OSCAR ÖDÜLÜ DUBLÖRE VERİLMEZYok, görevini bırakan bir Başbakanın, halefine bıraktığı üç mektubun hikayesi değil bu. Başbakan Erdoğan’ın referandumun son dakikalarında meydanlarda değil, tv ekranlarından gönderdiği üç mektubu bir araya getireceğiz.
Bunlar bir halefe bırakılan değil, üç farklı adrese postalanan mektuplardı. Adres olarak; birinin üzerinde “emperyalizm”, diğerinde “PKK”, sonuncusunda da “Bizden olmayan Türk Milleti” yazıyordu!..
Sonuncudan başlayalım; Geçen Pazar AKP İstanbul İl Başkanlığı’nın iftarında şöyle konuştu:
“Bu ülkede ‘Kapıcının çocuğundan nasıl kaymakam olur? İşçinin çocuğu nasıl mühendis olur? Köylü çocuğundan doktor olur mu?’ diyen insanlar var. Vallahi vali de oldu, doktor da oldu, mühendis de oldu. Çünkü olabilecek olanı yapmıyorlardı ki. Evine kim giriyor, kim çıkıyor, kimin akrabası, kimin bilmem nesi? Bunu yapıyorlardı…”
Cumhuriyet dönemine her türlü haksızlık yapıldı, her türlü iftira atıldı ama bu kadar da olmaz ki… Duyan, AKP’ye kadar Türkiye’de kast sistemi, asiller ve köleler vardı sanır!..
İşçi Hamdi Bey’in iktisat doçenti oğlu Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, fırıncı Abdullah Usta’nın Avukat oğlu Mehmet Ali Şahin Meclis Başkanı, kaptan Ahmet Reis’in oğlu İmam-Hatip mezunu Erdoğan Başbakan, çiftçi Dursun Bey’in Gemi Mühendisi oğlu Binali Yıldırım Ulaştırma Bakanı, Vaiz Mehmet Bey’in hukukçu oğlu Beşir Atalay İçişleri Bakanı, esnaf Yahya Bey’in doktor oğlu Recep Akdağ Sağlık Bakanı olmuş, hala bunlar söyleniyor.
Zaza kökenli Cevdet Yılmaz Devlet Bakanlığına getirildiğinde, “Şu anda T.C.’nin bir bakanıyım. Türkiye’de gerçekten ayırımcılık olsa, buralara gelemezdim” demiş, ne gam!..
Peki Başbakan niye böyle konuşuyor? Galiba AKP’li olmayanları, “Anayasa referandumundan sonra size artık kapıcılık bile yok”a hazırlıyor!.. Erdoğan birkaç yıl önce “kadrolaşma ve atamalarda türban kriteri arandığı” iddialarını şöyle cevaplamıştı:
“Bu eleştiriyi kabul etmek mümkün değil. Üst düzey yönetici olmak için en az 10 yıl devlette hizmet etmek gerekir. Bu müdür düzeyinde. Daha üst düzeyler için en az 15 yıl gerektiren görevler var. Biz 5.5 yıldır iktidardayız. Bu demektir ki atadığımız görevliler bizden önce işe alınmış insanlar. Çoğu Ecevit döneminde kurulan KPSS sistemi ile işe alınmış. Bu insanlar sakıncalı ise niye işe alınmış? Sakıncalı değilse niye onlara görev vermeyelim… Eşi türbanlı olan da var olmayan da. En üst bürokratlarımızdan biri Cumhurbaşkanlığı Genel sekreteri İsen. Eşinin başı açık. Ayrıca Merkez Bankası’nın başına Mehmet Şimşek’i getirmek istedik. Cumhurbaşkanı onaylamadı. Eşi Amerikalıydı ve başı açıktı. Bir insanın eşinin başı açık veya kapalı diye hesap yapılıyorsa bundan hicap duyarım.”
Türkiye’nin “torpilsiz” tek mekanizması ÖSYM sisteminin birden bire “çökmesi”, sızıntıları önleyip, sistemi düzeltme yerine, dün birden bire “merkezi sınav sisteminden vazgeçilmesinden” bahsetmesi, herkes “ne olacak?” diye beklerken, bakanlıkların referandum üzeri peş peşe mülakatla sözleşmeli eleman alınması acaba tamamen bir tesadüfler zinciri midir?
BAŞKANLIK SİSTEMİ DEMEK…Erdoğan referanduma iki gün kala (Muhalefetin, bunların ne anlama geldiğini millete anlatmasına fırsat vermemek için olsa gerek) valilerin seçimle göreve gelmesinin ve Başkanlık sisteminin faziletlerini anlatmaya başladı. Bu mektubun adresi PKK’dır.
Çünkü; Başkanlık sistemi demek, eyaletlere bölünme demektir…
Daha dün BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Doğu-Güneydoğu için “özerklik” talebinde bulunmakla yetinmeyip, “Özerk Doğu Karadeniz, Özerk Orta Karadeniz, Özerk Dersim Cumhuriyeti” vs.’den söz etmedi mi?
KCK operasyonlarında tutuklanan, ilçesinde çok dilli uygulamaya geçen Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, “Vali ve kaymakamlar seçimle iş başına gelecek” demedi mi?
Bunları da mı tesadüf sayalım?!..
ANAYASA KİMİN İÇİN DEĞİŞİYOR İTİRAFI:
“KÜRESEL SERMAYE RAHATSIZ”Biraz uzun olduğundan, “emperyalizme” yazılan mektubu sona bıraktık. Günlerdir meydanlarda “darbelerle hesaplaşacaklarını, daha çok özgürlük” getireceklerini anlatan Başbakan Erdoğan son iki günde, milletin en zayıf karnı “ekonomi” silahına sarıldı. Ama bu silaha sarılırken, değişikliklerin Türk Milleti için değil, gerçekte “küresel sermaye” için yapıldığını, “millet iradesi” değil, “emperyalizmin iradesi”nin esas alındığını ve “çok sağlam” dedikleri Türk ekonomisinin aslında pamuk ipliğine, ipin ucunun da başkalarına bağlı olduğunu bir güzel itiraf etti. Dışişleri Bakanı Prof. Davutoğlu’nun, “Hayır çıkarsa dünyaya anlatamam” demesi de bundandı zaten!..
Erdoğan’ın bu mektubunun en önemli satırları şunlar:
-Evet çıkması halinde, ekonomi beklenen sıçramasını yapacak…
-Eğer hayır oyuyla travma yaşarsak, ekonomiyi de olumsuz etki edecektir. Hayır olursa, istikrara, güvene dur demek olacak. Bu da ekonomide patinajı, sıkıntıyı getirebilir…
-Küresel sermayenin Türkiye’ye girişi maalesef ertelenmiş olacak. Küresel sermaye mevcut tablodan çok rahatsız…
Ne tesadüf, ABD ve AB de Anayasa değişikliklerinin “yargı” bölümü ile çok ilgili ve bu “reformların” kendi sermayelerinin önünü sınırsız şekilde açacak olmasına pek seviniyor!..
Yabancı sermayeye teslim edilmeyen hemen hiçbir şeyimiz kalmadı. Daha ne istiyorlar? Gümrük Birliği ile dış ticaretimize, tarımımıza veya “Dubai” benzeri gizli anlaşmalarla hem ekonomi, hem dış politikamızı yönlendirmek kesmedi, artık üretimi, tüketimiyle tüm ekonomimize, iç-dış tüm politikalarımıza hükmetmek istiyorlar. En önemlisi, Türk Yargısının hiçbir şekilde onlara ayak bağı olmamasını!..
Biz bunları konuşurken, Avrupa’nın küçücük bir ülkesinde neler yaşandığını eminiz duymamışsınızdır… O ülke, İzlanda. Geçen yıl battı, AB de kurtarmak için üyeliğe almayı kararlaştırdı. İzlanda’nın tek geçim kaynağı balıkçılık olduğundan, yıllık uskumru avlama kotasını 65 kat arttırdı. Vay sen misin arttıran, AB küplere bindi. Üyelik müzakerelerini bitirme tehdidi savurdu. İzlanda ne yaptı biliyor musunuz; AB’ye tam üyelik başvurusunu geri çekeceğini açıkladı. Çünkü İzlandalılar, balıkçılık sektörünün AB’nin eline geçmesine şiddetle karşı çıkıyor!..
SEVR VE LOZAN’DA YARGI REFORMUSadece AKP değil, emperyalizmin projeleri için de Anayasa değişikliğinin kilit noktasında, yargıya ilişkin düzenlemelerin bulunduğu kesin. “Küresel sermayenin mevcut tablodan rahatsız”lığını anlatırken, Başbakan Erdoğan’ın ağzından çıkan, “Evet, 2023 hedeflerini de kolaylaştıracak” sözünün altını çizelim.
2023 ne; Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yıldönümü… Öyleyse emperyalizmin, önce Sevr, sonra Lozan’da “yargı reformu” adı altında neler istediğinin listesini çıkaralım mı?
Sevr’de dediler ki;-Hıristiyan halkların çıkarlarına her türlü teminatı verecek bir mahkeme sistemi kurulsun…
-Osmanlı hükümetinin çıkaracağı eski eserler yasası, Osmanlı Parlamentosundan önce bize sunulsun…
-Sevr’in yürürlüğe girişini takip eden 6 ay içinde üç üyeli bir komisyon adalet reformu tasarısı hazırlasın, Türkiye bu tasarıyı kabul ettiğini şimdiden açıklasın…
-31 Ekim 1918’den, yeni adalet sisteminin yürürlüğe girmesine kadar, Türkiye’de görev yapan bir müttefik yargıç veya mahkemenin verdiği tüm kararları kabul etmeyi Türkiye peşinen üstlensin…
Lozan’da dediler ki;-Azınlıkların davalarına özel mahkeme ve yargıçlar baksın…
-Yabancı yargıçlar Türkiye’ye gelip, Türk mahkemelerinde görev yapsın…
-İstinaf mahkemeleri ve Yargıtay’da görev yapacak yabancı yargıçlar, Türk yasalarını çağdaş hale getirmek için gerekli reformları hazırlayacak Danışma Komisyonu’nda görev alsın…
-Müttefik devletlerin, Türk kanunlarının uygulanmasını veto etme hakkı olsun…
Bugün “diktatör” ilan ettikleri İsmet Paşa, bunların “kapitülasyonların başka bir ad altında canlandırılmak” istenmesi olduğunu belirtip, elinin tersiyle itti. Emperyalistler, “Türkiye’ye uzun yıllar önce yerleşen ve ticaretle uğraşan vatandaşlarının ülkeyi terk edeceği, bunun da Türkiye’nin saygınlığını önemli ölçüde sarsacağı, Türkiye’nin ileride Batılı devletlerden mali destek bulamayacağı ve tüm ekonomik sisteminin çökeceği” tehdidinde bulundu.Ama
İnönü, “Komşu ülkelerde uygulanmayan istisnai bir yargı rejiminin Türkiye’ye empoze edilemeyeceğinde” diretti. Kendi ifadesiyle, “Türk hakimlerinin istiklal ve itibarını kurtardı”!..
Mustafa Kemal’in 1923’te, “Bağımsızlığın temel direği olan adalet dağıtımında bir yabancı parmağı bulundurmayacağız. Bu noktadaki kararımız kesindir” demesi bundandı.İddiamız odur ki; referandumdan “hayır” çıkması, herkesten önce aslında Başbakan Erdoğan’ın “hayrına”dır. Çünkü “evet” halinde estirilecek fırtına, önüne konacak “reform dalgaları”nın, sadece Türkiye’yi değil, kendisini de alt edeceği bugünden belli…
Hani Oscar’da “en başarılı aktör” ödülü, en tehlikeli sahneleri oynayan “düblor” değil, gerçek “başrol” oyuncusuna verilir ya, işte böyle bir şey!..
Müyesser YILDIZOdatv.com