PARLEMANTER REJİM Mİ BAŞKANLIK REJİMİ Mİ ?
Hani çokça konuluşuluyor ya, ‘parlemanter rejim’ mi, ‘parlamenter rejim’ mi yoksa ‘parlementer rejim’ mi diye.
Birkaç Türkçe yayına baktım ortak bir yazım kuralı yok: parlamenter diyen de var, parlementer diyen de var.
Hiç kuşkum yok parlimanter ya da parlimenter diyeni de olabilir.
Şu bizim altıyüz ‘parlemanter’ (fransızca ‘parlemantaire’ yani par-lö-man-ter) arasından kaçı doğru bir seslendirmme yapıyor diye varın tahmin edin bakalım.
Kısası, bence doğru deyiş ‘parlemanter’dir, ama yine de dilbilimcilerimiz bilir deyip geçelim.
Gelelim ‘parlemanter rejim’ konusuna.
Hani geçtik, geçiyoruz, geçeceğiz olana.
Türkiye’deki en az altı siyasal partinin üzerinde çalıştıkları ama bir türlü ortaya çıkaramadıkları ‘güçlendirilmiş parlemanter rejim’ raporuna.
Onlara kolaylık olsun diye, Jean Jaurès Vakfı’nın yeni yayınladıkları raporu gönderiyorum:
Başlığı ‘Parlemanter rejim mi yoksa başkanık rejimi mi’ (Régime parlementaire ou régime présidentiel ?)
Demek ki yalnız Türkiye’de değil ama örneğin Fransa’da da ‘Başkanlık Rejimi’nin sorunları var.
Daha birkaç yıl önce Fransız Komünist Partisi’nin VI. Cumhuriyet diye bir semineri olduğunu yazmıştım.
Jean Jaurès Vakfı ise (ki Jean Jaurès’in önde gelen bir sosyalist kuramcı olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?) De Gaulle’cü V.Cumhuriyet’in artık yorulduğu (-eskidiği) saptamasından hareket ediyor.
Emmanuel Grégoire, Axelle Lemaire ve Hugo Le Neveu-Dejault, 58 sayfalık raporu kaleme alıyorlar.
De Gaulle’cü V.Cumhuriyet Anayasası, günümüz yenilikleri karşısında belirgin bir katılık ve tutuculuk (conservatisme) içermektedir diye başlıyorlar saptamalarına.
O arada temsil mekanizmasının ve özellikle siyasal partilerin temsilde zaafiyet gösterdiklerinin altını çiziyorlar.
Buraya bir mim koymamız gerekiyor.
Özellikle Türkiye’de ‘yumruğu masaya koyan’ liderlerin partileri sözde ‘zaafiyet’ göstermeyendir diye algılanır/anlaşılır.
Oysa bir siyasal parti ve/veya lideri ne kadar çok ‘otorite’ye yatkınsa o kadar çok ‘demokrasi’den uzaklaşıyor demektir.
Nitekim ‘terör’ ya da ‘kovid’ benzeri ‘kriz’ durumlarında ilk başvurulacak önlem olarak hemen ‘ohal/mohal’ hallerine başvurulması, bir ‘zaafiyet’ göstergesinden başkası değildir.
Demek ki ‘demokratik çözümler’ henüz içselleştirilmiş değildir.
Ve kuşkusuz bunun ana sorumlusu, ‘demokrasinin vazgeçilmez ögeleri’ olan ‘siyasal parti’lerin hâlâ ‘demokratik işlev’lerini yerine getiremiyor olmalarıdır.
Türkiye’de son birkaç yıldır pıtrak gibi biten sözde ‘siyasal parti’lere baktıkça, ‘demokrasi’nin geliştiği değil ama zayıfladığını ileri sürmek pek de zor olmasa gerektir.
Gerçekten de, bir ülke ne kadar azgelişmiş ise o kadar çok siyasal parti kurulmuş bulunmaktadır.
Ve bir ülke ne kadar iyi bir ‘demokrasi’ye ulaşmışsa o kadar az ‘siyasal parti’ barındırmaktadır.
Her ne ise o, diyerek ‘Parlemanter Rejim’in kimi niteliklerini irdelemeye geçebiliriz.
Ama önce ‘Parlamento’ya da değinmek gerekecek.
Parlamento İtalyanca’dan Türkçeye geçmiş bir sözcük.
Ve İtalyanlar Partlamento’ya ‘parlamento’ diyorlar ama, Parlemanter’lere de Parlamentare (yazıldığı gibi okunuyor) diyorlar.
Eğer İtalyanlar gibi diyecek olsak bu kez ‘Parlamentar’ mı diyecektik bilemiyorum.
En iyisi ‘Milletvekili’ demektir ama ‘vekâlet’lerini gerçekten doğru/dürüst kullanmaları koşuluyla...
./.