Özelleştirmenin Zararları Saymakla Bitmiyor / Prof. Dr. Cihan DURA

Özelleştirmenin Zararları Saymakla Bitmiyor / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Balasagun » Cum Oca 24, 2014 15:07

Özelleştirmenin Zararları Saymakla Bitmiyor
Özelleştirme bir Batı dayatması… Emperyalizmin yani Derin-Merkez’in Çevre ülkelerine yönelik 6 silahından biri.

Özelleştirme Türkiye’de uydu hükümetler tarafından körü körüne, sırf Batı’nın buyruğu üzerine uygulanmış, ekonomimize çok büyük zararlar vermiştir, vermeye de devam etmektedir.

Bu zararları bundan önce yaptığım bir çalışmada (Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst., 2005, ss. 562-63) 30’a yakın gözleme dayanarak, özelleştirme yoluyla “işlenen suçlar ve ekonomiye bindirilen maliyetler” olarak kanıtlarıyla ortaya koymuştum. Tür olarak 27’yi bulan bu suç ve maliyetlerin listesini aşağıda sunuyorum:

Türkiye’de yapılan özelleştirmeler arsa spekülasyonuna yol açmıştır. Beşerî sermaye kaybına sebep olmuştur. Dış bağımlılığı artırmıştır. Döviz kaybına sebep olmuştur. Ekonomik yolsuzluklara (hortumlama, soygun, rant yaratma, kayırma) yol açmıştır. Gelir kaybının önünü açmıştır. Özelleştirme yapılırken görevi ihmal, görevi kötüye kullanma, hukuk ihlali (usulsüzlük, usulsüz işlem, sözleşmeye uyulmaması) suçları işlenmiştir. Satılan tesisin borçları kamunun üzerine yıkılmıştır. Halk kandırılmış, halkın malı sermaye kesimine aktarılmıştır. Özelleştirme haksız rekabete yol açmış, işsizliği artırmış, kamu kaynaklarına zarar vermiş (halkın malını gasp, devlet malını çarçur etme), kamunun borç yükünü artırmıştır. Özelleştirmelerle kamu kaynakları özel sektöre peşkeş çekilmiş, kartel oluşturulmuş, pahalılığa, sermaye stoku kaybına yol açılmıştır. Alıcılar yaptıkları taahhütlere uymamıştır. Tarıma darbe (hayvancılığa darbe) vurulmuş, ulusal güvenlik tehlikeye atılmış, ulusal kaynaklar ya da pazarlar yabancıların eline geçmiştir. Ekonomi üretim kaybına (üretimi durdurma), devlet vergi kaybına, ülke zarara maruz kalmıştır.

Bu zararlar başta üniversite öğretim elemanları olmak üzere araştırmacılarımız tarafından sürekli olarak takip edilmeli, her biri gözlemlenerek derinliğine incelenmeli, ulaşılan sonuçlar yetkililere ve kamuoyuna açıklanmalıdır. Ben kendi payıma bu sorunun peşini bırakmadım, bırakmayacağım. En son yaptığım belgesel gözlem sayesine belirlediğim zararlara ilişkin kanıtları bu yazımda sunuyorum.

I) BİR ARAŞTIRMADAN KANITLAR

Üstat iktisatçılarımızdan Prof. Dr. Esfender Korkmaz özelleştirme konusunu Tercüman’daki köşesinde sık sık işleyen bir yazarımızdır. Makalelerinde Türkiye’de özelleştirmenin başarısız olduğunu, Türkiye ekonomisine büyük zararlar verdiğini, somut veriler de ortaya koyarak savunur.

A) Sayın Prof. Dr. Esfender Korkmaz “Bu Nasıl Özelleştirme?” adlı makalesinde [Tercüman, 31.10.2007], kendisinin de üyesi bulunduğu bir araştırma grubu tarafından yapılan bir çalışmaya dayanarak özelleştirmenin şu zararlarına dikkat çekmektedir: Dış bağımlılığın artması, döviz kaybı, gelir kaybı, halkın malının sermaye kesimine aktarılması, halkın malının özel sektöre peşkeş çekilmesi, hukuk ihlali, işsizliğin artması, pahalılığa yol açılması. Adı geçen makaleden özetliyorum:

1) Özelleştirmenin halkı fakirleştirmemesi, tersine zenginleştirmesi gerekir. Türkiye’de kamu tesisleri satılarak elde edilen fonlar ya siyasî amaçlarla ya da ekonominin açıklarını kapatmak için kullanılıyor. Yeni yatırım yapılmıyor. Böylece hem halkın serveti eksiliyor, hem de -Telekom’da olduğu- gibi toplum satılan kuruluşların gelirinden yoksun kalıyor. Dahası eğer kamu kuruluşu yabancıya satılmışsa, sağlanan kâr döviz olarak dışarıya gidiyor.

Türkiye’de özelleştirmelerin yüzde 70’i blok satış yoluyla, yüzde 13’ü halka arz yöntemiyle yapılmıştır. Oysa bunun tam tersi olmalı, özelleştirmelerin büyük kısmı halka arz yoluyla yapılmalıydı. Çünkü bu tesisler Türk halkının ödediği vergi gelirleriyle kurulmuş, halkın malı olan tesislerdir. Dolayısıyla geniş halk kitlelerinin ortaklığına açılmaları gerekirdi. Örneğin, İngiltere’de böyle yapılmıştır.

2) Hâkim satış yönteminden dolayı, Türkiye’de özelleştirme uygulamasının ekonomik ve sosyal dayanışmaya katkısı olmamıştır. Bu katkıya güzel bir örnek İngiltere İşçi Partisi’nin özelleştirme uygulamalarıdır. İngiltere’de özelleştirmenin sosyal boyutu öne çıkarılmış, “paydaş toplum” kavramı geliştirilmiştir. Paydaş toplum anlayışı, özelleştirmede halka arz uygulamalarına öncelik verir. Blok satışlar yöntemi, ancak “halka arzı” teknik ve mali nedenlerle mümkün olmayan firmaların özelleştirilmesinde kullanılmalıydı.

Bundan başka doğal tekel niteliğinde olan “enerji ve altyapı” alanında üretim yapan firmalarla “mâli kesim”de faaliyet gösteren büyük firmaların özelleştirilmesi yanlıştır.

3) Eğer özelleştirilen tesis yabancıya satılmışsa, bir sorunla daha karşılaşıyoruz: Yabancı girişimci genellikle ihracat eğilimi göstermiyor. Tersine ithalatı artırıyor, büyük alış veriş merkezleri örneğinde olduğu gibi kendi ülkelerinden ithal ettikleri malları yurt içinde satıyorlar. Sonuçta bu şirketlerin ya da yabancı ortaklarının kendi ülkelerine yaptıkları kâr transferleri cari işlemler dengemizi olumsuz etkilemektedir. Nitekim böyle de olmuştur.

4) Türkiye’de özelleştirme süreci işsizliğe yol açmıştır. ışini kaybedenlerin sayısı 16 binin üzerindedir. Öte yandan özelleştirmeden elde edilen gelirler, özelleştirme mağdurlarına iş yaratmak için kullanılmamıştır. Yatırıma dönüşmesi gereken özelleştirme gelirleri hazine hesapları içerisinde âdeta yok olup gitmiş, israf edilmiştir.

5) Bazı özelleştirmelerde hukuk ihlali vardır. Nitekim Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 2. maddesi şöyledir: “Özelleştirme uygulamalarından elde edilecek gelirler genel bütçe harcama ve yatırımlarında kullanılamaz.” Bu hüküm hâlâ yürürlüktedir. Ne var ki aynı kanunun 10. maddesi değiştirilerek gelirlerin Genel Bütçe’ye aktarılmasına olanak sağlanmıştır. Ancak bu durum ilke maddesine aykırıdır. Bu bakımdan özelleştirme gelirlerinin genel bütçeye aktarılması hukukî açıdan tartışmalıdır.

6) Yapılan özelleştirmelerle halkın malı özel sektöre peşkeş çekilmiştir: Türk Telekom A.Ş.’nin sermayesinin yüzde 55’i 6 milyar 550 milyon dolara satılmıştır. Firmanın toplam değeri 11 milyar 909 milyon dolara ulaşmaktadır. Halbuki nüfusu 33 milyon olan Fas’ın telefon şirketi Maroc Telekom’un değeri 13.5 milyar dolardır. Sadece bu kıyaslama bize Türk Telekom A.Ş.’nin satış değeri hakkında çarpıcı bir örnektir.

7) Özelleştirme pahalılığa yol açmıştır. Örneğin telefon, elektrik, gaz, su gibi doğal tekellerde ürün fiyatları artmıştır. Dünyada özelleştirme sonrası konuşma ücretlerine fiyat artışı isteyen tek telefon firması Türk Telekom’dur.

B) Prof. Dr. Esfender Korkmaz bir diğer makalesinde [Özelleştirmeyi Test Ettiniz mi? Tercüman, 11.12.2007]. Türkiye’de yapılan özelleştirmelerin ekonomiye verdiği zararları teorik bir çerçevede, bir yöntem önererek ortaya koymaktadır. Ona göre özelleştirme veya özelleştirme karşıtlığı slogan haline getirilmemelidir. En iyisi, aşağıdaki sorulara cevap aranmasıdır. Bulunacak cevap, bize özelleştirme konusunda daha iyi değerlendirme imkânı sağlayacaktır.

-Özelleştirme sonucunda üretim artışı oldu mu? Özelleşen kurumlar daha fazla üretim yapıyor mu?

- Tüketici daha kaliteli ve daha fazla çeşitte mal satın alıyor mu? Örneğin daha kaliteli rakı içiyor mu? Daha kolay telefon hizmeti alıyor mu? Aldığı mal artık daha ucuza mı mal olacak?

- Özelleştirme sayesinde daha fazla istihdam sağlandı mı? Özelleşen işletmelerde çalışanların ücretleri arttı mı?

Sayın Esfender Korkmaz’ın tavsiye ettiği yönteme bir şartla olurumu veriyorum. Bütün bu sorulara olumlu yanıt verilse bile, eğer şu sorunun yanıtı “evet”se, özelleştirme yine yanlıştır: Ülkenin ekonomik bağımsızlığı haleldar olmuş mudur?

Yazarımız sorduğu soruların yanıtını da veriyor:

- Sümerbank’ta özelleşen 21 fabrikanın 18 ‘inde üretim yapılmıyor. SEK’in 31 fabrikası özelleşti, 23’ünde üretim yok. Orüs’ün 20 fabrikası özelleştirildi, 16’sında üretim yok. Et Balık Kurumu’nun 16 kombinası özelleşti, 9’unda üretim yok.

Özelleştirmeler neden -artırmak bir yana- üretimin sıfırlanmasına yol açtı? Çünkü bu işletmeleri alanların çoğu, spekülatif amaçla aldılar, arsalarından spekülatif kazanç sağladılar. Örneğin, Manisa Sümerbank Mensucat Fabrikası, Manisa ortak girişim gurubuna 3.7 milyon dolara satıldı. Alıcılar 4.5 ay sonra 145 dönümlük arazinin 55 dönümünü KİPA TESCO şirketine 13.7 milyon dolara sattılar. Manisa Et ve Tavuk Kombinası, MAY’a satıldı. Firma makineleri söküp taşıdı. Araziyi Kılimasan’a 2.8 milyon dolara sattı.

-“Özelleştirmeden sonra ucuz mu yoksa pahalı mı mal alıyorum” sorusuna gelince, özelleşen işletmelerin ürettiği malları daha pahalıya alıyorum: Örneğin, rakıyı daha pahalı içiyorum. Telekom özelleşmeden kısa bir süre sonra fiyatları artırdı.

- Özelleşen işletmelerden dolayı 16 bin kişi işsiz kaldı. Üretim düşerse elbette işsizlik ortaya çıkacaktır.

Sonuç şudur: Özelleştirme tüketiciye yaramadı. Tüketicinin refahım artırmadı.

Özelleştirme senin, benim refahımızı artırmadı.

Ancak, özelleştirme yoluyla kamu açıkları kapatılır. Devlet borçlanmaz. Faiz gideri olmaz. Yerine bedava sağlık ve eğitim hizmeti yapılır. Yol yapılır. Trafik sorunu azaltılır. Vatandaşın refahı böyle dolaylı yoldan artmış olabilir.

Peki, özelleştirmelere bu açıdan baktığımızda Hükümet başarılı mı?

Değerli okur, bu sorunun yanıtını da sana bırakıyorum.

II) TELEKOM ÖZELLEŞTİRMESİNDE İKİ ZARAR

Telekom’un özelleştirilmesi ekonomimize pek çok zarar vermiştir. Bu zararlar şunlar olabilir: Dış bağımlılığın artması, döviz kaybı, ekonomik yolsuzluk, halkın malının gasbedilmesi, halkın malının özel kesime aktarılması, pahalılığa yol açılması, ulusal güvenliğin tehlikeye atılması, ulusal servet ve pazarların yabancıların eline geçmesi, gelir kaybı, vergi kaybı.

Benim burada yapacağım gözlemler şu iki zararla ilgili: Vergi kaybı ve tekelleşme. Diğerlerinin gözlemi başta üniversite mensupları olmak üzere, genç araştırmacılarımızı bekliyor.

A) Telekom’un Ödediği Vergi Azaldı

Zararın ilk kanıtı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vergi kaybına uğramasıyla ilgilidir. “Hükümet bir işletmeyi özel sektöre devrederken, sadece bir tesisi değil, daha sonraki yıllarda temettü ve vergi gelirlerinin büyük bir kısmını da devretmiş oluyor. Çünkü özelleştirmelerin hemen ardından olan, genellikle şu: Satılan KİT’lerin ödedikleri vergi oranları düşerken, Hazine’nin gelir kalemleri de azalıyor.” Nitekim Türk Telekom özelleştirildikten, bir yabancının, Lübnanlı Hariri’nin mülkiyetine geçtikten sonra devlete çok daha az vergi ödemeye başlamıştır. Türk Telekom, stratejik öneme sahip, kâr eden bir kuruluştu. Diğer kamu kuruluşlarımız gibi, Derin-Merkez’in emrinde olan IMF, Dünya Bankası ve dünyada kara para aklayan finans kuruluşlarının baskısı sonucu özelleştirilmiş, devlet yüzde 55 hissesini satmıştır. Kuruluş 2005 yılında özelleştirilmeden önce 2 milyar dolar kâr edip, 1 milyar 400 milyon dolar vergi veriyordu. Özelleştirmeden hemen sonra 2006 yılında devlete ödediği vergi 600 milyon dolar düzeyinde kaldı. Oysa 2 milyar 700 milyon dolar kâr etmişti! Yani daha fazla kazanç sağlamış, ancak daha az, önceki vergi düzeyinin bile altında vergi ödemiştir.

Bu sakınca Petrol Ofis özelleştirilmesinde de görüldü. Dolar milyarderlerinden Aydın Doğan’ın eline geçen Petrol Ofis, özelleştirmeden sonra çok daha az vergi ödemeye başladı.

B) Telekom Özelleştirmesiyle Yeni Bir Tekel Yaratıldı

Özelleştirmenin önemli bir sakıncası da bazı hallerde tekele yol açması, ya da mevcut bir tekeli daha muzır bir hale getirmesidir. Telekom özelleştirmesi bunlardan ikinci halin bir örneğidir.

Bu sakıncayı Serbest Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği (Telkoder) Başkanı Yusuf Ata Arıak şöyle dile getiriyor [Cumhuriyet, 20.10.2007]: “Telekom’un tekel konumu devam ettiği sürece, tek şebekeye bağımlılık ve rekabetsizlik sürdükçe savaş, deprem ve grev gibi olağanüstü zamanlarda haberleşme güvenliğimiz tehlikede olacaktır. Kaderimiz önce devlet tekeli, şimdi de özel tekel olan Türk Telekom’a bağlanamaz. Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı olan havayollarında rekabet ortamı nasıl oluşturulduysa, aynı şekilde Telekom piyasasında da oluşturulabilir. Bu amaçla öncelikle Türk Telekom alt- yapısına alternatif olan kablo TV şebekesi zaman kaybedilmeden özelleştirilmeli ve kullanılır hale getirilmelidir.”

III) MANİSA PAMUKLU MENSUCAT ÖZELLEŞTİRMESİ

A) Manisa’da Sümerbank’a ait Pamuklu Mensucat’ın özelleştirilmesi tam bir yağma operasyonu örneğidir. Trajik öyküsünü önce şu kaynaktan özetliyorum: [Solbirlik, http://www.digimedya.com/Content/News/173057.aspx (8.6.2007)].

Merkez sağ ya da merkez sol partili 47 işadamı; Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın yüksek himayesinde, AKP’li Belediye Başkanı Bülent Kar’ın koordinatörlüğünde bir araya gelerek, Manisa Ortak Girişim Grubu Aş (Manisa OGG) adlı bir şirket kuruyorlar.

Sermayenin yüzde 99.99’u Sümer Holding’e (Sümerbank) ait olan Manisa Pamuklu Mensucat A.Ş. 8.9.2003’te Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca (ÖYK) özelleştirme kapsamına alınmıştı. Fabrika 2004’de kapatılıyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 13.6.2005 tarihli ÖYK kararına dayanarak, fabrikayı 2005’te Manisalı işadamlarının yukarda adı geçen Ortak Girişim Grubu’na (OGG) 3 milyon 751 bin dolara (4.5 milyon YTL’ye) satıyor. Buraya dikkat! Daha sonra Manisa İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin resen oluşturduğu bilirkişi heyeti, toplam tesis değerinin 47.7 milyon YTL olduğu yönünde görüş bildirecektir! Başka bir deyişle ÖıB 48 milyon YTL’lik tesisi, Manisalı iş adamlarına 4.5 milyon YTL’ye, 10’da 1 fiyata satıyor!

Bu arada Manisalı patronlar Ortak Girişim Grubu, yapılacak özelleştirmeyi yetkililere ve kamuoyuna hoş göstermek, yağlı ticareti bir an önce gerçekleştirmek için Pamuklu Mensucat’ın arazilerine iş merkezleri, sosyal tesisler kuracakları, 500 kişiye istihdam yaratacakları propagandası yapıyorlar. Türkiye’de ne yazık ki hep böyle olanların işi yürür. Tabiî, sonunda başarıyorlar ve özelleştirme gerçekleşiyor. Ancak yine dikkat! Satıştan kısa bir süre sonra Manisa OGG, 90 dönümlük fabrika arsasının 55 dönümünü, 18,5 milyon YTL’ye alışveriş merkezi yapılmak üzere TESCO-KİPA’ya satıyor! İş adamlarımızın, birilerinin himayesi altında yaptıkları vurguna bakın! Bir kamu tesisinin arsaları dahil tamamı 4,5 milyon YTL’ye özel şahıslara satılıyor; alınan arsanın sadece bir kısmı, bu kez 18,5 milyon YTL’ye başka bir şirkete satılıyor! Yani halkın sırtından, hiçbir katma değer yaratmadan, birileri oturdukları yerden trilyonları cebe indiriyor. İşte Türkiye’de özelleştirme uygulaması! Bu büyük vurgunu yapan kim? AKP’li Belediye Başkanı Bülent Kar’ın koordinatörlüğünde, Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın yüksek himayesinde, ÖıB’nın korumasında sağ ve sol partilerden 47 patron! Bunların oluşturduğu şirket, Manisa Ortak Girişim Grubu AŞ!...

Ancak vicdan diye bir şey var. Bu ülkede namuslu insanlar da var. Çok geçmeden satışa karşı dava açılır ve hukukî süreç başlatılır. Danıştay'dan ÖıB kararının iptali istenir. Danıştay 13'üncü Dairesi'nin, “yürütmenin durdurulması” talebini reddetmesinin ardından, dosya Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu’na intikal eder. Nihayet bu Kurul, arsanın ucuza satıldığını, ihalenin açıklık ilkelerine uymadan yapıldığını belirterek dosyayı 13'üncü Daire'ye geri gönderir. Bu arada TESCO-KİPA arsayı satın almaktan vazgeçmiştir; Dâvâ düşmüştür. Dosya artık Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun önündedir. Kurul 16 Mart 2007 tarihli raporunda usulsüzlük iddialarını yerinde görür ve fabrikanın OGG'ye devrini öngören 13. 6. 2005 tarihli ÖYK kararını iptal eder. Başbakanlık 6 Nisan 2007'de ÖıB'ye Pamuklu Mensucat hisselerinin geri alınması talimatını verir. OGG hakkında da vergi incelemesi başlatılır. Ancak ÖıB Başbakanlık’tan gelen talimatı uygulamaz, bekletir. Namussuzları kurtarmak için acaba yeni bir yol mu bulunmuştur? Çünkü bu arada 13 Nisan 2007’de Manisa OGG, 92 bin 241 metrekare arsayı 46,5 milyon YTL’ye, bu sefer Hollandalı Redevco Beş Emlak Geliştirme ınşaat adlı şirkete satmıştır. ÖıB bu satıştan 17 gün sonra 1 Mayıs 2007’de mahkemeye başvurur.

Sonra ne oldu, dâvâ şimdi hangi aşamada?

Siz ey “Atatürkçü”yüm” diyenler! Özellikle Atatürkçülüğü laiklikten ibaret sananlar! “Atatürkçülük” öyle kolay değildir, araştırma ister, uğraş ister, ter ister, rahattan fedakârlık ister. Öyle basit de değildir, Laikliğe ek olarak daha bir sürü boyutu vardır. Cumhuriyetçiliği, milliyetçiliği, devrimciliği, halkçılığı, devletçiliği vardır. Haydi davranın bakalım, araştırın bu dâvânın sonunu! Araştırın, öğrenin de aydınlatın, uyandırın böyle durmadan soyulup soğana çevrilen, yaşamsal gerçeklerden habersiz, AKP gibi bir partiye %47 destek verebilen talihsiz halkımızı…

B) Şimdi önümde ikinci bir kaynak var, o da Manisa Pamuklu Mensucat özelleştirmesi ile ilgili. Sayın Prof. Dr. Mustafa Aysan “Bir Özelleştirme Olayı” adlı yazısında [Radikal, 16.5.2007] Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın bu yüzkarası özelleştirmesini şöyle eleştiriyor:

“Çalışanı, üretimi, içinde bulunduğu topluma katkılarıyla ünlenmiş bir işletmenin, ‘özelleştirme’ adı altında yok edilmesi, hüzün vericidir. Çağdaş işletmecilikte, çalışan işletmeleri, kârlı ve verimli işletmeler olarak çalıştırmanın ve özelleştirmenin bin bir türlü yolu vardır. Toplumumuza büyük katkılarda bulunmuş işletmelerin, hangi yüksek ideallerle olursa olsun yıkılması, katlanılabilecek bir maliyet, kâr amacıyla tenezzül edilebilecek ve toplum olarak hoş görülebilecek bir davranış biçimi değildir. Özelleştirme deneyimlerimiz içinde, Sümerbank’ın, Tekel’in, Et-Balık’ın özelleştirme tarihlerinde başka örnekler de vardır. Bu tür uygulamalara ‘Artık yeter!’ diyebilmeliyiz.”

C) Manisa Pamuklu Mensucat A.Ş. örneğinde bana göre gerçek suçlu, değeri 47.7 milyon YTL olan bir tesisi, değerinin çok altında bir bedele, hiç vicdanları sızlamadan 4.5 milyon YTL’ye satabilen Özelleştirme İdaresi Başkanı ve diğer yetkilileridir. Daha kim bilir hangi özelleştirmeler vardır, bu nitelikte olan… Göreyim sizi genç araştırmacılar, düşün bunların peşine, çıkarın ortaya ahlâksız vurguncuların hâinliklerini.

Manisa Pamuklu Mensucat özelleştirmesinde Milletimize ve Devletimize hangi zararlar verilmiştir? Bana göre söz konusu suç ve maliyetler şunlardır: Arsa spekülasyonu, ekonomik yolsuzluk (soygun, rant yaratma, kayırma), görevi kötüye kullanma, usulsüzlük, halkın malını gasp, kamu kaynaklarını özel sektöre peşkeş çekme, üretim kaybı.

IV) AMAN ALLAHIM, ATATÜRK’ÜN SÜMERBANK’I BURASI MIYDI?

1987 yılında özelleştirme kapsamına alınan Sümerbank, Cumhuriyetimizin övünç kaynağı, dev bir kuruluşumuzdu: 500’e yakın mağazası, 41 fabrikası ve 43 banka şubesi vardı! O tarihten günümüze kadar bu dev yapıt Atatürk düşmanları tarafından parça parça satıldı, parça parça yok edildi! Bu parçalardan kuşkusuz her birinin -yine genç Atatürkçülerin kaleme alacağını umduğum- hazin bir hikâyesi vardır.

Gerçek Atatürkçü olarak gördüğüm birkaç gencimiz bunlardan birinin, Sümerbank İzmir Basma Sanayii’nin acı öyküsünü yazıya dökmüş. Öyküye göre, Alsancak’ta bulunan bu fabrikada da -birçok benzerinde olduğu gibi- tam anlamıyla bir katliam, bir talan yaşanmış. Söz konusu fabrika 2000 yılında kapatılıyor, 2002’de İl Özel İdaresi’ne devrediliyor, sözde eğitim kampusü yapılmak üzere. Aradan çok geçmiyor, özelleştirmeci “katiller” bu dev tesisi de kurda kuşa yem ediyor: Aslında bir ulusal miras olan fabrika hırsızların uğrak yerine dönüyor, tarihî değeri olan makinelerin büyük bölümü çalınıyor, geri kalanı hurdalık haline geliyor. Yaşanan bu talan, bu hırsızlık ve tarih katliamı İzmirli gençlerin oluşturduğu “Nmodern Fotoğraf Grubu”nun (http://www.nmodern.org) üyelerinin yüreğini sızlatmış. Gençlerimiz “gizlice” girdikleri binalarda yaptıkları çekimlerle kendi deyimleriyle “Sümerbank’ın tarihsel biraz da melonkolik hikâyesi”ni görüntülemişler. Özelleştirme kurbanı olan fabrikada çalışmış işçilerin emeklerini, makinelerin artık olmayan seslerini yansıtmışlar karelerine.

Yaptıkları çalışmayla ilgili olarak, grup adına bilgi veren Kürşat Üresin, Sümerbank’ın kendileri için ne anlama geldiğini ve özelleştirilmesinin sonuçlarını şöyle anlatıyor: “Genç ve yoksul Cumhuriyet 1933 yılında Sümerbank’ı kurdu. Ekonomi onu yaratan unsurda, halkta temelleniyor ve gücünü yine halka bırakıyordu. Ülke halkı kendi yarattığı kuruluşla basmayı, diviti, kefen bezini, patiskayı öğrendi. Doğru düzgün “iskarpin” giydi. Sümerbank’ın adı bu toprakların ilk uygarlıklarından geliyordu. O yalnızca halk için üretim yapılmıştı. Çocukluğumuzun ayakkabıları, çantaları, kıyafetleri annelerimizin özenle seçtiği kumaşlar, evlerimizin eşyalarını üretmişti orada bu ülkenin insanları. Sümerbank işinde o kadar ilerledi ki fabrikalarının deneyimine ve kadrosuna dayalı olarak, o meşhur, “özel” sektörümüz iplik, dokuma ve tekstille giyim sanayiinde gelişme imkânını buldu. Sümerbank’ın ülke genelinde tekstilden demir-çeliğe üretim, araştırma ve geliştirme yapan 56 tesisi vardı. Bu tesislerde 62 bin kişi çalışıyordu. Ülke halkı kendi ürettiğini ülkesiyle paylaşıyordu. Ne var ki bütün bu tesisler yok pahasına satıldı. Koskoca ekonomik işletmeler, bu özelliklerinin dışında, yalnızca gayrimenkul değerine satıldı. Özelleştirme adı altında Sümerbank’ın halka ait değerleri, ekonomi için önem taşıyan üretim tesisleri gayrimenkul spekülatörlerine peşkeş çekildi. Sümerbank çatısı altında gerçekleşen yılların birikimi yatırımları, makineleri, yetişmiş insan gücü, pazarı yok edildi.” Bu duyarlı gençlerimiz, önünden her gün binlerce insanın geçtiği, dışardan tam bir korku evini andıran bu viraneliğe birçok kereler fotoğraf çekmek için “izinsiz” olarak girmişler. Çünkü izin almak istediklerinde, ilgili kurumlarda karşılarına hep o bildik cevap dikilmiş: Yasak!... Bunun nedeni de oldukça basit: Yapılan bozgunculuğun halk tarafından görülmesi ve sorgulanmasına engel olmak. Neler gördü bu gençler özelleştirme kurbanı binaya girdiklerinde? K. Üresin’in gözlemlerine kulak verelim: “Aklımızda Sümerbank, anılar ve yüreğimizde derin bir hüzünle girdik tesise. ıki ana bina, üretim binası, eğitim ve idarî bina, santral binası ve sosyal binalardan oluşan tesis uçsuz bucaksız bir görünüme sahip. Hırsızlar her yeri kemirmiş; tiner ve alkol şişeleri, bali tüpleri, prezervatifler ve daha birçok atık bir zamanlar işçilerin ülke için omuz omuza üretim yaptıkları yerin yeni sahiplerinin alay edilircesine bıraktığı izlerdi. Kırık dökük devâsâ makineler, sonsuzluğa uzanan boş mekânlar, işçilerin soyunma odaları, devrilmiş dolaplar, kırık aynalar… Üretimi 2000 yılında durdurulan tesise, sanki 1970’lerin sonundan beri hiçbir yatırım yapılmamıştı” [Taylan Özgür Efe, “Eskiden Buralar Sümerbank’tı”, Evrensel, 29.9.2007].

Bu trajik örnekte yoksul halkımızın sırtına yıkılan suç ve maliyetler şunlardır: Beşerî sermaye kaybı, görev ihmali, işsizliğe yol açma, devlet malını çarçur etme, sermaye stoku kaybı, üretim kaybı. Peki, kimdir bu korkunç barbarizmin, bu vandallığın, bu korkunç tahribatın sahibi? O kara bir zihniyettir, Atatürk Türkiye’sinin üzerine akbabalar gibi çöken… Onu şu sözlerden tanıyacaksınız: Babalar gibi satacağız. Ne banka bırakacağız, ne fabrika, ne de işletme. Liman da bırakmayacağız. Hepsini satacağız! Kâr edeni de, zarar edeni de satacağız! Ülkenin işgal altına girdiğini söylüyorlar, gelsinler işgal etsinler! Yakında Sümerbank tarihten siliniyor artık, bitirdik. Elinde bir şey kalmadığı gibi ismini de kaldırıyoruz. İsim hakkını satarız o başka.

Bir yerde okumuştum, bu kadronun izinden gittiği şahıs onlara şu öğütte bulunmuş: Atatürk ne yaptıysa, siz de tam tersini yapın.

Gerçekten doğruymuş, şeyhlerinin öğüdünü gerçekten yerine getiriyorlar.

V) GERİ ADIM

Şimdi vereceğim örnek, yukarda anlattığım özelleştirme kıyımlarından hayli farklı. Yapılan özelleştirme öylesine büyük sorunlar yaratmış ki hükümet geri adım atmak, satılan tesisi sıfırdan başlayarak yeniden kurmak zorunda kalmıştır. Tabiî Türk halkının katlandığı zararlar birilerinin kazancı olarak yanlarına kâr kalmış bulunuyor. Söz konusu tesis Et ve Balık Kurumu... Prof. Dr. Tümer Uraz’ın yazısından [Tarım Kuruluşlarımız Geri Gelir mi? Cumhuriyet Tarım, 12.12.2006] özetliyorum.

1952 yılında “ülke hayvancılığının ve besiciliğini geliştirmek” amacıyla oluşturulan Et ve Balık Kurumu “Devlet etle, sütle uğraşmaz” gibi saçma sloganlar ve Batı’nın etkisi altında, ama Türkiye’nin gereksinimi ve koşulları göz önüne alınmadan 1992’de özelleştirilmişti. Kurum, geçen süre içinde kendi amacına uygun olarak ülkenin en ücra köşesinden büyük kentlerine kadar 40’a yakın tesis -içme sütü, yoğurt, peynir ve tereyağı fabrikaları- kurmuş bulunuyordu. Bunun sonucunda da açıldığı her yörenin hayvancılığını geliştirmiş, süt üretimini artırmıştı. Ülkemizin süt üretimi bakımından bu gün geldiği noktada, SEK’in büyük payı vardır. Ne var ki 40 yılda kurulmuş olan bütün bu mağazalar, tesisler, arsalar “yok pahasına” elden çıkarıldı. Ekonomimiz bundan çok büyük zararlar gördü. Öyle bir noktaya gelindi ki sonunda geri adım atılması kaçınılmaz oldu. Et ve Balık Kurumu (E.B.K) yeniden Türk halkının hizmetine sokuldu.

Yapılan işin ne kadar sakat olduğu, 10 yıl gibi kısa bir süre içinde anlaşıldı. Piyasalarda dolaşan denetimsiz et ürünleri, sınırlardan geçen kaçak hayvan ve etler sonunda yetkililerin akıllarını başlarına toplamalarına yardımcı oldu. Ekim 2005’de Resmi Gazete’de yayınlanan kararla E.B.K. yedi işyeri ile geri döndü. Oysa özelleştirilmeden önce kurumun (arsalarıyla birlikte) 28 et kombinası, 2 tavuk kombinası, 1 et mamulleri üretim tesisi ve çeşitli bölgelerde soğuk hava depoları, frigofrik TIR filosu bulunuyordu (http://www.ebk.gov.tr).

Devletin bu alana yeniden girmiş olmasında büyük yarar var. Çünkü etin desteklenmesi suretiyle süt daha fazla değerlendirilecektir. Bundan başka son 10-15 yıl içinde istenilen hız ve düzeyde gelişmeyen “Süt Endüstrisi” için Devlet öncülük ve öğreticilik işlevini yerine getirebilecektir. Her zaman yüksek düzeylerde seyreden süt ve ürünlerinin fiyatlarında istikrar sağlanacak, toplumun et ve süt gibi yaşamsal besinlere ulaşması daha olanaklı kılınacaktır.

Ben de eklemek isterim ki akılsızca elden çıkarılan Et ve Balık Kurumu’nun tesisleri, bu kuruluşların arsaları ne oldu? Hangi ağır maliyetleri yükledi, senin, benim, yoksul halkımızın sırtına? Kimlerin haksız bir şekilde servet sahibi olmasına yol açtı? Bu kıyım hangi beyinsiz yöneticilerin eseri? Var, bunları da sen araştır, ey sevgili okur!…

VI) ÖZELLEŞTİRMELERİN ACI GERÇEKLERİ

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından 13-14 Kasım 2007 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Türkiye’de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu”nda, özelleştirmeye ilişkin çok sayıda dramatik gerçek gözler önüne serildi. Sayın Öztin Akgüç bu vesileyle söz konusu gerçeklere ilişkin bir yazı kaleme almış. Yazısında özelleştirmelerin Türkiye’ye verdiği zararlara -doğrudan ya da dolaylı olarak- değiniyor. Söz konusu zararlar şunlardır: İşsizliğin, dış bağımlılığı artırması, döviz kaybı, halkın malının sermaye kesimine aktarılması, kamunun borç yükünün artması, ulusal güvenliğin tehlikeye atılması, ulusal kaynakların ve pazarların yabancıların eline geçmesi.

Sayın Ö. Akgüç’ün yazısı [“Özelleştirme Gerçeği”, Cumhuriyet, 23.11.2007] özetle şöyle:

Halka gerçek amacından farklı gerekçelerle tanıtılan kavramlardan biri de “özelleştirme” dir. Türkiye’de özelleştirmeler; “ekonominin KİT kamburundan ya da kara deliğinden kurtulacağı, devletin temel görevlerini daha iyi yerine getireceği, hizmet kalitesinin yükseleceği, yeni teknolojilere yatırım yapılacağı, mülkiyetin tabana yayılacağı, hattâ özelleştirmenin demokrasinin bir gereği olduğu” yalanları ile başlatılmış ve bugüne kadar sürdürülmüştür. Bütün bunlar insana ünlü bir masalı hatırlatır. Neo-liberalizm, küreselleşme postuna bürünmüş emperyalizmin aymazlara (gafillere) okuduğu bir masaldır. Acı gerçek şu ki yaşananlar, söylenenlerin tam tersi olmuştur: Kamu mülksüzleştirilmiş, fakirleştirilmiştir. Yandaşlara, yabancı kuruluşlara, işbirlikçilere kaynak aktarılmıştır. İşsizlik ve dış açık artmış, ekonominin büyüme hızı yavaşlamıştır. Ülkeler emperyalizmin denetimine girmiştir. Yalnız ülkelerin bugünü değil, geleceği de yitirilmiştir. Bütün bunlar, örneğin Güney Amerika’da görüldü ve yaşandı. Bu ülkelerde, sola dönük partilerin, emperyalizm ve ABD karşıtı parti ve liderlerin iktidara gelmesinde, özelleştirmenin gerçek ve çirkin yüzünün görülmesinin kuşkusuz büyük etkisi olmuştur.

Türkiye’ye gelince, ülkemizde özelleştirme 1986 yılı ile 2002 yılı arasında, 16 yıllık dönemde oldukça yavaş seyretmiştir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından günümüze ise büyük bir hız kazanmıştır.

Şu yadsınmaz bir gerçektir: Özelleştirmenin arkasında emperyalist güçlerin dayatmaları vardır. IMF’ye verilen niyet mektupları, Dünya Bankası kredilerinin kullanım koşulları, Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi gibi... Ancak AKP döneminde özelleştirmelerin hızlanmış olmasının özel sebepleri olduğunu da vurgulamak gerekir. Bunlar Türkiye’nin “kayıpları, katlanmak zorunda bırakıldığı maliyetler” [cd] olmuştur; işte söz konusu kayıp ve maliyetler:

i) Yandaşlara, destekçilere kaynak aktarma: Özelleştirme politik yandaşlara, akrabaya, yakın çevreye, yerli işbirlikçilere kaynak aktarma, peşkeş çekme aracı veya mekanizması olarak kullanılmaktadır. Çoğu işletme “yerine koyma maliyeti”nin, hattâ arazi bedelinin altında satılmaktadır. Bazen yerli alıcılar, düşük bedelle aldıkları işletmeleri, gerçek değerleri ile satarak havadan inme kâr elde etmektedirler. Alınan yargı kararları ise uygulanamamaktadır.

ii) Bütçe açıklarını az gösterme: AKP'nin övünme kaynaklarından biri mali disiplin, faiz dışı fazla, bütçe açıklarının daralmasıdır. Ancak bütçe gelirleri arasında, 2006-2008 bütçesinde ve bütçe teklifinde toplam 21 milyar YTL üzerinde sermaye transferi görülmektedir. Bu transferlerin ana kaynağı özelleştirme gelirleridir.

iii) Cari açığın fonlanması: AKP döneminde dış borçları arttıran, gelecekteki krizlerin kaynağını oluşturacak rekor düzeyde cari açık verilmektedir. Cari açık ise esas itibarıyla, sıcak para olarak nitelendirilen, kâr peşinde olan dış kaynaklarla fonlanmakla beraber, diğer bir finansman kaynağını yabancılara satılan kamu varlıkları bedelleri oluşturmaktadır.

iv) Özelleştirme, yabancı güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin kamu varlıklarını emme ve ülke üzerinde egemenlik ve baskı kurma aracından başka bir şey değildir.

VII) ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI 7400 DAVA

Türkiye’de 22 yıldır (1985-2007) özelleştirme yapılıyor. Ancak dikkat! Yine 22 yıldır özelleştirmelere karşı dâvâ açılıyor. Kaç oldu bu dâvâların sayısı? Tam 7 400 dâvâ! Bu 7400 dâvânın çok büyük kısmı idare aleyhine sonuçlandı. Çoğumuz bunu duymamışızdır. Çünkü Amerikancı-satılmış Holding medyası böyle haberleri ya hiç yazmaz ya da öne çıkarmaz. Çünkü ağababaları AKP hükümetinin, onun yabancı efendilerinin aleyhine hiçbir gerçeğe yer vermez sayfalarında. Attila İlhan boşuna “Türkiye’de basın Türk değildir” dememiştir.

Biz bu gerçeği İstanbul Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO ), Özelleştirme İdaresi , Hazine Müsteşarlığı , Maliye Bakanlığı dokümanlarından ve hükümet programından yararlanarak hazırladığı “Yargı Gölgesinde Özelleştirme ve Yakın Gelecekteki Takvim” başlıklı raporundan öğreniyoruz.

Şu anda devam eden dâvâların ana başlıkları şunlar: Arsa spekülasyonu, rant yaratma, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma, kamu kaynaklarına zarar verme, tekel ve kartel oluşturma, haksız rekabet ortamı yaratma, vergi kaybı. Dikkat ederseniz bunların hepsi benim tespit ettiğim suçlar arasında da yer alıyor. Dürüst isen, aklın yolu bir çünkü!...

Rapor’da yer alan diğer çarpıcı bulgular aşağıda sunulmuştur:

-1980’lerde “verimliliğin artırılması ve zarar eden KİT’lerin elden çıkarılması” gerekçesiyle belleklere yerleştirilen özelleştirmelerin, kârlı KİT’lere de yönelmesi toplumda kuşkulara sebep olmuştur.

-Özelleştirilmesi gündemde olan Ziraat Bankası ve Halkbank bugün için Hazine’ye en çok kaynak aktaran kurumlar arasında yer alıyor. 2006 yılında Halkbank’tan elde edilen temettü 297 milyon YTL iken, 2007’nin ilk 9 ayında Ziraat Bankası Hazine’ye 1,5 milyar YTL’lik temettü aktarmış bulunuyor (Bankalar özelleştirince, devlet bu gelirlerden yoksun kalacaktır, cd).

-Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca gerçekleştirilen başarısız ihaleler; SEK , Yem-Sanayii, Orman Ürünleri Sanayi A .Ş. (ORÜS ) ile Sümerbank oldu. 1996 ile 1999 yılları arasında ORÜS’ün 20 işletmesi satıldı. Özelleştirme öncesinde 2342 çalışanı olan bu işletmelerin çalışan sayısı özelleştirmeler sonrasında 261’e düştü. 20 işletmenin 15’i tamamen kapatıldı.

VIII) HÜKÜMET NE DİYOR?

Ve AKP Hükümeti!... Özelleştirme sürecinin bütün bu rezaletleri, zararları, yasa-dışılıkları karşısında, acaba AKP Hükümeti ne diyor? Ne diyecek, gayet pişkin, gerçekleri gizleme, vatandaşları yanıltma yoluna başvuruyor. Yukarda sıraladığım kanıtları görmezden gelerek, bunları çürütme yerine kişilerin şahsiyetine saldırıyor. İşte yeni yetme Devlet Bakanı Ali Babacan’ın sözde savunması:

“Türkiye bir huzur ve istikrar ülkesi haline gelmiştir. Ekonomi kaynaksız düzelmez. Nereden nereye geldik: 2005’de 10 milyar dolar, 2006’da 20 milyar dolar, 2007’de sadece 4 aylık dönemde bir 10 milyar dolar daha Türkiye’ye doğrudan sermaye getirdik. Buna da kulp takıyorlar. Diyorlar ki ‘Her şeyi satıyorsunuz.’ Şimdi ben soruyorum: Diyelim ki TÜPRAŞ’ı özelleştirdik. TÜPRAŞ’ı alan adam bunu söküp başka bir yere mi götürdü? Hâlen orada işçilerimizi çalıştırmıyor mu? Hâlen TÜPRAŞ üretim yapmıyor mu? Türk Telekomu, özelleştirdik ne oldu? Telefonlar mı kesildi? Önceden mi iyi hizmet veriyordu, yoksa şimdi mi? Ben açıkça söylüyorum. Bu KİT’leri yıllarca arpalık yapan zihniyet bugün çıkmış ‘Satmayın’ diyor. Niye? ‘Bir fırsat elimize geçerse yine biz arpalık olarak kullanalım’ diyor. Yıl 2001, Ziraat Bankasında çalışan işçi sayısı 45 bin, şimdi 20 bin. Ne oldu aynı iş yine yapılıyor. Bunda daha tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.”

Bu yeniyetmeye cevabımı şöyle veriyorum:

-Sen görüşünü dürüstçe kanıtlama yerine şahsiyete saldırıyorsun. Bu, bir dedüktif yanıltma olup mantıkta “argumentum ad hominem” (kişiye yönelik muhakeme) adını alır. Çünkü kanıtları çürütecek yerde, “arpalık peşindesiniz” deyip kişileri yolsuzlukla itham ediyorsun. Sonra, öyle bile olsa, herkesi aynı kefeye koyman büyük hatâdır. Hiçbir kişisel çıkar gütmeden ülkenin “özelleştirme” gibi sorunlarını takip edip şiddetle eleştirenler de var.

-Kaynak yaratmaktan söz ediyorsun. Bu sizin yaptığınız kaynak yaratmak değildir, bu sizin yaptığınız kaynak transfer etmektir. Özelleştirme ile hiçbir kaynak yaratılmıyor, sadece satılan tesislerin sahibi değişiyor. Hükümet olarak siz kazanıyorsunuz ama Türkiye kaybediyor, Türk ulusu kaybediyor.

-Bundan başka, kavram kargaşası yaratıyor, halkı yanıltıyorsun. Türkiye’ye gelen sermayenin büyük kısmı doğrudan sermaye değildir, “plasman”dır. Çünkü yeni tesis kurmuyor, mevcudu satın alıyor. Türkiye kazanmıyor, yabancı kazanıyor.-Tüpraş’ı ya da başka bir tesisimizi yabancıya satarsan, doğrudur, tesisin kendisi gitmez. Ama tapusu gider! Tesis yabancı bir ülkenin malı olur, eğer isterlerse söker götürürler de!...

-Telekom’a gelince bu verdiğin örnek de seni haksız çıkarıyor. Çünkü Telekom çok düşük bir fiyatla satılmıştır. Tesisi alanlar kısa bir süre sonra fiyat artışı yapmışlardır. Telekom artık devlete daha az vergi ödemektedir. Sağladığı kâr dövize çevirip dışarı çıkarılmaktadır.

SONUÇ
Türkiye’de özelleştirme neden böyle oluyor? Neden en ağır suçların, en ağır maliyet ve zararların, yasa-dışı eylemlerin kaynağı oluyor?


Çünkü yapılan özelleştirmeler bizim ulusal sorun ve ihtiyaçlarımızın bir gereği değil. Özelleştirme bir Batı dayatması… O Emperyalizmin ve onun içimizdeki işbirlikçilerinin hırslarını tatmin ediyor, onların ihtiyacını karşılıyor, bizim değil, halkımızın değil. Bu sebeple faydaları onlara gidiyor, zararları ise bize, bizim halkımıza…

Çünkü özelleştirmeler halk düşmanları tarafından büyük bir fırsat olarak görülüyor, havadan para ve çıkar sağlama aracı olarak kullanılıyor.

Çünkü özelleştirmeler Atatürk Türkiye’sini yıkmak için bir araç olarak kullanılıyor.

Bundan dolayıdır ki Türkiye’de özelleştirme yapmak, özelleştirmelere arka çıkmak “gaflettir, dalalettir, hıyanet”tir.

Bundan dolayıdır ki “Atatürkçüyüm” diyen herkes, özelleştirme uygulamasına karşı çıkar.

Sivil ya da asker, Atatürkçü olmanın hakikî ölçütü budur.

Ancak güneş balçıkla sıvanmaz. Güney Amerika’da olduğu gibi, Türkiye’de de özelleştirmenin “gerçek ve çirkin yüzü” örtülemez, gizlenemez hale gelmektedir. Çok geçmeden Atatürkçü, Emperyalizm karşıtı, vatansever iktidarların önü açılacaktır. Marifetlerinin hesabı da, başta AKP iktidarı olmak üzere ilgili diğer hükümetlere ve onlara uşaklık eden bürokratlara mutlaka sorulacaktır.

Prof. Dr. Cihan DURA, 20 Şubat 2008
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

x