ŞAHSIM DEVLETİ (7)
Birlik ve Bölünmezlik
Her ‘Devrim’in olduğu gibi, Fransız ve Türk Devrimleri’nin de bir ‘politik kültür’ü vardı.
Öyle ki ‘teolojik bir çekirdek’lerinin olduğu bile söylenebilir.
Örneğin, söylenilenlerin aksine, Fransa’da ‘federalizm’ düşüncesi devrim yıllarında ‘ahlâksızlık’ olarak görülebiliyordu (1).
Tüm ‘söylem’lere ‘Birlik ve bölünmezlik’ düşüncesi egemendi.
Emmanuel-Joseph Sieyès (1748-1836), 1791 anayasasına “Her milletvekili sadece seçildiği bölgenin değil ama ‘ulusun tümünü’ temsil eder” maddesini önerirken, klise yemininden esinliyordu.
Yani, nasıl herhangi bir klisede, bir psikopos’un söylediği ve yaptığı şeyle, bir başka klisede bir başka psikoposun söylediği ve yaptığı arasındaki uyum Klise’nin evrenselliğini sağlıyorsa; milletvekillerinin farklı bölgelerden seçilmiş olmasının pek bir önemi yoktur.
Yeter ki, ‘Ulusal bütünlük’ü savunuyor olsun.
Latince pars totalis, ya da ‘parça/bütün’ ilişkisi veya ‘Bütün parçadadır’ anlayışı.
İşte Fransa’da neredeyse üçyüz yıldır tartışılmakta olan ‘federalizm’ düşüncesinin temelinde bu ‘anlayış’ yatmaktadır.
Ancak ve ne var ki, ister teolojik ve isterse seküler olsun, Devrim’in ‘politik kültür’ü, ‘merkezileşme’ ve ‘yönetim’ konularında temel aktör olarak ‘Devlet’in ‘bir’liğini koymaktadır.
Toplumsal tepkileri ‘özgürleştiren’ de ‘Devlet’tir.
Devletin ‘bireysel haklar’a önceliği ise ‘yönetim gücü’ne dayanmaktadır.
‘Yönetim gücü’ ya da ‘yönetici güç’ derken, ‘iktidar’dan (pouvoir) çok ‘baskınlık’ (hégémonie) kavramından sözedilebilir.
Ve bu baskınlık, ‘Devrimci ya da Cumhuriyetçi erdem’ ya da ‘birlik ve bütünsellik’in kutsallığına (sacralité de l’unité) dayanmaktadır.
Madalyonun öteki yüzüne bakıldığında ise, Louis XIV (1638-1715) « Fransa’da, diye yazıyordu, ulus bir varlık oluşturmaz, o bütünüyle kralın kişiliğindedir.» (2)
Bir sonraki, yani Louis XV (1725-1768) ise, ‘ulusal çıkar’ denilen şey kralın ellerinde olandan başkası değildir diyordu. (3)
Yani, ‘Ulus’ kavramı, kimi sosyal ‘bilimci’nin savladıkları gibi bir ‘icat’ (innovation) olmaktan çok, Pierre Legendre’ın deyimiyle, ‘Doğa’ ve ‘Kültür’ün (Nature et Culture) mutlu evlilikleri sonucu süren ‘birlik süreci’ (processus d’unification) sonunda ulaşılan bir konumu dile getirmektedir.
Ancak ve ne var ki, ‘Modern Devlet’in kuruluşuyla birlikte, bu kez ‘Devlet-Ulus’ biçimindeki bir ‘birlik süreci’ başlamış olmaktadır.
Bu ‘modern Devlet’in temel özelliği de, öncelikle bir ‘Anayasal Denetim’ olmak üzere, yönetim gücünün ‘yasa’ya dayanmasıdır.
Buna karşın, Sièyes gibi kimi düşünürler, Amerikan örneğine özenerek, ‘temsili hükûmet’ ile ‘demokrasi’ arasına bir ayırım koyacaklardır.
Onlara göre ‘demokrasi’, bir temel yasaya bağlı olmak üzere ‘çoklu cumhuriyet’lerden oluşan bir ‘Birlik’tir.
Oysa Fransa ve Türkiye örneklerinde, Cumhuriyet bir tek ‘Bütün’dür (un seul tout).
‘Şahsım Devleti’nde ise, tek ‘Devlet’, tek bayrak, tek vatan, tek millet ve sonuçta ‘tek adam’ biçimini alacaktır.
Louis bilmem kaç da denilebilir.
Böylece ‘merkezilik’ ve ‘yadmerkezlik’ ile ‘demokrasi’ arasındaki ilişkiye gelmiş oluyoruz.
Fransa’da 2002-2005 yılları arasında başbakanlık yapan Jean-Pierre Raffarin döneminde yeniden tartışmaya açılan ‘yadmerkezcilik’in ise iki boyutu bulunmaktadır.
Politik olarak, yurttaşların yerel yönetimlere (municipales et départementales) katılımı ve yönetimsel olarak varolan yönetimlerin etkinleştirilmesi (rationalisation).
Bakalım, bu tartışmalar, ileri sürüldüğü üzere ve çoğu kez yanlış bir biçimde özerklik de denilen ‘federalizm’le ne kadar ilgilidir.
(Sürecek)
(1)Lucien Jaume, “Les girondins: un conflit véritable, une interprétation faussée”, a.g.e. pp:33-48, p.36 not Dahası yazar, bu gibi durumlarda ‘ideoloji’ yerine Idéo−praxies teriminin daha doğru olabileceğini ileri sürmektedir.
(2) [en France, la nation ne forme pas corps, elle réside tout entière dans la personne du roi], S.Soleil, a.g.m., p26 not
(3)[les intérêts de la nation ne reposent qu’entre les mains du roi], aynı yerde.