ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK
Şimdilerde bir ‘özgürlükçü anayasa’ vaveylası koparılmaktadır ki, tıpkı iktidara gelmeden önce koparılan ‘türbana özgürlük’ kampanyasından farkı yok.
Daha sonraki yıllarda, kimi ‘liberal solcu’ların da canhıraş bir biçimde savundukları ‘sivil anayasa’, genel olarak, işte bu ‘özgürlükçülük’ anlayışının bir gereği olarak savunulmaktadır.
Kaldı ki, bu ‘özgürlükçülük’ anlayışını Türkiye’de Namık Kemal’lere, Tevfik Fikret’lere kadar geri götürmek de mümkündür.
Hatta ‘Bağımsızlık benim karakterimdir’ sözündeki ‘bağımsızlık’ sözcüğü de ‘özgürlük’ten başkası değildir.
Ve yine, ‘Tam bağımsız’ olmak da aynı bağlamda dillendirilmektedir.
Ancak ne var ki, bu ‘özgürlük’ sözcüğünün, her önüne gelen ‘kendisine göre’ anlayıp yorumladığı da bir başka gerçekliktir.
‘Türbana özgürlük’, ‘tarikatlara özgürlük’, ‘Kürtlere özgürlük’, ‘alevilere özgürlük’ gibi onlarca kesim, kurum ya da ideolojiye özgürlük istenirken, aslında ‘özgürlük’ kavramının içi boşaltılmış olmaktadır.
Tevfik Fikret’in “kanun diye kanun diye kanun tepelendi” dizesinde olduğu gibi, özgürlük diye özgürlük diye özgürlük tepelenmiş bulunmaktadır.
Bir önceki yazıda, Batı dillerindeki ‘libération’ teriminin Türkçe’deki karşılığının ‘özgürlük’ veya ‘özgürleşme’ olarak kullanılmasına karşın, sözcüğün ‘derin anlamı’na inilemediğinden söz etmiştik.
Nitekim Batı’da bir de ‘Emancipation’ sözcüğü var ki, özellikle Hegel ve Marx’la birlikte ‘özgürlük’ kavramına ‘felsefî bir derinlik’ kazandırılmıştır denilebilir.
Böylece, örneğin çift süren ya da araba çeken öküzü ‘boyunduruk’tan kurtarmak ya da bağlı köpeği zincirinden ayırmakla, bir insanı, bir halkı, bir toplumu, bir Devleti özgürlüğüne kavuşturmanın bir ve aynı şeyler olmadığı anlatılmaya çalışılmıştır.
Oysa ‘liberal’lerin ‘türbana özgürlük’ istemeleri, kadına özgürlük gibi gösterilmek istense de, özde ‘kadına boyunduruk takmak’ anlamına gelebilmektedir.
Şöyle de söylenebilir; ‘türbana özgürlük’ istemeyi ‘liberal’ olmanın bir gereği olarak görmek, bilerek ya da bilmeyerek, nasıl kadına boyunduruk takmak demekse, bu kesimin ‘özgürlükçü anayasa’ isteği de, hem ‘birey’ ve hem de halk, ulus ve toplumun ‘özgürleşmesi’nin (émanciption) önüne yeni engeller koymak demek olmaktadır.
Öte yandan ‘Sivil Anayasa’ deyimi de, zaten o ‘liberal özgürlükçülük’ anlayışının bir başka biçimde dillendirilmesinden başka bir şey değildir.
Dahası, ‘sivil toplum’ kavramı da yine önce Hegel tarafından formüle edilmeye çalışılmış ve Marx tarafından, bilinen deyimle, ayakları üzerine oturtulmuş ama hep olduğu gibi, ‘liberal’ler tarafından sonradan yozlaştırılmıştır.
Bu savlar, ilk bakışta sert ve yanlı bir tutum olarak görülebilir.
Oysa, her konuda olduğu gibi, bu konuda da, sözcüğün tam anlamıyla çözümleme yapmak ve mümkünse insanları ‘yeniden-düşünmeye’ yöneltmek isteğinden başka bir amacımızın olmadığını yineleyelim.
Marx’a göre, ‘insanın özgürleşmesi’ yani (émancipation humaine), özgürleşme sürecinde en son kerte olarak, “diğer tüm özgürleşme girişimlerinin tamamlanması” demektir (1).
Ama, kesinlikle tüm liberalleşme girişimlerinin tamamlanması demek değildir.
Çünkü bu sonuncusu, insanın ‘başı boşluk özgürlüğü’nden başka bir şey değildir.
Marx’ın ‘özgürlük anlayışı’, yine Hegel’in ‘hukuk felsefesi’ ya da ‘Alman İdeolojisi’ni eleştirmeye yönelik çalışmalarını yaptığı dönemde oluşturulmaya başlamıştır.
Ve ‘insanın özgürleşmesi’, her türlü yabancılaşmasından kurtulması olarak tanımlandığı için, ister istemez ‘yabancılaşma’ kavramına gönderme yapmaktadır.
En önemli ‘yabancılaşma’ da, birey ve toplumla ‘Devlet’ arasındaki ‘ilişki’de (rapports-Verhältnisse) ortaya çıkmaktadır.
İşte ‘sivil toplum’ kavramı tam da burada söz konusu olacaktır.
Demek ki, ‘özgürlük’, ‘bağımsızlık’, ‘tam özgürlük’, ‘tam bağımsızlık’, ‘sivil toplum’, ‘sivil anayasa’ gibi terim ve deyimler, öyle her önüne gelenin, ‘bana göre’ diyebileceği sözcük, terim, deyim ve kavram olmalarının ötesinde, sadece ‘üzerine’ konuşulacak konular değil ama ‘hakkında’ derin çözümlemeler yapılacak şeylermiş.
Ancak ne var ki, örneğin ‘liberal’ bir okuyucu, anlamaya çalışmak şöyle dursun, bu tür bir girişimin ‘ideolojik’ olduğunu söyleyecek ve hatta karalamaya çalışacaktır.
Bunu yaparken, ‘özgürlük’ kavramının kendi içinde nasıl bir ‘çelişki’ ve bir ‘yabancılaşma’ taşıdığını da bizzat kendisi kanıtlamış olacaktır.
Yine de biz, elimizden geldiğince açıklamayı deneyeceğiz.
(Sürecek)
(1) Pierre Dardot, « Marx 1843. L'émancipation humaine et la question de la démocratie », Dans Cités 2014/3 (n° 59), pages 19 à 32