Saime'nin Suçu Ne?
Ceazaevindeydi... Kocasını öldürmek ve kayınpederini yaralamaktan 15 seneye mahkum olmuştu. Bitmiş cezası çıkmış, beni aradı. Oturduk, uzun, uzun konuştuk.
Gerçek adı Saime değil. S ile başlayan bir başka ismi var. Cezaevin'de kadınlara yönelik konferanslarda tanımıştım onu... Ben Cumhuriyet'in kazanımlarını anlatırken, ayağa kalkmış ve var gücü ile haykırmıştı.
"Ben Mustafa Kemal'in hukukunu ve Cumhuriyet'ini istiyorum." diye. Onun bu haykırışı yüreğiminin daha da hızlı atmasına neden olmuş, Saime'nin ağzından dökülen her sözcük Atatürk'e Türk kadınının yaşı, tahsili, sosyal mevkii, ekonomik durumu ne olursa olsun, duyduğu hasretin açık ifadesidir diye düşünmek gerekir.
Saime'nin öyküsünü kısaca anlatayım size. Saime Mardin'li bir aşiret reisinin kızı. Aşiretinin adını yazmayacağım, çünkü Saime'ye söz verdim. Ancak bugün Zazaca konuşan bu aşiretin Osmanlı arşivlerinde "Konar-Göçer Türkmân Taifesi" den kayda geçtiğinin altını çizerek başlayalım hikayemize...
İşte bu aşiretin bir başka komşu aşiretle aralarında "KAN DAVASI" varmış. Aslında bu aşiret de Zazaca konuşmakla birlikte, ulu yörük topluluğundan ve Osmanlı arşivlerine göre "Konar-Göçer Türkmân Taifesi"dendir. Kısacası aralarında kan davası olan soyları taa Orta Asya'ya dayanan Kürtleştirilmiş iki Türk boyu birbirine düşmanmış.
Çevredeki başka aşiretler ve kaymakam araya girmiş ve her iki aşiret arasında kız alıp, verme ile barışın sağlanmasına karar verilmiş. Bir aşiret reisinin kızı olan 15 yaşındaki Saime, diğer aşiret resinin 34 yaşındaki evli ve iki çocuklu doktor oğluna verilmiş. Adam evli, çocuk sahibi imiş ama, İstanbul'da okumaya gitmeden önce başı imam nikâhı ile bağlanıp, amcasının 13 yaşındaki kızıyla evlendirilmiş.
Saime aşiret resinin kızı. Saime'nin babası "Olmaz" demiş, "Kızımı resmi nikâhsız vermem" Nikâh kıyılmış ve Saime'nin deyimiyle "toy" kurulmuş. Tam üç gün sürmüş düğün. Kazanlar kurulmuş, yemekler yenmiş ve Saime'ye ağırlığından daha ağır altın takılmış.
Çocuk gelin için, için seviniyormuş, yüzünü hiç görmediği bir adamla evlendiriyorlarmış onu, ama olsun doktormuş adam... Tahsilli, bilgili, İstanbul görmüş, medeniyet görmüş bir adamın karısı olacakmış.. Gün yüzü görecek, başının üstünde dolaşan kara bulutlardan kurtulacakmış.
Neyse sözü uzatmayalım, bu arada Saime'nin "düğün" merasimine kökü Orta Asya Türkçesine kadar uzanan "TOY" sözcüğünü kullandığının altını çizerek yolumuza devam edelim.
Saimeler bilmem kaç odalı taş konağın bir odasına yerleşmişler. İlk sene evliliği fena gitmemiş Saime'nin. İlk bebesi de kız olmuş. İki oğlu olan kocası bir şey dememiş Saime'ye. Aşiret reisinin kızı olmasına rağmen kayınvalidesinden habersiz, kendi aşiretine ziyarete gidemezmiş bizim küçük annemiz.
Bir sene sonra doktor koca, Saime'yi canı sıkıldıkça, sudan bahanelerle dövmeye başlamış. Hem de ne dövme... O yetmezmiş gibi hanım annesinden, beybabasından da dayak yermiş. Bir keresinde yediği dayaktan Saime'nin kolu kırılmış, merdivenden düştü demişler hasta hanede. Doktorlar, yüzündeki, göz altlarındaki ve vücudundaki darp izlerinin görmezden gelmişler. Çünkü kocası oranın hükümet tabibiymiş.
Dayanamamış Saime, bir gece yalın ayak, başı çıplak baba evine kaçmış. "Olmaz" demişler. "Sen o eve gelinliğinle girdin, ancak kefeninle çıkarsın. Hem barış da bozulur."
Saime yalvaran gözleriyle kadın anasına bakmış, kadın ana ise ellerini böğründe birleştirip, başını önüne eğmiş sadece. Saime'yi koca evine göndermişler geldiği gibi... Ayakları yalın, başı çıplak..
Saime gene dayak yemeye devam etmiş. Bir gece öylesine dayak yemiş ki, utanmayı arlanmayı bir kenara bırakıp, karakola sığınmış, kocasından ve beybabasından şikayetçi olmuş, polis ağbileri"Tamam yenge, sen meraklanma" demişler, sırtını okşamışlar, sonra da doktor kocasına haber vermişler.
Koca gelmiş, Saime'yi döve, döve eve götürmüş ve sen misin karakola gidip bizi şikayet eden, başımızı öne eğen. Üç gün katıksız su ve dayak. Kendini asmayı denemiş Saime, becerememiş, ortalıkçı kadın kurtarmış onu.
Sabaha karşı eve alkollü gelen koca, gündüz hanım anneden yediği dayak yetmezmiş gibi gene, tekme tokat Saime'yi dövmeye başlamış.
Sonra ne olmuş, nasıl olmuş hatırlamıyor Saime, belki de hatırlamak istemiyor, kocasının belindeki tabancayı çekmiş ve rastgele ateşlemiş. Gürültüye koşanlar arasında kayınbabasını görünce, namluyu ona doğrultmuş ve onu da göğsünden yaralamış. Kocası ölmüş Saime'nin.
O artık bir katilmiş. 22 Yaşında bir katil.. Tutuklamışlar. Hakim sormuş, "Pişman mısın kızım?" diye. "Hayır, pişman değilim Hakim amca" diye cevaplamış bu soruyu. " Hakim "Yaz kızım" demiş hakim gözleri dolu, dolu..."Sanık pişman olduğunu beyan etmiştir." Hafifletici sebepler de göz önüne alınarak ilgili kanun gereği Saime 22 yaşında hapse mahkum olmuş.
Şimdi otuz yedi yaşında Saime... Ceza evinde İlköğretimi ve açık liseyi bitirmiş. Mustafa Kemal'le benimle tanışmış, "Nutuk"u okumuş cezaevinin kütüphanesinde. Seneye üniversite sınavına girip, hukuk fakültesini kazanmak istiyor Saime... Avukat olmak ve kadınları savunmak en büyük amacı. Bir başka şehre taşınıp, izini kaybettirmek zorundaymış.
Ayrılırken bana sık, sık mektup yazacağını söyledi. Bir de dedi ki "Abla gidin oralara, kadınlara Atatürk'ü, Kemalist Devrim'i anlatın. Kadınların kurtuluşu O'nun devrimlerindedir."
Sarıldık birbirimize, ellerimiz çok ayrıldı. Saime'yi seyrettim bir süre. Sağına, soluna bakarak yürüyor, gördüklerini hazmetmeye çalışıyor, unuttuğu özgürlüğü aldığı her nefeste içine çekiyordu. Başı dimdik yürüyordu, galiba korkmuyordu da. O savaşmak için pusatlarını kuşanmış bir kadın askere benziyordu...
Ne demişti Saime? Kadınların kurtuluşu Mustafa Kemal'in devrimlerindedir.
10 Kasım 1938'de ilk demokratik devrimini gerçekleştirerek padişahlığı yıkıp Cumhuriyet'i ilan eden Mustafa Kemal'in HAKK'a yürümesiyle, Kemalist Devrim yarım kalmış, ötelenmiştir.
Örneğin bir Atatürk'ün en büyük ideali olan "Toprak Reformu" tam anlamıyla uygulanamamıştır. Yapıldığı zannedilen reform yeni, yeni toprak ağaları türetmiştir.
Feodalizm tasfiye edilmemiş, zamanla feodal ağalarının yerini, cemaat ve tarikatların "şıh"ları almıştır. Doğu ve Güneydoğu'da yapılan seçimler sadece ve sadece bir "sandık müsameresi"dir.
Özellikle köylerde tek bir kişi, tüm köyün adına oy kullanır. Aşiret reisi hangi partiden adaysa, topluca o partiye oy verilen bir dünyadır orası...
1938'den bu yana oluşan boşluktan faydalanan cemaat ve tarikatların ardından ilk önce Marksist ve Leninist bir örgüt olarak ortaya çıkan, daha sonra da tarikatlarla işbirliği yapan PKK egemen olmuştur o bölgede...
Batı'da kadınların az da olsa nasiplendiği, ama günümüzde ters yüz edilen Aydınlanma Devrimi'nden, o bölgedeki kadınlar nasiplerini alamamışlardır.
Kadın erkek için istediği zaman yatağa atılan, çocuk doğuran, dayak atılan bir metadır. Kadının hiç önemi yoktur. Dövülür, satılır ve öldürülür. Veya gördüğü şiddet sonunda tıpkı Saime gibi, kendi hayatını korumak adına katil olmaya zorlanır.
Güneydoğu'da öne çıkan kadınlar, emperyalizmin döllediği artıkların örnekleridir. Onlar ya uyuşturucu baronlarının eşleri, ya da etnik milliyetçi ayrılıkçı Kürtlerin öne çıkanlarıdır.
Enternasyonal sosyalizmden yola çıkarak, nasyonal sosyalizmin örneklerini oluştururlar. Meydanları boş bulup, Kürt milliyetçiliğini öne çıkaran bu kadınlar emperyal faşizmin uşaklarıdır.
Örneğin bir Leyla Zana önceleri Mehdi Zana'ın hapse girmesinin ardından, o zamanlar Diyarbakır'da Yalçın Küçük'ün çıkardığı Aydınlık dergisinde çalışmaya başlamış, dergiden ayrıldıktan sonra da o bölgede yaptığı ayrılıkçı konuşmalar sonunda kadınların idolü haline gelmiştir. Özgürlükten bahsederken, emperyalizmin kölesi olmuş, kendi halkını şiddete, esarete mahkum etmiştir.
Kadına yönelik şiddeti sona erdirecek sihir, "eğitim" midir? Kendi üniversite mezunu olup, üniversite mezunu kocasından dayak yiyen nice kariyer sahibi kadınlar vardır. Onlar bir Saime bile olamamışlardır. Çünkü onlar Amerikancı eğitim sisteminin etkisi ile beyinleri kefenlenmiş, cesareti yok edilmiş, insanlığı ellerinden alınmış, ruhları prangaya vurulmuş zavallılardır.
Çare özellikle Güneydoğu'da feodal sistemin tasfiye edilmesidir. Erkek egemen anlayış kırılmalı, kadına insan olduğu ve haklarını savunması öğretilmelidir.
Peki, bu nasıl olacaktır? Doğu'dan, Güneydoğu'dan başlayarak kadın-erkek şuraları oluşturulmalı ve bu şuralar yaygınlaştırılarak devam etmelidir. Oluşturulacak zincir asla kırılmadan, Erol Bilbilik üstadımın yazdığı gibi Ankara yeniden merkez ilan edilip, Milli Birlik kurulmalıdır.
Ama bunu başarmak için de ön şart, Doğu, Güneydoğu, Batı, Kuzey fark etmez, tüm kadınlara Kemalist Devrim aşılanmalıdır.
Bu öyle bir aşı olmalıdır ki, asla beyinlerden silinmemeli ve nesilden, nesile aktarılmalıdır.
Aksi halde "Saime'nin suçu ne?" sorusunu sonsuza dek sormaya devam ederiz.
Figen ÖZEN, 18 Ekim 2011