PISIRIKLIK FELSEFESİ
Bizim ‘Hayır’cılarda bir ‘pısırıklık’ olduğunu görüyordum ama bunu nasıl dillendireceğimi bilemiyordum.
Aklıma hep Nusret Hızır’ın Kant’la ilgili olarak söylediği geliyordu.
Nusret Hızır (1899-1980)
Ancak Kant mı daha pısırıktı yoksa onu aşamayan ‘romantik’ler mi, onu da anımsayamıyordum.
Romantikler de, sadece, öznel, Alman idealizmi denilen Fichte, Schelling ve Hegel miydi yoksa, nesnel, Fransız Bergsonculuk ya da Varoluşçuluğu mu?
Ancak benim için başta Deniz Baykal ve o arada bütün HAYIRcılar idiler.
Romantik hayırcılık
Halkoylamasında ‘Hayır’ diyecek olan ve bu uğurda elinden geleni ortaya koyan tüm siyasal parti, baro, sendika, dernek, kurum ve kuruluşlara selam olsun.
Yazı yazan ve konuşma yapan tüm aydınlarımıza, adım adım ülkeyi dolanan sivil asker tüm yurtseverlere selam olsun.
Ne var ki, Deniz Baykal’ın Meclis’teki konuşmalarından başlayarak son gezilerindeki konuşmalarının ayrı bir ‘ağırlığı’ olduğu gözlemlenmektedir.
Giderek ‘kendisini aştığı’ bile söylenebilir.
Sözgelimi ‘Kuma örneği’ni ben tutmamış ve hatta bir eleştiri yazısı da yazmıştım.
Ancak son iki konuşmasında yinelediği, ‘Devlet’ EVET diyorsa ‘Millet’ HAYIR diyecek formülü bir başına derin bir ‘siyaset felsefesi’ uzsözü niteliğindedir.
Gerçekten de, halkoylamasında başta cumhurbaşkanı olmak üzere başbakan ve bakanları; hususî genelkurmay başkanı ve MİT elemenları; rektör-mektör ve öğretim üyeleri; savcı-mavcı ve yargı elemanları; vali-kaymakam ve idare elemanları; Diyanet ve din adamları; devletle içli-dışlı yüklenici ve işadamları (!); yarı-özerk oda-borsa ve spor federasyonları; kısası a’dan z’ye bir bütün olarak ‘Devlet’; o arada Osmaniyeli Devlet, ‘EVET’ demek azim ve kararlılığındadır.
Devlet’in hışımına uğramış ve uğrayacak olan yazar-çizer ve aydınlar ile tüm halk kesimleri de HAYIR demek azim ve kararlılığındadırlar.
Her ne kadar, bu satırların yazarı, halkoylamasının ‘meşru’ olmadığını, en azından ‘anayasal’ olmadığını, çünkü zaten anayasayı ‘tedbil, tağyir ve ilga’ya yönelik olduğunu görmekte ise de; çaresiz halkoylamasında HAYIR çıkacağını beklemekte ve HAYIR çıkmaması şöyle dursun, EVET çıkması halinde bile ‘tanınmaması’nı ileri sürmektedir.
Yani HAYIR’ın ‘meşruiyet’i nasıl kendine içkinse, EVET’in ‘gayri-meşruluğu’ da ‘değişiklik teklifi’ne içkindir.
Eğer zerre kadar akıl varsa ve zerre kadar bir akılyürütmeyle Türkiye’de Devlet’in ‘gayri meşru’ bir konuma düşürülmüş olduğu sonucuna varılabilecektir.
Ve eğer, Deniz Baykal’ın olağanüstü güzellikte formüle ettiği üzere, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milleti, kurduğu Devlet’inin ‘elinden alındığı’ ve ‘kendisine karşı kullanıldığı’ noktasına getirilmişse ve halkoylamasıyla kendisine tanınan ‘son şans’ını HAYIR’dan yana kullanacaksa; 17 Nisan sabahı ‘ne taht ve ne de taç’ kalacaktır.
Kalmamalıdır.
Pısırıklığın felsefesi
Oysa en ‘ateşli’ HAYIRcılar bile, 17 Nisan’dan sonra o orada oturacak, bu burada oturacak, hamam da aynı hamam delllekler de aynı dellek (hani şu Tellak denilen) demektedirler.
Birileri çıkıp, ‘Yemin et’ deseler, yemin de edebileceklerdir.
N’olur bırakıp gitme diye yalvarmasalar iyi.
Sadece sen değil, kim nerede ise o orada kalacak.
Sanki o 340 ‘Milletvekili’, Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya ‘teşebbüs’ etmemiş gibi..
Sanki aynı amaçla bir başka ‘teşebbüs’te bulunmayacaklarmış gibi.
Sanki ertesi gün ‘tövbe’ edeceklermiş gibi..
Sanki yıllardır ‘Bu anayasayı tanımıyoruz’ dememişler gibi.
Sanki ‘Parlamenter sistem bitmiştir’ dememişler gibi.
Ve sanki Meclis binasında ‘Başkanlık tadilatı’ yapılmıyormuş gibi.
İşte, Nusret Hızır, herkesin anlayabileceği bir dille bu ‘pısırıklık felsefesi’ni bir güzel anlatmış:
“Kant sonrası öğretilerde ifade edilen ile ifadenin kendisi arasında bir nispetsizlik, az bir şeyi çok ve kuvvetli araçlarla söylemek durumu göze çarpıyor. Romantikliğin, birbirinden ayrı, birbirini tutmayan, birbiriyle çelişkili türlü tanımları vardır. Fakat romantikliği karakterlendiren iki nokta vardır ki, bunlar üzerinde herkes anlaşmıştır. Bu iki nokta şunlardır:
a- Şimdi işaret ettiğimiz gibi, ifade edilenle ifade araçları arasındaki uygunsuzluk
b- b- Öznellik (Sübjektiflik) “
Hızır Hoca Hızır gibi devam ediyor:
“Bunlar insanın ne olduğunu, mantıklı bir zincirleme içinde anlatmak değil, telkin etmek isterler; onun için de rasyonel öğretiden uzak, edebiyata, şiire yakın düşerler. Bu hallerini açık bir şekilde ortaya koyan pek çok örnek verilebilir. Bir tanesini alalım: Martin Heidegger, "Metafizik nedir?" adlı küçük, fakat kendince önemli yazısının bir yerinde şöyle der: "Var-olan araştırılacak ve başka hiç birşey araştırılmayacak... Bu hiç nasıl birşeydir?... Korku, bu hiç'i meydana kor... Bu hiç hiçiyor..." Birinci cümledeki hiç, yalnız ve yalnız var-olanın araştırılacağını söylemek için konmuştur; fakat biraz sonra görüyoruz ki bu hiç, bir varlık oluvermiş! Hem de birşey yapan, hiçen bir hiç! Bir kere, sınır ifade eden bir sözcükten başka birşey olmayan hiç'ten, var-olan ve iş gören, korku tarafından meydana konan bir hiç'e geçiliyor. Bize bir şeyi öğretecek, haber verecek bir söz yahut yazının uymak zorunda bulunduğu en basit mantık kuralı burada çiğneniyor. Sonra, hiçmek ne demektir? Hiçe saymak değil, hiçe indirgemek değil, yok etmek değil... Yani bu hiçmek kavramı (!) düşünce kategorilerimizin hiçbirine tekabül etmiyor. Peki ne yapıyor? Hiçmek sözcüğünün içinde hiç kökü var; hiçmeği anlamıyoruz ama, onu duyunca hiç kökünün yüzünden içimizde bir takım imajlar belki de duygular beliriyor. İşte hiçmek'in ödevi, bizde uyanan bu imajlar, bu duygular sayesinde bir şeyi telkin etmek -tıpkı şiir gibi telkin etmektir.”
Demek ki, ‘Millet’in ‘Devlet’e HAYIR diyeceğini hararetle savunanların “ödevi, bizde uyanan bu imajlar, bu duygular sayesinde bir şeyi telkin etmek -tıpkı şiir gibi telkin etmektir.”
Kendisi söyleyecek ama dili varmıyor.
Düşün de sen bul o zaman, mı denmek isteniyor acaba?
Habip Hamza Erdem