Ramazanlar ve Din Sömürüsü...

Ramazanlar ve Din Sömürüsü...

İletigönderen İrfan Tuna » Pzt Ağu 08, 2011 19:56

RAMAZANLAR VE DİN SÖMÜRÜSÜ…

Rüşvet, kayırmacılık, soygunculuk, yolsuzluk diz boyu… Almış başını gidiyor. Suçları kanıtlanmış nice dolandırıcılar, üçkâğıtçılar, büyük bir pişkinlik ve utanmazlık içinde, ellerini kollarını sallayarak, Türkiye’nin her yanında boy gösterirken; AKP’ye muhalif kişiler, kuruluşlar, basın ve ordu baskı altında, dört duvar arasında.

Ülkesini seven, ülkesinin yabancılar tarafından talan edilmesini istemeyen çevreler, bireyler suçlanıyor, kovuşturuluyor. İçeriye atılıyor. İnsan emeğine, vatana değer verenler, darbeci ilan ediliyor. Ama ordu düşmanı, bayrak düşmanı, sömürge yanlısı vatansızlar el üstünde tutuluyor, ödüllendiriliyorlar.

Böyle bir uygulama, böyle bir düşünce yapısı, dünyanın neresinde görülmüştür? Nasıl bir anlayıştır bu?

Bir zamanlar Komünizm ve komünistler de “öcü” idi. Ezilmesi, yok edilmesi gereken kızıl canavarlar gibi görülürdü. Kim ki iç ve dış sömürüden, ezilen insanlardan, eşitlikten, yoksulluktan söz eder; kim ki iktidarı eleştirir, hemen soluğu dört duvar arasında alırdı. Geçmişte, başta Nazım Hikmet olmak üzere, nice aydınlar, yurtseverler bu nedenlerle hapishanelere dolduruldu. Vatanını en az, kendilerini içeriye atan kişiler kadar seven, suçu günahı olmayan bu insanların özgürlükleri ellerinden alındı. Nice ocaklara ateş düştü. Sevgililer “yar hasreti” ile dolup taştı. Niceleri bu yolda gençliğini tüketti. Can verdi.

Şimdi bu “kızıl tehlike(!) ” kalktı. Artık kimse komünizmden söz etmiyor. Ama zaman yitirilmeden, yerine yeni bir tehlike(!) bulundu: Atatürkçülük, ulusalcılık, darbecilik ve Darbeciler…”. Sömürü ve talan düzenini sürdürmek isteyen egemenler ellerini çok çabuk tuttular, hedef tahtasına bu yeni “öcü”yü yatırdılar.

Çünkü kamuoyunun dikkati başka alanlara çevrilmeli, kimse “Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan” vurgunları ile ilgilenmemeli, siyasal İslamcıların kapalı kapılar arkasında Amerika ile yaptığı gizli anlaşmaları, görüşmeleri, Kürt açılımı planlarını bilmemeliydi.

İşte bu nedenlerle günümüzde ulusalcılık suç olup çıktı. Vatanın bağımsızlığını savunmak suç oldu. Bayrağı savunmak suç. Hele hele Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ü savunmak en büyük suç…

Ama ümmetçiler, liboşlar, mandacılılar, bölücüler baş tacı
. Rüşvet alıp vermek, hayali ihracat yoluyla hazineyi zarara uğratmak, kanunsuz ihalelerle haksız kazanç elde etmek artık günlük olaylardan sayılıyor…

Saf, temiz, dindar vatandaşlarımızın dolandırılması olayı, dinciler tarafından bir gelenek, görenek ve alışkanlık haline getirildi.

Gerçi, yurttaşlarımızın dinciler tarafından dolandırılması tarihimizde ilk değil. Siyasal İslamcılar, 1970’lerde “Selametköy, Gimtaş ve Burak Gıda” için toplanan paraları da iç etmişti. Ayrıca Bosna-Hersek’e toplanan bağışlar da buharlaşıp uçmuştu.

Ahmet Taner Kışlalı bir yazısında “Tanrıyı kim kullanır?” diye sorar, sonra da şöyle yanıtlar:

“Giordano Bruno ne güzel söylemiş: ‘Kötüler Tanrı’yı, Tanrı ise iyileri kullanır!..”

Tanrı peygamberleri kullanmış. Bilge kişileri kullanmış. Atatürk ve benzeri devrimcileri kullanmış.

Ya Tanrı’yı kimler kullanmış?
Uzun uzun konuşmaya hiç gerek yok. Gerçekler ortada. Soygunlar, talanlar, insanları Allah’la aldatanlar, şimdilik dilediklerini yapıyorlar…

Din iman adına Müslüman Müslüman’ı kandırıyor. Dolandırıyor. İnanç hortumculuğu yapıyor. Servet, mal-mülk sahibi oluyor, siyasal çıkarlar elde ediyor.

Günümüzde “inanç hortumculuğu” ulus sınırlarını aştı artık; uluslar arası, sınırlar ötesi bir ün kazandı. Bu alandaki yeteneğimizi, becerimizi bilmeyen, duymayan kalmadı. Çok şükür!.. Alman basını Deniz Feneri Davasını “en büyük nitelikli bir dolandırıcılık davası” olarak tüm dünyaya tanıttı.


Gerçekten de inanç hortumculuğu konusunda kimse elimize su dökemez bizim. Gelişti, serpildi, büyüdü. Ahtapot gibi, bir kolu Avrupa’da, bir kolu Türkiye’de. Koşuyor, hem de son sürat! Tutabilene aşk olsun!..

Bu açıdan on iki ayın sultanı Ramazan, dinciler için en verimli, en bereketli bir aydır. Bu ayın gelmesiyle birlikte, “fırsat bu fırsat” denilerek kollar sıvanır, hazırlıklar yapılır, sadaka paketleri depolara yerleştirilir. Ramazan çadırları kurulur. Televizyonlara, basına haber verilir.

Yoksulaştırdıkları, aç bıraktıkları insanları Kameraların önünde doyurmaya çalışırlar. Bu geçici çözümlerle bir yandan “hayır duaları” alırlarken, bir yandan da “oy avcılığı” yaparlar. Böylece bir taşla iki kuş vururlar.


Onun için, siyasal İslamcılar arasında şu sıralar en geçerli meslek “din ticareti”dir. Altın çağını yaşamaktadır. Oysa Türkiye’de gerçek ticaret, yani çarşılarda pazarlarda yapılan alışveriş bitmiş, tükenmiş bir durumdadır. Esnaf kan ağlıyor. Kepenkler iniyor, işyerleri bir biri ardı sıra kapanıyor. Köylü isyanlarda… Gençlerimiz iş bulma kuyruklarında… Çile dolduruyor. İşsizlik, çaresizlik karabasan gibi çökmüş sevgili yurdumuzun üstüne. Üretim, istihdam, büyüme, enerji, bin bir çeşit sorun çözüm bekliyor. Dünyayı kasıp kavuran kriz kapımıza gelip dayanmış. Önlem alınması gerekiyor. Ama kimler alacak? Nasıl alacak din sömürüsü dururken?

Çünkü biz her işimizi “sadaka ekonomisi” ile çözmeye alışmışız. Varsa sadaka, yoksa sadaka!… İki kilo pirinç, beş kilo makarna, üç kilo nohut dağıtarak “memleketi kurtaracağımızı” sanıyoruz. Aslında bütün bu çabaların amacı “siyasal sadakati sadaka ile sağlamak”tan başka bir şey değildir.

Bugün içinde yaşadığımız sosyal sıkıntılar, halkımıza uygun görülen “dilencilik yaşantısı” hep bu sadaka ekonomisinin sonuçlarıdır. Sadaka ekonomisi demek, ABD, AB, AKP, PKK egemenliği ve sömürüsü demektir. Sadaka ekonomisi demek, Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan ve çöp bidonlarından, semt pazarlarından yiyecek artıkları toplayan milyonlar demektir. Bunlardan birisi olmadan ötekisi olmaz.

Ahmet Altan’lar, Mehmet Altan’lar, Cengiz Çandar’lar, Hasan Cemal’ler neden hiç bunlardan söz etmezler, durmadan yurtseverlerle, orduyla uğraşırlar. Sabah akşam vatanı parçalamak için tüm çabalarını ortaya koyarlar.

Ama egemen güçlere ve onlara göre hiç sorun yok. Her şey yolunda gidiyor. Her şey tozpembe…

Aydınlar, demokratlar, devrimciler bu çarpık düzene ilgisiz kalamazlar artık. Bu inanç hortumculuğunu görmezlikten gelemezler. “Dinci faşizmin”e kulaklarını tıkayamazlar. Çünkü bu kavga cumhuriyetle Ortaçağın, şeriatla demokrasinin, küreselleşme ile ulusalcılığın, kısaca aydınlanma ile kör karanlığın kavgasıdır.

Halkımızın boynuna dolanan ABD, AB, AKP zincirleri kırılmadan kimse esenlik, mutluluk, özgürlük yüzü göremeyecektir.


Ali Eralp - 8 Ağustos 2011 - Güncel Meydan
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Şu dizine dön: Ali ERALP

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x