
Azerbaycan Milli Musavvat Partisi lideri İsa Kamber ile 2005 yılında Star gazetesi adına Bakü'de röportaj yapmıştım.
Azeri muhalefeti, Aliyev yönetimi tarafından tamamen sindirilmişti. Baskılardan, milli bağımsızlığı savunan Milli Musavvat Partisi'nin özellikle nasibini aldığı belliydi. Parti yetkilileri pek çok üyelerinin ağır işkencelerden geçtiğini, bazılarının öldürüldüğünü anlattılar.
Milli Musavvat Partisi'nin Azadlık Meydanı yakınlarındaki ihtişamlı merkezine el konulmuş, partinin varı yoğu yağmalanmış, ayakta kalabilen unsurlar da Bakü'nün varoşlarında derme çatma bir binaya sığınmışlardı. Tamamen toplumun dışına itilmiş insanlara özgü bir tenhalık ve hüzün içindeydiler.
İsa Kamber ile bu "karargâhta" görüştüm. Binaya girerken ilk dikkatimi çeken şey, duvarların Amerikan bayrakları ve Ukrayna, Gürcistan gibi çevre ülkelerde yaşanan turuncu, kadife vs. devrimlere ilişkin afişler oldu.
Böyle bir görüntüyü doğal olarak garipsedim ve İsa Kamber'e milli bağımsızlık mücadelesi veren bir hareket için bu durumun yadırgatıcı olup olmadığını sordum.
"Başka seçeneğimiz yok" dedi. "Amerika'nın desteği olmadan amacımıza ulaşamayız..."
"Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek" türünden sözler söyledi.
Aynı afişlerin arasında binadan ayrılırken, bir milli hareketin düştüğü bu durum içimi acıttı. Gelinen bu vahim noktayı, Azeri toplumunun yetersiz dinamiklerine, uzun yılllar Sovyet yönetimi altında milli bilincin zayıflamış olmasına bağladım.
Aradan tam 5 yıl geçti.
Rıza Zelyut'un "Kemalizm, Avrupa Birliği ile buluşturulmalı" başlıklı yazısını okurken aklıma İsa Kamber'in ve partisinin düştüğü durum geldi. Demek artık biz de kurtuluşu turuncu devrimlerde aramaya başlamıştık... Üstelik, Azerilerden farklı olarak elimizde Ulusal Kurtuluş Savaşı gibi bir deneyim varken...
Ve üstelik, bu ulusal kurtuluş savaşının lideri Mustafa Kemal'in adını bir tür yeni mandacılık zihniyetiyle bağdaştırmaya çalışarak...
Ve de üstelik, böyle beklenmedik bir atağı, Rıza Zelyut gibi ulusalcı kesimin en saygın, çizgisi en tutarlı isimlerden birinin kaleminden okuyarak...
Bu yazıyı Rıza Zelyut değil de bir başkası yazsaydı kuşkusuz işim daha kolay ve daha keyifli olacaktı. Kalemimin ucundaki zehirli okları ve Açık İstihbarat'ın kendine özgü belagatını böyle bir yazıyı yazanın-yazabilenin yüzüne zevkle püskürtebilirdim.
Ama Rıza Zelyut'a saygısızlık yapmak içimden gelmiyor... Böyle bir yazıyı neden yazmış olabileceğini anlama çabamı sürdüreceğim.
Sürdüreceğim ama bu çaba kuşkusuz "yeni mandacılık" kartının açılmış olduğu gerçeğini değiştirmeyecek.
Evet, Rıza Zelyut'un bu yazısıyla birlikte ulusalcı-milli kesimin giderek bir tıkanmaya doğru sürüklenen ve giderek çetin bir hal almaya başlayan gündemine "yeni mandacılık" maddesi de eklenmiştir.
Bu ağır teşhisi koyabilmemizin tek nedeni, Rıza Zelyut'un bir sabah uyandığında böyle bir yazı yazmaya karar vermiş olması değil kuşkusuz.
Cumhuriyet gazetesinin yaşadığı sinsi dönüşüm, Yeniçağ gazetesinde artık Fethullah Gülen'i eleştiren yazıların patron emriyle yazılamaması, Bekir Coşkun'un başına aşçı şapkasını geçirip reklama çıkmaya bile itiraz etmeyecek noktaya geldiği halde Habertürk'ten atılması,
Ülkemizdeki ortalama 600 köşe yazarından hiç birinin, başına aşçı şapkası geçirmelerine ses çıkaramamış bir Bekir Coşkun'u bile korkudan savunamaz, bu etik dışı işten çıkarmayı kınayamaz hale gelmesi...
Muhalefetin sadece ve sadece Emin Çölaşan'ın artık baygınlık vermeye başlayan hamaseti ile eşi Tansel Çölaşan hanımın "Bize zorla çarşaf giydirecekler" ezberine indirgenmiş olması...
Ve tabii bunların hepsinden daha önemli olarak, Cumhuriyet Halk Partisi liderinin, tam da CHP'nin 87. Kuruluş yıldönümünde Avrupa Birliği kapılarına yüz sürerek "Sizin desteğiniz olmadan iktidara gelemeyiz. Hep AKP'yi kolladınız, biraz da bize el atın" müracatında bulunmuş olması...
Avrupa'nın "İslamcı, kaba, gazete okumayan, muhtemelen evine tuvalet kâğıdı da sokmayan ve de alkol ihtiva ettiği için limon kolonyası bulundurmayan" bir Başbakanı, verilen yanlış bilgiler sonucu "medeni adam" zannettiğini zannetmesi...
Bu yanlış "zannetmeyi" sözümona düzeltmek için "Erdoğan, bildiğiniz gibi bir adam değil, Batı'nın gerçek partneri biziz" turları düzenlemesi....
Oysa Erdoğan'ın tam da "Avrupa'nın bildiği gibi bir adam" olduğunu CHP liderinin idrak edemiyor oluşu.
Sorunun, İslam dinine mensup olma sorunu değil, bilakis "İslam dinini en iyi ve talimatlara en uygun biçimde dejenere etme sorunu" olduğunu bilememesi, görememesi, algılayamaması...
Avrupa'ya ülkesini şikayet etmiş konuma düştüğünün ve Mustafa Kemal'in partisini snop bir batıcılığın kuyruğuna takarak "AKP'nin görevlerine biz talibiz" beyanında bulunma noktasına getirdiğini -muhtemelen- kavrayamaması...
İşte bütün bu gelişmeler, Rıza Zelyut'un yazısı ile birleştiğinde ortaya bir "sonuç" çıktığı için "yeni mandacılıktan" sözedebiliyoruz. Çarpılmaktan, ağzımızın yamulmasından ve de "Vicdan yahu! Zaten Bekir Coşkun ustayı da harcadın.. Sen de kimseyi beğenmiyorsun" yollu muhtemel şikayetlerden de korkmuyoruz.
Hayli uzamış olan bu kelâmı şöyle bağlamak isterim:
- Muhalefete paralel bir "muhalefet" örgütleniyor.
Ulusal bağımsızlık ideali mi? Benzerini buluruz..
Toprak bütünlüğü bilinci mi? Toprak bütünlüğünü savunuyormuş gibi yapanını buluruz...
Gerçek demokrasi talepleri mi? Genç sivillerin alternatifiymiş gibi duran hareketler yaratırız...
Darbelerden ve darbecilerden hesap sormak mı? Hem darbe yaptırır, hem de hesap soruyormuş gibi yaparız...
Böylece elimizin altında "alternatif bir muhalefet" bulunur. (Aslının da bir şey yapabildiği yok zaten, biz karışmasak da kendi kendilerine mandacılaşabiliyorlar..)
Desteklerimizle bir hayli semirmiş olan AKP'ye de bir mesaj, bir ayar vermiş oluruz. Laboratuvarlarımızda ister İslamcı, ister milliyetçi hareketler, iktidarlar üretebildiğimizi hatırlatmış oluruz...
Anlamazdan gelecek olanlar için "paralel Ergenekon" bile imâl ederiz!
Şöyle ki:
- Şimdiye kadar desteklerimizle devleti ele geçirmiş olan cemaatin bir kanadını kontrollü bir şekilde deşifre ederiz. Bu gibi işler için "muhafazakâr, dürüst bilinen, mesleğine bağlı ve kitap yazma arzusu taşıyan" polis şefleri idealdir. Cemaatin devlet kurumlarına sızmış "imamlarının" listesini hazırlarız...
(Hanefi Avcı'nın Savcı Hamza Keleş'e verdiği "imamlar" listesinin bir camide unutulmuş bir belge olduğunu söylemesi, nedense hiç inandırıcı gelmiyor. Ergenekon tutuklamaları için gereken "belgelerin" üretilme biçimine fazlaca benziyor da ondan...)
Bir kitap yazarız hayatımız değişir! Soruşturma başlatılmasını sağlarız. Unutmayın, Ergenekon da kimsenin adam yerine koymadığı eşcinsel bir hahamın ifadeleri ve çıfıt çarşısını andıran bir "şema" ile başlamıştı..
Bu seferki şemamız daha ciddi, daha gerçekçi. Kimse çıkıp da "İmam Ömer diye biri yoktur" diyemez meselâ.. (Takdir edersiniz ki ciddiyet ve inanılırlık konusunda eşcinsel haham ile Hanefi Avcı da mukayese edilemez).
Bu şemayı ve bu soruşturmayı yeri geldiğinde uyutur, yeri geldiğinde alevlendiririz. Ulusalcı kesime mensup herkes nasıl "Beni de Ergenekon işine bulaştıracaklar" korkusuyla yaşıyorsa...
Artık İslamcı, liberal, cemaatçi ve yandaş olan herkesin de "Beni de bir gün bu işin içine bulaştıracaklar" diye korkacacağı bir şema var...
Aklından devlet başkanı olmayı geçirenler, padişah olmayı kafasına koyanlar, diktatör olma konusunda deli gönlüne dur diyemeyenler...
- Artık sizin de her an eklenip çıkarılabileceğiniz bir şemanız var.
Artık sizin de "ucu açık" bir soruşturmanız var...
Artık sizin de attığınız her adımda "ya şu sırrımı basına servis ederlerse" diye düşünüp ince ince terlemeniz için neden var...
Var.
22 Eylül 2010 tarihi itibarıyla, Ankara Cumhuriyet başsavcı Vekili Hamza Keleş'in, polis şefi Hanefi Avcı'nın verdiği bilgi ve belgeler doğrultusunda başlatmış olduğu soruşturma neticesinde;
- Artık sizin de bir "Ergenekonunuz" var!
"Devlete sızmış imamlar" soruşturmasına hiç merak etmeyin, ihtiyaca göre Deniz Feneri de sığar, Ali Dibo da sığar, Gemicik de sığar, Kısıklı villaları da sığar, İran'dan alındığı öne sürülen 25 milyon dolar da sığar, İmralı'daki narko teröristle yapılan pazarlıklar da sığar, seçim rüşvetleri ve seçim hileleri de sığar...
Bu ülkede hiç kimsenin kendi müstakil planlarını yapmaya başlamasına göz yumulmayacağını öğrenmiş olmanız gerekiyordu.
Paralel muhalefet ve paralel Ergenekon!
Her şeyi eline yüzüne bulaştırmış ve kahredici bir yenilme duygusu yaşayan muhalefetin de;
Nihai zaferini kazandığını düşünüp imal edildiği labotatuvarlara kafa tutma emareleri gösteren iktidarın da birer "big brother"ı var artık..
Artık hepimizin birer "gölgesi" var..
"Vekil robotlarımız", suretlerimiz (surrogates) var...
Fatma Sibel YÜKSEK, Açık İstihbarat, 23 Eylül 2010