Para Gelecek, Oluru Verdik, Satış Tamam… / Prof. Dr. Cihan DURA

Para Gelecek, Oluru Verdik, Satış Tamam… / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Kas 17, 2012 21:54

Para Gelecek, Oluru Verdik, Satış Tamam…

Bir millet herhangi bir şeye bağımsızlığından daha fazla değer veriyorsa, bağımsızlığını kaybedecektir. Kaderin cilvesine bakın ki değer verdiği şey, rahatlık ya da para ise, onları da kaybedecektir. (Somerset Maugham)

80 dönümlük bir arazi… 1994 yılında Tarım Bakanlığı tarafından Yalova Belediyesi’ne tahsis edilmiş, canlı Ağaç Müzesi (arboretum) yapılması şartıyla… 1999 Marmara depreminde çadır kent alanı yapıldığından, müze kullanılamaz duruma gelmiş. Derken, Yalova Belediyesi araziyi turizm alanı olarak imara açıyor. 12 Kasım’da yapılan ihaleyle de 5 ayrı parsel olarak satışa çıkarıyor. Bir Suudi Arabistan firması olan Merosa arazinin büyük bir bölümünü satın alıyor. Şirket’in sahibi Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdüllaziz…

Ve günümüz… Yalova Belediye Başkanı konuşuyor; “gelsin paralar” diyor, “villa isterim, rahatlık isterim” diyor, “işlem tamam” diyor: “Merosa şu anda Sapanca’da villalar yapıyor. Arboretum’un tamamını Merosa alacak. Yaklaşık 250 milyon TL’lik bir yatırım öngörüyorlar. Ortadoğu’nun ve bu bölgenin en büyük turizm yatırımını yapacaklar. Bu, Yalova için çok iyi bir şey: Zengin Ortadoğulular Yalova’ya gelecek. Yatırım, büyüklüğü ile, oluşturacağı turizm potansiyeli ile Yalova’ya önemli katkılar sağlayacak. Oluru verdik, satış muamelesi bitti.”

Bu satılan toprak nasıl bir yer mi değerli okur? Burası Atatürk’ün 1929 yılında kendi parasıyla satın alarak, ülkemizde tarımın gelişmesine örnek yerlerden biri olsun diye 1937’de halka bağışladığı Millet Çiftliği, onun bir bölümü… Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’e satılan işte bu çiftlik, Atatürk’ten kalan son yadigârlardan biri, dünyaca ünlü Yürüyen Köşk’ün bulunduğu çiftlik… Kısaca hatırlatayım sana bu köşkün öyküsünü:

Atatürk; tarımda modern tekniklerin kullanılması, üreticilere örnek olması ve onların fidan, fide, damızlık ihtiyaçlarının karşılanması için kişisel mülkü olan, Yalova’nın doğusundaki ‘Millet Çiftliği’ni, bu amaca uygun olarak düzenletti. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ulu bir çınarın yanında ikameti için iki katlı mütevazı bir köşk yaptırdı. “Yalova Benim Kentim” diyen Atatürk Yalova ile yakından ilgilenmiştir. Sık sık uğradığı Yalova’ya bir gelişinde, bahçıvanın, köşkün hemen yanındaki ulu bir çınar ağacının dallarını kesmeye çalıştığını görür. Yanına çağırıp sebebini sorar, şu yanıtı alır: “Ağacın dalları uzamış, binanın duvarına dayanmış, kesmek gerekir.” Atatürk şiddetle karşı çıkar ve şu emri verir: “Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak.” Görev İstanbul Belediyesi’ne verilir. Sorumlu başmühendis Ali Nuri binanın temellerini açtırır. Temellerin altına raylar döşetir. Bina bu rayların üzerinde 4 metre kaydırılır. Atatürk; çalışmaları, yanında bulunan kız kardeşi Makbule Hanım, Affet Hanım, bazı arkadaşları ve diğer ilgililerle başından sonuna kadar izler. Bu olağanüstü ve riskli uğraş sayesinde çınar ağacı kesilmekten kurtulur. Köşk de “Yürüyen Köşk” olarak anılmaya başlar.

Yalovalı başkanın yaptığı bu: Atatürk’ten yadigâr kalan bir çiftliği imara açıyor, sonra da yabancılara satıyor!

***
Değerli okur! Bugün mü başladı sanıyorsun bu hoyratlık, Atatürk’e, O’nun aziz hatırasına olan bu meşum kayıtsızlık ve saygısızlık? Hayır, bu yıllardır böyle; Demirellerden, Kenan Evrenlerden, Özallardan, Çillerlerden, Erdal İnönülerden, Mesut Yılmazlardan, Ecevitlerden, Devlet Bahçelilerden beri bu böyle; Recep Tayyib’in yönettiği Türkiye’de ise nankörlük en parlak dönemini yaşıyor.

Oysa Doğu’da ve Batı’da, dünyanın uygar ülkelerinde ulusuna ve insanlığa hizmeti geçmiş olan şahsiyetlerin bıraktığı anılar özenle korunur, üzerinde titrenir. Yaşadıkları yerler -aslına uygun olarak- onarılır, pırıl pırıl plaketlerle tanıtılır, müzeye dönüştürülür; geriye bıraktıkları belgeler, eşyalar gururla sergilenir. O ülke bundan yalnız mânevî değil, maddî kazanç da sağlar. Doğal olarak asıl önemli olan, elbette mânevî kazançtır. O yadigârlar sayesindedir ki “tarih bilincini sürekli kılacak nesnel algılamalar kuşaktan kuşağa aktarılır.” O hatıralar ki ülkenin, o ulusun vatanı olduğunu kanıtlayan birer tapudur. Mesela Paris bu vefanın en güzel örnekleriyle doludur. Bizde ise, her iyi konuda olduğu gibi, burada da durum tam tersidir. Tarih bilincimiz çok zayıf olduğu için, ulusumuzun yetiştirdiği büyük insanlara karşı saygımız çok azdır. Bir saygı varsa, laf ve şekildedir; iş ve özde değildir. Bu karakterimize pek çok örnek verilebilir. Sayısız anılar, yüzlerce kentimizde her gün yok olup gitmektedir.

Türk Ulusu’nun yetiştirdiği en büyük insan, Devletimizin kurucusu, Türk ulusunun yaratıcısı Atatürk ve arkadaşlarının bıraktığı hatıralara karşı da tutumumuz, ne yazık ki budur. Atatürk’ün ve Devrim arkadaşlarının hatıralarına olan saygısızlığımız, inanılmaz boyutlara ulaşmış bulunuyor. Atatürk’e ve yol arkadaşlarına, Sevgili Cumhuriyetimize saygısızlığımız hangi biçimleri almadı, hangi boyutlara ulaşmadı ve ne değerlere uğramadı ki! Anıtlarımız, tarihin tanığı binalarımız, Anıtkabir, İlk Meclisimiz, Atatürk Orman Çiftliği, türlü kuruluşlarımız, tarihî gemiler, eşya ve belgeler, insanlarımız, Atamızın diğer aziz hatıraları....Hepsi bir bir payını aldı bu hoyratlığımızdan, bu kayıtsızlığımızdan, bu nankörlüğümüzden, bu cehaletimizden 1 .

***
Eğer Yalovalı başkanın ve onun gibilerin marifetlerini, Atatürk’ün huzuruna çıkıp anlatabilseydik, herhalde bize şunları söylerdi:

“Ben, hep milletimi düşündüm, hep ülkemi düşündüm. Yaşadığım Türkiye’yi sürekli gözlemledim, inceledim. Görüşlerimi, hal çarelerini böyle oluşturdum. Örneğin tarım alanında… Dedim ki bizim ülkemiz tarım ülkesidir, En büyük kuvveti, kudreti bu alanda gösterebiliriz. Bu alanda önemli yarışma alanlarına atılabiliriz.

Devletimiz, milletimiz bağımsız olmalı… Kimseye muhtaç olmamalı, mümkün olduğu kadar. Bunun koşullarından biri tarımda kendi kendimize yeterli olmamızdır. Bunun için tarım sektörümüz geliştirilmeli, köylümüz kalkındırılmalı. Ülkeyi tarım bölgelerine ayrılarak bu bölgelerin her birinde köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek alacakları verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurulmalı. Üreticiler kooperatiflere, meslek örgütlerine katılmalı. Tarım merkezleri, bir çatı kurum cennete çevirir ülkemizi. Bunu siz başaracaktınız bilginizle, yeteneğinizle, yurt sevginizle.

Ben işte bu düşüncelerle örnek çiftlikler kurdurdum. Onlar da fabrikalar kurdular. Tarım aletleri onarım ve imalat tesisleri kurdular. Millet Çiftliği de o çiftliklerden biridir. Onların ticari olarak yönetilmeleri koşuluyla tarım ve köy kalkınmasında dayanak olacağına inanıyordum. Bu inançla, sahibi olduğum bütün çiftlikleri hazineye, milletime bağışladım.

Benim kurduğum, sonra da milletime hediye ettiğim çiftlikler… Onları bilir misiniz ya da hiç merak ettiniz mi, ne oldu onlara? Ben biliyorum ne olduğunu, Yalova’daki çiftliğin başına gelen de bunlardan biri… Ben, Atatürk, çok vefasızlık gördüm. Önem vermem, yeter ki siz bu olup bitenlerden ders alın. İhanetler her zaman olabilir. Ancak siz gerçek Atatürkçüler, asla yılmayın, düzeltin yolunuzu, yeniden harekete geçin, eserlerimi tutup kaldırın. Ve daha iyisini yapın.

Doğayı sevin, ormanı, ağacı çok sevin. Yurdumuzun neresi çoraksa, boz topraksa, orayı orman kılın. Ben öyle yaptım, örnek de oldum. Yeşil olsun vatanımız, bayındır olsun istedim. Bil ki ağaçsız olan toprak vatan değildir, bir zindandır olsa olsa... Ben ağacı öyle sevdim ki, önünde eğildim, önünde selam durdum. Çünkü onu yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi olarak gördüm. Ne demektir ağaç, çiçek ve yeşillik, bilir misiniz? Uygarlık demektir. Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden yoksundur. Öyleyse yurdumuzu öyle ağaçlandırın ki kör bir insan bile fark etsin yeşillikler arasında olduğunu.

Yurdumuzu para hırsıyla çölleştirmeyin, betonlaştırmayın.

Benden değildir böyle yapanlar. Böyle yapanlar insanlık düşmanıdır, onlarla bir düşmanmış gibi mücadele edin; aklınızla, bilginizle, ahlakınızla, bütün yeteneklerinizle…

Önce ağaç, sonra villa… Önce bağımsızlık, sonra para…

Bana olan saygısızlıkları umurumda değil, güler geçerim:

Lanet olsun o ağaç kesip kendilerine köşk yapanlara!...

Para, para diyerek vatan topraklarını satanlara!...



 1  Ayrıntılar için bakınız: Cihan Dura, “Atatürk’e Saygısızlık Neyin Habercisi”, http://www.cihandura.com/eski/index.php?option=com_content&task=view&id=39&Itemid=61; Cihan Dura, “Atatürk Orman Çiftliği’ne Son Balyoz”, http://cihandura.com/ataturk-yazilari/108-atatuerk-orman-cftlne-son-balyoz.html


Prof. Dr. Cihan DURA, 17 Kasım 2012
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x