gönderen MİLLİ KURT ATILIMI ! » Çrş Mar 13, 2024 9:46
Dünyadaki ve Türkiye'deki genel siyasi ve ekonomik gidişata baktığımızda ön plana çıkan tablo; siyasi istikrarsızlık, ekonomik çalkantı ve küresel göç ve savaş eğilimi. Türkiye tüm bu çalkantıların tam ortasında.
Batı odaklı neoliberal ekonomi son derece kötü bir noktada. Mesela savaşan Rusya'nın ekonomisi ayaktayken, savaşmayan Türkiye'nin ekonomisi çok kötü durumda.
İthalata ve hedge fonlara dayalı ekonomik programlar, hem iç politik-ekonomik çöküşler hem de dış bozulmalar nedeniyle tam bir iflasa doğru gidiyor. Hukuk sistemini ve devlet düzenini tek partiye indirgemek aynı zamanda ithalata ve yabancı yatırıma dayalı politikaları da boşa çıkarıyor.
Politika ise tam bir dini totaliterliğe doğru yöneliyor.
İktidar partisi AKP'nin yerel seçimlerin ardından yeni bir anayasayla iktidarını pekiştirme planı var. Batı sisteminden bunun için izin alabilmek için ABD'ye dönüş ve yeni tavizler ufukta görünüyor.
Bu gelişmeler küresel büyük güç rekabetindeki son durumla birleştiğinde Türkiye açısından son derece tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız.
Dünyada savaş yönünde artan bir baskı var. ABD ve müttefikleri Ukrayna'daki yenilgiyi kabul etmek istemiyor. Avrupa, NATO şemsiyesi altında Rusya'ya karşı intihara meyilli bir savaşa hazırlanıyor. Tohumlarını ABD'nin Ukrayna'da ekip biçtiği savaş, Avrupa ekonomilerini son derece olumsuz etkiledi.
Ukrayna Vekalet Çatışmasının Rusya ile Amerika Arasında Doğrudan Savaşa Dönüşmesine Yol Açabilecek On Faktör
İsrail'in Filistin'deki soykırımı bölgesel bir savaşa dönüşmek için fırsat bekliyor.
ABD'nin aslında planlamadığı bu kriz, kendisini Orta Doğu ve Batı Asya'dan çıkaracak bir dizi zincirleme reaksiyon potansiyelini barındırıyor.
İsrail'deki aşırı sağ hükümet ABD'ye kendi gündemini dayatmak isterken aslında Beyaz Saray'ın ileriye dönük planlarını baltaladı.
ABD'nin Rusya'dan sonraki hedefi normalde Tayvan üzerinden Çin Halk Cumhuriyeti olacaktır.
ABD, NATO yapısının Pasifik'te devamı için altyapı çalışmalarını ilerletti ve yeni ittifaklar kurmak üzere harekete geçti.
Kolektif Batı'nın kaygısı, küresel hegemonyanın elinden kaçmasıydı. Bunun nedeni, başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin son 40 yılda gösterdiği büyük ekonomik performanstır. Çin ve Rusya'nın başını çektiği Asyalı güçler Afrika'da, Güney Amerika'da ve hatta Avrupa'da müttefik bulmakta zorluk çekmiyor. Çünkü Asyalı güçler, ABD'nin çürüyen tek kutuplu dünya düzenine karşı çok kutuplu bir alternatifi temsil ediyor.
Çin ve Rusya yeni deniz ve ticaret yolları ile küresel bir iletişim şeması oluştururken, ABD'nin başını çektiği Batı ise bunları engelleyecek stratejiler oluşturuyor.
Çok basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Doğu (ya da küresel güney) barışı ve işbirliğini temsil ederken, kolektif Batı savaşı ve istikrarsızlığı masaya getiriyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni küresel mimaride Türkiye'ye biçilen rol, Batı kampında ileri karakol görevi üstlenmekti.
NATO üyeliği ve daha sonra AB kapısına bağlanma şeklinde tasarlanan bu konumlandırma, Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefinden saparak Türkiye'yi kendi kendine yetebilen, dışa bağımlı ve uydu bir ülkeye dönüştürmüştür.
Devleti ele geçiren NATO düzenindeki askeri ve milis unsurlar tarafından dönemsel atılımlar bastırıldı. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri bunun açık örnekleridir.
Batılı bir ajan olmaktan öteye gidemeyen sıcak para yanlısı komprador burjuvazi ve iş dünyası sistemin en güçlü destekçileri oldu.
Anti-Komünizmin ardından; 1950'li yıllardan bu yana uygulanan polislik görevinin ardından ABD'nin 1980'den sonra Türkiye'ye yüklediği ikinci rol “Yeşil Kuşak” (ılımlı İslam) oldu. Emek ve milli sermayeyle birlikte ulus devletin tamamı hedef alınarak, siyasi, sosyal ve kültürel sistemin dindar olması, Türkiye'nin az gelişmiş kalması ve tek bir otorite tarafından yönetilmesi hedeflendi.
Bugün hem dünya hem de Türkiye çok kritik bir yol ayrımındadır.
Bırakın bölgesel ve iç savaşları, Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkma ihtimalinin yüksek olduğu bir dönemdeyiz.
Türkiye ise bu çalkantılı ortamda sözde 'denge' dış politikasıyla uçurulmaya çalışılan bir gemiye benziyor.
Ancak gemi Batı kampından su alıyor ve yavaş yavaş batıyor.
Neyse ki Doğu/Güney kampında yeni alternatifler var; BRICS+ ve benzerleri gibi. 2024 yılı itibarıyla Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika'nın yanına Etiyopya, Mısır, İran, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da eklendi.
BRICS'e üye olmanın sırrına Nijerya ve Meksika başta olmak üzere 25 ülkenin aday olduğu belirtiliyor. Hegemonyaya ve dolara dayalı değil, eşitlikçi, kazan-kazan tipi altyapı, ticari ve endüstriyel işbirliğine dayanan yeni bir dünya düzeninin habercisi olan BRICS+, bu fırtınalı okyanusta Türkiye için cankurtarandır.
Türkiye'nin bu yeni dünya düzeninde hak ettiği yeri almasının tek yolu Batı'nın uydusu olmaktan çıkıp NATO'dan ve AB Gümrük Birliği'nden çıkmaktır.
*
Okuyuculara not: Lütfen yukarıdaki paylaş butonuna tıklayın. Bizi Instagram ve Twitter'da takip edin ve Telegram Kanalımıza abone olun. Küresel Araştırma makalelerini yeniden yayınlamaktan ve geniş çapta paylaşmaktan çekinmeyin.
Bu yazı ilk olarak ATASAM'da yayınlanmıştır .
Hasan Erel, Türk gazeteci-yazardır. 30 yıl boyunca TRT ve diğer medya kuruluşlarında diplomasi ve dış haber muhabirliği ve editörlük yaptı. Türkiye'de Sputnik Haber radyosunun ve CRI Türk'ün sık sık yorumculuğunu yapmaktadır.