Ülke geleceğine büyük gözaltı
NE dar gelirli kesimlerin geçim sıkıntıları, ne işsizlik, ne ağızlarından eksik etmedikleri demokratik toplum, ne de iç ve dış sorunlar...
AKP iktidarı, bütün bunları elinin tersiyle bir kenara itiyor.
Hiçbir şey umurlarında değil.
Varsa yoksa anayasa değişiklikleri.
Büyük bir telaş içindeler.
Bu nedenle de onunla yatıp, onunla kalkıyorlar.
Başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar.
Hazırladıkları 3’ü geçici 26 maddeden oluşan anayasa değişiklikleri içinde onlar için hayati olan sadece ve sadece 3 madde.
Gerisi teferruat.
Bu üç madde şunlar:
1- Parti kapatmalarının meclis iznine bağlanarak AKP’nin kapatılmasının olanaksız hale getirilmesi.
2- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirip denetimleri altına alınması.
3- Anayasa Mahkemesi’nin işinin bitirilmesi.
* * *
Şimdi biraz bu maddelerin üzerinde duralım.
Parti kapatma davasının açılması meclis iradesine bağlanıyor.
Yargıtay başsavcısının bir partiye kapatma davası açması için AKP grubunun oluru gerecek.
Yani AKP için kapatma davası açmak olanaksız hale gelecek.
Ama AKP’nin kapatılmasına olur vereceği parti kapatılabilecek.
İşte AKP’nin demokratlığına en güzel örnek...
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 21’e çıkarılan üye sayısının 4’ünü cumhurbaşkanı seçecek.
Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı da kurulun daimi üyesi olacak.
Yani kafadan 6 üye hükümete yakın kişilerden seçilmiş olacak.
Gerisini hakimler ve savcılar seçecek.
HSYK’da yürütmenin ağırlığı artacak.
Anayasa Mahkemesi’nin yapısı da şöyle değiştiriliyor:
Üye sayısı 11’den 19’a çıkartılıyor.
Üyelerin 3’ünü Meclis, 7’sini cumhurbaşkanı seçiyor.
Yani 10 üye iktidar partisine yakın isimlerden oluyor.
Böylece Anayasa Mahkemesi iktidarın yörüngesine giriyor.
Geriye kalan maddeler AKP için hiç önemli değil.
Sadece ve sadece sandıkta halkın gözünü boyamak için ağızlara biraz tat verecek şeker niteliğinde tuzaklar.
* * *
Halkımız olan bitenin pek farkında değil.
Çünkü yandaş medya 24 saat insanların beynini yıkıyor.
Başbakan’ın konuşmaları televizyonlardan naklen veriliyor.
Gazetelerde ise tam metin yayınlanıyor.
Anayasa değişikliklerinin gerçek amacının yargıyı teslim almak olduğunu söyleyenler ise demokrasi karşıtı olmakla, Ergenekoncu ve darbecilikle suçlanıyorlar.
Oysa yargı bağımsızlığı yok ediliyor.
Hukuk devletini ortadan kaldırmaya yönelik ciddi adımlar atılıyor.
Yandaş yazarlar ise iktidarın bu çalışmalarını sürekli alkışlıyor.
Göz göre göre demokratik rejim ayağımızın altından kayıyor, ama bu arkadaşlar zafer naraları atıyorlar.
Bir gün bu hukukun onlara da lazım olacağını hiç düşünmüyorlar.
Gariptir, insanlar çıkarları için bırakın ülkeyi, bırakın toplumu, kendi çocuklarının geleceğinin yok edilmesine bile göz yumuyorlar.
TUFAN TÜRENÇ
İktidar anayasa paketini geri çekmelidir
Sevgili okurlar; iktidar partisi 2002’deki seçimlerden bu yana en zor sınavlarından birine hazırlanıyor. Geçen 7 yılı aşan süre içinde Meclis’teki sayısal çoğunluğuna güvenerek istediği yasayı çıkaran, tutum ve davranışları ile kendinden olmayan herkesi yıldıran, korkutan iktidar “dayattığı” anayasa değişikliği paketi ile ülkeyi çok büyük bir gerginliğe iterken kendisini de riske atıyor.
Bu Meclis’le olmaz
Altını çizerek bir kere daha tekrarlamak istiyorum. Bu Meclis’in çaplı bir anayasa değişikliği yapması demokrasi ve hukuk kurallarına uygun değildir. AKP kendisini “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” olduğu için mahkûm eden Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştiremez. Bunu yaparsa uzun yıllar içinden çıkılamayacak bir gerginlik ve tartışma ortamı doğar.
Türkiye kaybedecek
İktidar tamamen sayısal gücüne ve toplumda yarattığı korku imparatorluğuna güvenerek Anayasa’nın çok önemli maddelerini, kendi çıkarına yönelik bir biçimde değiştirerek Türkiye’nin dönüştürülmesini sağlamaya çalışıyor. Önündeki engelleri kaldırmak ve yargıyı ele geçirerek adaleti sadece kendisine yarayacak bir biçimde kullanmak isteyen iktidar, bunun bedelini elbette bir gün öder ama Türkiye’nin kaybının telafisi çok zor olur.
367 mümkün bile değil
Başbakan Erdoğan adeta “buyruk verir” gibi “Öneri getiren getirir, getirmezlerse biz bu tasarıyla yola devam ederiz” dayatması yapıyor ama attığı adımın sonuçlarını da hesaplamak zorunda. Öncelikle şunu söyleyeyim: CHP, MHP, BDP, DSP ve bağımsızların karşı çıkması nedeniyle bu değişikliğin 367 oy alması mümkün görünmüyor. Ancak AKP için daha tehlikeli bir durum daha var.
Ya 330 oy sağlanacak mı?
Eğer 367 evet oyu bulunamaz ama evet oyları 330’un üzerinde çıkarsa tasarı referanduma götürülmek zorunda. Ancak tehlike şu: Halen 336 üyesi olan AKP’nin anayasa oylamasında 330 oyu bulması bile şüpheli. Eğer tasarıya evet oyları 330’un altında kalırsa değişiklik Meclis tarafından kabul edilmemiş sayılacak. İktidar partisi kendi içinde ciddi bir hüsrana uğrayacak.
Tasarı geri çekilmeli
Bir tarafta Türkiye’nin içine çekileceği müthiş gerginlik, diğer tarafta 330’u bile bulamama tehlikesi iktidar partisinin aklını başına getirmeli ve tasarı geri çekilmelidir. İktidar bunu “gurur konusu” yaparsa yanılır. Ama “Bütün siyasi görüşler arasında bir konsensüs sağlayamadık, değişikliği gelecek Meclis’e taşıyalım, hem bu süre içinde kamuoyuna da daha ayrıntılı bilgi veririz” gerekçesi herhalde herkes tarafından kabul görecektir.
Gerginlikten pay çıkarma
Tabii tasarı Meclis’te 330 oyu bulabilir. Bu durumda muhalefetin Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açması ihtimali çok yüksek. Mahkemenin de yapılan değişiklikler Anayasa’ya aykırı olacağı için bu başvuruya uyması da aynı derecede çok muhtemel. Eğer AKP kurmayları Anayasa Mahkemesi’den çıkacak bu yöndeki kararı sömürmeyi planlıyorlarsa bunun da ülke yararına olmayacağını söylemeliyim.
Anketler kafa karıştırıyor
Sevgili okurlar; anayasa değişikliği tartışmalarıyla birlikte ortalığı pıtrak gibi saran “seçim anketleri” de kafaları hayli karıştırıyor. AKP’ye yakın şirketlerin yaptığı anketlerde yüzde 40’ları geçen AKP tarafsız anketlerde ise yüzde 30’un bile altında. Öyle anlaşılıyor ki, özellikle iktidar partisi seçimlere bir yıl kala kamuoyunun beynini şartlandırmak için “yüksek sonuçlu” anketlere bel bağlamış durumda.
Yüzde 40’ı geçer mi?
AKP ve yandaşları her fırsatta AKP’nin oy oranını yüzde 40’ın üzerinde göstermeye çalışıyor. Oysa bu oran siyasetin doğasına aykırı. Üst üste 5 çeyrekte “küçülen” Türkiye’de iktidar partisinin iki yıl önce aldığı oy oranını yakalaması mümkün değil. Bu yüksek oranları, iktidar partilerinin daha avantajlı olduğu yerel seçimlerden önce de dile getirmişlerdi. Oysa gerçek tam tersi olmuştu.
CAN ATAKLI
Millete son çalım denemesi
AKP hükümetinin yangından mal kaçırırcasına açıkladığı 26 maddelik Anayasa değişiklik paketine nedense hiç şaşırmadım.
Hele hele bir devletin en önemli belgesi hükmündeki, “toplum sözleşmesi” olan Anayasa değişikliği konusunda Başbakan Erdoğan’ın “Hafta sonuna kadar bekleyeceğiz. Verdiler, verdiler. Geldiler, geldiler. Desteklerini, katkılarını sundular, sundular. Sunmadıkları takdirde Parlamento’ya sunacağız…” şeklindeki beyanına hiç şaşırmadım.
Çünkü bunlara şaşırmak, AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadar yaptıklarını bilmemek, anlamamak ve hakkını vermemek anlamına gelir!
Söyler misiniz Allah aşkına, AKP hükümeti bugüne kadar hangi ciddi meseleye, hak ettiği ciddiyetle yaklaştı?
Hangi devlet meselesini devlet adamlığına ve devlet yönetme liyakat ve ciddiyetiyle halletti?
Başbakan Erdoğan’ın sözlerinin bir kısmını verdik. Eğer kalan kısmını da vermezsek Başbakan Erdoğan’ın “gazabına uğrama” ihtimalimiz çok yüksek.
“Yine cımbızla çekmişler konuşmalarımı” diyerek 8 yıldır bıkmadan usanmadan uyguladığı ‘şikayet ve yakınma” dürtüsü depreşir.
Devamla şöyle diyor başbakan Erdoğan:
“… ondan sonra da söz ve kararın sahibi olan milletimize gideceğiz’’
İşte bu ikinci cümle Başbakan Erdoğan ve ekibinin gerçek niyetini açık etmeye yetiyor.
Başbakan Erdoğan aslında bizlere, Siirt’te okuduğu şiiri, sonrasında yaşananları, 367 tartışmalarını, 27 Nisan e-muhtırasını ve şimdi de Anayasa değişiklik kartını hatırlatıyor…
Yani diyor ki sayın Başbakan: Böyle gelmiş, böyle de gider!
Belli ki Başbakan Erdoğan ve danışman ekibi hummalı bir çalışma sonucunda yargı ile yaratılan yapay krizin meyvelerini yakın zamanda gerçekleştirilecek olan seçimlere tebdil etmek niyetindeler. Bu konudaki pratiklerini oldukça geliştiren bu ekibin niyeti Başbakan Erdoğan’ın son cümlesinin arkasına sığmayacak kadar aşikâr.
Peki amaçları ne?
Siyasi, ekonomik ve sosyal olarak bunalan, kendi açlığına çözüm ararken hükümetin açılımlarıyla şoka giren, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı şekliyle açlıkla imtihan edilen, işsizlik bunalımıyla intihar etmeye çalışan ama açlıktan takati kalmadığı için intihar edemeyen millete son bir çalım daha atmak…
Evet son bir çalım!
Çünkü bir dönem daha işbaşında kalırlarsa misyon tamamlanmış olacak.
Erzincan krizi, HSYK depremi, Anayasa Mahkemesi gündemi, Ergenekon, Kafes, Balyoz darbe iddiaları…
Yapılan kurgu, zamanlama ve oyuncular neredeyse kusursuz. Plan saat kıvamında tıkır tıkır işliyor.
Ya Batı ile temas ede ede Batı’nın mücadele taktiklerini çok iyi öğrenmişler ya da bu işler zaten Batı tarafından kurgulandı bizimkiler sadece oyuncu. Batının, savaşları savaş meydanında değil de masabaşında kazanma taktiğini, seçimler seçim meydanında değil, masabaşında kazanılıra çoktan tebdil etmişler bile.
Ama unuttukları çok önemli bir gerçek var:
Bu millet masabaşında yapılan planları savaş meydanında darmadağın eden tarihteki tek örnektir.
Bu anlamlı gerçeğe rağmen millete son çalımı atmak için ellerinden geleni yapacaklardır, çünkü başka şansları kalmadı.
Alperen Polat
![Resim](http://img100.imageshack.us/img100/3974/trt2xb5.jpg)
Örgütlü yandaşlık
Demokrat Parti iktidarı zamanında “Vatan Cephesi” vardı.
Çok eleştirilen sivil yandaş örgütlenmesi...
Hatta 27 Mayıs 1960 darbesinin gerekçelerinden biri de bu olmuştu.
Bugün AKP’nin yandaş örgütlenmesinin yanında Vatan Cephesi çok masum ve devede kulak gibi kalıyor.
Bütün sivil toplum örgütlerini ele geçirmeyi kafasına koyan AKP, ele geçiremediği sivil toplum örgütüne karşılık yandaş örgüt kuruyor veya kurduruyor.
Mesela AKP’ye muhalif TÜSİAD’a karşılık, yüzde yüz müttefik MÜSİAD var da; AKP’ye muhalif YARSAV’a karşılık, “Demokrat Yargı Derneği” neden olmasın?
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafsız mı?
Hadi ele geçirip, “yandaş” yapalım!
Ele geçiremedik mi?
Öyleyse yandaş “Medya Derneği” kuralım.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni ele geçiremeyince, “Medya Derneği” kuranlar, önce bize danışsalardı keşke...
Onları, başkanının “Başbakan bana abi der” diye böbürlendiği, başkanı dahil, hiçbir yöneticisi gazeteci olmayan, ama paraya pula, hatta Beykoz’da Boğaz’ı gören 670 dönümlük arsaya sahip Türk Basın Birliği’ne yöneltirdik.
Yönetim kurulu üyeleri arasında emekli zabıta memurlarının bile bulunduğu o derneği kolayca ele geçirebilirlerdi.
Yandaşlık derecesi, nemalanmanın boyutuyla doğru orantılı değil midir?
*
Gündem yoğun olduğu için, her şeyi zamanında yazamıyoruz.
“Medya Derneği” kurulalı epey oldu. Ama yazmasak olmazdı.
Çünkü kurucu isimleriyle, yandaşlığı çok fazla sırıtan bir dernek...
Salih Memecan, Mustafa Karaalioğlu, Ekrem Dumanlı, Erhan Başyurt, İbrahim Şahin, Serhat Albayrak, Mustafa Çelik, Yusuf Ziya Cömert ve Nuh Albayrak...
Breh... Breh... Breh...
Derneğin Başkanı Salih Memecan kim?
Sabah çizeri, AKP milletvekili Nursuna Memecan’ın eşi...
Başkan Yardımcısı Mustafa Karaalioğlu kim?
Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın manevi oğlu...
Sabah, Star, Zaman, Bugün, Yeni Şafak gazeteleri ve TRT ile Kanal 7...
Takım tamam.
Derneğin kurucuları medya yöneticilerinden oluştuğu için Fehmi Koru, Emre Aköz, Tayyar Şamil, Ahmet Kekeç, Engin Ardıç, Nuh Gönültaş, Ali Bayramoğlu, Mahmut Övür, Cengiz Çandar, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas, Mehmet Metiner, Mahir Kaynak gibi yandaşlar kusura bakmasın.
Onlara da derneğe üye olmak kalıyor.
*
Çok gördük böyle yandaş ve çakma dernekler.
Hiçbiri uzun ömürlü olamadı.
Çünkü yandaşı oldukları iktidarla birlikte onlar da gidiyor.
Geriye kalan ise, medya etiğinin aldığı yara...
Yandaşlık kötü bir şey... Allah hiçbir gazetecinin başına vermesin.
Yandaşlar neden gazeteciliği bırakıp AKP’de siyaset yapmazlar, onu da bir türlü anlayabilmiş değiliz.
Mesela AKP Grup Başkanvekili Suat Kılıç gibi...
SIRRI YÜKSEL CEBECİ
Müthiş bir “Medya Derneği”
Kanal 7, Yeni Şafak, Zaman, Sabah, Bugün, Star, TRT yazar ve yöneticileri bir araya gelmiş ve Medya Derneği kurmuşlar. Ne güzel değil mi? İktidara en yakın, en gönülden bağlı, en büyük destekçi gazete ve TV temsilcilerinin, “hiçbir iktidara ve mevcut olana da yakınlaşma gereği duymadan, eğilip bükülmeden, meslek ilkelerine bağlı olarak çalışan” gazetecilere haber vermeyerek sadece kendi aralarında dernekleşip sonra da sanki tüm medyayı temsil eden bir dernek ortaya çıkmış gibi adını da Medya Derneği koymaları ne hoş!!
Bir de açıklama yapıyorlar; medya çok sesli olmalıymış, “demokratikleşen Türkiye çok sesli toplumu getirmiş”, bu da “çok sesli medyayı getirmiş”... Amaç “Türkiye’deki medyanın kalitesini dünya kalitesine çıkarmak, basın özgürlüğünün sınırlarını genişletmek”miş. Ve üstelik gazetecilere ceza da vermeyeceklermiş.
Çok teşekkürler yani, teveccühünüz... Toplum öyle çok sesli oldu ki insanlar evlerinde bile ses çıkarmaya, aralarında bile konuşmaya korkuyor. Telefonla konuşurken, mail yazarken bile endişe içindeler. Medyanın çok sesliliği bir başka alem. Yarısından çoğu iktidara ait medya haline getirildiği gibi geriye kalan medyada köşe yazarları bizzat Başbakan tarafından patronlara şikayet ediliyor, atılmaları isteniyor. Demokratikleşme öyle boyutlarda ki demokrat Medya Derneği’nin üyeleri ve aynı kesim içindeki diğer gazetecileri (bunlar olup biterken “üç maymun”u oynamaları yetmezmiş gibi) meslektaşlarına benzer baskılar yapmaktan çekinmiyor.
İktidarı eleştiren gruplar anında Maliye’yi kapısında bulup belini doğrultamayacak vergi cezalarıyla karşılaşıyor ve bunun yapılacağı da yıllar önce “bir öfke anında” açıkça Başbakan tarafından söyleniyor.
Şimdi acaba bu dernek “basın özgürlüğünün sınırlarını genişletmek”le ne kastediyor, bunları mı önleyecek demez misiniz?
Demezsiniz, çünkü öyle olmayacağını biliyorsunuz.
Bir tek işi pek iyi yapacaklarına şüphe yok; diğer ülkelerdeki medya kuruluşlarıyla “sanki Türk medyasını temsil ediyorlarmış gibi” temas kurarak olayları onlara iktidarın istediği şekilde çok daha kolay empoze edebileceklerdir.
Yakında ABD ve AB medyasında “Anayasa paketindeki değişikliklerin tamamının ne kadar yararlı olduğunu ama Kemalist laikler ve statükocu yargı tarafından önlenmeye çalışıldığını, atanmışların seçilmişlere müdahale ettiğini, yürütmenin yargıyı kuşattığına dair haykırışlara kulak asmamak gerektiğini, aslında tam aksinin olduğunu ve Türkiye’nin muhteşem bir değişim içinde olduğunu ”ve ayrıca “her an darbe ve suikast beklendiğini” okursak şaşırmayalım.
Bilmesek bizi bile inandırırlardı!
YARSAV’dan ayrılanların kurduğu “Demokrat Yargı”, demokratikleşen (!) Türkiye’nin “Medya Derneği”, bakalım sırada hangi dernek var? “Demokrat Üniversiteler”, “Demokrat, sivil toplum kuruluşları”, “Liselilerin Değişimi Derneği” filân olur mu meselâ?
Not: Türkiye’deki olayları tersyüz ederek yabancı medyaya ve siyasetçilere aktarma, sonra da anlatılanları aynen AB ve ABD’den duyma işlemi artık çok fazla dikkat çeker hale geldi. Bunu önlemek de bağımsız (kalabilmiş) kurumlara, kuruluşlara, gazetecilere düşüyor. Siyasette içerde ve dışarda kamuoyu oluşturmak son derece önemlidir. Ve bunun farkına varan sadece iktidarlar olmamalıdır.
RUHAT MENGİ
Yüce Divan korkusu bacayı sarmış!
AKP’nin Anayasa değişikliği paketi üzerine tartışmalarda üzerinde durulması gereken bir husus da Anayasa Mahkemesi’nin “Yüce Divan” görevini, “bugünkü iktidardan bağımsız olarak ” nasıl yerine getirebileceğidir.
Anayasa değişikliği önerisinde, Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek üyeler, Anayasa Mahkemesi’nin büyük çoğunluğunu oluşturuyor.
Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan olarak, görevi ile ilgili suçlar nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı ve bakanları yargılayacak.
Üyelerinin neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı tarafından atanacak bir mahkemenin bu görevini hakkıyla ve “bağımsız” olarak yerine getirebilmesi mümkün mü?
Rektör atamaları gösterdi ki Cumhurbaşkanı, AKP iktidarına hâkim olan genel eğilimi sürdürüyor.
Yani göreve atanacaklarda aranan birinci öncelik “yandaş” olmak! Oturacakları sandalyeleri kendilerini atayacak olana borçlu olan “yandaş”ların böyle bir durumda nasıl oy kullanacaklarını tahmin etmek zor değil.
Öte yandan mahkemeye üye olarak atanacakların ancak 6 tanesi yargıçlık tecrübesinden geçerek gelecekler.
Geri kalanlar, bir ceza yargılamasının nasıl olması gerektiğini bilmeyen, hukukun temel kavramlarından uzak kişiler olacaklar.
Böyle bir mahkemenin âdil bir Yüce Divan yargılaması yapabilmesi, sunulan delilleri hakkıyla incelemesi ve hukuken tartışılmayacak kararlar verebilmesi nasıl mümkün olacak?
Öyle görünüyor ki hükümet, sadece bugününü değil, yarınını da kurtarma telaşında! Belli ki Yüce Divan korkusu, şimdiden bacayı sarmış durumda.
Deniz Feneri’ne bakanlık engeli
DENİZ Feneri e.V. soruşturması giderek “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan” sorusuna dönüşüyor.
Almanya’da açılan ikinci davada, aralarında RTÜK eski başkanı ve hali hazırdaki üyesi Zahid Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman da olmak üzere birçok Türk yargılanacak.
Almanya’daki ikinci dava, işlenen dolandırıcılık suçunun Türkiye ayaklarını ortaya çıkarmaya yarayacak.
Bunun için Almanya’daki savcılar Türkiye’deki sanıkları sorgulamak için izin istemişler ancak Adalet Bakanlığı buna olumlu yanıt vermedi.
Bu nedenle Türkiye’deki soruşturmayı yürüten savcılar da Almanya’daki hükümlüleri sorgulayamıyor.
Böylece her iki soruşturmanın da hızlanması önleniyor, suçluların adalet önünde hesap vermeleri geciktiriliyor.
Bu arada çalınan minarelere ne kılıfların uydurulduğunu ise bilemiyoruz.
Öyle görülüyor ki Türk işçilerinin yardım duygularını sömürerek, dolandırıcılık yapan Türkleri yine sadece Almanya mahkemeleri cezalandırabilecek.
Ankara’daki soruşturma, AKP hükümeti ayakta durduğu sürece öylece beklemeye devam edecek.
MEHMET Y. YILMAZ
ANAYASACILARA ÇOK KRİTİK İKİ SORU
Cumhurbaşkanı Gül, bugün Türkiye’nin etkin hukukçularıyla bir araya gelecek..
Hukukçular gündeme getirir mi bilmem..
Benim yanıtını alamadığım iki sorum var.. Kritik iki soru..
1- Anayasa’ya göre sorumsuz cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırılması doğru mu? HSYK’nın dört üyesi ile Anayasa Mahkemesi’nin yedi üyesini resen ataması..
2- HSYK’ya üye seçecek hâkim ve savcılar neden sadece bir kişiye oy verebiliyor?
Misal adli hâkim ve savcılar yedi asil dört yedek üye yolluyor ama herkes sadece bir kişiye oy verebiliyor..
Bu seçim sisteminin mantığı nedir? Dünyada örneği var mı? Bize özgü mü?
MEHMET TEZKAN
Kürşat Tüzmen Ergenekoncu olmasın!
AKP’nin önemli isimlerinden Kürşat Tüzmen, partinin Genel Başkan Yardımcığı görevinden alındı. AKP Dışilişkiler Başkan Yardımcılığı görevine Tüzmen’in yerine Ömer Çelik getirildi.
Peki, ama neden?
Bir zamanlar Bağdat–Ankara arasında mekik dokuyan, Irak’la ticaretin artması için büyük çaba harcayan ve dahi mayoyla yüzme konusunda çok ciddi açılım yapan Kürşat Tüzmen neden görevden alındı?
Neden partiden ihracı bile konuşuluyor?
Sebep Kürşat Tüzmen’in Kürt açılımına biraz eleştirel bir tavır göstermesi imiş. Basına sızan bilgilere Tüzmen, Başbakan Erdoğan’a şunları söylemiş:
“ Biz nasıl Kürt açılımını kendi bölgelerimizde anlatıyorsak Kürt kökenli milletvekilleri de anlatmalı. Hakir ve görmezden gelinen Romanlar bile bayrağa sarılırken Diyarbakırspor formasından Türk bayrağı ambleminin kaldırılması zoruma gidiyor.”
Tüzmen’in suçu bu!
Adam kalkmış açılım sürecinde Türk bayrağına sahip çıkmış. Türk bayrağının formalardan çıkartılmasına tepki göstermiş.
Sen misin bayrak diyen. Al sana ceza! Bir daha rüyanda görürsün genel başkan yardımcılığını, hatta milletvekilliğini.
Habur’da PKK’lıların davul zurnayla karşılanmasına zemin hazırlayan bir siyasi iradenin Türk bayrağına sahip çıktı, açılım masalını ucundan kenarından eleştirdi diye aforoz edilmesinden doğal ne olabilir ki.
Yani ne bekliyordunuz, Tüzmen’in bu sözleri üzerine Erdoğan aşkla ve vecdle ayağa kalkıp “Bravo sana Tüzmen! Biz bayrak için varız. Açılım yapıyoruz diye hiç kimsenin milli değerlerimize karşı tavır almasına müsaade etmeyiz” mi diyecekti.
Demedi zaten!
Demokratik açılım sürecinde bir an Türkiye’de gerçekten demokrasi var zannederek, gerçekten demokratik açılım var diye düşünerek üç beş cümle sarfeden, açılım konusunda kendi düşüncesini ifade eden bir vekilin başına gelenler ibret vesikası.
Zaten bu Kürşat ismi de hiç AKP’ye ve açılıma uygun bir isim değil! Kürşat, Göktürk hanedanından 10. büyük Türk hakanı olan Çuluk Kağan’ın küçük oğlunun adıdır. Çin’in esareti altındaki Türkleri kurtarmak için 40 Türk asilzadesi tarafından başkan seçilmiştir.
Kürşat’ın hikayesi hayli ilginçtir ama konumuz değildir.
Dolayısıyla Kürşat ismi bile bazılarına göre açılım ve Ergenekon sürecinde başlı başına büyük bir tehlike arzedebilir.
Hatta yakında bir ihbar telefonu ya da mektubuyla “Kürşat Tüzmen’in ergenekonla irtibatı olduğu” iddia edilebilir.
Bir telefonla ne hayatların karardığına onlarca kez şahit olduğumuza göre, her an yeni hayatlar kararabilir.
Bu devirde Türk kelimesine bile sahip çıkmayacaksın. Baksanıza BDP Diyarbakır milletvekili Akın Birdal, meslek ve oda kurmalarından Türk kelimesinin kalkmasını, bunun ayrımcılık olduğunu söylüyor
Yani adam mesela Türk Mimarlar Odası ifadesindeki “Türk” kelimesinden rahatsız. Türk kelimesi Türkiye’de ayrımcılık yaratıyor.
Eee böylesine bir açılım sürecinde Kürşat’ların ne işi var.
Gitsinler denizde yüzmeye devam etsinler. Yüzerken kimse karışıyor muydu onlara?
Yüz ama konuşma be müberek adam!
Yoksa senden boşalan koltuğa Akın Birdal getirilecek.
Muharrem Bayraktar
![Resim](http://4.bp.blogspot.com/_bb6eCRmAw-U/SvAKsFd5cGI/AAAAAAAABLY/KbGRYCoME6Y/s400/fft26_mf413318.jpg)
AKP ve Anayasa...
BAŞBAKAN Erdoğan ve AKP, Anayasa değişikliği paketini gündeme taşımasının ardından tartışmalar yeniden alevlendi.
Önce ''AKP anayasası'' neler getiriyor ona bir bakalım; son sözü daha sonra söyleriz.
AKP'de bir süredir çalışmaları devam eden Anayasa değişikliğine ilişkin taslak metin yürütme ve yürürlük düzenlemeleri dahil olmak üzere toplam 23 maddeden oluşuyor.
Taslakta Anayasa'nın 10, 20, 23, 41, 53, 69, 74, 84, 94, 125, 128, 129, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 156 ve 159. maddelerinde değişiklik; geçici 15. maddenin yürürlükten kaldırılması ile geçici üç madde eklenmesi öngörülüyor.
-YAŞ kararları yargı denetimine alınıyor, askere sivil yargı yolu açılıyor.
- HSYK'nın yapısı değişiyor. 21 asıl, 10 yedek üyeden oluşacak. Kurul başkanı yine Adalet Bakanı olacak. Adalat Bakanlığı müsteşarı tabii üye olacak.
- Kamu denetçiliği kavramı oluşturuluyor.
- Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değişiyor. Mahkeme 19 üyeden oluşacak, 3 üye Meclis, 16 üye Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Üyeler 12 yıl için seçilecek. Bir üye iki defa seçilemeyecek.
- Geçici 15. madde yürürlükten kaldırılıyor, 12 Eylül'e yargı yolu açılıyor.
- Siyasi yasaklar 5 yıldan 3 yıla indiriliyor.
- Memura toplu sözleşme ve sendika hakkı tanınıyor.
Kısaca durum bu...
21 HSYK üyesinden önemli bir bölümünün iktidarın eski mensubu cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi, bu kurulu ne derece tarafsız kılar varın siz karar verin. Ama Anayasa değişikliği için 330 oy bulunamaz ya da referandumdan yüzde 51 ''Ret'' oyu çıkarsa, erkenin de erkeni bir seçimden başka çare de kalmaz
UMUTLARI BDP..
337 sandalyesi olan iktidar partisinin Anayasa'yı değiştirebilmek için en az 330 oya ihtiyacı var. TBMM Başkanı oy kullanamadığı için sayı 336'ya düşüyor. Değişikliğe karşı çıkan CHP ve MHP de, bu görüşmelerde, kendi başkanvekillerinin kürsüye çıkmasını engelleyeceği için, birleşimi de mecburen AKP'li başkanvekili yönetecek. O da oy kullanamayacak ve sayı 335'e düşecek.
Yani Anayasa değişikliğinin kaderi 6 kişinin elinde. Gizli oyla yapılacak değişiklikte, AKP'den gelecek 6 ret, oyların 299'da kalmasına ve değişikliğin de reddedilmesine yol açar
İktidar bu kritik eşiği aşmak için bağımsızlar ve BDP'den destek arayacak. Ama bu destek gelse de, 330-367 arasındaki oyla yapılacak değişiklik, otomatik referanduma gidecek. Referandumda ne olacağını kestirmek ise zor değil
Liderler, yine Turgut Özal dönemindeki ''No No'' kampanyası gibi yollara düşecek
CEVAP BEKLEYEN SORULAR
KISACA durum bu. Ancak herkesin sorduğu soru da şu: Türkiye'nin adalet, yargı ve anayasa reformlarına ihtiyacı olduğu kesin. Ancak laik demokratik cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmiş bir iktidar; böyle bir değişiklik yapabilir mi?
Tarafsız hukukçular buna 'Hayır'' diyor ve ekliyor: Reform yapacak siyasal iktidar ciddi, samimi, iyi niyetli olmalı. Bunu yapacak iktidarda bunlar yoksa, toplumu huzursuzluğa itersiniz, Felakete götürürsünüz.
AKP'nin sekiz yılına bakacak olursak manzara-i umumiyeyi şöyle özetleyebiliriz: Kadrolaşmasına cemaat adamlarını yerleştirmek ... Demokratikleşme söylem ve yalanları arkasında kendi gizli planlarını uygulamaya koymak... Karşı çıkan kim olursa olsun baskı ve dayatmalarla sindirmeye çalışmak... Eleştiriye asla tahammül edememek... Toprak dahil herşeyi ''özelleştireme'' adı altında yabancılara yok pahasına pazarlamak... Ülke borcunu 8 yılda 4 katına çıkarmak.
Demokrasi için ''Hedefimize varmak için bir araçtır" diyen... AIHM kararına karşı "Bir de ulemaya soralım"diyen Türk yargısına "Bu senin işin değil efendi'' diyen Halktan toplanan vergilerle gazete satın alıp bunu kendi partisinin borazanı yapan... Muhalefet basına da astronomik ceza kesip batırmaya çalışan... Kendisinden olmayan köşe yazarlarını kapı önüne koyması için patronlara fetva veren... 'Fener' olayında olduğu gibi, yolsuzlukları kendi taraftarları yapınca bunu görmemezlikten gelen..Yargıyı bağımsızlaştırmak yerine onu da hükümetin kuklası yapmaya çalışan
Hukuk, demokrasi, cumhuriyet, laiklik adına yakın geçmişte söylediklerini ve de uygulamalarını ben unutmadım.. Ya siz?
Tarık Tavadoğlu