ŞAHSIM DEVLETİ (8) : Liberalizm ve Din
‘Modern Devlet’in oluşum sürecinde ‘liberalizm’in baskın olduğu bilinmektedir.
Ne var ki, bu ‘liberalizm’, bugünkü gibi, ‘her niyete göre yenilen’ bir herze olmaktan çok, o günün koşullarında ‘sol’ olarak nitelendirilebilecek bir ‘kavram’ idi.
Ayrıntısına gireceğiz..
Ancak, bu yazı dizisinin ‘néo-patrimonial Devlet’ ya da ‘neo-patrimonial sultanlık’ teriminin bir genel çözümlemesi olarak tasarlanmadığını anımsatmak gerekebilir.
Ki, bu iki ‘moda’ terimin tam Türkçe karşılığının ‘Şahsım Devleti’ olabileceğini ileri sürmüştük.
Ve yine, bu konuda ‘yöntembilimsel’ bir yaklaşımın zorunlu olduğunu belirtmiştik.
Bu da şu demektir aslında: kullanılan her sözcük, terim, deyim ve kavramın, deyim yerinde ise, herbirinin ‘özgül ağırlık’ları vardır ve herbirinin ‘bilimsel bağlam’ı farklıdır.
Örnek olsun, birkaç on yıl önce, İngiltere’de Tony Blair, Fransa’da Lionel Jospin ve Türkiye’de bir ölçüde Bülent Ecevit’i de dahil edebileceğimiz bir ‘Soyal liberalizm’ akımı doğmuştu.
‘Üçüncü yol’ denildiği de olmuştu.
İşte bu tür, önce kimi ‘politikacı’ tarafından ileri sürülüp, ardından ‘basın-yayın’, o arada kimi ‘akademisyen’ ve giderek kimi uluslararası ‘düşünce kuruluşu’ (Think Tanks) tarafından sıkça ele alınan sözcük, terim ve deyimler bir çırpıda ‘kavram’ olamazlar.
En azından ‘bilimsel kavram’ olamazalar.
Bunların, gerçek anlamıyla ‘bilimsel kavram’ statüsüne kavuşması, önce ‘felsefî temelleri’nin atılması ve giderek bir ‘genel kuram’ çerçevesine oturtulmasıyla olanaklıdır.
Kuşkusuz ‘tarihsel kökenleri’nin de ortaya çıkarılmasıyla olanaklıdır.
Tam da bu nedenle, günümüzde kolonyalizm sonrası bağımsızlıklarını kazanmış kimi Afrika ‘Devletleri’yle, sovyet sonrası kimi ‘Devlet’ler için ileri sürülen ‘neo-patrimonila Devlet’ teriminin, köklü bir Devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti için kullanılması, ilk bakışta, uygun olmayabilir.
Ancak ve ne var ki, yirmi yıl gibi bir süredir ‘Şahsım Devleti’ biçiminde sürdürüldüğü de somut bir ‘gerçeklik’tir.
Öyle ki, ‘neo-patrimonial Devlet’lere ‘benzerlik’leri ‘ayrılık’larından pek fazladır.
‘Tıpatıp’tır da denilebilir.
Yine de, nasıl ki ‘sosyal liberalizm’i bir ‘hristiyan sosyalizmi’ olarak tanımlamak kolay değilse, ‘Şahsım Devleti’ni de ‘müslüman liberalizmi’ olarak tanımlamak doğru olmaz.
‘Muhafazakâr’, ‘demokrat’ vb gibi başka nitelikler yüklemek de olanaklı değildir.
‘Nevi şahsına münhasır’ (sui generis) bir ‘model’dir.
Çağdışı, dindışı, gayri millî, geyri meşru bir ‘model’..
‘İnsanlık karşıtı’ da denilebilir.
Dünya genelinde ‘demokrasi ölçütleri’ne uygunluğu 100 puan üzerinden belirlendiğinde, Ermenistan 60 puan alırken Türkiye’deki ‘Şahsım Devleti’nin 30 civarında bir puan alabildiği ileri sürülmekte.
Diğer kimi uluslararası ölçütler bakımından da Afrika’nın ‘neo-patrimonial Devlet’leri bazı konularda Türkiye’nin ‘Şahsım Devleti’nin önünde.
Hal böyle iken, Türkiye’nin önde gelen ‘siyasetçi’, ‘siyaset bilimci’, ‘gazeteci’, ‘asker’, ‘kanaat önderi’ (!) ve halkın çoğunluğu, Ermenistan’da genelkurmay başkanının başbakana ‘istafa etmelisiniz’ demesini ‘darbe’ olarak değerlendirmişlerdir.
İşte bu sözde ‘siyasetçi’, ‘siyaset bilimci’, ‘gazeteci’, ‘asker’, ‘kanaat önderi’ (!)nin analadıkları ‘demokrasi’, bir ‘bilimsel kavram’ olmaktan çok, kulaktan dolma bir ‘sözcük’, gelişigüzel bir ‘terim’ ve ideolojik bir ‘deyim’(notion) olmanın ötesine geçmemektedir.
Demokrasilerde, meğer ki eksik olsun, istifa edilmesi gereken durumlarda ‘istifa etmek’ bir ‘erdem’dir.
İstifa edilmemesi durumunda onu önce ‘Devlet’in en önemli kurumu olan ‘Ordu’nun uyarması, ‘Ordu’nun kendisine verilmiş ‘görev’lerden biridir.
O da olmazsa, ‘Yargı’nın olaya el koyması, ‘Yargı’nın en önde görevlerinden birini oluşturur.
O da olmazsa, halkın ‘doğrudan müdahalesi’, ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’yle kendisine tanınmış ‘hak ve görev’lerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bunlara karşın, Türkiye’de, ‘Şahsım Devleti’, ‘nevi şahsına münhasır’ ve daha doğrusu ‘kerameti kendinden menkul’, ‘İnsan hakları ve hukuksal eylem planı’ mı ne diye bir ‘gevezelik konusu’nu ortaya atmış bulunmaktadır.
Ve bizim sözde ‘siyasetçi’, ‘siyaset bilimci’, ‘gazeteci’, ‘asker’, ‘kanaat önderi’ (!) ve halkımızın çoğunluğu ‘hararetle’ bu ‘plan’ı tartışmaktadırlar.
Ve o arada, benden ‘Devlet’, ‘Demokrasi’, ‘Devlet-Ulus’ konularını yazmam isteniyor olsun.
Eee ben ne yazayım?
Kime yazayım Tanrı aşkınıza..
(Yine de yazacağım, halk bilmezse balık bilsin!)