PEKİ, BİZ TÜKÜRDÜĞÜMÜZÜ NİYE YALADIK?
28.6.2011 tarihinde ne demişti Kemal Kılıçdaroğlu?
“Yeminleri engellenen arkadaşlara yemin etme yolu açılmadıkça biz CHP vekilleri de yemin etmeyeceğiz. Bizim bu duruşumuz seçmene ve onun oyuna yani milli iradeye duyduğumuz saygının gereğidir.”
Arkasından da yemin törenine katılacak olan MHP’ye “Biz arkadaşlarımızı satmayız” sözüyle ağır bir eleştiri yöneltmişti.
Bu sert sözler ve eylem karşısında Recep Tayyip Erdoğan da 08.07.2011’de “Tükürdüklerini yalayacaklar, göreceksiniz…” demişti.
Gördük. Tükürdüklerini yaladılar. Dağ fare doğurdu.
Bu olay bana Aziz Nesin’in ”Biz bu boku niye yedik?” başlıklı öyküsünü anımsattı:
Köyün ağası traktörüne binmiş, kasabaya pazara gidiyor. Yolda köyün çobanı Memet’e rastlamış. Memet yürüyerek gidiyor kasabaya. Ağa, Memet’i traktöre çağırmış. Bir süre sonra, ağanın aklına bir muzırlık gelmiş, biraz eğlence olur diye düşünerek, traktörü durdurmuş ve Memet’e dönmüş:
“ Ula memet” demiş, “şu yolun kenarındaki mayısı gördün mü?”… (Malum, köylük yerde hayvan bokuna “mayıs” da denir)
”He gördüm ağam” demiş Memet…
“Şu mayısı yersen bu traktörü sana veririm.”
Memet şaşırmış, afallamış, içinden “Yav” demiş, “Ömrü hayatımda böyle bir şeye sahip olamam, gözümü kapatıp yersem, bu traktörün sahibi olurum”diye düşünerek “Olur ağam, essah mı dediğin” diye ağanın teklifini garantiledikten sonra, traktörden inmiş, yolun kenarındaki mayısı bir çırpıda yutmuş…
Ağanın maksadı aslında Memet’le dalga geçmekmiş; ama olanı biteni görünce o da şaşırmış ve sözünde durarak direksiyondan kalkıp traktörü Memet’e teslim etmiş… Akşama doğru işleri bitince köye dönerken traktörün yeni sahibi Memet, ağayı da alıp köye doğru yol almışlar. Ama ağanın da canı sıkkın, Memet’in de… Ağanın canı sıkkın, çünkü biraz eğleneyim derken gül gibi traktörü çoban Memet’e kaptırmış; Memet’in canı sıkkın, çünkü mayısı yediği köyde duyulunca nasıl aşağılanacağını düşünmüş… Bu düşüncelerle giderlerken, birden traktörü durdurmuş Memet ve ağaya dönerek:
“Ağam demiş, bilirim ki senin de canın sıkkın benim de… Bak şu yolun kenarında ki mayısı görüyor musun? O mayısı yersen, traktörü sana geri veririm” demiş… Ağa zaten büyük pişmanlık içinde, içine oturmuş traktör. Hemen atlamış yola ve gözlerini kapatarak bir çırpıda yemiş mayısı…
Sonra direksiyondan Memet kalkmış, ağa oturmuş… Köye yaklaşırlarken ağa Memet’e dönüp: ”Ula Memet, bu traktör kasabaya giderken benimdi değil mi?” “Evet, senindi ağam” demiş Memet. ”Kasabadan dönerken de benimdi değil mi? Memet”. “senindi ağam “ demiş…“Peki, o zaman biz bu boku niye yedik Memet” diye bitirmiş ağa…
CHP’nin “yemin boykotu”ndan önce Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay içeride miydi? Evet içerideydi. “AKP ile anlaştık, artık yemin edeceğiz” deyip, yemin ettikten sonra da Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay içeride miydi? Evet İçerideydi.
Öyleyse biz niye durup dururken önce tükürdük, sonra da tükürdüğümüzü yaladık?
AKP ile CHP’nin anlaştığı metinde CHP ya da tutuklu milletvekilleri yararına bir madde mi var yoksa? diye baktım. Hayır, yok. Hatta CHP’yi suçlama var. Öyleyse…
MHP hiç olmazsa AKP ile başa çıkamayacağını anlayıp, kabadayılık gösterilerine girmedi. Eskiden beri yaptığı gibi AKP’ye koltuk değnekliği görevine devam etti. Şimdi Engin Alan’ın adını bile anmıyor.
Peki, başlangıçta CHP’nin yaptığı “yemin boykotu” doğru muydu? Elbette doğruydu. Seçmeni ve milli iradeyi ayaklar altına alan iktidara karşı bir “yaptırım eylemi” ortaya konmalıydı. Sessiz kalınmamalıydı. Bu gerekliydi. Ama bu, yemin boykotu olurdu ya da başka bir direniş olurdu. Eylem yapılmalıydı. Bu milletvekili eylemine MHP de katılsaydı, AKP’nin paçaları tutuşacak, çözüm yolları arayacaktı. Nitekim CHP’nin bu sınırlı eylemi karşısında bile iktidar, ilk başlarda telaşlanmış, araya arabulucular koymuştu.
Sonuçta savaşı Recep Tayyip Erdoğan kazandı.
Bu şekilde ilkesiz, hedefsiz, programsız, uzlaşmacı bir muhalefet yapıldığı sürece 2023’e kadar değil, 2033’e kadar bu AKP başımızda iktidardır.
Peki, CHP’nin sorunu sadece bu mudur? Yani sadece, İlkesizlik, hedefsizlik, programsızlık, uzlaşmacılık mı onu bu hallere düşürmüştür. Elbette hayır. Asıl önemlisi, Atatürk’ün kararlılığını, mücadele ve direnme gücünü o büyük devrimcinin ölümünden sonra CHP’nin yitirmiş olmasıdır. Eylemden, direnişten, pratikten, gerçek yaşamdan uzak “grup toplantıları muhalefeti” ile yetinmesidir. Yani muhalefeti lafla yürütmesidir. O, genellikle egemen güçlerle, emperyalizmle uzlaşmayı tercih etmiştir. Onun için böyle eskaza bir eyleme girip de zorlukla karşılaştığında, sudan çıkmış balığa dönmektedir.
Oysa Mustafa Kemal, ideolojisini “tam bağımsızlık” ilkesi üzerine kurmuştu. Hedefinde emperyalist güçler vardı. Daha Samsun’a çıkmadan önce, düşman donanmaları için söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, onun bu konudaki kararlılığını ortaya koyması açısından çok önemli bir ipucudur.
Varacağı yeri çok iyi saptamıştı. Devrimin adresi belliydi. Bu düşüncelerini eylem alanına aktarabilmek için Anadolu’ya geçmesi gerekiyordu. Çünkü o bir eylem adamıydı. Gerektiğinde tüm resmi sıfatlarını, görevlerini, giysilerini fırlatıp atabilecek bir yapıya sahipti. Nitekim o, Samsun’a çıktıktan sonra da öyle yapmıştı. Hayatının her döneminde amacına ulaşabilmek için bu ilkeyi asla terk etmedi. “Hatay krizi” yıllarında Hasan Rıza Soyak’a söylediği şu sözler onun bir eylem adamı olduğunu kanıtlıyordu:
“Eğer diplomatik yolla halledemezsem, yapacağım şey Cumhurbaşkanlığından hatta milletvekilliğinden istifa etmektir. O zaman, resmi bir görevim kalmaz, sivil bir fert olarak Hatay’a gider tıpkı Samsun’a gittiğimde olduğu gibi milis kuvvetlerin başına geçerim ve bu uğurda savaşırım ama sonunda mutlaka başarırım…”
İşte Mustafa Kemal’i, Mustafa Kemal Atatürk yapan bu devrimci pratik, eylem anlayışıdır.
Bırakınız Atatürk gibi Cumhurbaşkanlığından, milletvekilliğinden istifa edip, halkın arasına karışmayı, “ara seçim” tehdidi bile CHP’lileri şaşkınlığa düşürmeye yetti…
Ali Eralp - 13 Temmuz 2011 - Güncel Meydan