ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK (5)
Türkiye’de kitlelerin en çok kullandıkları slogan ‘Hak, Hukuk, Adalet’ değil midir?
Sadece bu slogan bile, ‘özgürlük’ün doğrudan ‘Devlet’le ilgili olduğunu göstermeye yeter.
Ne var ki ‘Devlet’in bir ‘simge’ olduğu ve dolayısıyla tanımlanmasına olanak veren bir ‘kavram’ olmadığı da bir başka gerçekliktir.
Ya da çok istenirse, ancak ve sadece, betimleyici kuramlar ve giderek ‘tipoloji’si yapılabilir diyelim.
Burada ‘Dil, Düşünce ve Kültür’e ilişkin yazılarımıza bakılırsa, Metin Bobaroğlu’na gönderme yaptığımız yazılarda, ‘imge’nin bizim dışımızdaki herhangi bir şeyi gösteren (alâmet) olduğunu ve fakat algı düzeyinde çalışıp ‘düşünce’ düzeyine çıkarılamayacağını belirtmiştik.
O nedenle, en ‘derin’ filozoflar ile en ‘yetkin’ akademisyenler dahil olmak üzere, dünya üzerinde sekiz milyar insanın her birine göre bir ‘Devlet’ betimlemesi yapılabilmektedir diyebiliriz.
Nitekim, ‘Devlet’ler, tarihte ancak o Devlet’i temsil eden ‘insan’ların adlarıyla anılmakta değil midirler?
Cengiz İmparatorluğu, Büyük İskender, Osamanlı’lar, Napolyon Fransa’sı vb…
Öte yandan Devlet’in ‘kuruluş yasası’ olan Anayasa (fr Constiution) teriminin ‘kurmaktan’ geldiğini, dolayısıyla tarih boyunca ‘Devlet’ kurup Devlet yıkan ‘lider’lerin, bugünkü anlamda olmasa bile birer kuruluş ‘yasa’larının olduğunu söyleyebiliriz.
Ve mademki, bir olgunun ‘öz’ünü kavramak için, eski Türkçesiyle ‘tefsir’ ya da ‘tabir’ etmenin yeterli olmadığı ve ancak onun tarihine, yani ‘evveline’ giderek ‘tevil’ etmek en doğru tutum olmaktadır, buna Fransızca’dan dilimize geçen jeneriğini (générique) bulmak denilmektedir.
İşte genel olarak yönetim ‘rejim’lerinin jeneriği olarak, M.Ö. Vnci yüzyıldan (Heredot: -485-425) itibaren gerek ‘bireysel’ bir değer (Cité hakkı, politik haklar, yurttaşlık hakları vb) ve gerekse ‘kollektif’ bir değeri (rejim, cité yaşamı, cumhuriyet ve demokrasi vb) dillendirmek için politeia deyiminin kullanıldığını görüyoruz.
Devlet, siyaset ve rejim terimlerinin ‘jeneriği’ demek ki politeia idi.
Ancak terimin Aristo ile birlikte sistemleştirildiği ve bugün kullandığımız Anayasa anlamında (constitution) bir içerik kazandırıldığı söylenebilir.
Böylece Monarşi, Aristokrasi ve Demokrasi rejimlerinin tanımlanmasına ya da Devlet ‘tip’lerine ulaşılmıştır denilebilir.
Ve bugün insanlığın ulaştığı en ‘ideal rejim’ ve ya da ‘Devlet tipi’ olarak ‘Demokrasi’ genelgeçer bir ‘kavram’ olarak yerleşmiş bulunmaktadır.
Öyle ki, ‘Manifesto’da ‘Devlet’in fethi’ ile ‘Demokrasinin fethi’ deyimleri de aynı anlama gelmek üzere kullanılmışlardır.
Oysa, yukarıda değinildiği üzere, Devlet, Rejim, Demokrasi, Yönetim (gouverner) birer ‘imge’, ‘simge’ ve ‘sembol’ler olarak, maddi bir toplumsal yapıya (sistem de denilebilir) dayanmak durumundadırlar.
Böyle olunca, içtenlikle dillendirdiğimiz ‘Hak, Hukuk ve Adalet’ de, Devlet, Cumhuriyet, Demokrasi ve Anayasa’nın hangi toplumsal temele dayanıyorlarsa işte ancak o temele göre ‘biçim’ alabilecekleri söylenebilecektir.
Yani ‘Hak, Hukuk ve Adalet’in gereği gibi yaşanmasından başka bir şey olmayan ‘özgürlük’ de, ancak Devlet’in ve Devlet’le birlikte tüm Hak, Hukuk, Adalet, Rejim vb gibi bütünsel ‘ideolojik’ yapının üzerine yükseldiği (oturduğu da denilebilir) o temele göre bir ‘anlam’ taşıyabilecektir.
Öyleyse, Devlet’le ilgili epistemolojik değerlendirmeler, onun üzerine oturduğu ‘maddi temel’ çözümlenmedikçe, ‘edebî’ olmanın ötesine geçemeyecek demektir.
Örneğin, ‘Devlet’in dini adalettir’ benzeri sözlerin, toplumsal yaşamda bir karşılığının olduğu söylenebilir mi?
O zaman, ‘hak, hukuk, adalet’ vb kavramlar üzerine derin felsefî yorumlar yapmak yerine, bunların hangi koşullarda yaşama geçirilebileceği üzerine kafa yormak gerekmektedir denilebilir.
İki gün sonra, büyük bir heyecanla kutlanacak olan Gençlik ve Spor Bayramı’nda varlık ve geleceğimizin (Mevcudiyet ve istikbal) biricik temeli olan ‘Bağımsızlık ve Cumhuriyet’imiz üzerine tumturaklı söylevler çekmek yerine, her ikisinin de üzerine oturduğu ‘temel’ üzerine düşünmemiz daha gerçekçi olmayacak mıdır?
(Sürecek)