Özkök, neden yemeğini ya evden getiriyor, ya da er yemekhanesinden getirtiyordu?
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, önceki gün Ankara Temsilcisi Murat Yetkine önemli açıklamalar yapmış, bunlar dün Radikalde manşet olmuştu.
Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile önceki gün yaptığımız görüşmede, emekli Jandarma Komutanı ve Ergenekon soruşturması tutuklusu Şener Eruygur ile darbe konusunda yüzleştiği yolundaki haberlere verdiği yanıtı dünkü Radikalde okudunuz: Özkök, Yorum yok diyor. Bu gibi durumlarda yorum yok demenin, onu yalanlamama olarak algılanıp algılanmayacağını sorduğumda da yanıtı değişmiyor: O sizin yorumunuz olur. Beni söylediğim bağlar. Ben de no comment diyorum.
Bu önemli bir gelişmeydi. Çünkü Özkök, daha önce Milliyetten Fikret Bilanın, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnekin reddettiği günlükleri uyarınca Eruygur ya da diğer komutanların hükümeti çekilmeye zorlama yolunda tertiplere girip girmediği, bundan haberi olup olmadığı sorusuna da benzeri yanıt vermişti.
Özkök, Eruyguru kaydettirdiğini ise yalanlıyordu. Ben astlarımı izletmedim. Bunu yaparsanız kimse size güvenmez. Mesela astlarıma güvendiğimi göstermek için Karadeniz üzerinde uçarken havada yakıt ikmali yaptırdım sözleri de ona ait.
Eruyguru izlettiğini açık dille yanıtlayan Özkök, astlarının, bu durumda Eruygurun kendisini izlettiği hakkında bilgi sahibi olup olmadığı soruma ise, benim yorum yok yanıtını nasıl yorumlayabileceğimi artık bildiği halde aynı yanıtı veriyordu: Yorum yok.
Özkökün gerekçesi, iddianameyi beklemek ve ona göre askeri savcının hukuki işlemdeki eski komutanların görevleri boyunca yaptıkları konusunun kapsama alınıp alınmayacağını görmekti.
Gergin günlerin başlangıcı
Özkökle kendisine o dönem yapılan suikast girişimlerini de konuştuk, yanıtlarını da yine dünkü Radikalde okudunuz.
Konu açılmışken, Özköke yıllardır sormak istediğim soruları sorma zaman, zemin ve fırsatının geldiğini hissettim.
Yıl 2003 idi. Yüksek Askeri Şûranın 2002 Ağustos toplantısı fırtınalı geçmişti. Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Genelkurmay Başkanlığından ayrılırken ileriye dönük müthiş bir hamle yapmıştı. Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkökün yerine atanması konusunda yapacak bir şey oktu.
Ancak onu takip edecek ismi değiştirip, gelecek komuta kademesini son günlerini yaşayan DSP-MHP-ANAP hükümetine, Başbakan Bülent Ecevite kabul ettirmenin mümkün olduğunu düşündü.
Kara Kuvvetleri Komutanlığına Orgeneral Edip Başer yerine, kaderini kabul edip emeklilik hesapları için Jandarma Genel Komutanlığındaki odasını dahi toplamış olan Aytaç Yalmanı getirilmesini sağladı. Yalmanın yerine de yine büyük bir sürprizle emekli olmasına kesin gözle bakılan Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygurun atanmasını sağladı.
Özkök, kendi seçmediği bir komuta kademesiyle çalışmak zorunda kalacaktı.
Dönüm noktaları
Bu çerçevede konumuz açısından birkaç önemli nokta anılmalı.
Birincisi, 10-11 Aralık 2002de henüz milletvekili olmayan AK Parti lideri Tayyip Erdoğanın ABDye yaptığı ve Başkan George Bush tarafından yüksek kabul gördüğü ziyarettir.
İkincisi, CHP lideri Deniz Baykalın Anayasa değişikliği için verdiği destek sonunda 9 Mart araseçimlerinde Erdoğanın milletvekili seçilmesidir.
Üçüncüsü, 1 Mart 2003de Meclisin Abdullah Gül hükümetinin ABDye Irak harekâtı için topraklarını açma kararını reddetmesidir.
Dördüncüsü, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitzin 6 Mayısta Irak Tezkeresinin geçmemesinden dolayı MGKda hükümete gerekli baskıyı yapmaması nedeniyle askeri, yani Özkökü sorumlu tutmasıdır.
Beşincisi, Hilmi Özkökün 26 Mayıs 2003te yaptığı basın toplantısıyla ordudaki genç subayların rahatsız olduğu yolundaki haberlere demokrat olmak suç mu? yanıtını vermesidir.
Altıncısı, Özkökün katıldığı Deniz Kurdu tatbikatında denizaltı ve savaş uçağı kullanan ilk Genelkurmay Başkanı olmasıdır.
ABDnin Türk askerine böylesine tepki göstermesi ardından Genelkurmay Başkanı aleyhine başlayan yıpratma kampanyası dikkat çekiyordu ve 12-13 Haziranda F-16 ve denizaltı kullanma deneyimleri, Özkökün Sağlığım yerinde, kontrol bende gösterisi gibiydi.
Fırtına, İsrailden çıktı
Ancak Özkökün bu gösterisi, Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk ve Deniz Kuvvetleri komutanı Bülent Alpkayanın görevlerini İbrahim Fırtına ve Özden Örneke devrederken zehir zemberek birer konuşma yapmalarına engel olmamıştı. Aynı şekilde Çetin Doğan, 1inci orduyu Büyükanıta devrederken Irak harekâtı konusunda Özkök çizgisini ağır sözlerle eleştirmiş, Kılınç MGKyı Şükrü Sarışışıka devrederken MGKnın sivilleştirme girişimlerine karşı çıkmıştı.
AB ve Kıbrıs dönemi olan 2003-2004 döneminde Özkökün sıkıntıları arttı.
20 Ekim 2003 günü İsrail hava savunma radarları, ekranlarında yabancı bir avcı bombardıman uçağı saptadılar. Uçak hızla İsraile doğru hareket halindeydi. Alarm verildi. Kısa süre sonra durum anlaşıldı ve bir oh çekildi. Gelen Türk Hava Kuvvetleri Komutanı idi. Yeni komutan İbrahim Fırtına, İsrailin modernize ettiği F-4 uçaklarından birine atlayıp İsraile gitmeye karar vermişti
Fırtına, daha sonra birkaç kez Neden Genelkurmay Başkanları hep karacıdan çıkıyor? Neden havacı olmuyor? diye çıkışlar yapınca, çoğunluk bu durumu onun sıradışı kişiliğine verdi; kimsenin aklına Özkökün istifaya zorlanıp, Eruygurun Genelkurmay Başkanlığı yolunu açacak şekilde kısa bir süre Fırtınanın bu koltuğa oturtulma düşüncesi gelmedi.
Özkökü Büyükanıt üzerinden zorlamak
Özkökün zorlanması, iki yönden yapıldığı izlenimi veriyordu. Birincisi, Özkökün istifaya zorlanması. İkincisi, Kara Kuvvetleri Komutanı ve daha sonra Genelkurmay Başkanı olması beklenen Büyükanıtın devre dışı bırakılması. Her iki durumda da Eruygurun önünün açılacağı hesabı yapıldığı izlenimi, bugünden geriye bakıldığında daha net görülebiliyor.
İşte Büyükanıt aleyhine çok yönlü kampanya o günlerde, 2003 sonu-2004 başı başladı.
Büyükanıtın etnik kökenlerine, malvarlığına ait inanılmaz bir kampanya internet siteleri aracılığıyla yayılmaya başladı. İşin ilginç yanı bu kampanya da iki koldan yürüyordu. Bir diğer kolda da Büyükanıtın Askeri Lise ve Harp Okulu komutanlıkları döneminde yaptığı amansız tarikat mensubu öğrenci tasfiyesi operasyonları nedeniyle ondan nefret eden tarikat ve cemaat ehli vardı. Büyükanıt buna karşın kendini neredeyse şeffaflaştırdı. Kendisi ve akrabaları hakkında araştırmalar yaptırdı, bunları götürüp kendi eliyle komutanına, Özköke sundu.
Iraktan sonra Kıbrıs empası
Ocak 2004te Çankayada bir toplantı yapıldı. Cumhurbaşkanı Sezer başkanlığındaki bu strateji toplantısı, New Yorkta yapılacak görüşmeler öncesi önem taşıyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaşın da katıldığı bu toplantıda, Sezer, Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül ve Genelkurmay Başkanı Özkök önünde Denktaşa Ankaranın ortak görüşünü kısa ve net biçimde açıkladı: Hayır diyen siz olmayın. (Radikal, 9 Ocak 2008) Bu, aslında 2003 Mart başında Denktaşa verilen mesajın aynısıydı ve o zaman Denktaş Hayır demeye gidiyorum diyerek Ankaranın dayanma sınırını zorlamıştı.
Sonra Erdal Güvenin 4 Temmuz 2008de Radikalde aktardığı oldu. New Yorkta 12 Şubatta Denktaşın danışmanı Mümtaz Soysalın Ankaradaki paşalardan beklediği haber gelmedi. Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal, odasına girerek Denktaşa İmzalayacaksınız diyebildi. Ankaradaki hava dönmeye başlamıştı.
Irak empası tutmuş, ama Kıbrıs empası tutmamıştı.
New Yorktaki Kıbrıs görüşmeleri ardından Ankarada bir toplantı düzenlendi. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygünün ev sahipliğinde 3 Mart 2004 tarihinde Hilafetin İlgası ve Tevhidi Tedrisat Kanununun yıldönümünü kutlandı. Günler öncesinden basına duyurular yapılmış, Hilmi Özkökün planlı bir yurtdışı seyahatinde olduğu gün seçilmişti. Aytaç Yalman toplantıya Genelkurmay Başkanvekili sıfatıyla katıldı.
Toplantıya eşleriyle gelen NATO üyesi Türk generalleri Emperyalist Amerika ve Avrupa ile ilişkilerimizi keselim konuşmalarını alkışladı, Ulusal Birlik Kuvayı Milliye Hareketi bildiler dağıttı. (Radikal, 4 Mart 2004) Toplantı salonuna hâkim olan hava açıkça siyasiydi. Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğun, Ankarada bulunan komutanlar katılacak talimatı uyarınca katıldığı toplantıdan rahatsızlığı, toplantı çıkışındaki karşılaşmamızda her halinden belli oluyordu.
Yemeğin evden geldiği günler
İşte o günlerde Ankara kulisleri bazı tuhaf haberlerle çalkalanmaya başlamıştı.
Orgeneral Özkök, karargâhta yemek yemiyor, öğle yemeğini ya evden getiriyor, ya da er yemekhanesinden getirtiyordu, kahve, çay içmiyordu. Gülhane Askeri Tıp Akademisine sağlık kontrollerine dahi gitmiyordu.
İddialara göre, bunun nedeni canına kastedilecek olmasına karşı önlem almaktı. Özkökün dünkü Radikalde doğruladığı gibi, o dönem yasadışı örgütlerin suikast yapacağına dair ihbarlar, alınan önlemler vardı. Ama iddialar doğruysa bu önlemler, Genelkurmay Başkanının canına kastedebilecek tertiplerin karargâha, karargâhın mutfak ve sağlık birimlerine dek sızabileceği endişesine mi yol açmıştı?
Bu soruları Özköke sorabilmenin zaman, zemin ve fırsatının önceki günkü görüşmede doğduğu inancıyla sordum:
? Sayın Özkök, hazır suikast iddialarından konuşuyorken size yıllardır sormak istediğim kendi duyumlarımı da sormak isterim. Bunu sormanın benim açımdan zorluğu var ama, sizin o dönemde bazı endişelerle GATAdaki sağlık kontrollerinize gitmediğiniz, yemeğinizi karargâhta yemeyip evden getirdiğiniz konuşuluyordu.
Özkök sorumu yarıda kesti ve gülerek devam etti:
-? Kahveme zehir katılacağından endişe ettiğim, yemeğe zehir katılacağından endişe ettiğim de söyleniyordu değil mi? Yemeklerimi bir süre evden getirdiğim doğru. Bunun nedeni midemin biraz hassas olması, eşimin de benim yediklerime dikkat etmesi. Karargâhtaki yağ biraz ağır olur düşüncesiyle evde hafif gıdalar hazırlıyordu, ben de onları yiyordum. Başka bir şey değil.
Özkökün yemekleri evden getirdiği doğruydu.
Demek ki hafif yemekleri Genelkurmay mutfağında kendisine özel olarak, hafif yağlarla hazırlatmak istememiş, kuruma böyle bir zahmet vermektense evden, eşinin hazırladığı yemeklerden getirip makamında yemeyi tercih etmişti.
Türkiye gerçekten ilginç günlerden geçti.
Özkök, 2004?Şûrasında Yalman ve Eruygurun emekli olması ardından nispeten rahatladı. O dönemi atlatabilmesinde Büyükanıtın ve kendisine Genelkurmay İkinci Başkanı seçtiği Orgeneral İlker Başbuğun önemli katkısı olmuştu. Büyükanıt ve Başbuğ, üstleri Özköke emir-komuta zinciri içinde bağlı kaldılar ve ona kalkan oldular. İleride daha fazla ayrıntı çıkarsa,bu durum daha iyi anlaşılacak.
Ali Bayramoğluna not
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, geçen hafta Taraf gazetesinden Neşe Düzele verdiği yanıtlarda, Ankarada yapılan darbe toplantılarından bahsediyor ve o toplantılara benim katılmadığımı, Ankaradan çok İstanbuldan gazetecilerin katıldığını aktardığımı söyledi.
Daha önce bu toplantılara benim de katıldığımı yazmıştı, ben de tekzip etmiştim. Bu kez de Bayramoğlunu telefonla aradım ve Düzele söylediklerinden sanki benim öyle toplantılara katılan gazetecileri (Daha çok İstanbuldan ifadesi nedeniyle) bildiğim ama sakladığım gibi bir sonuç çıktığını, bu nedenle telefonlar aldığımı, rahatsız olduğumu, benim daha önceki tekzibimde söylediğimin bu olmadığını, amacının farklılaştığını söyledim.
O da bana haklı olabileceğimi, ama zaten çok uzun bir söyleşinin bazı bölümlerinin öne çıkarıldığını, yapacak bir şeyi olmadığını söyledi.
Bunun üzerine kendisinden Ne olur bundan böyle mecbur kalmadıkça bu konudan benimle ilgili olarak bahsetmemesi ricasından bulundum. O da sempatik bir şekilde Merak etme dedi. Dünkü Yeni Şafakta konunun yine bana dayandırılarak Bayramoğlu tarafından yazıldığını üzüntüyle okudum. İyi niyet sorgulamıyorum, ancak boşuna enerji harcanıyor ve boşuna hedefe konuluyorum.
Şimdi Bayramoğluna ve benim hakkımdaki bu ifadeleri alıntı yaparak sonuca varmaya çalışan diğer meslektaşlara bir kez daha bütün samimiyetimle söylüyorum:
Ben ne o dönem, ne başka dönem hiçbir yetkiliyle anti-demokratik yaklaşımların konuşulduğu hiçbir toplantıya katılmadım. Kimlerin katıldığını da bilmiyorum. Yani arkadaşlar bu konuda bende bilgi yok. Bende olan ve zaman içinde olgunlaşan bilgileri
okuduğunuz üzere yazıyorum işte.
kaynak:http://www.gercekgundem.com/?c=56282