Ara ara hakkımdaki iddianameye bakıyorum. Hikmet-i sebebi: “suçumu” öğrenmek. Kapsamına sokulduğum, sokulmadığım TCK ve Terörler Mücadele Yasası’nın ilgili-ilgisiz tüm maddelerini defalarca okudum; kendimi bir yere sığdıramadım.
“Hükümeti devirmeye teşebbüs” desek; evet muhalifim, ama devirme deyince silah lâzım, cebir ve şiddet lâzım… Olmuyor.
Ek klasörler gelip de 30 yıllık ajandam ve bilgisayarımdan “özenle” seçilen yazı ve notları görünce dank etti. Arşimet gibi: “Evreka , evreka!" dedim. Yüzde 99’u PKK, bölücülük; bilhassa PKK ile yapılan pazarlıklara dairdi.
Yeniden Türk Ceza Kanunu’na müracaat ettim tabi. Bu yazı ve notları esas alırsak;
- Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak,
- Düşmanla iş birliği yapmak,
- Devlete karşı savaşa tahrik,
- Temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlamak,
- Yabancı devlet aleyhine asker toplama,
- Askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma,
- Düşman devlete maddi ve mali yardım,
- Anayasayı ihlal,
- Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı,
- Yasama organına karşı suç,
- Hükümete karşı suç,
- T.C Hükümetine karşı silahlı isyan,
- Silahlı örgüt ve silah sağlama,
- Suç için anlaşma,
- Askeri komutanlıkların gaspı,
- Halkı askerlikten soğutma,
- Askerleri itaatsizliğe teşvik,
- Yabancı hizmetine asker yazma yazılma,
- Savaş zamanında emirlere uymama,
- Savaşta yalan haber yayma,
- Düşmandan unvan ve benzeri payelerin kabulü,
Tamamına yakını için silah, cebir-şiddet gerekiyor. Kalanlara da ben uymuyorum. Mesela hiçbir düşmandan “unvan veya benzeri payeler”; ne bileyim ödüller, fonlar falan almadım.
Geriye “devlet sırlarına karşı suçlar” kategorisi kalıyor; bunda da “gizli kalması gereken bilgileri açıklama”, “yasaklanan bilgileri temin ve açıklama” gibi hükümler var.
Anlaşılan benim “PKK’yla pazarlık” haberlerim bu kapsamda... İyi de onları yazdığımda -ki çoğu CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın tespit ve iddialarına dayanıyordu- Başbakan Erdoğan “şerefsizlik” demesine dedi de, bu bilgilerin “gizli, yasaklanmış” -Türkçesi “devlet sırrı”- olduğunu söylemedi ki!.. Çünkü öyle bir şey de yok.
Söylemedi söylemesine; ama galiba bizim bir şeyi unutmamamız lazımmış… Ancak Silivri’ye tıkıldıktan sonra aklım başıma gelip(!) hatırladım. Şimdi anlatınca siz de hatırlayacaksınız. 2006’da Sabah Gazetesi’nde Aslı Aydıntaşbaş MİT’in, Barzani ve Talabani’yle de görüşerek PKK’ya bir af planı hazırladığını yazdı. Üstelik bu 2005’te hazırlanmış adına ise “af” değil de “dağdan iniş" vs. denecekmiş… İşte Aydıntaşbaş’ın bu yazısı üzerine Başbakan Erdoğan’a şu soru soruldu: “Böyle bir af planı var mı?”
Erdoğan’ın cevabı ne olmuştu biliyor musunuz: “Bu soruyu sormak ihanettir.” demişti. Dikkatinizi çekerim “ihanet” diye nitelendirilen “af planı” değil, onun sorulması!...
Planı sormak bile “ihanet” ise eksiği var, fazlası yok “o pazarlıkları” yazmak ne olur? Günü gelince bunun hesabı sorulmaz mı; varın siz hesap edin!..
Tamam da, 1 yıl gecikmeli de olsa Başbakan Erdoğan “müzakereleri” doğruladı; hatta devamının geleceğini duyurdu. Yani “devlet sırrı”nı ifşa etti. Ne olacak şimdi!
****
Hem Cumhurbaşkanı Gül’ün hem de Başbakan Erdoğan’ın üstat saydığı Necip Fazıl Kısakürek hakkında bir yazısından dolayı 3 yıl hapis talebiyle dava açılır. Üstat, mahkemede şunu söyler:
“Suç eksiksiz tarif edilmeli. Bir insan milli piyango usulü cezaya çarptırılmamalıdır.”
Dava konusu yazısını ise şöyle savunur:
“Yazımda iki hedef var. Biri şiddetle; fakat asla hakaret edilmeksizin tenkit edilen hükümet, öbürü de (Batı’nın Türkiye’deki simsarları tabiri altında) şiddetle tahkir edilen ve (Kazurat) diye vasıflandırılan zümredir..”
Haddim olmaksızın, Üstat’ın bu sözlerinin altına imzamı atıyorum.. O davanın sonu mu? Necip Fazıl savunmasını “Hakkımızda vereceğiniz beraat kararı, fikrin beraat kararı olacaktır.” sözüyle bitirir. Beraat kararı çıkınca da: “Sizin gibi hâkimler olduğu müddetçe, hayat yaşamaya değer.” der.
****
Gazeteciliğin “g”sinden bihaber, paraşütle gazete köşelerine, TV’lere kondurulmuş bazı sözde “aydınlar” Oda TV İddianamesi'ni eline almış sallıyor… Bir: “ Tez kelleri vurula!..” demedikleri kaldı. Adı üzerinde “iddia”; ama onlar bırakın savcılığı, hâkimlik yapıp hükmünüzü kesiyor.
Aynı ağızlar KCK dalgası karşısında: “Ama silah, cebir,şiddet yok ki!..” diye ağlaşıyor. Adamlarda ne arasan var: isyan provası, bölücü terör örgütüne yardım ve yataklık, akla-vicdana sığmayan provokasyon planları!.. Yok, bu “sözdeleri” ikna mümkün değil. Herhalde evlerini basıp kafalarına silah dayayacaklar da ancak öyle tatmin olacaklar.
Meydan boş ya: “Bu ne hâl..? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” diyen yok.
Üzüntüm şu: bu bir avuç sözde “aydın” her şeyi biliyor ve hep de Türkiye’nin aleyhine biliyor. İktidar da ülkenin “Kürt sorunu, Ermeni sorunu, dış politikası”, bilinen sorununu bunlarla konuşuyor, politikasını bunlarla belirliyor; hatta yürütüyor. Bırakın milleti, Meclis’e bile bunlara itibar edildiği kadar itibar edilmiyor. Haliyle onlar kendilerini allame-i cihan sanıyor, iktidar da onlara bakıp tüm aydınlardan aynı “destek ve biat”ı bekliyor.
Her iktidar “destek” ve “biat” bekler, doğaldır.
Amma, lakin… Hak, hukuk, adalet sizlere ömür olduğuna göre dinimize, Kuran-ı Kerim’e müracaat edelim. Bakalım “Ulu’l-emre (idarecilere) itaat”in şartları nelermiş:
“Emanetleri ehline verin, adaletle hükmedin (Nisâ Suresi, 58. Ayet)” imiş.
Ve yine amma, lakin iktidardan önce o sözde “aydınlar” sorumludur bu halimizden ve bu gidişattan.
Bakın Yaşar Nuri Öztürk ne diyor?
“Zulüm her toplumda olmuştur, olacaktır. Ama zulmün egemenliği başka kavramdır. Aydınlar susunca, zulüm sadece olmaz, egemen olur…”
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
9 Ekim 2011
Silivri