nurettin paşa'nın ve babası mareşal ibrahim paşa'nın meşrutiyet inkılabında nasıl ve ne dereceye kadar rol oynadıkları konusundaki hatıralarım
mareşal ibrahim paşa'nın üçüncü ordu komutanlığı, oğlu nurettin bey'in babasının yaverliği ve meşrutiyet inkılabında nasıl ve ne dereceye kadar rol oynadıkları konusu üzerinde de bir parça bilgi vermek isterim. bunun için geçmişle ilgili kısa bir hatıramı anlatmama müsaadenizi rica ederim.
efendiler çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, sultan hamid tarafından suriye'ye sürüldüm. orada üç yıl kaldıktan sonra, o zaman üçüncü ordu bölgesi olan makedonya'ya nakledildim. ordu merkezi manastırdı. ordu mareşalliği adı altında bir komuta makamı da vardı. üçüncü ordu komutanı selanik'te otururdu.
orada da mareşallik kurmay heyeti (201) diye bir kuruluş vardı. ben 1908 yılında kolağası rütbesiyle bu kuruluşta görevliydim. hürriyeti getirmeye çalışan gizli cemiyetle pek yakından ilgim vardı. yanyalı esat paşa üçüncü ordu komutanıydı. süleyman paşa - zade ali rıza paşa, kurmay başkanı'mızdı o zaman binbaşı bulunan rahmetli cemal paşa ve yine binbaşı olan fethi bey (bugünkü paris büyükelçisi) ve ben, mareşallik kurmay heyeti'ni oluşturuyorduk. her üçümüz de cemiyetin üyesi idik. cemiyetin başarıya ulaşması için çalışıyorduk.
o tarihlerde, üçüncü ordu bölgesine bağlı serez'deki tümenin ve serez bölgesinin komutanı mareşal rütbesinde bir zattı. bu zat, sultan hamid'in fevkalade güven ve itimadını kazanmış bulunuyordu. rütbesinin mareşal olmasına, esat paşanın kendinden daha ast bir bir rütbede bulunmasına rağmen, istanbul ile serez arasında güvenli bir bölge bulundurulmak maksadıyla serez'den uzaklaştırılamazdı. işte bu önemli komutan, mareşal ibrahim paşa idi. oğlu nurettin bey (nurettin paşa) de, babasının yanında bulunurdu. meşrutiyet'in ilanından önceki günlerde, bir binbaşı, mareşal ibrahim paşa'nın komutanlık bölgesinde, istibdat idaresinin aleyhinde konuşmuş... bir casus bunu jurnal etmiş... o zaman selanik'te merkez komutanı bulunan yarbay nazım bey, olayı yerinde soruşturmak üzere istanbul'dan görevlendirildi.
cemiyet, nazım bey'i bu görevden alıkoymak üzere vurdurdu. yaralanan nazım bey istanbul'a getirildi. olayın soruşturmasına istanbul'dan birinin değil, ancak orduca gösterilecek bir görevlinin gidebileceği görüşü telkin edildi. ben görevlendirildim. görevim, hiç şüphesiz istibdat aleyhinde bulunmuş olan binbaşıyı kurtarmaktı.
önce serez'e gittim. mareşal ibrahim paşa'yı ziyaret ettim. görüşme sırasında anladım ki, paşa'nın büyük bir endişesi vardır. paşa, kendi bölgesinde, sultan hamid ve istibdat idaresi aleyhinde bir tek kişi bile bulunmadığı ve bulunamayacağı yolunda sultan'a güvence vermişti. buna rağmen, söz konusu binbaşı için yapılan jurnal, sultan hamid'in mareşal ibrahim paşa'ya olan güvenini sarsacak nitelikteydi. bu jurnalda yazıların doğrulanması, ibrahim paşa'nın durumunu kötüleştirecekti. bunu istemiyordu.
ben derhal paşa'nın endişesini anladım ve dedim ki: paşa hazretleri, devletli şahsınızın bölgesinde, zatışahane aleyhinde duygular besleyen bir tek kişinin bile bulunabileceği düşünülemez. yapılmış olan jurnalda yazılanların yerinde soruşturulması, devletli şahsiyetiniz tarafından kurulmuş olan disiplini ve aşılanmış olan bağlılık duygularını kolayca ortaya koyacaktır. arzu buyurursanız, yapacağım soruşturma raporunun bir suretini zatidevletlerine göndereyim.
ibrahim paşa, bu sözlerimden çok ferahladı. benden memnun oldu ve oğlu nurettin bey'i çağırtıp benim çok iyi ağırlanmamı ve olay yerine gidebilmem için kolaylık gösterilmesini emretti.
soruşturmanın sonucu, binbaşıyı kurtardı. jurnal vereni iftira ettiği için cezaya çarptırdı. mareşal ibrahim paşa da, sultana kendi bölgesinde, aleyhte bir tek kişinin bile bulunamayacağını ispat ederek zatışahane'nin kendisi hakkındaki güven ve itimadını bir kat daha artırdı. mareşal ibrahim paşa'nın bu yolla kendisine beslenen güveni bir kat daha artırması, çok geçmeden, kendine bütün makedonya'yı istibdada karşı olanlardan temizleme görevini hazırladı.
bu noktayı biraz açıklayayım: cemiyet, bütün makedonya'da teşkilatını genişletti, faaliyetini hızlandırdı. artık hemen hemen açıktan açığa ve korkusuzca çalışmalara başlandı. selanik'te, ordu mareşallığı'nda bulunan esat paşaya güven kalmadı. kurmay başkanı'mız olan ali rıza paşa hakkında şüpheye düşüldü. bunlar birer birer, sultan hamid tarafından sorguya çekilmek üzere istanbul'a geri çağrıldı. ordu mareşallığı'na her bakımdan güven ve itimat uyandıran mareşal ibrahim paşa tayin edildi ve selanik'e gönderildi.
ibrahim paşanın selanik'e gelmekte olduğu haberi üzerine, cemal bey (rahmetli cemal paşa), ne olur ne olmaz düşüncesiyle, bir vesile yaratarak merkezden uzaklaştı. arkadaşım fethi bey, zaten daha öncesinden jandarma okulu komutanlığı'na geçmişti merkezde ordu komutanı ve kurmay başkanı adlarına yalnız ben bulunuyordum. yeni gelen komutana üçüncü ordu komutanlığı'nı ben devir ve teslim edecektim. gerçekten de öyle oldu.
ibrahim paşa, yanında oğlu nurettin bey olduğu halde, trenle geç vakit selanik'e vardı. doğruca komutanlık dairesine geldi. orada kendisine durumu anlattım. gece olmasına rağmen, ordu karargahında görevli bütün komutanları birer birer görmek istedi. herkes gelip kendini tanıtıyordu. mareşal paşa, her yeni tanıdığı zata, kendisinin ne kadar şiddetli olduğunu, insanı yokedebilecek güçte bulunduğunu anlatmaya çalışır birtakım tavırlar takınarak, hiç de yakışık almayan sözler söyleyerek, arasıra çizmeli ayaklarını yere vurarak, ilk andan itibaren korkutma politikası uygulamaya başladı.
gece evime gittim. ertesi gün erkenden bir süvari, bir binek atı getirdi ve mareşal paşa'nın beni istediğini söyledi. daireye geldiğim zaman anladım ki, benim göreve devam edebileceğimi emretmiş...
şimdi efendiler, gelelim ihtilal ve inkılap safhasına...
ibrahim paşa'nın, korkutma politikası, ihtilal komitesinin gözdağı verici tutumuyla karşılandı. paşa, hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini duydu. bu arada en çok cemal bey (cemal paşa) vasıtasıyla ihtilal cemiyetinin kuvvetinden ve teşebbüsündeki ciddiyetten ibrahim paşa'nın oğlu haberdar edildi.
babasının cemiyet aleyhinde bir harekette bulunmaması için uyarıldı ve paşa'dan teminat istendi. söz gelişi, paşa, cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini göstermek üzere, cuma namazını filan camide kılacak ve ikinci safta namaza duracaktır gibi birtakım isteklerde bulunuldu. işte nurettin bey bu gibi şeyleri babasına duyurmak için aracı olarak kullanılıyordu. fakat önemli işlerde daha çok görevlendirilen ve çalıştırılan, babasının emir subayı nurettin bey değil, cemiyetin üyesi ve mutemedi olan, komutanlık makamının emir subayı yüzbaşı kazım nami bey (şimdi yazar ve öğretmendir) idi.
ibrahim paşa, cemiyetin uyarılarına uymak zorunda bırakıldı. fakat, cemiyetin teşkilatından, teşebbüslerinden, kararlarından ve yaptığı işlerden hiçbir vakit haberdar edilmemiştir.
hürriyet ve meşrutiyet'in ilanından da, ne ibrahim paşa'nın ve ne de oğlu nurettin bey'in daha önce hiçbir şekilde ve asla haberleri de olmamıştır. meşrutiyet'in ilanı konusunun tamamen içinde bulunduğum ve bütün teferruat ve safhalarıyla şahsen ve yakından ilgili olduğum için, bu konudaki hatıralarım olduğu gibi aklımdadır.
hürriyet ve meşrutiyet ilanı ile ilgili gösterilerde erken davrandığı sanılan üsküp'teki hazırlıkları selanik'te ve diğer yerlerde yapılacak hazırlıklara uygun bir şekilde düzenlemek için üsküp'e gitmiştim. oradan dönüşümde ve artık her yerde fiili gösteriler başladıktan sonra, mareşal ibrahim paşa beni çağırdı ve şunları söyledi: beni ordu komutanlığı'nda bırakacak mısınız, bırakmayacak mısınız? bırakılmayacak isem, şahsım tecavüz ve hakarete uğratılmadan hemen istanbul'a hareket edeyim. hatta paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline alarak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ekledi: burada benim yalnız bir hokkam var, onu alır, giderim.
gerekenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi söyledim. cemiyet adına yetkili olan diğer arkadaşlarla, ibrahim paşa'nın komutanlığı konusunu görüştük. bir zaman için kalmasında sakınca görmedik. komutanlıkta kalacağını bildiren cemiyet kararını kendisine ben tebliğ ettim.
fakat, bir iki gün sonra, dağa çıkmış olan subaylardan bir teğmen efendi, ibrahim paşa'ya bulunduğu yerden hakaret dolu bir telgraf çekmiş... ibrahim paşa, derhal beni çağırttı ve telgrafı uzatarak dedi ki: beni komutan olarak burada bırakacağınızı bildirmiştiniz. bu hakaret nedir? komutan paşa'ya cemiyet'çe kendisi için aldığımız kararı bütün teşkilata duyuracak kadar zaman geçmediğini, özellikle dağ başında bulunan subaylarımızın herhangi bir telgraf merkezinden bu gibi telgrafları çekmelerine engel olmanın bugünlerde güç olacağını kabul etmesi gerektiğini söyleyerek kendisini yatıştırmaya çalıştım.
fakat, aradan çok geçmeden, o zaman yunan sınırı komutanı bulunan muhlis paşa, cemiyetin manastır'daki merkez heyeti tarafından manastır'a davet edilmiş... muhlis paşa, ordu komutanı ibrahim paşa'dan izin almaksızın manastır'a gitmiş. bu duruma canı sıkılan ibrahim paşa, muhlis paşa'ya tekdir edici bir yazı göndermiş...
bunun üzerine, muhlis paşa'yı davet eden merkez heyeti, ibrahim paşa'ya uzun bir telgraf çekmiş... bu defa da mareşal paşa beni çağırarak telgrafı gösterdi ve: ya bu ne? dedi.
telgrafı baştan sona kadar okudum. bu telgrafta konyar aşiretinden mareşal ibrahim paşa'nın bütün hayatı, geçmişi ve hayatının içyüzü açıklandıktan sonra, ağır ve hakaret dolu kelimelerle, istibdat devrinin, sultan hamid kulluğunun ender rastlanır bir örneği olan ibrahim paşa'nın hürriyet için çalışan bir çevrede, hürriyet için çalışanlara komuta etmek cesaretinde bulunmasına şaşılıyor ve hemen komutanlıktan çekilmesi ihtar ediliyor ve isteniyordu.
efendiler, bundan sonra, ibrahim paşa gerçekten selanik'te duramadı. dediği gibi bir hokkasını alıp gitti.
bu bilgilerden sonra, nurettin paşa'nın, üçüncü ordu komutanı bulunan babası mareşal ibrahim paşa ile meşrutiyet inkılabının yapılmasına ve ihtilalin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine ne yolda hizmet etmiş olduklarını anlamak kolaylaşmıştır, sanırım. denildiği gibi, ihtilalin aşırılıktan uzak ölçülerle yürütülmesine de etkili olamamışlardır. en ölçüsüz davranışlar, bizzat kendilerine yapılmış olan muamelelerde görülmüştür.
hal tercümesi broşürüne göre nurettin paşa'nın meşrutiyetin ilanından sonra gördüğü hizmetler
hal tercümesi broşürünün 4'üncü sayfasında, nurettin paşa'nın, rumeli'den istanbul'a yürüyen hareket ordusu'na katılarak vatan görevini yerine getirdiğinden söz edilmektedir. 31 mart vak'ası dolayısıyla rumeli'den istanbul'a gönderilen kuvvetlerin komutanı, rahmetli hüsnü paşa idi. ben bu kuvvetlerin kurmay başkanı idim.
bu kuvvetlere hareket ordusu adını veren, hareket ordusu'nun istanbul'a kadar gidişini düzenleyen ve yöneten bendim. nurettin bey'in bu kuvvetlere katılarak görev aldığını bilmiyorum. nurettin paşa, birçokları gibi, hareket ordusu istanbul'a yaklaştığı zaman, ayastefanos'a veya makrıköyü'ne gelmiş olabilir.
nurettin paşa, yemen vilayetinin kurtarılması ve asilerin sindirilmesi için yapılan savaşlarda birtakım tümen birliklerine veya müfrezelere komuta etmiş...
her tümen komutanı, her savaşta aynı durumda bulunur. sonra, san'a'nın kurtarılması üzerine, orada yığınak yapmış olan askeri kuvvetlere komuta etmiş...
efendiler, asker olanlar çok iyi bilirler ki, bir yerde çeşitli ordu birlikleri toplandığı zaman, orada bir merkez komutanlığı, bir mevki komutanlığı, bir bölge komutanlığı veya ordugah komutanlığı kurulur... nurettin paşa'nın san'a'daki komutanlığı bundan başka bir şey miydi?
nurettin paşa, imam yahya ile anlaşma yapması için ahmet izzet paşa'ya yardımcı olmuş...
ahmet izzet paşa'ya sormadım. fakat, izzet paşa ile birlikte olup çalışmalarına yakından katılan yetkili kimselerin söylediklerine göre, imam yahya ile anlaşma görüşmelerinde nurettin paşa hiçbir şekilde yetkili kılınmamıştır.
nurettin paşa balkan savaşlarına katılma arzusu göstererek yemen'i kuzeyinden güneyine kadar geçip aden-mısır-suriye-konya-istanbul yoluyla çatalca yakınlarında bulunan başkomutanlık karargahı'na katılmış ve komutanlığı açık bir tümen bulunmaması dolayısıyla, kendi isteği ile gönüllü olarak 9'uncu alay'ın komutasını üzerine almış.
nurettin paşa'nın yemen'den istanbul'a gelmek için takip ettiği yol, yemen'den istanbul'a gelen bütün asker ve sivillerin, kısacası herkesin takip ettiği yoldu. yol o idi. nitekim, o tarihte biz de afrika'da bulunuyorduk.
istanbul'a gelmek için afrika çöllerini batıdan doğuya mısır'a kadar deve ile geçtikten sonra, iskenderiye ile triyeste arasındaki bütün akdeniz'i ve adriyatik denizini güneyden kuzeye ve triyeste'den bükreş'e kadar avrupa'yı ve ondan sonra da karadeniz'i geçerek aynı karargaha ulaşmıştık. yol buydu.
nurettin paşa, bu noktada asıl söylenmesi gereken konudan söz etmiyor. nurettin paşa, albaylıktan binbaşılığa indirildikten sonra, yemen birliklerinde görev yapmak üzere yarbaylığa yükseltilmiştir. bu yükselmenin gereği olarak, yarbaylıkta yemen'de iki yıl kalmak lazım gelirken, vaktinden önce istanbul'a gelerek kurtulma yolunu bulmuştur.
hal tercümesi broşürünün 6'ncı ve 7'nci sayfalarında, nurettin paşa'nın irak komutanlığı'ndan söz ediyor ve yerli imkanlara başvurarak yeniden ordu kurup dost ve düşmanların umduklarının ve beklediklerinin aksine, yenilgiden zafere ulaşma harikasını gösterdiği belirtiliyor.
irak seferinde nurettin paşa
efendiler, irak seferinde, nurettin paşa zamanındaki durumun içyüzü şundan ibarettir:
ilk irak komutanı olan süleyman askeri bey'in yenilgiye uğrayıp intihar etmesinden sonra, irak'a kafkasya'dan yeni birlikler gelinceye kadar, savaşlar, ingilizlerin isteğine ve yürüyüş hızlarına bağlı kalmıştır. nurettin paşa, kütülamare'de ingilizlere yenildikten sonra, gece gündüz ve hiç bir direnme göstermeden yürüyerek selmanpak'a kadar perişan bir şekilde geri çekildi.
ingilizler, nurettin paşa'yı kovalayarak selmanpak'a kadar ilerlediler. orada, kafkasya'dan gönderilmiş olan birlikler, ingiliz birliklerini karşıladı. üç gün savaştıktan sonra, nurettin paşa yenilgiyi kabul ederek geri çekilme emri verdi. birlikler, diyale ırmağına kadar kuzeye çekildi.
ingilizlerle süvari bağlantısı kurma yolu bile aranmadı. halbuki, aynı zamanda, ingilizler de geri çekilmişlerdi. bu bilgiyi veren çöl araplarıydı. ondan sonra nurettin paşa, kendini toplayıp yeniden selmanpak - kütülamare yönünde ilerledi.
kütülamare kuzeyinde, gece ingiliz birlikleri ile karşılaşıldı. tedbirsizlik, düzensizlik ve idaresizlik yüzünden, birliklerimiz şafak vakti düşmanın ateş baskınına uğradı.
er, subay ve komutan olmak üzere birçok kayıp verildi. birliklerde panik oldu. kendiliğinden geri çekilme başladı. ingilizlerin çekilmesi üzerine ortalık yatıştırılabildi.
irak'ta yeni birlikler ve yeni vasıtalarla büyük ve kanlı savaşlar bundan sonra başlar ki, nurettin paşanın bunlarla alakası yoktur.
broşürün aynı sayfalarında, nurettin paşa, ingilizlerden ele geçirdiği uçaklarla da bir uçak filosu meydana getirmek gibi çok büyük başarılar göstermiştir deniliyor.
bu iddianın pek cahilce olduğunu söylemek zorundayım. uçağın ve uçak filosunun ne olduğunu bilenler, böyle bir iddianın ne kadar gülünç olduğunu elbette anlarlar.
büyük taarruz'da nurettin paşa savaş meydanını dürbünle seyretmeyi tercih ediyordu
broşürün sekizinci sayfasında, nurettin paşa'nın dürbünle bakarken alınmış bir resmi vardır. bu resmin altında şu sözler yazılıdır:
26 ağustos 1922 taarruz günü kocatepe gözetleme yerinde karahisar meydan muharebesi idare ederken alınan fotoğraflarıdır.
o gün hep aynı tepedeydik. dürbünle bakanlar çoktu. dürbünle en çok bakanlar, özellikle gözetleme görevi verilen subaylardı. gerçekten, nurettin paşa'nın da savaş meydanını dürbünle seyretmeyi tercih ettiğini ben de farketmiştim.
karahisar - dumlupınar meydan muharabesi yapılırken, başkomutanlık meydan muharebesi'nin yapıldığı gün bir aralık, nurettin paşa'yı kolordu komutanı kemalettin paşa'nın (şimdiki berlin büyükelçisi) gözetleme noktasında, durumu dürbünle seyrederken buldum. birliklerimiz düşmanı yakından sıkıştırmış, nazik ve önemli bir durum ortaya çıkmıştı. dürbünle seyretmeyi bırakınız! savaşı yakından ve bizzat idare etmek için, ileri ateş mevzilerine gideceğiz dedim.
nurettin paşa, bu kadar yaklaşmanın doğru olmadığını söyleyerek gitmek istemedi. canım sıkıldı. siz burada kalabilirsiniz dedim. kemalettin sami paşa'ya: siz benimle geliniz! dedim ve otomobilime yürüdüm. kemalettin paşa: emredersiniz dedi ve benimle beraber yürüdü. bu davranış üzerine, dürbünün başında yalnız bırakılan nurettin paşa'nın da arkamızdan geldiğini gördük. dediğim yere gittik. yunan ordusunun esareti ile sonuçlanan o savaşı, en ince noktalarına kadar bizzat idare ediyor ve gereken emirleri, doğrudan doğruya kolordu komutanlarına ve diğer komutanlara ben veriyordum.
verdiğim emirlere göre tedbirler alınıp gerekli uygulamalara geçilirken, ordu komutanı nurettin paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. bir aralık, kolordu komutanını benim yanımdan uzaklaştırarak bazı emirler vermeye kalkışmış... kolordu komutanı bu emirleri uygulanabilir nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir çatışma durumu ortaya çıkmış... kemalettin sami paşa, nurettin paşa'nın yanından biraz sertçe bir muamele ile ayrılmış.. bu durumun farkına vardım. kemalettin sami paşa'yı yanıma çağırıp, sükünet ve disiplini koruması gerektiğini söyledim. daha sonra, yalnız olarak nurettin paşa'yı çağırttım.
genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gerçekten de uygulanması mümkün değildir. komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. gerekli, uygulanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.
hal tercümesi broşürünün 9'uncu sayfasında, irak'tan sonra kafkas cephesine gitmiş olan nurettin paşa'nın 3'üncü ordu bölgeleri komutanlığı'nda ve ordu komutanlığı vekilliği'nde bir süre bulunduğu yazılıdır. bu görevlerin nasıl birer görev olduğunu ve bu sürenin kaç gün olduğunu sormak lazımdır.
nurettin paşa, kafkas cephesinden istanbul'a dönüşünde aydın, muğla ve antalya bölgeleri komutanı unvanı ile izmir'e gitmiş ve orada bulduğu, çoğunu 40 yaşından yukarı askerlik çağını aşmış erlerin oluşturduğu dağınık birkaç birliği (müstahfaz kıtaatı) yeniden düzenleyerek ve yeni tümenler kurarak 21'inci kolorduyu meydana getirmiş.
efendiler, kolordu kurma işi, son zamanda, birinci dünya savaşı'nın fantazileri sırasına geçmişti. özellikle, karşısında düşman bulunmayan sabit bölgelerde, askerlik şubeleri ve başkanlıkları kuruyormuşçasına bir kolaylıkla, kolordu komutanlıkları kurulur ve yetkiler verilirdi. gerçekten bütün savaş cepheleri imdat diye feryat ederken, 21'inci kolordu, değer verilen bir varlık olsaydı, aydın bölgesinde yüzüstü bırakılmazdı.
hal tercümesi broşürüne göre nurettin paşa'nın istanbul'da ve anadolu'da gördüğü önemli işler nelerdi?
broşürün 16'ncı sayfasında nurettin paşa'nın anadolu'da mustafa kemal paşa ve arkadaşlarının teşebbüsleriyle başlayan milli mücadele liderleri ile de ilişki kurarak... istanbul'da birtakım önemli işler yaptığından, sonunda ingilizler tarafından takibe başlanmış olduğundan ve mustafa kemal paşa'dan aldığı davet yazılarında, artık istanbul'dan çok anadolu'da hizmet edilebileceğinin bildirilmesi üzerine anadolu'ya geçmiş olduğundan söz ediliyor.
efendiler, nurettin paşa'nın istanbul'da ingilizlerle ve damat ferit paşa kabinesi'yle anlaştığını, ankara'da kurulan türkiye büyük millet meclisi'nden ve onun hükümetinden habersiz olarak, bizi, istanbul ile uyuşturmaya çalıştığını ve bu münasebetle arada geçen telgraf haberleşmeleri üzerine ankara'ya geldikten sonraki davranışlarını yeri geldiğinde anlatmıştım. bunları tekrar etmeyeceğim.
18'inci sayfada: yukarıda sayılan vatan hizmetlerini başarı ile yerine getirmiş olan nurettin paşa ile büyük millet meclisi arasında bazı resmi işlerden dolayı anlaşmazlık çıkması üzerine, kendisi hemen ankara'ya gelmiş ve bu anlaşmazlık olumlu bir çözüme bağlanarak giderilmiştir ifadesine rastlanmaktadır.
nurettin paşa'nın, hükümetçe nasıl merkez ordusu komutanlığı'ndan alınarak divan-ı harb'e verilmek üzere ankara'ya getirildiğini ve meclis'in, kendisine karşı gösterdiği şiddetli tepki, idamını isteyecek kadar ileri gitmişken, başkomutan sıfatıyla, şahsen meclis kürsüsünden, nurettin paşa'yı savunarak nasıl kurtarmış olduğumu da açıklamıştım. burada yeri gelmişken yalnız bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
söz konusu broşürde yer alan ifadeye göre, bir türkiye büyük millet meclisi vardır, bir de nurettin paşa... bunlar karşı karşıya gelmişler ve aradaki anlaşmazlık giderilmiş... bilindiği gibi, meclis ile karşı karşıya gelebilen yalnız hükümet'tir. meclis'in karşısında hükümet vardır. bir ordu komutanı, bir vali ve herhangi bir makam sahibi meclis'in muhatabı olamaz.
broşürün 18'inci sayfasının son satırları, nurettin paşa'nın tanrının lütfuyla, vatanı tehlikeden kurtaran büyük zaferin başarıcısı ve yaratıcısı olduğunu, milli tarihe bu defa pek önemli ve benzeri görülmemiş bir şeref ve iftihar sayfası eklemeyi sağlamış bulunduğu...nu açıklamaya ayrılmıştır.
nurettin paşa, zaferden pay almaya en az hakkı olanlardan biridir
efendiler, bu kadar cür'etli bir iddia karşısında şaşırmamak ve böyle bir iddiayı garip karşılamamak mümkün değildir.
gerçekten de nurettin paşa, genel taarruzda 1'inci ordu komutanlığı'nda bulundu. diğer bütün komutanlarla birlikte kendisine emrettiğimiz görevleri yapmaya çalıştı. bu durum, bütün türk ordusuna ve ordumuzun büyük küçük bütün komutanlarına, subaylarına ve her erine ait olmak tabii bulunan bir başarıyı ve şerefi, nurettin paşa'nın kendi şahsına mal ettirmesini gerektirmez. bu iddia kadar anlamsız, asılsız ve ayıp bir şey olamaz.
nurettin paşa'yı kazanılan zaferin yaratıcısı gibi göstermek olsa olsa kendisiyle alay etmek maksadına dayanabilir. yoksa, nurettin paşa, büyük zafer'in şerefinden pay almaya en az hakkı olanlardan biridir.
efendiler, büyük taarruz'da, nurettin paşa'yı, yalnız taarruzun ikinci günü kocatepe'de yalnız bırakmıştım. çünkü, düşmanın yenildiğini ve geri çekileceğini anlamıştık.
yenilgisini bozguna çevirmek ve geri çekilme hattını keserek düşman ordusunu esir etmek için, artık kocatepe'de değil, durumu daha genel olarak gözden geçirecek ve ona göre etraflı tedbirler alacak yerde bulunmamız gerekiyordu.
o gün bile, cephe komutanı ismet paşa'nın uygun görüp benim imzam ile yazdığı cesaret verici kısa bir yazıyı telefonla okuyarak nurettin paşa'nın maneviyatını kuvvetlendirmek için tedbir almak gereği duyulmuştu.
nurettin paşa'yı ve ordusunu bizzat takip etmek ve yönetmek zorunda kaldım
ondan sonra, nurettin paşa'yı ve ordusunu bizzat takip etmek ve yönetimine müdahale etmek zorunda kaldım. böyle yapmasaydım, nurettin paşa'nın yaptığı hataları düzeltmek güçleşirdi.
dumlupınar'da, ordusunun kurmay başkanı emin paşa'nın ileri hareket için hazırladığı harekat emrinin kapsamını anlamayan, fakat anlamamış değil de daha iyisini düşünmek ve yapmak istiyormuş gibi davranan nurettin paşa'nın bir kararsızlığa düşmesi üzerine, kararsızlıkla geçirilecek zaman olmadığını hatırlatarak gereken talimatı bizzat yazdırdığım zaman nurettin paşa bana demişti ki: paşam siz bizi yalnız ve serbest bırakmıyorsunuz! buna, orada bulunan genelkurmay başkanı fevzi paşa hazretleri, ciddi bir dille ve şu yolda cevap verdi: paşa, paşa dedi. bu ordu bizim ve bütün memleketin göz bebeğidir. onun sevk ve idaresini tesadüfe bırakamayız!
dumlupınar'dan uşak'a giderken, yolda nurettin paşa'nın aldığı tedbirlerdeki yetersizliğin farkına varıp, nurettin paşa'nın tümenlerine bizzat emir vererek tedbir aldırmasaydım, trikopis'in esir düşmesi mümkün olmayabilirdi.
uşak'ta beklenmedik kötü bir durumla karşılaşabilirdik. izmir'e vardıktan ye hükümet dairesine girdikten sonra, güneyden gelen top ve tüfek seslerini bizzat işitip, nurettin paşa'nın tedbirsizliğini ve gafletini anlayıp doğrudan doğruya kendim emir vererek tedbir aldırmasaydım, izmir'e girmiş ve izmir sokaklarında halkın arasına karışmış olan birliklerimizin, biz de içinde olduğumuz halde, paniğe kapılarak darmadağın olması ihtimalden uzak değildi.
işbilirlik ve ileri görüşlülük iddiasında bulunan nurettin paşa'nın, izmir'de yabancı memurlarla yaptığı zapta geçmiş konuşmasını bizzat düzeltmeseydim, izmir'e girmekten doğan genel sevincin sönmesine yol açacak durumlardan kaçınmak belki de mümkün olmayacaktı.
efendiler, bu söylediklerim, ordunun bütün ileri gelenlerince bilinen gerçeklerdir. bu gerçekleri yalnız bir kişinin fark etmediği anlaşılıyor. o da nurettin paşa'dır. kuşatıcı, galip, fatih, gazi ünvanlarıyla kendini hatırlatmak gibi çocukça bir sevdaya kapılan nurettin paşa'nın, kütülamare kuşatıcısı nurettin paşa diye bir kartını görmüştüm. nurettin paşa bu kartı, taşköprü'de otururken, kastamonu valisi ve o bölgenin komutanı bulunan muhittin paşa'ya (şimdiki kahire büyükelçisi) göndermiş. kartın boş yerlerine yazdığı yazılarda, karttaki ünvana işaret ederek, bunu da benden kimse alamaz ya! diye bir ibare vardı.
muhittin paşa, bu kartı ve karttaki yazıyı, akıl ve ferasetle bağdaşır görememiş ve dikkate değer bulmuş olduğundan aynen bana göndermişti. evet, onu ondan kimse geri alamaz. fakat onu ona veren de yoktur.
her başarılı savaşa katılan kimsenin, hakkı olmadığı halde kendisini başarının tek kazanıcısı ve galibi ilan etmesi, örnek alınacak bir ahlak kuralı değildir. memleketin çocuklarına, böyle asılsız tarz ve tavırlar takınma alışkanlıkları veremeyiz. gelecek nesillere, böyle havadan galip, fatih olunabileceği gibi sakat bir düşünceyi miras bırakamayız.
millet ve tarih ünvan vermekte o kadar cömert değildir
hal tercümesi broşürünün kapağındaki gazi ünvanının kullanılmasına gelince, bu ünvanı, nurettin paşa'ya (a. s.) harfleri verebilir. fakat, gerçek ve kanun bununla yalnız ve sadece alay eder. gerçi savaşa ya şehit ya da gazi olmak için gidilir.
genel olarak, kahramanlık meydanında ölenlerin hepsine şehit derlerse de, sağ kalanların hepsine gazi ünvanı verilmez. bu ünvanı ancak kanun verir. medeni bir milletin yüksek çıkarları uğruna yapmaya mecbur olduğu harpler, arap aşiretlerinin dolayısıyla biribirine karşı açtıkları gazve (arap aşiretlerinin gündüzleri yaptıkları savaşa verilen ad. gece yapılan savaşlara seriyye denir) değildir. öyle bile olsa, bu savaştan sağ salim çıkanlara belki yalnız anaları babaları takdir için benim gazi oğlum! diyerek övünürler. fakat millet ve tarih unvan vermekte o kadar cömert değildir.
hal tercümesinin son sayfasından da bir cümle alarak bu hikayeye son verelim:
nurettin paşa irak cephesinde iken yerli halk tarafından kendisine verilmiş bulunan, peygamber hazretlerinin kerbela'da yatan torunu imam hüseyin hazretleri'nin mübarek kılıcını taşımakla şeref duymaktadır.
efendiler, bu ne laftır!
kerbela, peygamber'in torunu, imam, mübarek kılıç, şeref duymak gibi, cahil takımının hoşuna gidecek laflarla milleti kandırma politikasını benimseyenler, artık insaf etsinler!.. millet de dikkat ve uyanıklığını artırsın!..
efendiler, tek başlarına hareket ederek başarı elde edemeyeceklerini anlayan bazı kimseler de ikiyüzlü davranışlarla içimize girme yolunu bulabilmişlerdir. bunların içyüzü ikinci meclis toplanıp göreve başladıktan sonra görülecektir.
lozan barış antlaşması
türkiye büyük millet meclisi'nin ikinci seçim dönemi, yeni türkiye devleti'nin tarihinde, mutlu bir geçiş devresine rastladı. gerçekten de dört yıllık istiklal mücadelemiz, milletimizin şanına layık bir barış ile sonuçlanmış bulunuyordu.
24 temmuz 1923'te, lozan'da imza edilen antlaşma, 24 ağustos 1923'te meclis'te onaylandı.