PERȘEMBENİN GELİȘİ
Birkaç dakika sonra 4 Ağustos 2011’in Perșembe’si gelecek. Bu Çarșamba’dan bakıldığında nelerin geliyor olacağı belli mi değil midir? ‘Kökü dıșarıda’ basın yayın ajanlarının, eleman da denilebilir, gözlerinin içi gülüyor. Bu elemanlar bana gerçekten eleman dedirtmekteler, o ayrı. ‘Kökü dıșarıda’ derken bunların bir ‘kök’lerinin olduğundan da kușkuluyum. Hibrid bunlar. Halk dilinde ‘zağar’ denir. Benzetmek gibi olmasın, zağar haber veriyormuș gibi yapar ama önce ‘kendi güvenliği’ni arar. Bir televizyonda Muntazar Türköne anlatıyordu:
“Örneğin dönemin üçüncü ordu komutanı polis çağırdığı halde gitmedi. Ben bu komutanın görevde kalması halinde kendimi güvende hissetmem”.
Murtaza’nın düșündüğüne bakın hele. Gören de Muntazam bir adam sanır. Ben de polisin bir Türk subayını tutuklamasını içime sindiremem oysa. Onu tutuklamasını isteyen savcıya Cumhuriyet savcısı diyemem. Bugüne değin de demedim zaten. Türk subayını görevinin bașında iken, her ne koșulda olursa olsun, Türk ya da yabancı bir yargıcın tutuklatmasına da aklım ermez. Tutsaklık dıșında bir Türk subayını tutuklayabilecek tek orun Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendisidir. Komutan yargılanmasına karar verecek olursa ‘Askerî Mahkemeler’ vardır, suç ișleyen askeri orası yargılar.
Tutuklar mı kurșuna mı dizer, bu mahkemelerin iși olmak gerekir. Köprülerin altından çok sular aktığını söyleyenleriniz olacaktır. İpin ucu bir kez suya düșmeyegörsün, değil mi ama? Pekiyi hangi komutan döneminde ipin ucu suya verilmiști? O’nun için çok yazdım, adını bir kez daha anmak istemem. O’ndan önceki için de ‘kırılma noktası’ denilmiștir; Dolmabahçe’de kuru fasulye-pilav yerken dișinin kırıldığı söylenir. Ve O’ndan öncekinin diși-miși yokmuș; bir șey sorulduğunda ‘var da diyemem yok da diyemem’ diyesiymiș. Ișık Pașa’dan önceki komutanlar, milleti, devleti bırakın kendi askerlerini bile koruyamaz hale düșmüșlerdir. ‘Çuval’ı bilmeyen bir tek yurttaș gösterebilir misiniz örneğin?
Değil mümtaz bir komutan, o olayı içine sindirebilecek bir tek mümtaz er bile bulamazsınız. Bütün bunları birkaç dakika sonraki Perșembe’nin Çarșamba’ları olduğu için anımsatmaktayım. Benim bildiğim Türk subayı kökü dıșarıda, rahmetli Korutürk egzantirik derdi, ajan ya da elemanların değil emrinde olmak, yakasından tutmakla yükümlüdür. ‘Zağar’ların ‘borsa’sı zarar görmesin, ‘demokrasi’leri bozulmasın demek de ‘onuruyla emekli olmak çuvalı’na girmeye benzer. Eyvallah Kemal bey’i merakta bırakacak ‘gerekçeleri’ bir basın toplantısıyla ‘asker gibi’ açıklamak dururken, gizli gizli açıklamak da bir psikolojik savaș türü müdür yoksa?
İkiyüzelli irili ufaklı komutanın suçsuz olduklarını ben biliyorum da Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı bilmiyor mu? Bilmesine karșın, ‘gereğini’ biz yapamadık bizden sonrakiler inșaallah yapacaklardır demek ipe un sermeye benzemektedir. Sahi Saldıray pașa Kara Kuvvetleri Komutanı oldu mu? Yoksa önümüzdeki günlerde ‘yakalama emri’yle tutulacaklar arasına mı terfi ettirildi. YAȘ bitti, kuru var; ne de olsa ‘karavana’nın olmazsa olmazıdır. Kıșla karavanası ile Hasdal karavanası aynı değil mi yoksa?
Karavanaya devam!
Habip Hamza Erdem