‘’Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammedelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse ZOR kullanılmalıdır...’’ (Amerikan Başkanı Woodrow Wilson,1922)
Wilson’un sözünü bugüne uyarlarsak’’Hedef zayıf ülkelerin kaynaklarını ele geçirmek ise terör örgütleri dahil tüm silahlar kullanılabilir.’’diyebiliriz.
--------------------------------------------
Dünyada hiçbir terör örgütü dış destek sağlamadan ayakta bu kadar uzun süre duramazdı ve hiçbir terör örgütü Türkiye’de hareket ettiği kadar rahat hareket edemezdi.
Devlet, varlığına tehdit olarak algıladığı bir güç ile karşı karşıya geldiği zaman savaş dahil bütün yollara başvurur. Halk kendisini yani çocuklarını, geleceğini, hayatını koruması için yetkilerini devlete devreder. Devletin görevi ise bu noktadan sonra başlar ve her ne koşulda olursa olsun halkını tehlikelerden korumak zorundadır. Özellikle karşısındaki güç bir terör örgütüyse... Çünkü terör örgütünün yetkileri sınırsızdır. Örgüt üyeleri istediğini öldürebilir, istediği yeri bombalayabilir ve istediği şekilde davranabilir. Amacı zaten devlete zarar vermektir. Halkın devlete olan güvenini sarsmaktır. Bunun için her yolu deneme yetkisini kendisinde bulmaktadır.
Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onu yöneten mekanizma olan hükümet,halkın kendisine verdiği yetkiyi doğru kullabiliyor mu?
Geçmişe gitmeye gerek yok. Aylardır Pkk terör örgütünün elinde bulunan bir kaymakam adayımızın, bir polisimizin, üç askerimizin görüntüleri pkk tarafından henüz yayınlandı. Aynı şekilde Amasya’da meydana gelen patlamada 1 askerimiz şehit oldu 6 askerimiz ise yaralandı. Kaçırılan vatandaşları, şehit edilen askerleri, polisleri, onların acılı aileleri ve ülkenin bütünlüğünü tehdit eden bir terör örgütünün varlığı ortadayken Habur Olayı’nın yaşanması bu ülke tarihinin en felaket günlerinden biridir. Bu olayla birlikte devlet halkının ve ülkesinin geleceğini korumak yerine günlük politikalardan ve günlük çıkarlardan yana tavır takınacağını belli etmiştir.
Fakat herşeye rağmen dış destek sağlayamayan bir örgütün varlığının bu kadar uzun sürmesi yazının başında dediğimiz gibi çok zor bir durumdur. Fransa’dan, ABD’ye ve hatta Vatikan’a kadar tüm dış odaklar pkk terör örgütünü desteklemişlerdir. Bunu dile getirmektende asla çekinmemişlerdir. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı’nın eşi Madam Mitterand ‘’Ben Apo’dan daha çok Apo’cuyum. Abdullah’ın kalbimde çok özel bir yeri var’’demiştir. Benzer şekilde Vatikan bir bildirisinde ‘’1918’den beri Kürtler bağımsızlıklarına kavuşmayı bekliyorlar’’ diyerek PKK’ya olan bakış açılarını açıkça ortaya koymuştur. Apo’nun teslim edilmesinden sonra AB dönem başkanı da ‘’Apo’yu asarsanız AB’ye giremezsiniz’’ gibi sözlerle Türkiye Cumhuriyeti’ni tehdit etmiştir.
Bu devletler için durum aslında doğaldır. Çünkü devletler sürekli çatışma halindedir. Bir devletin bir olaydan çıkar sağlaması başka bir devletin zayıf düşürülmesine bağlı olabilmektedir.. Devletler var olduğu sürece bu doğal akış devam edecektir. Doğal olmayan şey ise devletin kendi varlığını tehdit edenlere karşı verdiği tavizlerdir. Türkiye’de halkın vergileriyle geçinen TRT’nin Akılda Kalan adlı programında Sebahat Tuncel’in bir soru karşısında programı sunan kişiye ‘’Sayın Öcalan’a sorarsınız’’diyerek gülümsemesi ve hiçbir tepki almaması bu tavize bir örnektir. Yine benzer şekilde bazı Belediye Başkanlarının PKK’ya verdikleri destekler, terör örgütüne sunduğu imkanlar karşılığında devlet tarafından hiçbir yaptırımla karşılaşmaması da verilen tavizlere başka bir örnektir.
Tüm bu tavizlere tepki gösterenler ise terör örgütüne destek veren ülkeler tarafından demokrasi düşmanı olarak suçlanmaktadır. Bu ülkeler için demokrasi kelimesi kendi çıkarlarını korumak ve gerçekleştirmek için kullandıkları sihirli bir kelimedir. Fakat kendi topraklarında benzer olaylar yaşandığında ülkeler işgal ediliyor veyahut hedefteki tüm ülke vatandaşları terörist ilan edilebiliyor.11 Eylül sonrası ABD ‘’Haçlı seferine başlıyoruz’’ diyerek açık açık 11 Eylül saldırıları sonucu tüm İslam Dünyasını terörist ilan etmiştir. Sonrasında Afganistan ve El-Kaide’ye destek verdiği bahenesiyle Irak işgal edilmişti.Yine 2006 yılında Hizbullah tarafından 2 askerinin kaçırılması 8 askerinin ise öldürülmesi sonucu Hizbullah’ın merkezi olduğu için Lübnan İsrail tarafından saldırıya uğramış 1000 Lübnanlı hayatını kaybetmişti.
Tüm bu saldırıları uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak gerçekleştirdiklerini söyleyen bu devletler aynı şekilde ülkesinin varlığını korumak isteyen başka devletler söz konusu olunca demokrasi, insan hakları gibi sihirli sözcüklerle saldırıya geçiyorlar. Sorulması gereken 11 Eylül saldırıları sonucu öldürülen insanların veya öldürülen İsrail askerleri için geçerli olan yaşama hakkının Türk askeri, Türk polisi ve Türk vatandaşları için geçerli olmadığı mıdır? Uluslararası hukuk güçlünün amaçlarını gerçekleştirmeye yarayan bir araç mıdır? Fakat bu soruları sorması gereken saldırılara maruz kalan halk değil kendisini korumakla görevli olan devlettir. Devlet taviz verdiği sürece örgüt üyeleri daha çok moral bulacak, örgüte katılımlar artacak, halk saldırılar karşısında çaresizce bekleyecektir. Ne yazık ki bu şekilde verilen tavizler sonucu PKK’nın sonunun gelmesini beklemek gerçekdışı bir yaklaşım olacaktır. Halk yetkisini devrettiği devleti sorgulamadığı sürece geleceğinin tehdit altında olduğunu bilmelidir.
Murat Can BAYRAKTAR