Pearl Harbour ve Hürmüz
Geçen ay ABD, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör örgütü olarak tanıdı. Arkasından, İran’ın petrol satışlarını tamamen sıfırlayabilmek için 2 Mayıs 2019’dan itibaren, daha önce sekiz ülkeye (Çin, Güney Kore, Japonya, Hindistan, Tayvan, BAE, Türkiye, İtalya) tanıdığı muafiyeti kaldıracağını açıkladı.
Bu hamle, esasında İran’ın yaşamasına imkân vermeyecek şekilde boğazını sıkmak ve ona karşı savaş ilan etmek demek. Yani İran’ı provoke etmeye ve yanlış bir şey yapmaya zorluyorlar. Bir anlamda aynı şeyi 1941’de, Japonya’ya karşı yaptılar, Japonya’ya petrol ambargosu uyguladılar ve onu Pearl Harbour baskınını yapması için provoke edip, arkasından işini bitirdiler.
Terör Destekçisi Suudi Arabistan
ABD, Mayıs 2018’de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi, Almanya ve İran arasında 2015’te imzalanmış olan nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilerek İran’a yönelik yeni yaptırımları gündeme getirmiş ve Ortadoğu’da gerilimi arttıracağını ilan etmişti. ABD Başkanı Trump, anlaşmadan çekilme kararı almasından hemen sonra, İran‘a yönelik yaptırımların 90 ve 180 günlük iki aşamayla uygulamaya konacağını duyurmuş, ilk aşama 7 Ağustos 2018’de, ikinci aşama ise 5 Kasım 2018’de yürürlüğe girmişti.
ABD’nin, 2015’de İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktu. Zaten bu anlaşmada imzası olan İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve Almanya’nın anlaşmanın sonlandırılması yönünde bir isteği ve rızası da yoktu. Başından itibaren anlaşmaya İsrail muhalefet ediyordu ve sonunda emeline ulaştı. Bu işten memnun olan ikinci ülke de dünyanın karanlık ve terör destekçisi rejimi ile yönetilen ülkesi Suudi Arabistan’dı.
Şahinlerin Hedefi
Görülen o ki; ABD, 2015 tarihli nükleer anlaşmadan çekilmesinin birinci yılı dolarken İran işini daha da tırmandırmak ve yaza doğru bölgeyi iyice ısıtmak istiyor. Bu siyasetin liderliğini ise Trump yönetiminin iki şahin ismi Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile Dışişleri Bakanı Mike Pompeo yapıyor. Hedefleri ise;
1. İran’ı kışkırtarak, halen devam eden 2015 tarihli nükleer anlaşmadan çekilmesini sağlamak ve uranyum zenginleştirme programına dönüşünü tetikleyerek anlaşmayı kadük etmek. Ayrıca, 2020’de başkan seçilebilecek Demokrat Parti adayının da tekrar nükleer anlaşmaya geri dönüşü olasılığının önünü kesmek,
2. İran’ın nefes almasını engelleyecek şekilde boğazını sıkarak, onu uluslararası kamuoyunun kabul edemeyeceği, suçlu ve saldırgan duruma düşeceği bir harekete zorlamak,
3. İran’ı ağır baskı altına alarak, İsrail tarafından kendisi için yaşamsal tehdit olarak değerlendirilen Suriye’deki varlığını sonlandırmaya zorlamak, pes ettirerek yeni bir anlaşma için masaya getirmek ve ABD, İsrail, Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri tarafından kotarılmakta olan Filisin sorununu İsrail lehine halledecek kapsamlı çözüme itiraz edemez duruma düşürmektir.
Gerekirse Kapatırız
İran yönetimin en yetkili ağızları “Gerekirse Hürmüz’ü kapatırız” diyor. ABD de içinden “Keşke kapatsa!” diyor. Hürmüz Boğazı; Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak ve İran’ın çevrelediği Basra Körfezini, Umman Körfezine, dolayısıyla Hint Okyanusuna ve dünyaya bağlıyor. Boğazın bir tarafında (kuzey) İran, diğer tarafında (güney) ise Umman bulunuyor. Tüm dünyada, deniz yolu ile yapılan ham petrol taşımacılığının yüzde 40’ı, Asya pazarlarına ve ağırlıkla Hindistan, Güney Kore, Çin ve Japonya’ya giden ham petrolünse yüzde 85’i, Hürmüz’den geçiyor.
Hürmüz Boğazı’ndan ham petrol geçişi günlük olarak 18 milyon varil olup, bu miktar Türk Boğazlarından (İstanbul ve Çanakkale) geçenin 6 katı, Süveyş’ten geçenin 8 katıdır. İran, Yemen’de Husiler üzerinden de Bab’ül Mendep Boğazı girişini füzelerle tehdit ederek, Kızıldeniz yolu ile yapılan ham petrol trafiğini de sekteye uğratabilir. Bu durum dünya petrol fiyatlarının uçmasına, kaosa ve askeri müdahale için meşru zeminin doğmasına neden olur. Naçizane tavsiyemiz; sakın İran böyle bir yola gitmesin!
Suudi Arabistan İlk Beşte
“İran üzerinden Türkiye’yi de içine alabilecek savaş gibi bir kızılca kıyamet kopar mı?” diye sorarsanız; vereceğim yanıt “Eğer yanlış adımlar atılırsa bu mümkün, hatta kaçınılmaz” olur. Bakınız; merkezi İsveç’in başkenti Stockholm olan Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI) yaptığı araştırmada; geçtiğimiz yıl (2018) askeri harcamaların yaklaşık olarak 2 trilyon dolara ulaştığını, 2017’ye göre yaklaşık yüzde 3’lük bir artış olduğunu ve 1988’den beri en yüksek seviyeye ulaştığını açıklamış. Daha da önemlisi, bu araştırmada dünyadaki toplam askeri harcamaların yüzde 60’ının ABD, Çin, Suudi Arabistan, Hindistan ve Fransa’ya ait olduğu belirtilmiş. Burada dikkati çeken ülke ise Türkiye’nin yarısı kadar bile olmayan, 32 milyon nüfusa sahip Suudi Arabistan’dır.
Bu Silahlar Ülke Savunması İçin Olamaz!
Bu silahların ülke savunması için olmadığı çok açık. Suudi Arabistan iki nedenle bu kadar çok silah alıyor. Birincisi; İsrail ve ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronluğunu yapmak ve İran’a karşı savaşabilmek için ikincisi ise kraliyet ailesini halkına karşı koruyabilmek içindir. Ama daha dün, bu Suudi Arabistan bizim iktidarın kankası idi, içtikleri su bile ayrı gitmiyor ve kraliyet ailesinden bizim yani halkın bilgisi dışında özel hediyeler alıyorlardı.
Bu gelişmeler için ülkemizi yöneten iktidar ne düşünüyor? Yarından itibaren (2 Mayıs 2019) Türkiye’nin İran’dan aldığı petrolün muafiyeti bitiyor, ne yapmayı planlıyorlar? Damat Berat Albayrak’ın ekonomi için söylediği aylık gelişmelerin tam tersi oluyor! Çünkü yanlış rotada seyrediyorlar! Ya iktidar bugüne kadar yaptıklarının tam tersini yapmaya başlayacak, yani rotayı 180 derece değiştirecek ya da iktidar değişecek. Aksi takdirde, Türkiye için her hafta bir önceki haftadan, her ay bir önceki aydan ve her yıl bir önceki yıldan daha da kötü geçecektir!
Türker ERTÜRK, 1 Mayıs 2019