POLİTİK İSLAM ÇIKMAZDA
Le Monde gazetesinin 12 Temmuz 2013 tarihli sayısının bașlığı böyle.
Bu sayıda Mısır, Tūrkiye ve İran örnekleri uzmanlarca ele alınıyor (*).
O arada ‘Arap Baharı’ ve diğer ūlkelerdeki gelișmeler irdeleniyor.
Bașyazı
Bașyazı Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle birlikte ‘islamcılık bir hūkûmet etme projesi değildir’ demek noktasına gelinip gelinmediğini sorguluyor.
Yazara göre bu soru hem evet ve hem de hayır diye yanıtlanabilir.
Evet, çūnkū;
Mısır’da devrik hūkûmetin bașarısızlık nedenleri arasında ‘ekonomik ve sosyal politikalardaki bașarısızlık’, ‘partizan kayırmacılık’, ‘yobaz otoritarizm’, ve ‘dıșlanmıșlık söylemleri’ vb sayılabilir.
Böylece ‘Çözūm islamda’ söylemi kredibilitesini yitirmiș olmaktadır.
Benzer biçimde, islamcılığın ana akım televizyonu El Cezire de yine kredibilitesini yitirmiș bulunmaktadır.
Yine de Mısır örneğinin tekilliği ūzerinde durulabilir: Mursi’nin bașarısızlığı onun șeriat’ı iyi uygulayıp uygulamamasında değil ama devletin tūm mekanizmalarına ‘ihvan’ı yerleștime çabasına yönelmesinde aranabilir.
Hayır, çūnkū;
Mūslūman kardeșlerin alternatifi Selefilerdir ve El Nur Partisi’nin hūkūmete ortak olması beklenmektedir.
Namuslu, toplumsal değerlere saygılı, yolsuzlukların olmadığı bir politik söylemle El Nur, Mursi’nin bașarısızlığını örtebilir.
Ne var ki onun savunduklarının da doğru olup olmadığını görebilmek için ‘hūkûmet’ etmesi gerekmektedir.
Ve șimdiki itirazlarından bir ‘hūkûmet programı’ çıkarıp çıkarmayacağını görmek gerekmektedir.
Selefiler iktidarı olmak yolunda
Montreal Üniversitesi’nden Samir Amghar, makalesinde Seleficiliğin iktidarı ele geçirebileceklerini ileri sūrmekte.
Selefilerin ‘Cami’ ile ‘Devlet’i biribirinden ayırmamadaki israrları liberalizmle bağdașmasa da, çoğu kez haksız olarak seleficiliğin kuran buyruklarını harfiyen uygulanmasını istedikleri için cihadcılığın da anası olduğu ileri sūrūlmektedir.
Oysa Selefilerin ‘dingin’ kesimi islamın politikleștirilmesine ‘dinsel gerekçelerle’ karșı dururlarken, būyūk bir kesimi de ideolijik olmasa da pragmatik gerekçelerle ‘politik alan’dan uzak durmaktadırlar.
Ihvana karșıt olarak selefiler islamik bir devlet ve toplum kurulmasından yanadırlar. Bunun için koșulların olgunlașmasını beklemek yerine; Arap baharı ile birlikte kendileri için ‘politik’ yoldan yararlanarak ilerleyebileceklerini dūșūnen kesimleri de vardır.
Bununla birlikte ihvan ile politize olan selefiler arasında sistematik bir rekabetten sözedilemez.
O nedenle de Tunus, Fas ve Mısır’daki gelișmeleri kitlesel islamlaștırmalar için uygun gelișmeler olarak degerlendirdiler.
Ȫrneğin, Mısır’daki El Nur partisi oyların % 28’ine ulașan bir gelișme göstermiștir.
Politik İslamın Çırprınıșları
Islamcılğı ‘İki ara bir derede kalan’ bir akım olarak değerlendiren CNRS’ten Philippe d’Iribarne, ‘Arap Baharı’ ile birlikte ‘devrim’cilik, ‘iç savaș’ ya da ‘Halk Ayaklanma’sı tanımlarının tartıșmaya açıldığını ileri sūrmekte.
İslamî buyruklara göre yönetilecek bir ‘toplum kurma projesi’ Tunus’tan İran’a bir ‘bunalım’ içinde diyor yazar
Buna On yIllIk AKP iktidarına karșı yūrūtūlen bașkadırıșlar ve Suriye’deki ‘mezhep çatıșmaları’ da eklendiğinde, acaba ‘politik islam’ bu ‘badireyi de atlatabilecek mi’ diye sormak gerek diye devam ediyor.
Yazara göre, Batı seçim sandığını neredeyse kutsallaștırmaktadır. Eğer bir iktidar ihanet içinde bile olsa, seçim sūresi sonuna kadar beklenilecek ve hesap sandıkta sorulabilecektir. Batı’da bu kutsallaștırma demokrasinin ‘temel tașı’ olarak görūlmektedir.
Buna karșılık Philippe d’Iribarne ‘İslam Dūnyası’nda diyor, iktidarların ‘meșruluğu’ sandık ya da bir bașka sūrece bağlı olmayabiliyor. Nitekim Mısır’da ‘seçim sūresi’ni beklemeden Mursi’nin devrilmesi ‘halkın talepleri’ne yanıt vermiș oldu.
Mısır’da ‘seçim sūresi’nin beklenilmemesi bir eksiklik olarak görūlebilir.
Ve eğer çoğulculuk ile bireysel haklara bir saygısızlık sözkonusu olsa idi, kușkusuz demokrasiden sözedilemeyecekti.
Oysa İhvan iktidarına karșı ordu, El Ezher camii, Kıpti kilisesi ve El Baradey’in temsilcisi olduğu liberal kesimler biraraya gelebildiler.
‘Sandık’tan bașka meșruiyet kaynağı görmeyenlere, ve o arada Dr Recep’e gönderme yapan yazar, ‘halk iradesi’nin ‘tercih’ini bu yolla da değiștirmiș olabileceğinin altını çizmektedir.
Olmaz a, eğer Batı’da bile iyi bir iktidar gelecek olsa, eskinin yerine yeninin ‘darbe’ ile gelmiș olmasının meștuiyet bakımından pek önemi olmayabilecektir.
Politik islam’da sorun ‘din’ değil ama ‘tekçi’ anlayıștır diyor yazar.
Yani farklı kesimlerin uyumlu birliği (unité)nden uzak bir tek tanrı (Allah), onun yazdırdığı tek metin (Kuran) ve ona inananların olusturduğu tek toplum (Ümmet).
İslamın öngördūğū bu toplum anlayıșı görmezden gelinecek olursa; Batı’nın aradığı ve önemsediği ‘demokratik gūçler’le kurulacak ‘otantik demokrasi’ ile ‘budunmerkezcilik’ biribirine karıștırılabilir.
Mısır’da dinsel alan bireysellești
‘Politik islam’ uzmanı Olivier Roy’a göre ise Mısır’da dinsel alan bireysellești.
‘Demokratiklești’ de denilebilir.
Mısır’daki gelișmeler eksiksiz bir biçimde ‘islamcılar’ın devlet yönetemeyeceklerini ortaya koydu.
İhvan’ın otuz yıllık baskıcı, merkezci ve buyurgan politikaları bir yandan ‘devlet yönetemeyecekleri’ni ortaya koyarken öte yandan islamı yașamanın yeni arayıșlarına da yol açtı:
Daha önemlisi İhvan’ın altmıș yıllık islamı yorumlama tekelleri de kırılmıș oldu.
Böylece ne ‘reform’ ne de ‘sekūleștirme’ yollarına bașvurulmadan ‘çok çeșitli’ ve ‘bireysel’ yeni islam biçimleri ortaya çıktı.
Daha ‘tutucu’ olsa da ‘daha bireysel’ ama ‘daha az politik’ bir islam anlayıșı.
Kaldı ki İhvan’ın içinde bile ‘parti politikaları’nın değiștirilmesi gerektiği noktasına gelindi.
Böyle olmasa idi iki yıl öncenin ‘Tahrir devrimcileri’ bugūn ‘Darbe’yi desteklemek durumunda kalırlar mıydı?
Umarız Mısır ve giderek mūslūman dūnyada son birkaç onyıldır görūlmekte olan ‘sözūmona laik’ diktatörlūkler ile ‘sözde devrimci islam’ ayırımının sonuna gelinmiș olur.
Habip Hamza Erdem
(*) İran ve Tūrkiye bir sonraki yazıda ele alınacak