ŞAHSIM DEVLETİ (17) Demokrasi ölçütü
‘Demokrasi’nin oy oranıyla ölçülemeyeceğini söylemiştik.
Ne de ‘çok partili’ olup olmamakla ilgisi var.
Bu iki ‘ölçüt’, ancak ve sadece kabaca bir ‘görünüm’ verebilirler.
Peki ama ‘kanıtlayıcı’ ya da ‘bilimsel’ ölçüt nedir diye sorulacak olursa; ‘bilinçli’ ve dolayısıyla ‘özgüvenli’ yurttaşlara dayanıp dayanmadığıdır diyeceğiz.
Sözde ‘siyaset bilimci’lerinin ‘özgürlük’ kavramından ‘ne’ anladıklarıylarıyla ilgili bir ‘konu’dur bu.
Gerçekte ise, ‘Özgürlük’, batı dillerindeki ‘liberté’ kavramından çok, ‘être emacipé’ filiyle ilgili bir durumdur.
Arapçasıyla ‘rüştünü kazanmış olmak’la ilgili bir durum yani.
Yoksa, ‘liberalizm’in anladığı biçimiyle ‘yularını koparmak’ anlamında değildir.
O arada ‘iyi niyetli’ olmak, genel olarak ‘talim terbiye’ almış olmak ve giderek ‘Devlet terbiyesi’ almış olmakla da ilgisi yoktur.
Sözü dolandırıp, ‘Şahsım Devleti’nin ‘Devlet adamları’na getirebiliriz.
Son Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanlığından (ki, Batı dillerindeki karşılığı gouverneur’dür), yerleşik kurallara aykırı bir biçimde alınmasının ardından, ‘Şahsım Devleti’nin ‘Başkan’ına ‘şükranlarını sunmak’; ne ‘özgür’ olmak, ne ‘terbiye’ almış olmak ve ne de ‘devlet terbiyesi’ almış olmakla bağdaşabilir.
Oysa, Naci Ağbal’la ilgili olarak, iyi bir ‘bürokrat’, devlet kademelerini ‘bilgi ve yetenek’leri sayesinde tırmanmış bir ‘kişi’ olarak niteleyenler de var.
Ne yazık ki, ‘özgür’ yani ‘rüştünü kanıtlamış’ bir ‘yurttaş’ olamadığı da son sözleriyle ortaya çıkmış bulunmaktadır.
‘Kişilik’ kazanmadığı bile söylenebilir.
Burada, daha önce sözünü ettiğimiz ve Proudhon’un, ‘toplumsal düzen’in, kendi deyimiyle criterium’u olarak gördüğü ‘bireysellik’ (individualité) ile ‘liberalizm’in savunduğu ‘bireycilik’ (individualisme) arasındaki ayırımı anımsatmak gerekebilir.
Ve yine ‘liberalizm’in savunduğu ‘bencil’likle (égoist) ‘Şahsım Devleti’ndeki ‘benben’cilik (égotist) arasındaki ayırıma da dikkat çekmek gerekir.
Buradan hareketle ‘Şahsım Devleti’nin, yandaşlarını, ‘Ulusal çıkar’, ‘Toplumsal yarar’, ‘Ülke’, ‘Devlet’, ‘Bağımsızlık’ anlayışıyla değil ama ‘Davamız’ denilen, bir ‘sahte ilke’ (faux principe) peşinden sürüklediğini söyleyebiliriz.
‘Dava’nın ‘ne’ olduğunu ise, ‘ilke’yi önerenler dahil ‘savunanlar’ın hiçbiri bilmezler.
Bu ilke, kimi zaman kökenleri tarihin derinliklerinden getirilen bir ‘kin’e dayandırıldığı gibi, ‘dava’ya inanmayanlara duyulan bir ‘öfke’ye de dayanabilir.
Ancak ‘toplumsal gönenç’, ‘özgürlük’, ‘eşitlik’, ‘adalet’ ve ‘kardeşlik’ vb kavramlarla kesinlikle ilgisi bulunmamaktadır.
“Bir Ben vardır, Ben’de Ben’den içeri” !
Şu koşulla ki, bu formülün ‘téolojik’ değil ama ‘téléolojik’ yorumuna dayanan bir ‘Benben’cilik.
Örneğin, Kantçı anlamda ereksellik (finalisme) yani ‘téléologie’de, ‘kavram’ların bilme/tanıma yetisiyle (Erkenntnisvermögen) ile arzulama yetisi (Begehrungsvermögen) arasında bir ‘aracılık’ rolü vardır.
Birinci yeti ‘yüce’liğe ikincisi ise ‘ahlakî yasa’ya açılmaktadır.
‘Şahsım Devleti’nde ise, ‘Şahıs’ yüce, ‘Dava’ya sadakat da ahlakî bir ‘zorunluluk’ olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte burada ‘kişilik’e yer yoktur.
Tıpkı Naci Ağbal ve o arada, gelmiş/geçmiş tüm AKP ‘yöneticileri’nin gerçek bir ‘kişilik’ sorunlarının olduğu gibi.
Hâlâ ‘onlar’ın içinden, ‘iyi insan’, ‘terbiyeli’, ‘güvenilir’, ‘Devlet yönetimi’ne lâyık insanların olduğunu düşünenlere, sadece acınabilir.
‘Onlar’, o boş ‘dava’ları için, önce hasımlarını, sonra ‘Devlet’i ve ‘Ülke’yi ve sonra da ‘biribirleri’ni ‘bertaraf’ edeceklerdir.
Aralarında kimi ‘Kalın’ ya da ‘Boynukalın’ların ‘teolojik’ amaç ve hedefleri olsa da, onlar ‘Şahsım Devleti’ni sadece kendi ‘erek’leri için bir ‘araç’ olarak kullanmaktadırlar.
Şöyle de söylenebilir, ‘Şahsım Devleti’nde ‘tarikat’lar yoktur, ‘Şahsım Devleti Tarikatı’ vardır.
‘Tarikat’ların gerçek ‘kişilik’leri ancak ‘Şahsım Devleti’ yıkıldıktan sonra ortaya çıkacaktır.
Böyle bir yerde ‘Demokrasi’den sözetmek ise olsa olsa abesle iştigal olacaktır.
İsterse oy oranları yüzde bilmem kaç olsun.