslim alacaklarını sanıyorlardı.
Lakin; 18 Mart'ta; Çanakkale sularına gemi leşlerini bırakıp geri çekildiler. Bunun üzerine karaya çıkıp oradan Boğaz'ı ele geçirmeye kalkıştılar.
Lakin orada da karşısına Türk askeri çıktı. Başlarındaki fedakar komutanları ile bütünleşen bu asker; kanı oluk gibi akmasına karşın; o kanlı sırtları 7 devletin güçlü ordularına karşı savundu. Ve en sonunda emperyalist devletlerin saldırgan orduları, arkalarına baka baka çekilip gittiler.
Lakin; üç buçuk sene kadar sonra 1919'un kasımında bu düşman gemileri, bu kez hiçbir engelle karşılaşmadan Çanakkale boğazını geçip geldiler; toplarını Topkapı Sarayı ile Dolmabahçe Sarayı'na çevirdiler.
Yani; Osmanlı'yı, yani Türkleri teslim aldılar.
O sırada Mustafa Kemal, Güney'den İstanbul'a gelmişti. Düşman gemilerine bakarak; 'Geldikleri gibi gidecekler!' demişti.
Mustafa Kemal; dediğini yaptı; o gemileri ikinci kez yenip gönderdi.
Bu savaş sırasında; Osmanlı Padişahı Vahdettin düşman güçlerle işbirliği yapmıştı ve Mustafa Kemal ile arkadaşlarını idama mahkum etmişti. Vahdettin de 'barış politikası' uyguladığını söylüyordu.
Kim ki; hem Çanakkale zaferinden söz edip hem de Çanakkale'den düşmanı geçiren hain Vahdettin'i övüyorsa biliniz ki Batılı emperyalizmin içimizdeki ajanıdır.



Ey Müslümanlar bilin
İyi bilin ve düşünün ey Müslümanlar:
- Iraklı Müslümanlara işkence yapan Amerikan uçakları; Türkiye'de konaklıyor.
- Suriye'yi bombalayan İsrail uçakları; oraya Türkiye üzerinden gidiyor.
- Macaristan'da Filistinlilere yardım ettiği için öldürülen Suriyeli işadamını vuran İsrailli ajanların uçağı, Türkiye üzerinden çıkış yapıyor.
Macaristan karışıyor ama Türkiye'de sizlerden tıs yok.
Nerede Filistin Filistin diye bağıran, Filistin istismarcıları? Nerede, yalancıktan 'One Munite -Van minit!-' çekip de Türkiye'yi İsrail saldırganlığı için araç yapan Başbakan Erdoğan'a 'Van minit!' diyecek o Müslümanlar?

RIZA ZELYUT


Ama mütareke basını canla başla çalışıyor...



Yaşasın ‘yandaş medya’nın onurlu ve örgütlü dayanışması!

Demokrasinin dördüncü gücü basın, beşinci gücü de sivil toplum örgütleri...

Yürütmeye ve yasamaya zaten egemen olan iktidar; bizzat yüksek yargı kurumlarının yöneticilerine göre “üçüncü gücü” de ele geçirmek için dört koldan bastırıyor...

Eğer Anayasa değişikliği paketi öyle ya da böyle kabul edilirse; bu işlem de tamam demektir...

“Dördüncü güç”ün hali ise belli!

Ortalık, “Canım, servetim bu iktidara feda olsun” diyen medya patronlarından geçilmiyor...

Demeyen patronların da elinde avucunda ne varsa zaten alınıyor!

Beşinci güç olan “Sivil Toplum Örgütleri”nde de yaklaşık sekiz yıldır plânlı bir “kuşatma süreci” yaşanıyor...

Kanarya Öttürmeyi Başaranlar Derneği’ne kadar “ele geçirilebilecek” tüm dernekler, vakıflar çoktan “yandaş yöneticiler”in yönetimine girdi...

Barolar, mimar ve mühendis odaları, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) gibi “doğaları gereği” ele geçirilmeleri olanaksız kuruluşlar için ise başka bir formül uygulanıyor:

“Çiftleştirme...”

Amaç açık:

“Ele geçiremiyorsan, ikincisini kur ve yönet... Böylece ele geçiremediğin kurumun gücünü azalt...”



Bu “çiftleştirme” operasyonunun son örneği bizim sektörde yaşanıyor!

Yani; vereceğim haber, hem dördüncü, hem de beşinci gücü ilgilendiriyor...

Mesleğin en büyük ve en eski örgütü olan, her kesimden ve her görüşten gazeteciyi buluşturan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde önümüzdeki nisan ayında seçim var...

Birileri “yandaş” arkadaşların kulağına kar suyu kaçırmış ve ne yapıp edip bu seçimlerde Cemiyet’i ele geçirmelerini istemiş...

Ama işin içine girildiğinde görülmüş ki; Cemiyet yönetimini devralmaları emredilen arkadaşlar, bırakın “seçilme koşullarına” sahip olmayı, Cemiyet üyesi bile değillermiş..

Cemiyet Tüzüğü’ne göre de bugün üyeliğe kabul edilseler bile; seçimlere girme hakkını ancak 10 yıl sonra kazanabileceklermiş...

Onlar da “ikinci” plânı, yani “çiftleştirme” operasyonunu devreye sokma kararı almışlar:

Omuz omuza vermişler ve “Medya Derneği” isimli yeni bir dernek kurmuşlar...

Bu derneğin yöneticilerini mi merak ettiniz?

Okuyun o zaman:

Başkan: Sabah çizeri Salih Memecan... (AKP Milletvekili Nursuna Memecan’ın eşi.)

Başkan Yardımcıları: Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu (Başbakan’ın manevi oğlu) ve Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı.

Yönetim Kurulu Üyeleri: Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt , TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Turkuvaz Medya Yönetim Kurulu Başkan Vekili Serhat Albayrak, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik, Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak...



***
Adı her ne kadar “Medya Derneği” olsa da; yukarıdaki isimlerden de anladığınız gibi, bu aslında bir “Yandaş Medya Derneği...”

Yani; yandaş arkadaşlar, başka ülkelerde gazeteci etiğine göre “ayıp” sayılabilecek tavırlarını, dernek kurarak resmileştirmeye soyunuyorlar...

Vatana millete bir hayırlarının dokunacağını sanmıyorum ama..

Kendileri açısından “hayırlı, bol kazançlı ve bereketli” olacağından hiç kuşkum yok!

MUSTAFA MUTLU


Resim

Kabile reformu!

Anayasa adı üstünde yasaların anası. Temel yasa. İçindeki her cümle, her kelime önemli. Değiştirmek büyük sorumluluk gerektirir. Birkaç maddesini değiştirecekseniz bile barolarla, yüksek yargıyla, hukuk fakülteleriyle, hukuk uzmanlarıyla görüşüp sağlam taslak hazırlamak gerekir. Şu sıralarda bu iş nasıl yapılıyor peki? Başbakan etrafındaki birkaç sıradan hukukçuyla yazboz tahtası üzerinde çalışır gibi anayasa yapıyor. Bir gün önce pakete koydukları bir değişikliği ertesi gün çıkarıp, yerine yenisini koyuyorlar. Olmadı sil baştan... Bu arada... AKP yönetimi, anayasa değişikliği teklifi için gerekli olan 184 imzayı toplamış. Yani AKP’li 184 milletvekili henüz kesinleşmemiş... Üzerinde her an her türlü değişikliğin yapıldığı ve daha da yapılabileceği değişiklik paketini okumuş! Beğenmiş! Altına imzasını atmış!
* * *
Yargıtay Ceza Dairesi Onursal Başkanı Osman Şirin konuşuyor:
- Bir hukuk reformu yapacaksanız önce ülkenin saygın hukuk adamlarının görüşlerini alırsınız. Böyle bir reforma HSYK’dan başlanmaz. HSYK’da reform yapacaksınız önce Adalet Bakanı ve Müsteşarını kuruldan çıkarmanız gerekir. Oysa tersi yapılıyor. Yapılması gerekenler değil yapılmaması gerekenler yapılıyor.
Reform adı altında yargı üzerindeki iktidar baskısı katmerlendiriliyor. Geri kalan maddeler garnitür. Yargının insanı ezen bütün ağır sorunları olduğu yerde duruyor.

Hukuk işliyor!
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi “Kafes Eylem Planı” iddianamesini kabul ederken üye hâkim Oktay Kuban karara katılmayarak muhalefet şerhi koydu. Kuban’ın şerh yazısının ilk cümlesi şöyle:
“Şüpheliler hakkındaki suçlamaya delil olarak gösterilen ihbar mektubu ve elektronik posta ihbarlarının nereden, kim tarafından gönderildiği ve kimliğinin ne olduğunun araştırılmamış olması...”
Daha önce kabul edilen Poyrazköy iddianamesinde de İstanbul Emniyeti’ne gönderilmiş dört elektronik posta ihbarı yer alıyor, bu davada yargılanan Levent Bektaş’ın avukatı Hüseyin Ersöz, ihbarı yapanların bilinmediği ve araştırılmadığını söylüyordu.
Avukat Hüseyin Ersöz’e dün sorduk:
- Tahliye talepleri sırasında mahkeme heyeti kanıtların hukukiliğini inceliyor mu?
- Hayır, dikkat ederseniz tahliye taleplerinin reddinde “mevcut delil durumu ve kaçma şüphesi” deyimleri kullanılıyor. Deliller bu aşamada araştırılmıyor.
- Hukuk ne diyor bu işe?
- Tabii ki tutuklamaya sebep olan delillerin öncelikle gözden geçirilmesi gerekir...
- Peki Ergenekon davalarında deliller ne zaman gözden geçirilecek?
- Bunu yargıçlar çeşitli defalarca dile getirdiler: Delillerin hukuka uygunluğu hüküm aşamasında ele alınacak...
Yani? Belki beş, belki on yıl sonra...

MELİH AŞIK
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Örtüsüz Faşizm - "Türkiye'ye Balyoz"- Darbe yalanı

İletigönderen Başkomutan » Pzr Mar 28, 2010 5:06

Resim


Sivil Anayasa Paranoyası

27 Mayıs isyanı ve başkaldırısının ardında yatan esas neden: 1924 Anayasasına karşı duyulan içten içe öfke, derin kin ve yıllardır beslenen amansız-acımasız bir kin’dir…

Bu nedenle malum ve menfur kalkışma kanlı, kirli ve kinli oldu!..

37 yıl memleketin huzur, sükun, güven ve istikrarla sürdürülen yönetimi çok hain bir kırılmayla sekteye uğratıldı. Cumhuriyet tarihinin ilk ve en kanlı darbesi “ilk hedef” olarak; Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kurucu Meclisin Anayasasını ilga-yok etmeyi seçti. Peki neden? Neydi 1924 Anayasası? Niçin böyle büyük bir öfkeye hedef oldu?

Bakalım: “20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren 1924 Anayasası, 1921 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmıştır. Birkaç önemli değişiklikle (Altı İlke’nin eklenmesi, devletin dininin İslam olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi) 1961’e dek yürürlükte kalmıştır. (Doğrusu: 27 Mayıs 1960’a kadar.)

01 Ekim 1945’te içeriği değiştirilmeden, dili Türkçeleştirilerek yeniden kabul edilmiştir. 1960 hükümet darbesinin ardından, 1961’de yeni bir anayasa hazırlanarak kabul edilmiş ve 1924 Anayasası yürürlükten kaldırılmıştır.Kaynak : yorumla.net - Linkleri Sadece Kayitli Uyelerimiz Gorebilir. Uye Olmak Icin Tiklayiniz...

TBMM’nin 1921 tarihli ilk anayasası sadece 3 yıl yürürlükte kalabildi.

Gelişmelerin gerisinde kalmış ve önemli eksiklikleri vardı, yetersizdi.

Bütünüyle bir yeni anayasa hazırlıklarına girişildi.

Cumhuriyet döneminin anayasası, 20 Nisan 1924’te TBMM’de büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yeni anayasa, cumhuriyet rejimi içinde güçler birliği esasına dayandırıldı. 105 maddeden oluşmuştu. 1924 Anayasası, Türk siyasî yaşamının gelişmesinde önemli rol oynadı.

Siyasî partilerin kurulmasına ve dolayısıyla demokrasiye açıktı.

Klasik hak ve özgürlüklere yer veriyordu. Ancak, bunların korunmasına ilişkin düzenlemeler yine yoktu. Ayrıca, ekonomik ve sosyal haklar da Anayasa’da bulunmuyordu. Bu konuda tek güvence, egemenliğin sadece TBMM tarafından kullanılmasıydı. TBMM’nin üstünlüğü, tıpkı 1921 Anayasasında olduğu gibi sarsılmaz bir durumdaydı. Yasaların, Anayasaya aykırılığını önleyecek, denetleyecek mekanizmalar bulunmuyordu.

1928, 1934 ve 1937 yıllarında yapılan değişikliklerle 1924 Anayasası’na başka bazı temel ilkeler getirildi. 10 Nisan 1928 değişikliği, devlete laik bir karakter verdi.

5 Aralık 1934 tarihli değişiklikle, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tam olarak tanındı.

5 Şubat 1937 değişikliği ise, devletin “cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı” niteliklerini belirliyordu.

BAZI NİTELİKLER VE ÖZELLİKLER

1921 Anayasası, olağanüstü koşulların anayasasıydı.

Kurtuluş Savaşı sonrasının ve devletin örgütlenmesinin getirdiği sorunlar ise, yeni ve daha kapsamlı bir anayasayı gerekli kılıyordu. Büyük Millet Meclisi tarafından bu amaçla bir komisyon kuruldu. Komisyonun, Fransa III. Cumhuriyet ve Polonya anayasalarından da yararlanarak hazırladığı tasarı Meclis’te görüşüldü. Bazı maddeleri değiştirilerek kabul edildikten sonra, 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı yasayla kabul edildi.

1924 Anayasası, Kurtuluş Savaşı ve 1921 Anayasası ile benimsenen temel ilke ve kuruluşu sürdürmektedir. Ulusal egemenlik yine temel ilkedir. Kuvvetler birliği sistemi, esas olarak devam etmekte ancak yürütme organı daha net bir kişilik kazanmaya başlamaktadır. Durum yürütmeye, eskisine oranla daha geniş bir serbestlik alanı verilmesini gerekli kılmıştır. 1924 Anayasası, 1876 Kanûn-u Esasîsi’ni ve 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nu açıkça yürürlükten kaldırıyordu (madde 104). Böylece, 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu döneminde yaşanan “ikili anayasal düzen” son buluyordu. “Anayasanın üstünlüğü ilkesi”, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 103’üncü maddesinde açıkça ilân edilmiştir: “Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun hiçbir maddesi, hiçbir sebep ve bahâne ile ihmâl ve tatil olunamaz.”

Mustafa Nevruz SINACI

Resim


Ji siyaseta etnîkî re na

Siyaseta li ser bingehên etnîkî, zirarê dide yekîtiya neteweyî...

Siyaseta li ser bingeha ziman, ol û cinsiyetê, welêt ber bi parçebûn û veqetandinê ve dibe...

Tenê kesên ku berjewendiyên wan di parçebûn û veqetandinê de ne, piştgiriya vê feraseta siyasetê dikin.

Ji ber vê yekê divê propagandaya siyasî li tenê li ser zimanê zikmakî bê kirin.

***


Yukarıdaki Kürtçe başlığa ve sözlere anlam veremediniz mi?

İyi...

Ben de zaten dün Meclis Anayasa Komisyonu’nda görüşülen Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliğin ne kadar saçma olduğunu anlatmak için seçtim bu yolu...

Bu ülkede yaşayan insanların en az 60 milyonu yukarıdaki dili bilmiyor ama; dün Meclis komisyonunda yapılan değişiklik, siyasi partilerin ana dilde propaganda yapmalarına izin veriyor...

Eğer yasa değişikliği gerçekleşirse, bundan böyle ülkenin her köşesinden ayrı bir “dil”de nutuklar yükselecek...

Kimse, kimsenin söylediğini anlamayacak...

Anlamayınca da kuşkular törpülenecek, saflar sıklaşacak, öfkeler büyüyecek...

Böylece...

“Ulusal siyaset”in defteri dürülecek, “etnik siyaset” dönemine fiili ve resmi geçiş yapılacak.

***


Diyeceksiniz ki; “Ne olmuş yani? Seçmene kendi ana dilinde seslenmenin ne gibi bir zararı olabilir?”

Eğer “üniter devlet”ten yana değilseniz...

Ülkenin federasyonlara bölünmesi olasılığı sizi rahatsız etmiyorsa...

Bölünüp, parçalanıp; emperyalist ülkeler tarafından “ham” edilecek olmak umurunuzda değilse... Haklısınız!

Ama...

Gerçek anlamda “bağımsızlık” için her şeyden önce “bir ve bütün olmak” gerektiğini biliyorsanız...

Irkçı değilseniz...

Herkesin ana diline saygı duyuyor ama “bir ve bütün” olmak için tek bir “resmi dil” olması gerektiğini düşünüyorsanız...

İşte; o zaman durumun vahametini tüm çıplaklığıyla görürsünüz...

Yüzlerce yıldır iç içe girmiş bir toplumdaki dil, din ve etnik köken ayrılıklarını körüklerseniz... Bunun adı “açılım” değil, “parçalama” olur...

Umarım emperyalist güçlerin bu asırlık hayali gerçekleşmez...

***


Gelelim yukarıdaki sözlerin anlamına:

Kürtçe başlıkta, “Etnik siyasete hayır” diyorum...

Kürtçe yazının çevirisi ise şöyle:

“Etnik kökenlere dayalı siyaset, ulusal bütünlüğe zarar verir...

Dil, din, ırk, cinsiyet üzerinden yapılan siyaset, ülkeyi bölünmeye parçalanmaya götürür...

Bu siyaset anlayışına sadece bölünmekten, parçalamaktan medet umanlar destek verir...

Bu yüzden siyasi propaganda, sadece ana dil üzerinden yapılmalıdır!”

MUSTAFA MUTLU

Açılım Wan’a doğru...

Açılım hız kesmeden sürdürülüyor.

Sürdürülürken de toplumun değişik birçok kesimiyle toplantılar düzenlenmektedir.

Bu konuda son olarak sarkıcı ve sinema oyuncularıyla toplantı yapıldı

Daha önce hiçbir konuda ya da…

Ülkemizi ilgilendiren çok önemli konularda bile fikirlerini duymaya alışkın olmadığımız…

Şarkıcılar ve

Sinema oyuncuları, konu açılım olunca ve hükümet desteği de bulununca o önemli fikirlerini toplumla paylaşma gereği duymaya başlıyorlar.

Neymiş?

Acılımı olumlu buluyorlarmış…

Seçilen ve neyin figüranı olduklarından habersiz bu insanlar, aslında ne derse desin artık görünen köy kılavuza ihtiyaç bırakmayacak kadar yakınlaşmıştır.

Yerel seçimlerin ertesinde bazı bu günün BDP’lileri ne demişlerdi. Hatırlıyor muyuz?

“Kürdistan’ın sınırları belirlendi.”

İşte bu sınırlar içinde bulunduğu varsayılan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir il’inde bir belediye başkanı…

Hazırladığı bir bültende Van adını Wan olarak değiştirdi.

Sonuçta ne oldu? Aslına bakarsanız hiçbir şey.

Değil mi ki AB uzun yıllardır bu günleri düşünerek alfabemize X,Q,W harflerini eklemek istiyordu. İşte bu da fiilen gerçekleşmiş oldu.

Geçtiğimiz günlerde yine bu il’imizde düzenlenen Nevruz şenliğinde acılan pankartta ne deniyordu

“İşgalci T.C. Kürdistan’dan defol!”Kimse de sormuyor ki…

Kim işgalci?

Nereyi işgal ettik?

Orası kimin toprağı?

Kürdistan neresi?

Düşünebiliyor musunuz TBMM’de bulunan bir partinin belediyeyi yönettiği, ülkemizin doğusundaki bir ilimizde yapılan etkinlikte, devlet işgalci görülüyor ve

Devleti yönetenlerden hiç ses çıkmıyor.

Aslında çok garip değil mi?

Zaten bu partinin belediyeyi yönettiği bazı il ve ilçelerde yaşananları anlatan bazı gazeteciler, yine buralarda Türk Bayrağının sadece Askeri birliklerde asılı oldugunu söylemiyorlar mı?

Aslında tepki gösterilmeyerek bu tür olaylar normalleştirilmektedir.

Çünkü batı bunun böyle olmasını istemektedir.

Çünkü Türkiye’nin parçalanmasına ihtiyaçları vardır.

Batılı emperyalistlerin arkalarında olduğunu gören PKK ve onun meclisteki uzantısı…

Anayasa değişikliği paketinin desteklenmesini kendilerinin bazı taleplerinin kabul edilmesi şartına bağlamaktadırlar.

İnanın kabul edildiğinde neler olur?

Neler yaşanır bu günden çok kestirilemez ama ülkemizin son hızla felakete doğru gideceğinden hiç kuskunuz olmasın.

Neler istenmiyor ki bir bilseniz…

“Apo’nun özgürce övülebilmesini mi dersiniz.”

“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmenin suç olmaktan çıkarılmasını mı?”

Hatta o kadar ileri gidiyorlar ki “anayasal düzene karsı silahlı örgüt kurmak ve PKK amblemlerinin kullanılmasının da suç olmaktan çıkarılması” yanında…

“Özgürce para ve mal toplama özgürlüğüne” kadar her şeyi istemektedirler.

Sahi bu kadar talep yerine getirildikten sonra geriye ne kalıyor…

Geriye kalan şu…

Sadece ve sadece

Bölünmüş bir Türkiye

Zaten başka şey kalamaz emin olun

NUSRET KEBAPÇI

Resim

HER ŞEY MİZAH OLURSA O TOPLUM..

Bir haftadır yazdıklarıma baktım. Bir kez daha sanki ben yazmamışım gibi okudum, okudum..
Başka bir âlemden gelmiş gibi..
Güldüm..
Mizah gibi..
Anayasa değişikliğinin referanduma götürülme yöntemini ele almışım..
Aşure gibi demişim..
Pardon.. Okurumun uyarısına katılıyorum.. Aşure yapmak özen ister.. Şaştım çorbası diyelim.. Eline ne geçerse at tencereye, koy suyu, kaynat gitsin..
Referandumu da Şaştım çorbasına çevirdik..
Mizah gibi!..
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin yeni yapısına baktım.. Seçimle gelen sorumsuz Cumhurbaşkanı’na verilen olağanüstü yetkilere..
12 Eylül’ün getirdiği vesayet rejimi kaldırılmıyor, demokratikleşme maskesiyle daha kökleştiriliyor..
Mizah gibi..
* * *
HSYK’ya ne dersiniz?
Hâkimlerin, savcıların oy kullanma yöntemine.. Yedi asli üye için oy verecekler ama Anayasa sadece biri için oy ver, gerisine karışma diyor..
Çok yaratıcı.. Seçme anlayışında çağ atlatıcı.. Tekerleği bulmak kadar, elektriği keşfetmek kadar, ampul kadar, telefon kadar, internet kadar, daha ne diyeyim.. Önemli işte!..
Seçme işinde çığır açacak, Anayasa’ya girdiğine göre örnek olacak.. Emsal teşkil edecek..
Yarın öbür gün dernekler de, kooperatifler de, spor kulüpleri de yönetim kurulu seçerken bu yöntemi uygularlar herhalde!
Mizah gibi..
* * *
Daha sayayım mı?
Meşhur kamyon vardı ya.. Hani içi el bombası yüklü olan.. Polis bastı, askerin çıktı..
El bombaları ta 1952’den kalmaymış..
Pimini çeksen patlar mı?
Allah bilir!..
Ne yangın yapıldı ama.. Dediler ki, kibrit çak, üstüne at, bum!..
Mizah gibi!..
* * *
Aklıma Bertholt Brecht geldi..
Ünlü sözü..
Der ki: Mizahsız toplum olmaz ama her şey mizah olursa o toplum korkunç olur..
Cuma günü şöyle bir düşündüm..
Her şey mizah olmuş!..
İyi pazarlar..

MEHMET TEZKAN

Kürşat Tüzmen

Kürşat Tüzmen, 2002 seçimlerinde AKP'den Gaziantep milletvekili seçilince, fazla hayret etmemiştik.
Çünkü AKP'de, onun gibi ‘Milli Görüş’ geleneğinden gelmeyenlerin sayısı az değildi.
2006 yılında, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger, uzun bir telefon sohbetimizde, AKP'yi ‘Olmamış aşure’ olarak tanımlayınca, doku uyuşmazlığının ciddiyetini anlamış ve ‘Allah sabır ve kolaylık versin’ demiştik.
Şimdi nerede Mehmet Dülger?
Kürşat Tüzmen yine iyi dayandı. Eşi başını örtmeyen bir siyasetçinin, sekiz yıl AKP'de barınması mucize sayılmalı.
Ancak, ‘Milli Görüş’ kökünden gelmeyen her ‘Çakma AKP'li’ gibi, onun da inişi başladı.
H
Önce bakanlık koltuğundan olan Tüzmen'in, şimdi de genel başkan yardımcısı koltuğu çekildi altından.
Suçu ise, Türk Bayrağı'na sahip çıkmak ve Kürt açılımını eleştirmek!
Diyarbakır'daki Nevruz kutlamalarında Türk Bayrağı'nın olmamasına tepki göstererek, ‘Hakir ve görmezden gelinen Romanlar bile bayrağa sarılırken, Diyarbakır'daki durum benim zoruma gidiyor, bana koyuyor arkadaş. Bu görüntüler ve hoşgörülü tavrı benimsemem söz konusu değil’ demişti.
Diyarbakır formasından Türk Bayrağı ambleminin çıkarılmasına da tepki gösteriyordu.
Yani, ‘AKP kriterleri’ne aykırı davranmaya başlamıştı.
AKP'deki Kürt milletvekillerinin şikayeti üzerine, Tüzmen'in ipi çekildi. Önümüzdeki seçimlerde aday da gösterilmeyecek.
H
‘Biz diyoruz ki samimiyet her yerde olmalıdır. Bayram Türkiye'nin neresinde yapılıyorsa orası Türk bayraklarıyla donatılmalı’ diyor Kürşat Tüzmen...
Ne var bunda diye sormayın.
Tüzmen, Diyarbakır formasından Türk Bayrağı ambleminin çıkarılmasına tepki gösterirken; BDT Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, Türk Mühendis ve Mimar Odaları, Türk Tabipler Birliği ve Türk Dişhekimleri Birliği'ndeki "Türk" ifadesinin çıkarılması için kanun teklifi veriyor.
Anlayın artık...
‘Türk’ demek yasak be kardeşim!

SIRRI YÜKSEL CEBECİ

Resim



Medyanın yeni gülü Anayasa Mahkemesi'nden

Son zamanlarda o kanal senin bu kanal benim gezen yeni bir isim var: Osman Can...
Osman Can, Anayasa Mahkemesi raportörüdür. Yani; bir devlet görevlisidir.
Bu kişi; Anayasa Mahkemesi'ne gelen davalarla ilgili olarak rapor hazırlar ve üyelere sunar.
Bu yönüyle tarafsız olması ve siyasetten uzakta durması gerekiyor.
Lakin bu Osman Can, şimdilerin en siyasal simgelerinden birisi haline geldi.
Kendisi; AKP'nin kapatılması sürecinde hazırladığı raporda, kapatmaya karşı tavır takınmıştı. Olabilir;demiştik. Bu Osman Can; türban konusunda da AKP çizgisinde görüş belirtmişti; ona da olur demiştik. Raportör öyle düşünebilir; bilimsel görüşü böyle tezahür edebilir diye yorumlamıştık.
Lakin şimdi işi büyüttü. Anayasa raportörlüğü onu artık kasmiyor ve o kanal kanal koşuşturup iktidar partisini haklı çıkartan konuşmalar yapmakla meşgul.
Eğer kendisi resmi görevli birisi olmasa ona da bir şey diyemem.
Bay Osman Can; makamını aşmış durumda. Bunun için de bir dernek kurmuş, orada kendisini başkan yapmış; bu derneğin başkanı gibi konuşuyor.
Buna hile-i şerie denilir...
Anayasa Mahkemesi'nde başka raportörler de var.
Onlar bir konuda görüş belirtince Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç, hemen devreye giriyor ve 'Sen bürokratsın, konuşamazsın!' diyor.
İş Osman Can'a gelince, o konuşuyor da konuşuyor.
Çünkü Osman Can; artık iktidarın muhafızı konumuna gelmiştir.
İleride bu partiden milletvekili seçileceğine kalıbımı basarım.
Bu yüzden diğer raportörlere uygulanan yasak ona yaklaştırılmıyor.
Hükümete destek olacaksa; konuşmak serbest; aksi olursa derhal yasak sistemi devrede...
Osman konuşuyor; farklı düşünenler ise susturulmuş durumda.
Böylece demokrasiye gidiyoruz...

Hay senin moderatörüne...
Aşağılık kompleksi, kendisini üstünlük duygusu gibi dışa vurur. Hitler denilen malum kişi çavuş olmaktan duyduğu ezikliği; kendisini dünya başbuğu gibi göstererek aşmaya çalışmadı mı?
Hitler örneği kadar abartılı olmayabilir ama hayatın değişik alanlarında; ezik kişilerin kendilerini önemli adammış gibi sunmaya çalıştıklarını görebilirsiniz. Özellikle televizyonlarda bu tiplerin bol örnekleri bulunuyor. Örneğin; sunucu; kendisini 'moderatör' diye takdim edince birden bire önemli bir adam haline geldiğini sanıyor. Aslı astarı haberleri okuyan birisidir... Lakin; kendisine uzay fatihi havası verecek biçimde moderatör der...
Mağazasına İngilizce sözlükten apardığı isim takanlar; buralarda çıstaka çıstaka yabancı parçaları öttürenler, yazdığı yarım sayfalık metnin içine İngilizce sözcük tıkıştıranlar, televizyonlarda Türkçe sözcüklerin yerine Frenkçesini kullanmayı kültür üstünlüğü sananlar... Ne yazık ki aşağılık dürtüsü içinde kıvranan okumuş cahiller tabakası ile karşı karşıyayız...
Kendi kimliğinden utanan, zamanla milli kimliğine de düşman oluyor ve ortaya haymatloslar çıkıyor...

RIZA ZELYUT

Resim

Balyoz


EMEKLİ Tümgeneral Naci Beştepe, Silivri toplama kampına giderek tutuklu bulunan emekli Korgeneral Engin Alan’ı ve emekli Tuğgeneral M. Kaya Varol’u ziyaret etmiş, izlenimlerini anlatıyor:

“Kışladaki kadar, dağlarda terörist karşısında oldukları kadar, resmi bir bayramın tören geçişinde oldukları kadar dimdiktiler. Açık alınlarında, kahpe tuzaklara meydan vermeyecek yiğitlerin gururu vardı. ‘Dimdik ayaktayım. Buradan ölüm de çıksa eğilmeden bükülmeden çıkacak. Kimse en küçük bir leke süremeyecek’ dedi, ikisi de. Saygıdeğer komutanımla da sevgili devre arkadaşımla da bir kez daha gurur duydum. Ne mutlu böyle silah arkadaşı olanlara. Kendilerine de ifade ettim. Üzüntüm, sadece onların yanında olamamaktı.

Engin Alan, ‘Balyoz denen dosyayı ilk defa savcının elinde gördüm. Neyle suçlandığımı hâlâ bilmiyorum. Biz seminer dışında bir şey yapmadık ki, suç olsun. Savcı, harekat ortamını şekillendirmek ifadesinin ne olduğunu soruyor. Anladım ki, savcı askeri terimi bilmiyor, darbe ortamı oluşturmak olarak algılıyor’ dedi.

Suçlamalar arasında kendi camisini bombalamak, kendi uçağını düşürmek, kendi ilköğretim öğrencilerini havaya uçurmak gibi şeytanla birlikte hazırlanmış iddialar var. Bu iddialar soru olarak yöneltilince bir Türk subayı ne hisseder? Aynen emekli Korgeneral Alan’ın hissettiklerini: Yabancı bir ordunun esir alınmış generali olduğunu, düşman bir ülkede sorgulandığını!

Bu tuzakları kuranlar, bu duyguları Türk subaylarına yaşatanlar er geç ortaya çıkarılacaktır. Kan ile aptes alanlar, Allah ile aldatanlar ve onların yerli-yabancı işbirlikçileri bir gün mutlaka ortaya dökülecektir. Türk halkı da ordusunun ve doğrudan doğruya kendisinin gururu ile oynayan çıkarcıların, satılmış sahtekârların yüzünü tükürükle boğacaktır. Hak ve adalet varsa bunlar mutlaka olacaktır.”

Başbakanla çok iyi paslaşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ise “Balyoz” iddiası için “ciddi” demişti. Sözü eski parlamenterlerden Necati Cebe’ye bırakalım:

“Başbuğ, ‘Balyoz ciddi’ demiş. Özel yetkili savcılarda aynı şeyi söylüyor!”

“Genelkurmay’ın kendine yönelik saldırılara karşı izlediği politika, AKP’nin Kıbrıs politikasına benzedi: Subaylarını savcılara ver kurtul!”

Kürt açılımı kahvaltılarına devam

CİVANIMIN padişahı Fatih Sultan Recep, “Kürt açılımı” konusunda şarkıcı ve türkücülerden sonra Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet artist ve aktrislerle görüş alışverişinde bulundu

Sultan hazretlerinin Nisan ayında roman, öykü ve bazı gazete köşe yazarlarıyla, Mayıs ayında ise spor adamlarıyla kahvaltılı açılım toplantısı yapacağı bildirildi.

Bu arada sultanın yıl içindeki açılım programı da belli oldu. Buna göre sultan hazretleri Haziran’da televizyon program sunucularıyla, Temmuz’da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleriyle kahvaltı edecek. Ağustos’taki kahvaltı, mübarek ramazan ayı münasebetiyle sahurda yapılacak ve imamlarla müftüler davet edilecek. Kürt açılımı kahvaltılarına Eylül’de tutuklanmamış emekli veya muvazzaf general ve amirallerle, Ekim’de gayrimenkul yatırım ortaklığı müteahhitleriyle, Kasım’da fuar ve konser organizatörleriyle, Aralık’ta antika müzayedecileriyle devam edilecek. Dolmabahçe Sarayı’na yakın çevrelerden edinilen bilgiye göre Ocak 2011’de ise Kürt açılımı ziyafeti verilecek. Ziyafete, kahvaltılara çağrılan meşhur kişiler katılacak ve akşam yemeği bir bakıma Kürt açılımı zirvesi olacak. Topkapı Sarayı Has Oda’da yapılması planlanan ziyafet zirvesinde, 2011 yılının aylık Kürt açılımı kahvaltı programı karara bağlanacak.


Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.

DENİZ SOM

Resim

Kuşatma


ÖZELLEŞTİRME ile birlikte, dış güçlerin Türkiye’yi federasyonlaştırma tehditlerinin eşzamanlı yürütüldüğünü, bunlara karşı mücadelenin her ikisine birlikte karşı durmadan yapılamayacağını söyleyerek bugünlere geldiğimizi söylüyor Bülent Esinoğlu ve Türkiye’nin kuşatıldığını anlatırken “Kuşatmayı nasıl yarabiliriz” sorusuna yanıt arıyor:

“Sorunu yalnızca laikliğe indirgeyerek, her türlü beladan sadece ordunun gayretleri ile çıkılabileceği kolaycılığının netice vermeyeceğini biliyoruz. Şimdi geldiğimiz yer neresidir derseniz; halkımız kuşatıldı, devletimiz kuşatıldı, ordumuz kuşatıldı.

Peki, bizim yapacak hiçbir şeyimiz yok mu? Bazı çakma solcuların, kendilerine göre yaptıkları çözümlemeler sonunda ‘Devrimler çağı kapandı’ deyip teslim mi olalım? Öncelikle, bu kuşatmayı yarmak için meselenin yalnızca bir AKP ya da siyasi iktidar meselesi olmadığını bilmememiz gerekir. Evet, siyasi iktidarın emperyalist güçler ile yaptığı işbirliği kuşatmanın ana unsurlarından biridir. Ama olay sadece bu değildir. İç tehdit ile dış tehdit artık tekleşmiştir. Emperyalist güçler arasında, Türkiye’nin parçalanması konusunda Osmanlı’da olduğu gibi bir fikir birliği oluşmuştur.

Amerika ve Avrupa’dan yükselerek gelen dış tehdidin içerden gelen iç tehdit ile eşzamanlılığı, bize kendi aralarında tam bir mutabakat olduğunu göstermektedir.

Osmanlı’nın dağılma sürecinde en etkin rolü alan Ermeniler yine etkin bir şekilde sahnededir. Kürt ayrılıkçıların tarikatlar ile bütünleşerek verdikleri savaş 1878 yılına çok benzemektedir.

Çare; düşmanı ve birlikte olduğu güçleri halkımıza anlatmaktır. Emperyalizmin hiçbir ülkeye demokrasi getirmediğini, emperyalizmden demokrasi gelmeyeceğini halkımıza anlatmak ve bu konuda halkın tam desteğini sağlamak gerekiyor. Seçimler yolu ile bu kuşatmadan kurtulmanın bir yanılgı olduğunu da anlatmalıyız. Çünkü onların koyduğu sandıktan kendilerinin çıkacağını biliyoruz. Temel sorunumuzun yurdumuzu bu kuşatmadan kurtarmak olduğunu bilmemiz gerektiğini halka anlatmalıyız.

Kendi halkımızı emperyalizmin elinden almadan hiçbir savaşı kazanamayacağımızı bilmeliyiz.

Türk ulusu bunu bir kez yaptı. Tüm dünyaya örnek oluşturdu. Yine yapacaktır!”

‘Kendini boğa sanan tosunlar!’

GÖLBAŞI’NDA yolu kesilen asker kamyonuna, bir tutuklanıp bir bırakılan albaylara, Erzincan’a, Erzurum’a ve Çukurambar’a; gözaltına alınıp dört gün sonra serbest bırakılan kuvvet komutanlarına bakınca köyü aklına gelmiş Hilmi Kayıhan’ın:

“Hayaları burulurken burnundan ateş saçan boğalar geliyor gözümün önüne.

Bir türlü boynunu boyunduruğa sokturmayan boğalar, çifte çubuğa süremediğimiz; gururla yürüyen, başı dik boğalar geliyor aklıma. Boynuzu kırılan, gizli tanık ve itirafçı kıyakçılar tarafından hayaları bağlanıp, burucuya teslim edilen boğalar.

Boğa ne trene bakar, ne boynunu boyunduruğa sokar, enenip öküz olmayınca.

Yeter ki boğayı öküz yapsınlar, gerisi gelir. Öküz olduktan sonra; ister Büyük Ortadoğu Projesi’nin boyunduruğuna sok, istersen uzak yakın demeden savaşa sür; Irak mı olur, İran mı; Afgan mı, Sudan mı hiç fark etmez.

Öküzün sırtına atlayacak çok piç tosun var çevremizde, kendini boğa sanan tosunlar.

Ama şunu iyi bilsin kıyakçılar ve piç tosunlar:

Manda ve himaye (boyunduruk) kabul olunamaz diyen, başı dik ve gururla dolaşan, yedi sülalenize yetecek kadar boğalarımız var. Haberiniz olsun!”

DENİZ SOM

Resim

● "Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

ÖncekiSonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x