"Sağ Olsun Hükümetimiz!"
7 Ekim...İstanbul'da hava oldukça güzel...En iyisi Kadıköy'den vapurla karşıya geçmek...
Vapurun en üst güvertesinde çayımı yudumlarken, Orhan Veli'nin şiiri geldi aklıma...
"İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı"
Ama Orhan Veli yaşasaydı, eminim bu şiirin mısraını değiştirir ve "İstanbul'u arıyorum, gözlerim açık" diye yazardı.
Ben de büyük bir özlemle, aslında en fazla Ankara'ya dönüşünü sevdiğim eski İstanbul'u ve Nedim'in "Bir sengine Acem mülkü fedadır." dediği o güzelim şehrin insanlarını aradım, durdum... Ama bulamadım. Tüm Türkiye gibi İstanbul'da "Kayıp Ülke Türkiye"nin bir kentine dönüşmüştü.
İstiklâl Caddesi'nde amaçsızca dolaşırken, Aziz Antuvan Kilisesi'ndeki hareketlilik dikkatimi çekti. Ben de nedenini bilemiyorum ama, içeri giren insanların peşine takıldım ve Kilise'de buldum kendimi.
İsa'nın, Meryem'in ve diğer azizlerin tasvirlerini dikkatle incelerken, kitaplar ilişti gözüme. Fiatları 50 kuruşla, 3 TL arasında değişiyordu. Bu kitapların Hristiyanlığın propagandasını yaptığını söylememe gerek yok. Üstelik çoğunlukla, başta Hristiyan olduğunu zannettiğim, ancak sonradan Türk ve Müslüman olduklarını öğrendiğim gençler satın alıyordu bu kitapları.
Kilise görevlisinden cemaatlerinin Katolik küçük bir cemaat olduğunu öğrendim. Ancak görevli, Cumartesi ve Pazar ayinlerinin gittikçe daha da kalabalıklaştığını, bunun nedenin de "İsa'nın Sürüsü"ne katılan Müslüman Türklerin dikkat çekecek kadar çoğaldığını gururla dile getirdi.
Görevliye, siz açıkça burada dini faaliyetin yanı sıra misyonerlik yapıyorsunuz dediğim zaman ise, "Sağ olsun hükümetimiz" diye cevapladı beni.
"Sağ olsun hükümetimiz"!.. Kilisenin duvarlarında "Ilımlı İslam Projesi"nin kahkahaları çınlıyordu sanki.
Kilise görevlisi ile konuşurken yanımızda bizi dikkatle dinleyen biri yaklaşık 60, diğeri ise 30-35 yaşlarında iki kişi daha vardı. Kendi aralarında bilmediğim bir dille konuşuyorlardı. Ama cümlelerin arasında sıklıkla Türkçe sözcüklerin varlığı da dikkatimi çekti.
Kilise'den birlikte çıktık. Merdivenlerden inerken 60 yaşlarında görünen adam bana dönerek, birden bire "Sen Müslüman mısın?" diye sordu. Şaşırmış ve yersiz bulmuştum bu soruyu. Ama altından ne çıkacağını merak ettiğim için "evet" diye cevapladım kendisini.
Beni inanmamış gözlerle inceleyip, bir de Kelime-i Şehadet getir demez mi?
İçimden "Ya sabır" çekerek şehadet getirdim ama bu sefer de ben onları soru yağmuruna tuttum. Amacım Doğu kökenli olduğunu anladığım bu iki kişiden emperyalizmin en büyük silahı Kürt açılımı hakkında neler düşündüklerini öğrenmekti.
Bitlis'in bir köyündenmiş her ikisi de... Biz Zaza'yız dediler. Şafi mezhebinden olduklarını söylediler. Şafilerin kadına ve köpeğe dokundukları zaman abdestleri (!) bozulur malum... Bu nedenle yaşlı olan benden biraz uzak duruyordu. Genç ise daha saygılı ve yakın davranıyordu bana. Bir kahveye oturduk ve konuştuk.
Neler mi?
Mahmut aşiretinden olduklarını söylediler. Yaşlı adamın ismini öğrenemedim. Ama genç olanın adı Er.... İsmini yazmamaya söz verdim, bu nedenle ilk hecesini esas alarak, ona Ertan diyelim. Aslında onun ismi bal gibi öz Türkçe'ydi. Ertan'ın "Dayı" dediği adam emekli korucu imiş.Ertan ise halen koruculuk görevini sürdürüyormuş. "Dayı", İstanbul'a göçmüş, Ertan ise gezmeye gelmiş... Ama Dayı 12 Haziran seçimlerinde uçakla Diyarbakır'a oradan da Bitlis'e gönderilmiş ve oyunu AK Parti'ye atmış. Öyle dedi.
Ertan'a bu Kürt sorunu nasıl çözülür dedim. Masaya oturularak dedi.
Kiminle dedim, Öcalan'la dedi.
Ama Öcalan İmralı'da tutuklu dedim, olsun, çıkacak nasıl olsa... Hükümet söz verdi dedi.
Sonra anlattı. Biz Kürtüz dedi. Hayır diye karşı çıktım kendisine. Madem ki Zaza'sınız, Kürt olamazsınız. Siz Horasan Türklerindensiniz. Türkmensiniz ama özünüzü unutmuşsunuz. Unutturmuşlar size. Dilinizde Farsça ve Türkçe var. Ben aranızda konuşurken özellikle Türkçe kelimeleri değişik bir şive ile söylemenize rağmen ayıkladım dedim.
Nedense tam bu noktada Türk'ü, Türke kırdıran savaşın galibi Yavuz Sultan Selim geldi aklıma. Hangi Kürt beyi idi Selim'in yanında yer alıp, Şah İsmail'in ordusundaki Şii Türkleri kıran... İdris-i Bitlisi ve 16 tane kendilerine Kürt diyen aşiretlerin beyi değil miydi Türk'e ihanetin içinde olanlar? Dün ve bugün...Arada bir fark görebiliyor musunuz? Biri padişah, diğeri ise devletin başı olduğunu defalarca itiraf eden hükümet...
Biri Şah İsmail'in dünya güzeli karısı Taçlı Begüm Sultan'ı koynuna almak, diğeri ise, "Büyük Abi"nin koynuna girebilmek için aynı kirli oyunun figüranlığını yapmışlardır.
Ertan'a "Ana Dilde Eğitim" dedim. Olmaz dedi.
Neden dedim. Biz Kurmançe anlamayız dedi. O zaman biz Zazaca, Lazlar da Lazca isterler, millet birbiri ile anlaşamaz diye ilave etti.
"Demokratik özerklik" diye sordum Ertan'a. Asla, biz aç kalırız o zaman. Bizi TC besliyor. Bak bana abla ben korucu maaşı alıyorum. Bir de yedi çocuğum için 450- 700 lira arası çocuk parası...
Bu kadar genç yaşta yedi çocuk? Ertan cevapladı. Ağabeyimi PKK öldürdü. Çocuktum. On üç, on dört yaşındaydım o zaman. Beni yengemle evlendirdiler. Üçü ağabeyimin yetimi..
Biz ezilmişiz, fakiriz. TC olmazsa acımızdan ölürüz. PeKeKe gelir, bizi soyar, soğana çevirir, gençlerimizi alır dağa götürür. Veririz, vermezsek olmaz.
Ahmet Türk, Hasip Kaplan, Leyla Zana... Onların tümü baron. İran ve Irak'tan gelen PeKeKe uyuşturucu trafiğinin başında onlar var.
Neden askerlerimizi, polisimizi öldürüyorsunuz diye sordum. O zamana kadar sessizce dinleyen Dayı cevapladı beni..
"Neden siz, bizi öldürüyorsunuz? Neden köylerimizi yaktınız?"
Aslında çok sinirlendim o anda, ama bu konuşmayı devam ettirmek ve ağızlarındaki baklayı çıkartabilmek adına sabretmek gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Ancak oturduğum yerde yumruklarımı sıkarak, konuşmaya devam ettim.
Atatürk dedim, Ertan cevapladı beni. Müthiş bir adam...
Peki dedim sever misiniz Atatürk'ü... Dayı gene araya girdi. Yok dedi sevmeyiz, buraya hiç yatırım yapmamış, bir de Dersim'de Şıh Sait'i, Peygamber soyundan gelen Seyit Rıza'yı öldürmüş.
Dayı dedim, Seyit Rıza Peygamber soyundan diyorsun, peki Arap mı?
Yoh, Kürt'tür dedi Dayı. Ama Hz. Peygamber Arap soyundandır. Kürt olan Rıza nasıl "Seyit" olur diye sordum.
Bilmem dedi dayı, ama Rıza "Seyit"tir. Atatürk onu öldürtmüştür.
Ertan girdi araya... Bak abla ne Atatürk ne de devlet... Biz açız. Bir de bize PekeKe'li diye bakılmasından şikayetçiyiz. Biz dinimize düşkünüz. PeKeKe'lı dinsizdir. Hem aralarında Almanı, Amerikalısı, Ermenisi, Yunanı, Hollandalısı, Suriyelisi, Süryanisi de var. Rus ve İranlı'da var.
Bak şu taş atan çocuklar var ya. Onların fiatları bir lahmacun ve ayrandır. BDP'li verir parasını, karnını doyurur. Çocuk ta taş atar.
Baş örtüsüne izin verilse, kızlarımızı okula da göndeririz.
Buradaki halkın çoğunluğu toprağını sever ama Atatürk'ü sevmez. Ama Başbakan'ı çok severler. Neden mi? Adam her şeyden önce Müslümandır ve buraya yatırım yapmıştır. Biz oyumuzu na veririz. Hem ayağımıza dek gelir. Beni geri tutmaz. Ben sadece son seçimde oyumu BDP'ye verdim. Hüsamettin Zenderoğlu Zaza'dır. Yoksa Ak Parti'ye verirdim.
Neden oyunuzu CHP'ye veya başka bir partiye vermiyorsunuz şeklindeki soruma, Ertan bir soru ile cevap verdi.
Sen sorsana Deniz Baykal'a o buraya neden hiç gelmemiş. Sen beni geri tutarsan ben de seni geri tutarım. Unutma...
Vakit hayli geç olmuştu, ayrıldık... Onlar yoluna, ben yoluma... Benim yolum doğruydu... Ama onların ki...
Her ne kadar gizlemeye çalışsalar da, ekmeğini yedikleri Türkiye Cumhuriyeti Devletine, askere, polise ve en önemlisi Atatürk'e karşı düşmanlık besledikleri görülüyordu.
Devlet onlar için, karınlarını doyurmak zorunda olan bir güçtü. Çalışmadan para almayı umdukları bir güç...PKK'ya fazla yakın değillerdi. İlk kuruluş yıllarında "BEG" dedikleri PKK, onları da sömüren bir örgüttü. Devlet ise sömürülen...KCK ise haklarını savunan bir kuruluş.
Bu yazıyı tamamen aldığım notlara sadık kalarak yazmaya çalıştım. Kendi yorumumu katmadım. Elbette bir dahaki yazıda bu hal ve gidişin sebep ve sonuçlarını sizinle birlikte irdeleyeceğiz.
Ama en çok dikkati çeken nokta, iki zıt kutubun, Katolik Hristiyanlarla, Müslümanlığın en katı mezhebi Şafilerin tek noktada hem fikir olmalarıydı.
"SAĞ OLSUN HÜKÜMETİMİZ !" Sağ olsun..
Tuhaf değil mi? Birden bire, kütüphanemdeki bir kitabın adını hatırladım. Vural Savaş'ındı galiba... "KİM BU HAİNLER?"
Bir kerede ben tekrarlayayım. Hükümetimiz sağ olsun...
Figen ÖZEN, 12 Ekim 2011