TSK Operasyonlarına geçit vermedilerTSK geçen yıl 3 ilde 290 operasyon talebinde bulunmuş ancak valiler 8’i için izin vermiş.Terör örgütü PKK’nın saldırıları, çözüm sürecindeki önlemleri de gündeme getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Valilerimiz verdiğimiz talimat gereği operasyonlara girmiyordu” sözlerinin ardından operasyonlarla ilgili rakamlar ortaya çıktı.
TSK geçen yıl 3 ilde 290 operasyon talebinde bulunmuş ancak valiler 8’i için izin vermiş.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen çarşamba günü TRT 1’deki programda yaptığı, “Çözüm süreci içerisinde valilerimiz kendilerine verdiğimiz talimatlar gereği ciddi manada bu terör örgütlerine karşı şu andaki operasyonlara girmiyorlardı” açıklaması kamuoyunda, “Valilerin izin vermediği ancak özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) operasyon yapılmasını istediği olaylar ve yerler nerelerdi” sorusuna neden oldu.
TSK Kara Kuvvetleri unsurları, EMASYA (Emniyet-Asayiş Yardımlaşma) protokolü uyarınca, Şubat 2010’a kadar gerekli gördüğü takdirde şehirlerdeki olaylara valinin izni olmadan müdahale edebiliyordu. Ancak EMASYA protokolünün Şubat 2010’da yürürlükten kaldırılmasından sonra şehirlerde operasyon yapabilmek için valilikten izin alma şartı getirildi.
2014 TALEPLERİ Hürriyet’in edindiği bilgiye göre TSK, sadece 2014’te şu an en fazla terör eylemlerinin yaşandığı kentlerden Şırnak’ta 110, Hakkâri’de yaklaşık 100 ve Tunceli’de de 80 civarında müdahale talebinde bulundu. Taleplerin 2013 yılı ve diğer bazı illerdeki başvurular dikkate alındığında daha da fazla olduğu belirtildi.
TEK TEK KAYDI VAR TSK taleplerini, hangi ilde, nereye, hangi saatte ve hangi amaçla operasyon yapmak istediğini en ince ayrıntısına kadar yazılı olarak valiliğe bildirdi. Bu bildirimler, bölgedeki tugay komutanlıkları, tugayların bağlı olduğu kolordu komutanlığı ve Genelkurmay Harekât Başkanlığı’nca bildirimin yapıldığı saat itibariyle tek tek kayıt altına alındı. Yazılı talep kayıtlarının Genelkurmay’da gizlilik hassasiyetiyle korunduğu öğrenildi.
SİYASİ İRADE 2014’te üç ilde yapılan yaklaşık 290 operasyon talebine verilen izin sayısı ise 8 civarında oldu. Şırnak’ta 3, Hakkâri’de 3 ve Tunceli’de de 2 kez operasyon izni verildi. Bölgeden askeri kaynaklar, “Bu sayılarda 1-2 eksiklik veya fazlalık olabilir. Ama operasyon izni verilen şeyler de terör örgütüne ağır darbe indirecek türden şeyler değildi. O dönemde siyasi irade bunu uygun görmüş olabilir. Ancak şu an artan terör eylemlerinden sanki TSK sorumluymuş gibi yapılan bazı değerlendirmelerin, TSK personelini üzdüğünü belirtmeliyiz” dediler.
HABER 61, 19 Eylül 2015AKP PKK'yı nasıl büyüttüBugün ülkede yaşanan terör kaynaklı kaos ortamının oluşmasına AKP ve liderinin neden olduğunu dile getirenlerin vatan haini ilan edildiğini görüyoruz. Çoğu yurttaşa trajikomik gelen bu durumun “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözünü hatırlattığından eminim. Hatırlanacağı gibi AKP, 3 Kasım 2002 genel seçiminde aldığı yüzde 34 oy ile TBMM’de mevcut koltukların yüzde 66’sını (365 milletvekili) kazanarak ezici bir çoğunlukla iktidara geldiğinde, yurtiçinde terör olayları neredeyse bitmiş, sıra bölgede sosyal ve ekonomik reformlara gelmişti.
Bölge halkı PKK’nın kan ve gözyaşından başka bir şey sağlayamayacağını görerek, büyük ölçüde devletinin yanında yer almaya başlamıştı. Kentsel alanda varlık ve etkinliği tamamen marjinalleşen örgüt, kırsal alanda yaşam kanallarını bölgede hayli kazançlı olan kaçakçılıkla canlı tutma uğraşı vermekteydi. Bu yazının amacı ülkeyi bugünlere taşıyan yolun hangi amaçla açıldığının üzerinde fazla durmadan, nasıl açıldığına ilişkin bazı hatırlatmalar yapmaktır.
En başta bir gerçeğin altını çizelim; AKP’nin gündemindeki bilinen önceliklerin hayata geçirilmesinde terör örgütünün bir araç olarak kullanabileceğini sanan iktidar, PKK’ya bir hayat öpücüğü vermiştir. İktidarın uzunca bir süre günü kurtarmaya yönelik umarsız, ucu açık “çözüm süreci” kurgusu terör örgütünün kırsalda ve kent merkezlerinde yığınaklanmasına, serpilmesine, cesaretlenmesine hizmet etmekten başka bir işe yaramamıştır. Bugün AKP’nin önde gelen isimleri bile “çözüm sürecinde PKK’nın bütün bölgeyi, işadamlarını haraca bağladığını, vergi daireleri, asayiş birimleri, mahkemeler kurduğunu, kimlik kontrolleri yaptığını” itiraf etmektedir. Bu bağlamda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) terörle mücadeleden adım adım elinin çektirilmesi ve kurulan kumpaslar, terörün kaçınılmaz olarak ülke gündemine bütün ağırlığı ile oturmasının temel nedenleridir.
TSK’NIN TERÖRLE MÜCADELEDE YASAL DAYANAĞI KALDIRILMIŞTIRBugün yurtiçinde sürdürülen terörle mücadelede TSK’nın bütün gücüyle yer aldığını, bu bağlamda “vatan savunması” yaptığını sanan ve söyleyenlerin bilgi eksikliği içerisinde olduklarını belirtelim.
TSK’nın iç güvenlikle ilişkisinin kesilmesi süreci AKP’nin “muktedir” olmasıyla başlamış, 13 Temmuz 2013’de tamamlanmıştır. Atılan ilk adımlarla TSK’nın vazifesini etkin olarak ifasında engellemeler hayata geçirilmiştir. Daha sonra yapılan yasal düzenleme ile de TSK’nın yurt içinde öncelikli görevi sonlandırılarak, terörle mücadeleden el çektirilmiştir. Yasal zeminin değişiminin ince hesaplarla, “Çözüm Süreci” ile bağlantılı olup olmadığını tartışmaya gerek yok sanırım. Bu konuda bölgede konuşlu TSK unsurlarına ilişkin PKK taleplerinin hatırlanması yeterlidir. Konuya ilişkin can alıcı son adım olduğu için en son adımdan başlayarak, süreçteki diğer adımları özetleyelim.Türk Silahlı Kuvvetlerinin 211 sayılı İç Hizmet Kanunun 35. Maddesine karşı bazı çevrelerin duyarlı olduğu, askeri darbelere yasal dayanak olarak ileri sürüldüğü hatırlanacaktır. Bu gerekçe ile hazırlanan kanun tasarısı TBMM’de AKP ve bir kısım CHP üyelerinin desteği ile 13 Temmuz 2013 tarihinde kabul edilmiştir. Değişikliği irdelemek için 35. maddenin eski ve yeni halini gözler önüne serelim:
· Eski Hali: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.”
· Değiştirilen Şekli: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.”İç Hizmet kanununun darbelere gerekçe olarak gösterilen 35. Maddesinde yukarıdaki değişikliğe gidilmesi, kamuoyunda TSK aleyhinde yaratılan iklim paralelinde “ileri demokrasi” yolunda atılan bir adım olarak kabul görmüştür. Oysa dünyanın en ileri demokrasisi ile yönetilen Batı ülkelerinde kendi silahlı kuvvetlerinin kullanılmasında böylesi bir sınırlama bulunmamaktadır. Bu ülkelerde gerek terör olaylarında, gerek büyük çaplı toplumsal olaylarda, doğal afetlerde kullanılmak üzere silahlı kuvvetlerini eğittiği, planlamalar yapıldığı, tatbikatlar ve seminerler düzenlendiği zaman zaman basına da yansımaktadır. Bu gerçekleri gözardı eden kanun tasarısına muhalefet partilerinin yaklaşımlarını özetleyelim:
Dönemin CHP Grup Başkanvekili Sayın Muharrem İnce’nin maddenin eski haline “Demokrasiyi Korumak” görevinin de ilave edilmesi yolunda verdiği kanun teklifi itibar görmemiştir. Buna karşılık CHP Genel Başkan Yardımcısı İstanbul
Milletvekili Sezgin Tanrıkulu “Meclis bugün psikolojik eşiği aşma noktasına gelmiştir” diyerek düzenlemeye destek vermiş, TSK İç Hizmet Kanunun 35. maddesini “kirli ve kanlı sığınağın adı” olarak nitelemiştir.
Kanun teklifinin TBMM’de görüşülmesi esnasında MHP Grup Başkanvekili Sayın Oktay Vural “Neden Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevi bu şekilde daraltılıyor ve içerideki alan silahlı terör örgütüne bırakılmış oluyor?” sorusunu yönelterek tasarıya karşı çıkmıştır. Sayın Vural konuşmasının devamında günümüze ışık tutan aşağıdaki uyarıyı yapmıştır:
“Şimdi bu kanunla yapılan, değerli milletvekilleri, eğer bu tasarı kabul edilirse bölücü güçlerle mücadele etmek Türk ordusunun görevi olmaktan çıkarılıyor ve iktidarın Türkiye’de alanı, bölücü silahlı güçlere fiili teslim hali resmiyet kazanmış oluyor.
TSK’ya verilen vazifenin yasayla daraltılmasının doğal olarak yapısında da ciddi etkileri olacaktır. En başta Türkiye’nin Askeri Stratejisi (TÜMAS) ve her kuvvetin kullanılma konsept ve doktrininin verilen vazifeye uygun hale getirilmesi gerekecektir. Bu bağlamda TSK’nın konuş ve kuruluşunda, eğitiminde zorunlu değişiklikler elbette gündemdedir.
TSK’nın “On Yıllık Tedarik Planları” (OYTEP) içerisinden iç güvenlikle ilgili olanların çıkartılıp tadil edildiğini veya tadil edilmekte olduğunu var sayabiliriz. Yeni düzenleme ile TSK’nin 5442 sayılı yasa kapsamında il valilerinin talebi ile kullanılmasını da tartışmalı hale getirmiştir. TSK’nın en son yasayla verilen görevlerin dışında daha önceki yasalar çerçevesinde başka amaçla kullanılma olanağı olabilir mi?
ADIM ADIM GELİŞMELERTSK’nın iç tehdide karşı kullanılma yolunun kapatılmasından önce TSK’nın etkin olarak kullanılması etkileyen gelişmeleri adım adım gözden geçirelim:
3 Kasım 2002 genel seçimlerinden sonra 28 Kasım’da tarihinde güvenoyu alan AKP Hükümeti 30 Kasım 2002 tarihinde Şırnak ve Siirt’te Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasını uzatmayarak, OHAL Valiliği’nin varlığına son vermiştir. Ardından Diyarbakır
Milletvekili İhsan Aydın’ın görevlendirilerek Bölücü Başı ile gizli görüşmeler yapıldığını eski adamının (Orhan Aykut) itiraflarından öğreniyoruz.
Orhan Aykut’un itiraflarında “Milli Orduya” yapılan kumpasın ayrıntıları yer almaktadır. Bu bağlamda Orhan Aykut, APO’nun şikâyetçi olduğu 66 kişinin ismini taşıyan bir listeyi İhsan Arslan’a verdiğini belirtmektedir.
Şikâyetçi olunanlar bir zamanlar terörle mücadelede ismi öne çıkanlardan başkası değildir. Daha önce yazılı olarak yaptığı itirafları hapisten çıktıktan sonra Ulusal TV’ de canlı olarak 24 Ocak 2013 tarihinde tekrarlamıştır. Dinlememiş olanların internetten kolayca bu yayına ulaşabileceklerini belirtelim. Teröristbaşı ve Örgütü ile görüşme ve pazarlıkların daha sonra MİT marifetiyle yürütüldüğü ortaya çıkmıştır. Sızdırılan “Oslo Görüşmelerinin” beşincisinin tutanağından aşağıdan yaptığımız birkaç cümlelik alıntı bugün varılan noktaya ışık tutar niteliktedir:
“Hakan Fidan(Başbakan Müsteşar Yadımcısı): Ama biz şundan emin olmak istiyoruz yani geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolare edebiliyorsunuz çünkü dediğim gibi alandaki valiler emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir.”
“SABRİ OK (PKK Temsilcisi): Bizim güçler her tarafta var onu söyleyelim. Türkiye’nin her tarafında var, Karadeniz’de de var, Toroslarda da var.”
“Afet Güneş (MİT Müsteşar Yardımcısı): Biliyoruz metropolleri de doldurdunuz bu arada, patlayıcılarla doldurdunuz.”
“Çok değerli valilerin” bölgede konuşlu TSK unsurlarına operasyon izni vermemesiyle kırsal alanların PKK’ya terkine, emniyet müdürlerinin kentsel yerleşim alanlarında örgüt faaliyetlerini “tolere” etmesiyle de metropoller örgütün milisleri tarafından cephanelik haline getirilmiştir. Bu ortam içerisinde 19 Ekim 2009 tarihinde Teröristbaşı’nın çağrısı üzerine 8’i Kandil’den 26’sı Mahmur kampından (4’ü çocuk) olmak üzere 34 kişinin Habur sınır kapısında kahramanlar gibi karşılanmasının, özel çadır mahkemelerinin kurulmasının PKK’nın bölgedeki varlık ve etkinliğini tescil etmiştir.
EMASYA’NIN KALDIRILMASIMeydanın bölücü silahlı güçlere bırakılmasında daha sonraki adım, 04 Şubat 2010 tarihinde Emniyet, Asayiş ve Yardımlaşma (EMASYA) protokolünün yürürlükten kaldırılmasıyla atıldı. Söz konusu protokolün, Taraf gazetesinin 20 Ocak 2010 tarihinde başlattığı ve yandaş medyanın “vuvuzelayı” (Güney Afrika zurnası) aratmayan tam kadro katıldığı düzmece “Balyoz” vaveylası eşliğinde kamuoyunun gündemine oturtulduğu hatırlanacaktır.
Yaratılan hava içerisinde aksine görüşlerin zikredilmesi ve duyurulmasının zorluğu ve tehlikesinden olacak, Protokol’ün yürürlükten kaldırılmasında ciheti askeriyenin de fiili oluru ve katkısı olduğunun altını çizelim. Bu bağlamda Protokol’ün dayandığı yasanın amir hükmü gözardı edilerek, “önemli olan 5422 sayılı yasanın varlığıdır” türünde açıklamalarda bulunulduğu hatırlanacaktır.
Konuya tam açıklık kazandırmanın uygun olacağını sanırım:
07 Temmuz 1997 tarihli Protokol’ün başlığında “Genelkurmay Başkanlığı İle İçişleri Bakanlığı Arasına 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunun 11/D maddesi Gereğince Alınması Gereken Müşterek Tedbirlere İlişkin Protokol” yazılıdır. Protokol ayrıntılı çalışmaların ardından tam mutabakatla, Genelkurmay Başkanlığı adına dönemin Harekat Başkanı Çetin Doğan, İçişleri Bakanlığı adına dönemin Müsteşarı Teoman Ünüsan tarafından imzalanmıştır. Protokolün yasal dayanağını teşkil eden İl İdaresi Kanunun aşağıda alıntısı yapılan 11/D Maddesi, konuya ilişkin ihtiyacı ve yapılacak protokolün ana çerçevesini ortaya koymaktadır:
“Birden fazla ili içine alan olaylarla ilgili valilerin isteği üzerine ayni veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırmaları, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür.”
Yasaya dayalı olarak hazırlanan EMASYA Protokolü 13 yıl sorunsuz uygulamanın ardından birden bire yandaş medya tarafından başlatılan kampanya ile “Darbelerin Anası” olarak nitelenmeye başlanmıştır. Gerekçe olarak da protokolün 9. Maddesi gösterilmiş, bu maddenin askere valinin izni olmadan toplumsal olaylara müdahale izni verdiği ileri sürülmüştür. Aşağıda alıntısını yaptığım söz konusu madde ile darbe bağlantısı kurmayı başaranlar, ulusal ordu ve Cumhuriyetle sorunu olanlar dışında kimler olabilir? Gerçekte bu maddenin protokole girmesi 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve “Maraş Katliamı” ile 02 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta cereyan eden “Madımak Katliamı” benzeri olayların bir daha yaşanmaması için kaleme alınmıştır. İşte hedef tahtası haline getirilen EMASYA Protokolünün 9.Maddesi:
“Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda, il/ilçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (Bölge/Tali) olayları yakından takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesi değerlendirilir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahzurları ortadan kaldırmak in olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır.” Bu arada yukarıda ismi geçen “Güvenlik Koordinasyon Komisyonun” Vali veya temsilcisi başkanlığında toplandığını, asker olarak sadece garnizon komutanı veya temsilcisinin katıldığını belirtelim.
Protokolün 26. Maddesinde “Protokolün uygulanmasından doğacak ihtilaflar, aksayan hususlar ve değişiklik teklifleri karşılıklı görüşmeler yoluyla düzeltilecektir” hükmü bulunmaktadır. Protokolün uygulandığı 13 yıl süresince taraflardan değişiklik önerisi yapılmamıştır. Protokolün yürürlükten kaldırılması ile doğan yasal boşluğu sonradan yeni bir protokol ile doldurulmasını mahzurlu gören iktidar, 5442 sayılı kanunun 11.D maddesinde değişiklik yapmayı tercih etmiştir. 13 Temmuz 2013 tarihinde yapılan yasa değişikliği ile söz konusu maddede geçen “Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı” ibaresi “Bakanlar Kurulu” şeklinde değiştirilmiştir. TSK’nın değiştirilen vazifesi dikkate alındığında 5442 Sayılı yasada Bakanlar Kuruluna verilen “…iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırmaları, emir komuta ilişkileri”konusunda yönetmelik hazırlama görevinin “laf olsun torba dolsun” kabilinden olduğu söylenebilir. Bu nedenle gerçek anlamda terörle mücadelede TSK unsurları ile valiler arasında ne işbirliği ve ne de koordinasyon söz konusudur. Yasada olmayan bir görevi valinin TSK birimlerine vermesi de düşünülebilir mi?
JANDARMA VALİ’NİN EMRİNEJandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununda bu sene başlarında ( 27 Mart 2015) yapılan değişiklikle jandarma, tam anlamıyla konuşlu bulundukları yerlerin il valilerin emir ve komutasına verilmiştir. Valiler kendi illerinde terörle mücadeleyi sadece polis ve jandarma ile yürütmek durumundadır. Özetle, jandarma dışında TSK unsurları yasal açıdan terörle mücadelenin dışındadır. TSK’nın son dönemde ülkeyi yasa boğan acı kayıpları teröristlere karşı icra edilen operasyonlarda değil; sınır birliklerinin yurt içinde kontrol dışında bırakılmış ana ikmal yollarında kurulan tuzaklardan kaynaklanmaktadır.
GES’İN ASKERDEN ALINIŞIYaşanan acı kayıplarda TSK unsurlarının istihbarat eksikliği payının büyüklüğü yadsınamaz. Bu konuda duyulan eksikliğin başında, Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığının sessiz sedasız bir şekilde 02 Ocak 2012 tarihinde MİT’e devredilmesi bulunmaktadır.
Jandarma Asayiş Komutanlığı görevini sürdürdüğüm 1997-1999 yıllarında, istihbarat açısından en önemli desteği Komutanlığımdan aldığımı belirtmeliyim. Hükümetin yaptığı düzenleme bilinçli mi yoksa her zaman ileri sürüldüğü gibi bir “aldatılma” sonucu mu, elbet bir gün ortaya çıkacaktır. Biz sadece dünyanın bütün silahlı kuvvetlerinde stratejik ve taktik alanda istihbarat sağlayan GES Komutanlığı’na benzer kuruluşlarının varlığını belirtmekle yetinelim.
POLİS DE DÜŞÜRÜLDÜTerörle mücadelede kuşkusuz Emniyet Teşkilatı’na çok önemli görev düşmektedir. Teşkilatın ne hale düşürüldüğü gözler önündedir. Doğu ve Güneydoğu illerine 60’lı, 70’li yıllarda en değerli kamu personelinin görevlendirildiğine şahidim. Mevcut uygulamalar ile söz konusu bölgenin sürgün yeri olduğuna ilişkin kanaat yaygındır. Siyasi uygulamalarla motivasyonunu yitirmiş olan polislerin yeterli eğitim almadıkları son zamanlarda yaşanan acı kayıplardan anlaşılmaktadır. Eğitim eksikliğinde polislerin 08 Şubat 2011 tarihinde kabul edilen 6109 sayılı yasa ile askerlik hizmetinden temel askerlik eğitimi dâhil muaf tutulmalarının katkısı olduğu kuşkusuzdur.
Bu makalede bilinen birçok şeyi tekrarlama nedenim, yaklaşan seçimler arifesinde ayrıntıların bir tabloda yer alması, “yavuz hırsız”ın encamının bütün yurttaşlarımızca görülmesi ve işinin bitirilmesine katkı sağlamaktan ibarettir.
odatv.com
Çetin Doğan
Emekli Orgeneral, 19 Eylül 2015
AKP'nin PKK'ya Son Tavizleri / Ümit ÖZDAĞ