ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK (4)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK (4)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzt May 13, 2024 12:39

ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK (4)
Peki ama ‘özgür’ insanların yaşadığı bir ‘Devlet’te, gönenç ve mutluluğun sağlanması için, denildiği gibi ‘müzakere’ etmek mi yoksa ‘mücadele’ etmek mi en doğru yol olacaktır?
Değil mi ki, İtalyan ‘Düztaban’ komedyen Plaute’tandan buyana ‘İnsan insanın kurdudur’ (Homo homini lupus) sözü neredeyse genel geçer bir anlayış olarak yerleşmiş bulunmaktadır.
Her ne kadar, aşağı yukarı aynı dönemin düşünürleri olarak Thomas Hobbes’a (1588-1679) mı yoksa Baruch Spinoza’ya mı(1632-1677) ait olduğu kesin olmayan bir biçimde, ‘İnsan insanın kurdudur’ yerine ‘İnsan insanın Tanrısıdır’ (Homo homini Deus) yaklaşımı yerleştirilmeye çalışılmışsa da, bu ikilem günümüzde bile geçerliliğini korumaktadır.
Örneğin Spinoza, Devlet’e karşı yıkıcı görüşlerin gelişmemesi için insanlara öncelikle ‘ifade özgürlüğü’nün verilmesi gerektiğini öneriyordu.
Ancak Spinoza, bizim Özdemir İnce’nin haklı olarak savunduğu gibi, bir ‘ortak akıl’ yaratma peşinde olmadığını baştan belirtiyor ve özellikle her insana ‘görüşünü kararlılıkla savunma gücü’ verilmesinin altını çiziyordu.
Çünkü, günümüzde bile gelişigüzel kullanılan ‘ortak akıl’, ‘tek tip düşünce’ yaratma’ anlamına da gelebilmektedir.
Oysa, Spinoza’ya göre, insanlara ne kadar çok karar verme özgürlüğü tanınırsa Devlet’in baskısı da o denli azaltılmış olacaktır.
Böylece ‘liberal Devlet’ görüşünün temelleri de yavaş yavaş atılmış olacak ve Spinoza’nın ‘Etik’ diye nitelendirdiği, ‘herkesin düşünme ve düşüncesini dile getirdiği’ bu ‘özgür insan’lar ve ‘Devlet’leri hep bir arada ‘doğal’lığı yakalamış olacaklardır.
Aynı dönemin düşünürlerinden olan Thomas Hobbes da, İngiltere’de yaklaşan ‘iç savaş’ tehlikesine karşı ‘Yurttaşlık Üzerine’ [(Ing)On the citizen- (Lat)De Cive- (Fr) Du citoyen] başlıklı çalışmasını, Fransa’daki sığınmacı günlerinde kaleme alacaktır.
Ancak İngiltere’deki 1648 Devrimi’nin olmasına engel olamayacaktır.
Nitekim, Spinoza ve Hobbes’tan en az 400 yıl önce Thomas d’Aquin ve ondan 1400 yıl önce Ciceron tarafından, ‘Doğal durum’ için ‘Herkesin herkesle savaş hali’dir (Bellum omnium contra omnes) değerlendirmesi yapılmaktaydı.
Kaldı ki, en doğal halimizle, her birimizin bir ‘yaşam savaşı’ içinde olduğumuz bile söylenebilir.
Ancak biz burada daha çok, ‘Liberal’ ve belki de aynı anlama gelmek üzere ‘Tarafsız’ (Nötr) Devlet anlayışı üzerinde duracağız.
Ki, bunun ‘en gelişmiş’(!) halinin ‘Demokratik Devlet’ ya da kısaca ‘Demokrasi’ olduğu söylenmektedir.
Daha önce ‘Demokrasi ve Cumhuriyet’ üzerine birkaç yazı yazmıştık.
Eğer bir saptama yapacak olursak, kendi payımıza ‘Demokrasi’ ile ‘Burjuva Demokrasisi’ni kastettiğimizi, o nedenle Demokrasi ile Cumhuriyet’i alt altta ya da üst üste koymanın bu bakımdan bir anlamı olmadığını belirtelim.
Örneğin Marx, Hobbes’tan tam iki yüzyıl sonra, ‘Manifesto’da, proletaryanın birincil amacının ‘Demokrasi’yi fethetmek’ (conquête de la démocratie) olduğunu yazıyordu.
Paris Komünü’nün ardından, 1875’lerde ise, Alman İşçi Partisi Programı’nı (Gotha) eleştirirken, ‘Demokratik Cumhuriyet’in burjuva toplumunun geldiği ‘en yüksek aşaması’ndaki Devlet yönetim biçimi olduğunu söyleyecekti.
Ki, deyim yerinde ise, Marx ya da genel olarak Ortodoks Marksist yaklaşım, son çözümlemede, insanlığın geleceğinde ne Sermaye, ne Devlet ve ne de Politika’ya, mantıksal akılyürütme sonucu, gereksinim olmayacağını ileri sürmektedir.
Çünkü bunların her biri, ‘insanın tam özgürleşmesi’ ya da ‘rüştünü ispat etmesi’nin önünde birer ‘engel’ ya da ‘yabancılaşma’ olmaktan başka bir şey değildirler.
Bütün bunlara karşın, birkaç kitap ya da birkaç yazıyla, Devlet şudur, Sermaye bu; ya da Etik şöyledir ya da Fazilet böyle türü alelacele ‘teşhis’ koyup ‘tedavi’ önermek yerine; öncelikle ‘zaman’ ve ‘uzama’ dayalı ve yine Özdemir İnce’ye gönderme yaparak ‘çağının çağdaşı’ bir anlayış geliştirmekten yana olduğumuzun altını çizelim.
Yani elimizde ne bir ‘hazır reçete’ var ve ne de öyle hazıra konmak gibi bir düşüncemiz.
Kanımızca burada geliştirmek istediğimiz yaklaşıma karşı çıkanların ellerinde bir ‘hazır reçete’ var ki, hemen leb demeden leblebiyi anladıklarını söyleyebiliyorlar.
(Sürecek)
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x