12 EYLÜL’ÜN NESİ DEĞİŞTİ?Anayasa değişikliği için “evet” oylarını alma konusunda da milleti ikna için doğru/yanlış demeden her şey söyleniyor. Öyle ‘çorba halinde’ ki ayırmak için cımbız lâzım.
Meselâ; Türkiye’de ‘Kürt sorunu’ veya ‘Anayasa’ dediğiniz anda birileri hemen 12 Eylül darbesi sonrasında yaşanılan hukuk dışı olayları örnek gösterir, şu anda da bu yapılmakta.
Oysa o dönemde sadece solcular, Kürtler değil büyük kitleler mağdur oldu. Halkın seçtiği iktidar yerinden indirildi, siyasetçiler hapsedildi. Birçok kişi işkenceye uğradı, idamlar oldu.
Bu biliniyorken, darbe dönemlerini örnek göstermek kadar büyük yanıltmaca olabilir mi?
Ama sonuçta; bugün “Darbe anayasasını değiştiriyoruz” diye kıyamet koparılan 1982 Anayasası referandumda yüzde 90’ın üstünde oy alarak kabul edildi...
AKP hükümeti hiç hatırlatmıyor ama bu anayasa geçmiş hükümetler döneminde 17 kez değiştirilerek daha demokratik hale getirildi. Sadece 2001’de tam 33 maddesi değiştirildi... Buna rağmen Türkiye’de “demokrasi” denebilecek bir rejime kavuşmak için daha epeyce değişikliğe gerek var ama yapılanlar bunu mu sağlıyor; hayır!
Aslında Anayasa’ya girmesi gerekmeyen birçok madde göz boyama açısından oraya konduğu gibi bu maddeler CHP’nin teklif ettiği- yardımıyla Meclis’ten geçirilebilecekken bu yapılmadı ve asıl bütün bu şovun nedeni olan “yüksek yargıyı siyasallaştıracak” iki madde araya gizlendi.
‘DEMOKRATİKLEŞME’Yİ NEDEN SAĞLAMADILAR?
Aslına bakarsanız mevcut Anayasa Mahkemesi iktidar partisinin “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olduğu konusunda oy çokluğuyla karar vermiş olmasına rağmen partiye kapatma kararı vermediğine, yapılmak istenen Anayasa değişikliğinin yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracağı kesin iken “hukuk devleti ilkesine aykırı”lıktan o maddeleri tümüyle iptal etmediğine, yani AKP’nin hoşuna gidecek kararlar verdiğine göre geçen dönemlerde seçilen üyelerin taraflı olduğunu iddia edemezler.
Ama ediyorlar... O dönemlerin cumhurbaşkanları TBMM’de tüm partilerin uzlaşması ile seçildiği halde, o üyelerin seçiminde (AB ülkelerinde olduğu gibi) yüksek mahkemelerin tercihleri daha etkin olduğu halde bunu söyleyebiliyorlarsa; Anayasa değişikliğinde cumhurbaşkanının yetkilerini azaltmak yerine neden daha fazla arttırdılar?
Halka seçtirilerek etkisi, yetkisi güçlendirilen cumhurbaşkanının yetkileri neden HSYK ile AYM üyelerinin seçiminde de attırılıyor?
BU MADDELER NEDEN DURUYOR?
12 Eylül Anayasası’na bu kadar kızarken, o anayasanın getirdiği yüzde 10 barajı neden ‘Başbakanın israrıyla’ orada tutuldu? 12 Eylül Anayasası’na kızarken, o anayasanın getirdiği ve AB’nin de “mutlaka kaldırılmalı” dediği “HSYK’nın başındaki Adalet Bakanı ile müsteşarı”, yani bu kuruldaki 2 oy, niye orada tutuldu?.. (HSYK; Yargıtay ile Danıştay üyelerini seçtiği için çok önemli.)
Demokratikleşme istiyorlarsa neden bu Anayasa değişikliği sırasında milletvekillerini “lider yerine milletin seçmesini” sağlayacak değişikliği tüm tepkilere rağmen yapmadılar? Milletvekillerinin liderin emir eri olduğu rejime demokrasi denir mi?
Bu Anayasa değişikliği Başbakan Erdoğan’ın “Bir kişinin, zümrenin, bir partinin projesi değildir” sözünün tam aksine sadece tek partinin projesidir ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın bile “Ben yaptım oldu diyerek Anayasa değişikliği yapılmaz, uzlaşma gerekir” sözlerine neden olmuştur.
Hafızalarınızı taze tutun, zira ona şu dönemden daha gerekli zaman bulamazsınız!
Ruhat MENGİ21 Temmuz 2010
Tutukluluklar artık tutsaklığa dönüştüÖNCELİKLE demokrasilerin en temel ilkesini bilmeyenler ya da bilmek istemeyenler için bir kez daha yazalım.
Demokrasilerde bireylerin en önemli hakkı kişi özgürlüğü ve güvenilirliğidir.
Bunu sağlayamayan, tersine bu değerleri çiğneyen ülkelerde demokrasi iğdiş edilmiş demektir.
Her gün kürsülere çıkıp saatlerce demokrasi nutku atsanız da demokratik bir ülke yönetmiş olmazsınız.
Hele hele ülkenin temel yasasını kendi kafanıza göre değiştirip “Bunu demokrasi adına yapıyorum” diyerek demokrasiyi boğarsanız bir demokrat değil, bir otokrat olursunuz.
Şimdi bakalım Türkiye’de bireylerin özgürlükleri, güvenilirlikleri var mı?
Var diyen ya yalan söylüyordur ya da çıkarı için böyle yazıyordur.
Çünkü “Evet” diyeceğini açıklayan AKP yanlılarını bir yana bırakın, aydınlar değişikliklerin iki maddesinin yargı bağımsızlığını yok ettiğini, birey özgülüğünü ortadan kaldırdığını çok iyi bilirler.
Mustafa Balbay’ın, Mehmet Haberal’ın, Tuncay Özkan’ın, yazar ve çizerlerin, bilim adamlarının, subayların ve de Bedrettin Dalan’ın üç-beş kişiyle ihtilal yapamayacaklarını da bilirler.
Ama kendilerine verilen talimatlar doğrultusunda bunlar için yorumlar yaparlar.Bu yaptıkları kesinlikle aydın dürüstlüğüne sığmaz.
Dünyanın hiçbir ülkesindeki aydınlar da bunu yapmazlar.
Ama ah şu insanların çıkar zafiyeti yok mu?
Onlara her şeyi yaptırıyor.
Şimdi yukarda saydığımız gazeteci arkadaşlarımız ve onlarla birlikte cezaevinde çile dolduran insanlar haklarında somut deliller olmadan içeri tıkıldılar.
Bütün duruşmaların hazırlanan ve mahkemelerce kabul edilen iddianamelerinin hiçbiri bir hukuk devletinde geçerli olmaz.
Demokratik ülkelerin hiçbir mahkemesi bu hayali senaryolarla doldurulmuş, delilden yoksun iddianameleri ciddiye alıp yargılama yapmaz.
Yandaş medyaya sızdırılan bu iddianameler hukukçuları şaşkına döndürüyor.
Ama mahkemeler bunları kabul edip insanları içeri atıyor ve yargılıyor.
Hukukçular bu yargılamaların tam bir hukuk faciası olduğunu açık açık söylüyorlar.Hem de orda burda gizli kapaklı değil, mahkemelere bas bas bağırıyorlar.
Savcı ve yargıçlar hiçbir şey yapmadan birer robot gibi bu tepkileri dinlemek ve sineye çekmek zorunda kalıyorlar.
Türk hukuku adına hüzün verici bir durum.Üstelik, bütün tutuklular neyle suçlandıklarını da bilmiyorlar.
Bir yıldır, iki yıldır, üç yıldır yatanlar var.
Bu insanların uzayan tutuklulukları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin makul süresini kabul edilmeyecek kadar aştı.
Bir hukuk devletinde böyle keyfi, hukuku hiçe sayan bir yargılama olamaz.
Çünkü tutuklamalar yargısız infaza, işkenceye hatta tutsaklığa dönüştü.Bugün dünyada benimsenen çağdaş hukuk insanların zorunlu nedenler olmadığı sürece tutuksuz yargılanmasını öngörür.
Eğer Tayyip Bey’in emriyle yapılan ve 12 Eylül diktasına rahmet okutacak Anayasa değişiklikleri onaylanırsa Tanrı Türkiye’yi korusun. Tufan TÜRENÇ21 Temmuz 2010
Tuz kokuyor, tuz!Beş yüz gün de geride kaldı. Gazeteci Mustafa Balbay hâlâ Silivri’de tutuklu. Balbay bir simge haline geldiği için öncelikle onun adını anıyoruz. Yoksa birçok gazeteci, yazar, bilim insanı, bürokrat sözde bir darbe iddiasıyla ve “şüpheli” olarak, aylardır, hatta yıllardır hapiste tutuluyor.
Yargı geciktikçe kuşkular artıyor.
Acaba Silivri, iktidarın gizli programına muhalefeti kesmek için mi icat edildi?
İşte, anayasa değişikliği için halkoylaması çıkageldi.
Bir yıl sonra genel seçim zaten hesaplanıyordu.
Dış politikadaki ödünleri de hesaba katın.
Bütün bunlara karşı etkin muhalefet odaklarını susturmak, öteki muhtemel muhalif sesleri de yıldırmak için mi Silivri planlandı sorusu akla gelmiyor mu?
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Mustafa Özbek... Bütün bunlar gazeteleri, dergileri ve de televizyonları ile muhalefetin sesini yansıtan kurumların etkin kişileri ve daha önceki yazılarımızda adlarını andığımız niceleri...Kendilerinin de bizlerin de isteği, bir an önce yargılanmaları.
Özel yetkili mahkemeler de mi yetmiyor? Yeni doğal mahkemeler kurun. Savcı ve yargıç mı bulamıyorsunuz?
Balbay, Özkan ve emekli Albay Atilla Uğur (Öcalan’ı Türkiye’ye getiren ekipten) “Zulüm altındayız” diyerek, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül ile görüşme istemiyle dilekçe gönderdiler.
Karşılığında bürokrasi bahane üretti.
Sözün ve insafın bittiği yerde mi
yiz?
Et koktu, şimdi tuz kokuyor, tuz!
Nail GÜRELİ21 Temmuz 2010
12 Eylül kuralı bugün de geçerliBaşbakan konuşmasında zulümlerin, işkencelerin, insanlık dışı uygulamaların en yakın şahitlerinden birinin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay olduğunu söyledi..
O günkü zulüm ortamını anlatırken şu örneği verdi:
‘Ertuğrul Günay’a 12 Eylül’de hapisteyken vefat eden babasının cenazesine katılmasına bile izin verilmedi.’
Aklıma
Ergenekon davasında tutuklu Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal geldi..
81 yaşındaki babası altı ay önce vefat etti.. Cenazesine katılmasına izin verilmedi..
Aklıma Doç. Dr. Ümit Sayın geldi.. Ölüm döşeğindeki 85 yaşındaki annesini son kez görmek istedi ama izin verilmedi..
Kuddusi Okkır’a ne diyelim?
Tutukluyken kanser oldu, tedavisine doğru dürüst izin verilmedi.. Eridi, bitti suçunun ne olduğunu bile öğrenemeden öldü..Böyle ordu dünyada yok..Hafife alınacak bir durum değil.. Mesele çok ciddi..
Vahim..
Bir ordu düşünün.. O ordunun kara gücünü gözünüzün önüne getirin..
Başında Kara Kuvvetleri Komutanı var.. (Bir ay sonra Genelkurmay Başkanı olacak.)
O komutana bağlı..
6. Kolordu Komutanı, 8. Kolordu Komutanı, Zırhlı Tümen Komutanı, Kara Harp Akademisi Komutanı, 2. Ordu Kurmay Başkanı
yargılanıyor..Deniz Kuvvetleri’ni düşünün..
Kuzey Deniz Saha Komutanı, Güney Deniz Saha Komutanı, Foça Çıkarma Gemileri Komutanı, Hücumbot Filo Komutanı, Akdeniz Bölge Komutanı, Denizaltı Filo Komutanı
yargılanıyor..Daha aşağılara inmeyeyim..
Görevdeki 28 paşa sanık sandalyesindeymiş..
Trafik suçundan değil, darbe planlamaktan
yargılanacaklar.. Balyoz dışındaki davalara da bakarsak, oooo...
3. Ordu Komutanı bile
yargılanıyor.. Terör örgütünü yönetmekten..Sorum net; dünyada böyle bir ordu var mı?
Başbuğ ne der acaba..
Allah’tan savaş tehlikesi yok..
Mehmet TEZKAN
GözyaşıTayyip Erdoğan, dünkü grup toplantısında 12 Eylül darbesinin kimi insanlık dışı uygulamalarından örnekler verdi. İdamlardan söz etti. Sonra da sözü Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a getirerek şöyle dedi:
“12 Eylül döneminde hapiste olan bakanım babasının cenazesine bile katılamadı.”
Başbakan Erdoğan 12 Eylül’den söz ederken bazılarının aklına kuşkusuz Silivri’de iki üç yıldır suçlarının ne olduğunu bilmeden yatan aydınlar gelmiştir. Hapisteki Mehmet Haberal’ın babasının cenazesine katılamaması gelmiştir. Bazı manzaralar 12 Eylül’le pek benzeşiyor. Acaba iktidardakileri bunlar da üzüyor mu?
Ayrıca merak ettik...
AKP’liler o yıllarda 12 Eylül darbesini kınamış mıydı? Cuntaya karşı mücadele veren, aydınlar bildirisine imza atan olmuş muydu? O dönemde nerede, ne ile meşguldüler acaba?
YSK uyuyor mu?İktidarın resmi borazanı TRT şimdi de var gücüyle “referandumda evet” propagandasına başladı. Hem de en ucuz yalanlarla... 16 Temmuz Cuma günü öğleden sonraki haber saatinde spikerin okuduğu metne bakın:
“Referandumdan evet çıkar ve anayasa değişiklik paketi onaylanırsa memura zam gelebilir. Çünkü yeni anayasa memura toplu sözleşme hakkı tanıyor...”
Anayasaya “evet” diyecek olanlarla röportaj yapılıyor.
Hayır diyecek olanlar kesinlikle ekrana çıkamıyor.Genel Müdür İbrahim Şahin ve ekibi tam emir eri pozisyonunda...
Peki bu arada YSK ne yapıyor?
Melih AŞIK21 Temmuz 2010