Prof. Dr. Tolga Yarman, CHP Genel Başkan Adayı

Tartışma Alanı

Prof. Dr. Tolga Yarman, CHP Genel Başkan Adayı

İletigönderen MansurSah » Prş Mar 13, 2008 2:14

CHP TÜRKİYE DEMOKRATİK GİRİŞİM HAREKETİ

CHP Genel Başkanlığı’na, Adaylık Açıklaması

İTÜ Sosyal Tesisi, 13 Mart 2008, 11.00

Tolga Yarman, Prof. Dr.

http://www.tolgayarman.org

Resim

Ülkemizde, malum, pek çok sorun vardır. İşsizlik, sosyal adaletsizlik, gelir dağılımı bozukluğu, sağlık ve eğitim sorunları, çarpık kentleşme, bunlardan bazıları…“Doğu Sorunu”, başka bir deyişle “Kürt Sorunu”, ya da “Terör”, devasa bir sorun… O arada “Bölge’nin ABD işgali altında olmasının getirdiği, bağımsızlığımızı zedeleyen, hayatî önemdeki sorunlar yumağı, ortada...

Bütün bunlardan, bizce daha da önemli olanı, temsil bunalımıdır.

Bu sorun, hatta korkarız ki, ötekilerin hemen tümünün kökenindeki, temel sorundur.

Farklı görüşleri ve çözüm önerilerini temsilen örgütlenmesi gereken partilerin, tepe yönetimleri, o partilerin doğrultularına gönül vermiş olanları, tam temsil etmemektedirler…

Aynı doğrultuda, TBMM’ne, kuru bir genel oylamayla seçilen vekiller, milleti tam temsil etmemektedirler. Bunların, hemen hepsi, Genel Başkanları’nın nezdinde, öyle ya da böyle, göze girmiş olmanın kendilerine bahşettiği ayrıcalığı, temsil etmektedirler; o kadar… Ne yazık ki, çoğunlukla böyledir; CHP için de, böyledir.

O açıdan, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, aynı çizgide sultacılığı gitgide daha çok kurumsallaştıran parti tüzüklerinin çoğu, ayıbımızdır.

Bu çerçevede, ülkede, bir “demokrasi oyununun” oynandığını, hatta örtülü bir faşizmin, üstelik, “sivil baskıcı bir rejimin”, kol gezdiğini, ileri sürmek, abartılı olmaz. Bir avuç siyasi tepe yönetimi, yetmiş milyonun önünde, takoz gibi durma hünerini, el hak, gösterebilmektedirler.

Sosyal yapı bu olguyu gerektiriyor hiç değildir… Söz konusu yapı, bizce çok yapaydır…

Böyle olunca, ayrıca ve ne yazık ki, ülkemiz, dışarıdan çok kolay kestirilebilir ve civarımızda boy atan kıyamet kadar melanete dönük olarak, istenildiği gibi yönlendirilebilir, olmaktadır.

Başka bir deyişle, hakimiyetimiz kayıtsız şartsız bizim değil, önümüzü tıkayan, üç buçuk sulta mihrakının olmaktadır. Giderekse, işte dışarıdan, bunları, istedikleri gibi, yönlendirebilenlerin, olmaktadır. Manzara budur ve fecidir.

Böyle bir çerçevede, örneğin, iktidar çizgisindeki, bir tek ve islamî olarak bilinen yazar, İrak’ta telef olan, bir milyona yakın müslümana, gece yataklarında kurşunlanan müslüman aydınlara dönük olarak, “emperyalizmaya”, Türkçesi ile söylersek, “devlet olarak örgütlenmiş, ya da büyük bir devleti ele geçirmiş haydutluğa” karşı, tek bir kelime etmemektedir.

Milliyetçi muhalefet çizgisindeki, bir tek ve milliyetçi olarak tanınan yazar, çok anlaşılır olarak, Kuzey İrak Kürtleri’nden başlayarak, Ayrılıkçı Kürtler’e yönelik en ağır eleştirileri yöneltirken, onları maşalaştırmak isteyen, kökteki emperyalizmaya karşı, tek bir söz sarf etmemektedir.

Atatürk’ün resimlerini çarşaf çarşaf, ilan olarak verip, oy isteyenlerin durumu, bundan hiç farklı değildir. Döndüre döndüre, “türban”, “laiklik”, “cumhuriyet” deyip, başkaca da pek bir şey demeyenler, ne cumhuriyetin, ne de demokrasinin kurumsal gereklerini, kendi partileri içinde izlememekte, hatta her türlü hukuksuzluğa yeltenip, son toplamda, kendi parti içi saltanatlarını sürdürmekten başka, pek bir şey gözetmemektedirler. Bu çerçevede, partilerinin ve genelde ulusumuzun, en pırıltılı değerlerini bile, kendi iktidarlarını sürdürebilmek üzere, gözlerini kırpmadan, sahneden silmeye çalışmaktadırlar… Böyle olunca, vaziyeti, dışarıdan devşirmelerle, idare etmeye sıkışmaktadırlar…

“Demokratörler”in siyaset dünyasında; “korku”; ortalığı kaplamıştır. Pısırıklık, dalkavukluk, hadi değilse, ciciçocukluk, prim yapmaktadır. Açık söze, düşünceye, siyasa yarıştırmaya, ortak akılla çözümler üretmeye, demokratik yarışa, hele demokratik başkaldırıya ve mücadeleye, hemen hiç yer yoktur…

Hakkında düzinelerce ceza dosyası olan birini, anayasayı değiştirmek pahasına, kim, hangi kurullarıyla görüşerek, kuyudan çıkartmış, memleketin başına başbakan olarak musallat etmiştir?

Demokratik kuralları, kurumları kendi partileri içinde, birbirinden özgün hukuksuzluk marifetleriyle hasıraltı edenlerin, ülkeyi demokratikleştirmek gibi bir iddiaları olamaz; olsa, komik olur.

İnsanlar dışarıda, günlerinin üçte ikisini, akşamki, bir dilim ekmek ve bir kâse çorba için, dağ gibi dalgalarla boğuşarak geçirirlerken, siyasi cenahtaki, sözüm ona, demokratik siyaset baronlarının sergilediği manzara, budur.

Başta da, CHP için, kişisel birikimlere ve gayretlere dönük saygımız elbet saklı olarak, tamamen, budur.

CHP yönetimi; ülke içi kronik muhalefet olmak pahasına, parti içi iktidar kalabilmek için, habire sergilenen antidemokratik uygulamalarla, bu çerçevede, taa ilçe kongrelerinden başlayarak, parti içi gruplar arasında, temsilde adalet bir tarafa, karşılıklı imha mekanizmalarını tetikleyen blok liste uygulamasını bir de, parti içi tarihi sarmaşma, coşku ve barış doruğu olan, kurultayına da taşıyınca, bilerek bilmeden, isteyerek istemeden, ama işte son toplamda, partiyi, giderek ülkeyi, Doğusu ve Batısı, Kuzeyi ve Güneydoğusu ile sarmalamaktan uzaklaşan, sonuçta ise, pek çok bölgemizin sandık sahnesinden silinmekten çıkamayan, bir akibete saplanmıştır.

CHP Yönetimi; farkında bile değil, antidemokratik uygulamalarıyla, işte, şu blok liste uygulamasıyla, ilçe kongrelerinden başlayıp, kurultaya değin, yalnız partiyi ortasından ikiye yırtmakla kalmamış, ülkeyi de beraberinde yırtmıştır; tarihe bunun hesabını veremeyecektir.

Türkiye, işte böylesi bir manzara tahtında, iktidarıyla, muhalefeti ile, günü birlik politikalara yakayı kaptırmış olarak, yönetilmektedir.

Gerçekte ise, ABD ve Avrupa Birliği’nin, o arada, Uzak Doğu’nun, birbirleri arasında, bölgemiz üstündeki, çok ciddi çatışmalarına, sahne olmaktadır.

Bu gelişmeyi, derinlemesine anlamamız ve teşhir etmemiz gerekmektedir. Uzun lafın kısası, bölgemizde zaten yüz yıldır, emperyaller, savaşmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nda, İngiltere - Fransa ve Çarlık Rusyası, Almanya’ya karşı savaşmıştır…

Birinci Dünya Savaşı’nı, bu bağlamda; Osmalı’yı parçalama, bu çerçevede, petrol bulunduran toprakları Osmanlı’dan çözme, aynı bağlamda, Müslüman toplumları yine Osmanlı’dan kopartma, stratejisi zemininde gelişen, bir süreç olarak değerlendirmek, yerinde olur…

İngiliz ve Fransızlar’ın Çanakkale’ye, 1915’te yüklenmeleri; son toplamda; Berlin – Bağdat Demiryolu’nun, Haydarpaşa ve Sirkeci arasında tesis edilen kıtalarası köprüsünün, berheva edilmek istenmesiyle, eşanlamlıdır; ana bir maksat, budur…

Şimdilerde ise, İngiltere’yi Kıta Avrupası’ndan kopartıp yedekleyen ABD ile, yine Almanya, bu sefer ya Fransa ile ya da kendi başına kalarak, gizli ya da örtülü, ama gayet yoğun olarak catışmaktadır.

Söz konusu çerçevede, PKK Olayını bir tek cümlede anlatmamız gerekirse, bu süreci

- ABD ile, Avrupa Birliği’nin, bilhassa da Almanya’nın, bizim üzerimizden ve PKK üzerinden, çatışması olarak, ifade etmemiz, gayet yerinde olur…

Bu çözümlemeye, açıklayıcı bir satır daha katmamız istenirse, o zaman,

- ABD, Avrupa’yı, Orta Doğu’dan kovdu, önermesini, ekleyebiliriz.

Yıl 1980. OPEC (Petrol Üreten Ülkeler Birliği) üyesi ülkeler, petrol fiyatını, varili (tonun sekizde biri), yuvarlak 10 $’dan, 35 $’a yükselteli, buna da bağlı olarak petrol endeksli Batı ekonomileri alt üst olalı, bir yıl kadar, olmuştur. Başta petrol üreticisi Arap ülkeleri; genelde ise OPEC ülkeleri; dünyaya egemen olması, bilhassa Batılı ülkeler tarafından istenen, “serbest piyasa ilkelerinin”, altını çiziyorlar... Kendilerinin, Batılı ülkelerden, “elektronik eşya”dan, “beyaz eşya”ya, “otomotiv ürünleri”nden, “silâh”a varıncaya kadar, çok geniş bir yelpaze içinde yer alan tüm ürünleri, Batılılar’ın belirlediği fiyatlardan satın aldıklarına, dikkat çekiyorlar... Bu durumda, hemen neredeyse tümünün, yegâne metaı durumunda olan petrolün, gün günden, daha fazla azaldığı ve biteyazmakta olduğu, gerekçesi ile, “petrol fiyatını”, “arz ve talep dengeleri” çerçevesinde, istedikleri gibi yükseltmeye “hak sahibi” olduklarını, ileri sürüyorlar... Böylelikle, petrol fiyatını (1973’de, varili 3 $’dan 8 $’a çıkarttıktan sonra) ikinci kez (1979’da ve bu sefer daha da fahiş bir miktarda olarak, varili işte 10 $’dan, 35 $’a), yükseltme kararını alıp, inatla, uygulamada tutuyorlar…

Tam o günlerde, 1980’de Münih’te toplanan XI. Dünya Enerji Konferansı’nda, konferansın bilimsel havası ile katiyen bağdaştırılamayacak bir gelişmeye, tanık oluyoruz.

Bir katılımcı kürsüden, OPEC Ülkeleri’nin temsilcilerine, fiyatların, Batılı ülkeler tarafından kabul edilemez derecede yükseltilmiş olduğunu ifade edip, bu çerçevede sağ elinin işaret parmağını, tehdit üslubu ile, öne arkaya hareket ettirerek,

- “Beyler, ateşle oynamayınız” deyiveriyor.
Salona, bir buz dağı düşmüş gibi, oluyor.

Demek ki “serbest piyasa ekonomisini”, geçerli kılmaya yönelik, iddia ve çıkışlar, “numaradır” ve “dünya ekenomisi”, ancak “Batılılar’ın istediği kadar, serbest” olabilir.

O kadar böyledir ki, 1980 Sonbaharı’nda, önce, terörden bunalan Türkiye’de, askeri müdahale olmaktadır; bunun üzerine, o sırada ABD Dışişleri Bakanı olan, eski NATO Komutanı General Rogers, darbenin, kendi bilgilerinde, “planlı” bir biçimde yapıldığını ima ederek, darbeyi yapanlara dönük (pek çok yerde kaydedildiği şekliyle), “Bizim çocuklar başardılar”, deyivermekterdir.

Türkiye, içeride, darbeye hak kazandırdığı ileri sürülebilecek koşullar ne olursa olsun, zapt-u rapt altına, alınıverilmektedir.

Bunun arkasından ise, İran-İrak Savaşı çıkmaktadır. Daha doğrusu çıkarılmaktadır.

Taraflar, daha çok silâh alabilmek için, petrol arzını çoğaltırlar.

Buna bağlı olarak petrol fiyatları düşer.

Batılılar, petrol satın almak üzere, ödedikleri petro-dolarları, silâh satarak, geri alırlar. Satılan silâhlar savaşta telef oldukça, İran da İrak da, daha daha fazla petrol satmak zorunda kalırlar, daha daha çok silâh alırlar.

Ticarette, önceleri petrol fiyatının yükselmesinden dolayı, sıkışıp, bir anlamda “deliye” dönmüş olan Batılılar (savaş sırasında, taraflardan biri, bir parça üstünlük edinecek olsa, obür tarafa daha çok silâh satılmak suretiyle, her halde, “gerekli ince ayarların” yapıldığı hususu ayrıca saklı olarak), son toplamda, apaşikâr, kârdadırlar.

İran da İrak da, savaşın bedeli olarak, yüz milyar dolar mertebesinde tutarlar ödedikleri bir yana, asıl, onbinlerce gençlerini yitirirler; acılara boğulurlar. Malûm, İrak’ın elinde kalmış silâh fazlaları, İrak’ın Kuveyt’i İşgali’ndan başlayarak, “gerektiğince”, çeşitli defalarda, imha ediliverir.

Yakın zamanda içimizde büyüyen terör olayını da böylesi bir çerçeveden soyutlanmış olarak düşünmek, fevkalade yanlış olur. Evet, içimizde büyüyen teröre dönük olarak, Silâhlı Kuvvetlerimiz, kesin bir zafer kazanmıştır; temelde ise kendine özgü coşkusu ve gelenekleriyle, bir kenetlenme sergileyen, Türk ulusu, Türkiye Cumhuriyeti kesin bir zafer kazanmıştır.

Ancak, olayın uluslararası boyutu itibariyle, neler olup bittiğine bakılacak olursak, sokaktaki insanın küçük dilini yutması sonucunu beraberinde getirecek, resimler görülebilecektir. O resimler ki, nice dizi filmler oluşturacak dehşetengizliktedirler. Yine de tek bir cümlede özetlemek istersek,

- Batılılar’ın, kendi aralarında Orta Doğu’da, bizim üzerimizden, bir hinterland kavgası yaşadıklarını, ifade etmek, yanlış olmayacaktır.

Bu bağlamda, ABD’nin 2003’teki İrak müdahalesi, gayrı insani boyutu kuşkusuz saklı olarak, müthiş bir stratejiyi işaret etmektedir:

o Orta Avrupa, enerji açısından kuraktır. ABD İrak’a yerleşmekle, Orta Avrupa’nın enerji can damarını eline alıvermektedir.

o Japonya da, enerji açısından, kuraktır. ABD, İrak’a yerleşmekle, Japonya’nın, enerji can damarını ayrıca, eline alıvermektedir.

o Aynı şey Kuzey Amerika, yani Kanada için, geçerlidir. ABD İrak’a yerleşmekle, Kanada’nın da, petrol can damarını, eline alıvermektedir.

o Bu çerçevede, ABD petrolü, varili şimdilerde 100 $’dan fazlaya satanlar arasında, yer almaktadır.

o Bu çerçevede, ABD, söz dünya ülkelerinden, kendine, daha doğrusu kendi iktidar odaklarına, acayip, kaynak, transfer edebilmektedir.

o Aynı çerçevede, ABD’de bugün iktidarda olanlar, petrol ABD’de de bu fiyattan satıldığından, kendi halkları üzerinden de, oradaki iktidar odaklarına, çarpıcı bir kâr transferinde bulunabilmektedirler.

o ABD aynı bağlamda, özkaynaklarını, ileriye dönük olarak, saklayabilmektedir.

o ABD aynı çerçevede, dışarıda onun bunun elinde, örneğin işte Saddam gibi olanların hükümranlığında, koz bırakmamaktadır…

o Bölgede Rusya, bu gün için, sesini çıkartmamaktadır, çünkü o da petrolü, varili yüz dolardan fazlaya, satanlardandır… Dolayısıyla ABD, Rusya’ya, bir anlamda “sus payı” vermektedir. Bu durumdan Rusya, çok memnundur, çünkü hemen neredeyse, tüm dış borçlarını, ödemiştir.

o 1980’de, petrol fiyatları, varili 35 $’a çıkınca, yeri göğü birbirine katanlar, şimdilerde seslerini neden hiç çıkartmamaktadırlar, acaba? Çıkartmamaktadırlar, çünkü, o zaman seslerini çıkartanlar, bugün petrolü, üstelik dört kat daha fazla fiyata satanlardır…

o Buradan çıkan temel bir sonuç (girişim özgürlüğü, yarışmacı piyasa ekonomisi, böylesi bir yapıda ise, serbest fiyat teşekkülü, gibi), bizim de temel ögelerine bağlı olduğumuz liberal ekonomi söyleminin, son toplamda, bir palavra olduğudur. Esas olan, örgütlü haydutluktur.

o Egemenler, yalnızca, sattıklarının değil, aynı zamanda, satın aldıklarının da fiyatını belirlemek istemektedirler.

o Her hal-u kârda, Avrupa’nın ABD’ye karşı sesi çıkmamakta; petrole haracı; hemen tüm dünya gibi; OPEC ülkelerine; şimdilerde ise; böylesi bir, petrol ihraç eden ülke olmuş, ABD’ye, ödemektedir.

o Öyleyse, savaş, getirisi en yüksek yatırım alanı olmaktadır. ABD onun için bölgededir… İnsan hakları ve saire palavradır... Aslında tam değil; insan hakları savunucusu çoğu Batılı ülke, bu hakları, kendi cinayetlerini örtmek için savunmaktadırlar; o kadar… Çok vahşi, ama böyle…

o Korkarız ki, emperyaller açısından, yenmek yenilmek, hiç önemli değildir. Son toplamda, ne kadar kâr, hükûmet olanlarının arkalarında bulunanlara transfer olmaktadır, önemli olan budur… Vietnam’da da budur… İrak’ta da budur… Vietnam’da bir milyon ton bomba atılmıştır… Bir milyon insan ölmüştür… Demek ki, ölen insan başına bir ton bomba atılmıştır. Tek bir kurşunun insanı öldürmeye yettiği hatırlanırsa, insan başına fazladan bir ton bombayı atanlar, niye atmışlardır?.. ABD Vietnam’da yenilmiştir… Ancak demek ki, süreçten son toplamda, bomba yapımcıları kârlı çıkmaktadırlar!.. Öyleyse, yenmek yenilmek hiç önemli değildir. İnsan hayatı ise, katiyen önemli değildir. Savaş, getirisi en yüksek, yatırım alanıdır. Karlar, ne kadar kan dökülürse, o kadar yüksek olmaktadır…

o Böyle bir bağlamda, bölgede, tam da Birinci Dünya Savaşı zemininde olduğu gibi, emperyaller, kendi aralarında savaşmaktadırlar…

o Son olarak, Silahlı Kuvvetlerimiz’in Kuzey İrak’a müdahalesi; ABD’ye karşı PKK’yı güçlendirip, bölgede, güç sahibi olmak isteyen Avrupa’nın, başta da Almanya’nın, geliştirdiği etkinliğin, ucu ne yazık ki, yine bize dokunduğu için, Kahraman Ordumuz tarafından bertaraf ettirilmek istenmesi gibi, çok tuhaf ve acımasız denklemleri, işaret emektedir.

Bölge alt üst olmaktadır… Bu çerçevede İran; İrak gibi; vurulmak, istenmektedir…

Daha dün, Türkiye, NATO tarafından, sözüm ona Kuzey Kore’ye, bir de İran’a karşı, NATO ülkelerinin ileri karakolu olarak, bir füze kalkanıyla donatılmak istenmektedir.

Böylesi bir patolojiye, hem de ciddi ciddi, muhatap olmak, inanılır gibi değildir… Bu gelişme, Dünya’nın nasıl da betonarme yalanlarla yönetildiğini, doğrulmakta, o arada, bizim böylesi masallarla nasıl uyutulduğumuzu ve istismar edilmek istendiğimizi, kanıtlamaktadır…

Böyle bir çerçevede, içimizde, çeşitli doğrultularda boy atmış, göreneksel değerlerin içleri boşaltılıp, inançlar, şekilciliğe indirgenerek, tehlikesizleştirilmek istenmektedir… Bu uğurda, ince ince çalışıldığı kuşku götürmez, dev projeler, yürürlüğe konmaktadır…

Bizse, “laiklik, türban, cumhuriyet” demek, hemen başkaca da bir şey dememek suretiyle, “Dön baba dönelim, hacılara gidelim”, demeye gelen, bir kısırlık içinde debelenip durmaktayız… Böyle konuşarak, hemen başkaca da bir şey demeyerek, akşamları, hanelere, kaç tane daha fazla ekmek sokmayı başarmaktayızdır ki?.. Bilmek dahi istememekteyizdir…

Bizim baktığımız yerden göründüğü kadarıyla, Türkiye’deki sorunların çözümü, CHP’nin demokratikleşmesinden ve sorunlara derinlemesine teşhisler koyup, milli yaklaşımların önünü açmasından geçmektedir.

Aydınlar, gençler, kadınlar, çalışanlar, her yaştan, her hal-u karda, sorumluluk değerleri yüksek olan, güzel insanlarımız, birbirlerine sokularak, ellerinde al al bayraklarla, sokaklarda çözüm aramaya savrulmaktadırlar… Ama CHP, kendilerini, belli bir yönleri olmasa da, dışarıya vurmaktan başka çare bulamayan milyonların, çözüm adresi, umut adresi, aidiyet adresi, maalesef, değildir…

Birileri hâlâ daha, bilhassa önümüzdeki yerel seçimlerde, bir yerlere gelmeye nişan alarak, CHP’nin bugünkü yönetimine yakın durma hesapları yapıyorsa, yalnız kendilerine değil, bütün bir millete, haksızlık ediyordur.

CHP içinde çözüm, öte yandan, bugüne kadar, sorunlara karşı tepki yükseltmemiş, hatta yıllar ve yıllarca, sorunların parçası olmuş, yapının infazcısı ya da seyircisi olmuş, bu evredeyse, dün erken kalkıp, yönetime karşı bayrak açma iddiasını bağıranlar, bundan başkaca da bir şey yapmayanlar, değildir.

Onların bilinçlenmelerine tabii, saygı duyarız…

Ancak siyasi davranış bozukluklarının, kantara vurulmadığı, hatta olumsuz hiç sayılmadığı, aynı biçimde basiretin, çizgide kırıksızlığın örnek sayılmadığı, bir siyaset anlayışını, reddediyoruz.

Söz konusu çerçevede, örgütlerimiz tarafıma bir seçenek oluşturma, ön açma, ortak aklı harekete geçirme, derinlemesine tezlerle, Türkiye’nin makus talihini ulusça kırmamızın meşalesini yakma, misyonunu yüklüyorlar…

Bu misyonu, kabul ediyorum…

Ülkemizde en önce temsil bunalımı sorununu, aşacağız. Bu sorunu en önce, CHP içinde aşacağız. Hakimiyet Bayrağı’nı, kayıtsız şartsız millete teslim etmek üzere, yola çıkıyoruz. Bölgede dönen ve bölge insanının olduğu kadar, bizim de varlığımızı iliklerimize kadar sömüren fırıldaklar, ancak, bizim bilinçlenmemiz ve akıllı ve adil biçimde yapılanmamızla kırılabilir.

Kim ki temsil bunalımının çözümünü istemez, o bir zavallıdır.

 Saltanata ve sultacılara karşıyız, halk yönetimini, giderek pekişen demokratik kuralları ve kurumlarıyla bayraklaştırmak isteriz, onun için Cumhuriyetçiyiz.

 Emperyalizmaya karşı birbirimize sokulmanın ve yurt sathında dayanışmamızın adı, bizim için, ulusçuluktur, milliyetçiliktir; onun için Milliyetçiyiz…

 Biri yer biri bakar ise, bundan millet olmaz; coşkulu bir toplumsal barışı özleriz; onun için Halkçıyız.

 Yetmez; bu mefkureyi sağlamak için, örgütlenmeliyiz, kimsesize sahip çıkmalıyız, sosyal adaleti temin etmeliyiz, gelir dağılımındaki bozukluğu gidermeliyiz, sosyal güvenlik ve dayanışma kurumlarımızı ihya etmeliyiz, ulusça yönlenmenin önünü, ulusal iradeyle, en güçlü biçimde açmayı öne çekeriz; stratejik konuları sallantıya bırakamayız; kilit kurumlarımızı, özelleştirme adı altında, ona buna kaptırmayız; onun için, Devletçiyiz.

 İnançlara saygılıyız. Hele göreneklerimizin, bugünlerimizi var eden inanç damarlarına gönülden bağlıyız. “Allah Allah” nidalarından soyutlanmış bir Çanakkale Savaşı, bir Kurtuluş Savaşı, düşünemeyiz. Bu ne kadar böyleyse, akla özgürlükten ödün vermeyiz. Akla özgürlüğün korunmasının, bekçikleriyiz. İnançta akılcılığı, yönetimde akılcılığı, savunuruz. Aklımız; naklin, duyduklarımızın, her zaman önünde olmalıdır. Onun için Laikiz.

 Girişim özgürlüğü deyip, sömürü özgürlüğü isteyenlere, örgütlenme özgürlüğü deyip, çete reisliğine yeltenenlere, soldan gidiyor numarası yapıp en beter sülüğü aratmayanlara, din tacirliğiyle alternatif avanta kumpanyası olmaya heves edenlere, hele emperyalizma olup, yurdumuza çullananlara, müsamaha etmeyiz. Yırtarız dağları, enginlere sığmaz, taşarız; onun için Devrimciyiz…

Biz sağcı mıyız, solcu muyuz?

Böyle kısır deyimlemeler bize, dar gelir… Yine de açıklayalım…

Emeğin sermaye karşısında sömürülmesine karşı, elbette solcuyuz… Sömürüye karşı, yerimiz, emeğin yanıdır.

Şu var ki girişim özgürlüğüne sahip çıkarız…

Ama, girişim özgürlüğünün, sömürü özgürlüğüne geçit vermesine müsaade etmeyiz…

Aynı biçimde örgütlenme özgürlüğünün savaşçılarıyız…

Ama örgütlenme özgürlüğünün, ağalığa dönüşmesine müsaade etmeyiz.

Ezene karşı yerimiz, ezilendir…

Zalime karşı, mazlumun, yanındayız… Onun için işte, emperyalizmaya karşıyız…

Bunu, bugün Türkiye’de hemen kimse söylemiyor; biz avazımız çıktığı kadar bağırırız:

- Devlet olarak örgütlenmiş, haydutluk, kahrolsun… Kahrolsun, emperyalizm…

Bu konudaki tavrımız ne kadar böyleyse, biz o kadar, milliyetçiyiz… Kendini milliyetçi diye sağda tasnif edip, bizi karşıt bir kampta algılayanlar, halt etmişlerdir… Emperyalizmanın oyununa geliyorlardır… Biz emekten, ezilenden, mazlumdan yana, emperyalizmaya, karşı ulusal dayanışmayı, hayati sayan, milliyetçileriz…

O halde, emperyalizmanın maşası olmuş sözde milliyetçilerle, ona ulusal bir direniş sergileyen milliyetçiler, ayrışacakalrdır…

Kendilerini tarihimizin, göreneklerimizin özdeğerlerinin sahibi görüp, bizi, karşıt bir kampta algılayanlar, yine halt etmişlerdir…

Biz, göreneklerimize, özdeğerlerimize, evet bağlıyız… Ama akılcıyız… Özgürlükleri, en başta da akla özgürlüğü, savunuruz…

Hiç çaresi yok; bilerek bilmeden, emperyalizmanın uşağı konumundaki sözde inanalar ile; mazluma, çeteleşmiş bir devlet olarak çullanan emperyalizmanın karşısındaki inananlar, ayrışacaklardır…

Komşusu açken tok yatan, sözde dinci ile, gerçek inananlar da, ayrışacaklardır…

Bizim bugün, CHP anlayışımız, budur…

İnsanlar elleri böğürlerinde, CHP’ye çaresiz kalmış olarak, yerine yerine oy vermek istemiyorlar, artık… Dolu dolu, coşkuyla oy verecekleri, bir CHP istiyorlar…

İkbal için örgütlerini yiyen, partiyi küçülte küçülte bir hal olan, bir halt da olmayan, demokrasi diye, kendini seçecek olanları delege olarak atayan, eyyamcı, günü birlik konuşan, doğru durüst tez ileri sürmeyen, böyle bir derdi zaten bulunmayan, dolayısıyla, mazlum ülkelere örnek hiç olamayan, bir CHP istemiyorlar…

Cumhuriyet’in Halk Partisi’ni, geri istiyorlar…

Yerel Seçimlerde CHP’yi zafere mi taşımak istiyorsunuz… Yapın gereğini…

Yoksa ağlamayın!..

Başınızı, tarihle derde, sokmayın!..

Dağ başını duman almış, haydi, yürüyelim Arkasaşlar!..

**********************

TOLGA YARMAN, PROF. DR.

1963’de Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Üniversite öğrenimini Fransa’da gördü; Institut National des Sciences Appliquées de Lyon Mühendislik Okulu’ndan, 1967’de mezun oldu. “Doktora çalışmasını” ABD’de yaptı; Massachusetts Institute of Technology’den, 1972’de “Bilim Doktoru” ünvanını aldı.

İTܒde, 1982’de Profesör oldu. İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, California Institute of Technology, İ.Ü. Mühendislik Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi, Brüksel Özgür Üniversitesi, Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesi ve Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlerinde bulundu. Halen, T.C. Okan Üniversitesi öğretim üyesi.

Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) (Ankara, 1983), Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri Araştırma Enstitüsü (BİLTES) (Eskişehir, 1987), Türkiye Sosyal, Siyasal ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı (TÜSES) (İstanbul, 1988), Tarih Vakfı (İstanbul, 1991), Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) (İstanbul, 1994) ve Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (BESAM) (İstanbul, 1998), kurucu üyesi oldu.

1983’te SODEP MKYK Üyesi olarak çalıştı. 1989-91 arası, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) İstanbul İl Yöneticisi olarak görev sürdürdü. Aynı zaman diliminde, SHP İstanbul İl Kültür ve Eğitim Komisyonu Başkanı olarak pek çok etkinliğin öncülüğünü yaptı. Bu dönemde “Çağdaş Toplumcu Demokrat Düşünceyi” başlattı. Bu çerçevede, ülkemizdeki siyasal oluşumlara, özellikle de, SHP ve CHP içindeki, genelde ülkemizdeki siyasal hareketlere ve bölünmüşlüğe dönük, pek çok makale yazdı, araştırmalar geliştirdi, siyasalar önerdi. O arada “CHP Açılırken Solda İnsan Hareketleri” başlıklı bir kitap (1992) yayınladı.

“Doğabilim” birikimleri uzantısında, bir bakıma, “toplumcu demokrasi” kuramı ve “toplumcu bir ahlak öğretisi” olarak hazırladığı, “Un Systeme de Croyance Cosmique” başlıklı kitabı, Belçika’da basıldı (1997).

Binlerce öğrencinin hocası oldu… Şimdilerde, birçoğu “profesörlük düzeyine” tırmanmış, pek çok öğrencisine, yüksek lisans ve doktora çalışması yaptırdı. Uluslararası birçok akademik etkinlikte Türkiye’yi temsil etti. Maddenin ve evrenin yapısı, enerji, nükleer enerji, teknoloji, sanayileşme, savunma, savunma sanayii ve çevre alanlarında yapıtları, ulusal ve uluslararası basın ve konferanslarda yer almış, çok sayıda çalışması bulunmaktadır.

Bir süredir, her hafta, konuklarıyla birlikte, “Enerji Savaşları” adını verdiği, Bölgemiz ve Türkiye üzerinde gelişen askeri ve siyasi girdapları, teknik girdiler itibariyle, derinlemesine tahlil eden ve çıkış yolları dokuyan, bir TV Programı gerçekleştiriyor…
Fatih "Mansur Şah" Özaydın

Hem Cemaat hem Cumhuriyet olunmaz,
Ters mıknatıslanma yapar!!!
Kullanıcı küçük betizi
MansurSah
Bilim Adamı
Bilim Adamı
 
İletiler: 611
Kayıt: Cum Ara 07, 2007 18:04
Konum: Osaka, JP

İletigönderen MansurSah » Prş Mar 13, 2008 3:53

Arkadaşlar, siyaset bir yana; kendisini yakından tanıdığım için, yukardaki özgeçmişine ek olarak, ben de birkaç cümle söylemek isterim: Tolga Yarman benim lisans ve yüksek lisanstan hocamdır ve kendisinin yıllarca araştırma ve birkaç dönem de ders asistanlığını yapma şerefini yaşadım. MIT doktoralı, dünyanın önde gelen bir nükleer mühendisi ve bilimadamıdır. (Son 10 yıldır çalıştığı konuyla, kuvantum mekaniği ve izafiyet teorisinde büyük bir çığır açmak üzeredir.) Binlerce öğrencisi arasından 50'den fazlası, şu an önde gelen üniversitelerimizde profesördür. (Bana daha zaman var :) ) Harp Akademileri'nde uzun yıllardır verdiği enerji ve siyaset, savunma sanayii, yıldız savaşları, strateji vs. konulu dersler ve konferanslarla da, birçok subayımızın yetişmesinde önemli katkıları vardır.

Tolga Hoca yalnızca büyük bir bilimadamı ve hocaların hocası değil, aynı zamanda siyaset bilimci ve önde gelen bir aydındır. Laf aramızda şairliği de vardır ve çok güzel alaturka piyano çalar. Ülkemize ve dünyaya birçok katkı sağlamış, oldukça kaliteli bir ailesi vardır: Kardeşlerinden biri ODTÜ rektör yardımcısı, biri Havelsan'ın genel müdürüdür, biri FMV Işık Üniversitesi'nin kuruculuğunu ve rektörlüğünü yapmış ve şu İstanbul Üni Elektronik Müh. Bölüm başkanı, hem de mühendislikteki en üst mevki olan IEEE Fellow'dur.

Son derece milli, vatanperver ve anti-emperyalist; şahsi kanaatime göre gerçek Atatürkçü bir insandır. Bilim bir yana, kendisiyle yaptığım felsefi ve siyasi tartışmaları, daha kaç kişiyle yapabilirim bilmiyorum.

Bilimadamlarımız, herhangi bir konuda görüş bildirdiklerinde, kimileri hemen "bırakın siyaseti, siz biliminizle uğraşın" der ve sonuçta siyasetimiz yani memleketimiz, geleceğimiz; çobanlara, imamlara, müteahhit-mafya ve aşiret-cemaat liderlerine, BOP'çulara, işbirlikçilere, mason-sabetaylara, İslam'a ihanet eden dincilere ve Atatürk'e ihanet eden sözde Atatürkçülere kalır ya.. Bu tabloda, Profesör Tolga Yarman gibi güzide bir insanın ne kadar şansı olacağı ayrı konu ama, CHP Genel Başkan Adaylığında, kendisine başarılar diliyorum.

İnternette gerek bilimsel gerek siyasi birçok eserine ulaşılabilir, ama örnek olarak, Nükleer Yasanın bir ihanet belgesi olduğunu yazdığı yazıyı paylaşmak isterim:

http://www.tolgayarman.org/yazilar-6.html


Sevgiler..
Fatih "Mansur Şah" Özaydın

Hem Cemaat hem Cumhuriyet olunmaz,
Ters mıknatıslanma yapar!!!
Kullanıcı küçük betizi
MansurSah
Bilim Adamı
Bilim Adamı
 
İletiler: 611
Kayıt: Cum Ara 07, 2007 18:04
Konum: Osaka, JP


Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 5 konuk

x