SANDIK ve SİLAH

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

SANDIK ve SİLAH

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Prş Nis 25, 2024 15:23

SANDIK ve SİLAH
“Yeni bir ‘Bahar’” başlıklı yazımda, “1848 ‘Halkların Baharı’ günlerinde yapılmış Louis Marie Bosredon’un bir karikatüründe, yurttaşın bir elinde ‘oy pusulası’ diğerinde tüfeğinin olduğunu görüyoruz. İlginç olan, yurttaşın, oy’unu ‘dış güçler’, tüfeğini ise ‘iç düşmanlar’a karşı kullanacağını söylemesidir.” diye yazmıştım.
Oysa ‘Demokrasi oyunu’nda, tüfeğin ‘dış güçler’, oy pusulasının da iç ‘temsilciler’ için kullanılacağı anlatılmaktadır diye eklemiştim.
Gerçekten de, karikatürü çizen sanatçı, ‘Genel oy’ yani bugünkü anlamda tüm yurttaşların birer oy hakkı almasını, uygarlık yolunda atılmış ileri bir adım olarak değil ama yurttaşların iktidarı silahla değiştirme haklarının, bir ‘oy uğruna’ feda edilmesini resmetmek için çizmişti.
Ancak, o gün bugündür, ‘siyaset bilimci’ olarak geçinenler dahil, dünya genelinde genel-geçer kanı, bu durumun ‘Demokrasi’nin temel taşı olduğu biçimindedir.
Bu ‘genel oy’ (suffrage universel) hakkından önce Fransa’da, yurttaşların ancak ‘cens’ denilen, örneğin belli bir malvarlığı ya da ödediği vergi miktarına bağlı olarak, tüm yurttaşların değil ama o belirli koşulları yerine getirenlerin oy kullanabilecekleri bir seçim sistemi vardı.
O nedenle ‘genel oy’, görünüşte bir ‘demokratik atılım’ olarak değerlendirilmişti.
Böylece ‘genel oy’ ya da bizdeki söylenişiyle ‘sandık’, egemen sınıfların ‘iktidar’larını sürdürmek için halkın çoğunluğunun sözde ellerine verilen yeni bir ‘silah’ oluyordu.
Türkiye’de söylenildiği gibi halk ‘sandık’ta zaman zaman iktidara ‘sarı kart’ gösterecek ama daha fazlasını gösteremeyecekti.
Isparta’nın İslamköyü’nden gelip yedi kez başbakan olmak gibi ‘olağanüstü’ olanaklar sağlıyor diye, gereğinden fazla abartıldığı ise bir başka gerçeklik idi.
Oysa, yine 68 Olayları’nda, başlangıçta Almanya’ya kaçan De Gaulle, ülkeye dönüp 30 Mayıs günü yaptığı konuşmada “Ya sivil savaş ya da bir ay içinde seçim” diyerek; aslında ‘Demokrasi’nin iki seçeneği olduğunu biliyordu.
Kuşkusuz burada ‘sivil savaş’ derken, illa ‘kaos’ ya da ‘kardeş kanı’ değil ama, sokakların yürünerek de aşındırılabileceğinin altını çizmemiz gerekiyor.
Yani ‘iktidar sahip’lerine, ‘sandık’ dışında iktidarlarının devrilebileceğini gösterip bunu içselleştirmelerini sağlamaktan söz ediyoruz ki, işte buna gerçek ‘demokratik hak’ ya da ‘düzen’ diyebiliriz.
‘İstifa etmek’ ve ‘istifa ettirmek’, demek ki ‘demokrartik hak’ların başında gelmektedir. Yoksa, ‘sandıktan çıktım’ diyerek, örneğin 5 yıla kadar ‘istediğimi asar istediğimi keserim’ mantığıyla hareket etmenin ‘gerçek demokrasi’ ile zerre ilişkisi yoktur.
Kuşkusuz, durup dururken kimsenin kimseyi istifaya davet etmesi ya da birilerinin durup dururken istifa etmesi söz konusu değildir.
Burada ‘sandıktan çıkmak’ değil ama öncelikle ‘sandığa kimin gireceği’ yani sözde ‘vekil’ ya da ‘temsilci’lerin nasıl belirleneceği konusu önem taşımaktadır.
Türkiye’de yapılan son ‘yerel yönetim’ seçimleri bu bakımdan gerçekten öğreticidir.
Daha sadece on ay önce yapılan ‘genel seçimler’de, Türkiye’de en sağ kesimlerden en sol kesimlere değin, neredeyse ‘yek vücud’ olan muhalefet ‘sandık’ta yenilmiş sayılabilmişti.
Çünkü ‘demokrasi’ diye yutturulan ‘seçim sistemi’, ki görünüşte halkın ‘sandık’ta kendi ‘temsilci’lerini seçtiği yalanı üzerine kurgulanmış olup; o seçkin ‘siyaset bilimci’ler de bu sözde ‘temsilci’lerin kaşı-gözü, yediği-içtiği, ne deyip ne demediği üzerine en ince ‘siyaset teknikleri’ni uygulamakla meşgul olmaktaydılar.
Örnek olsun, propaganda döneminde, bir bakıyordunuz, ilk akla geldikleri için sayacak olursak, Sinan Oğan, Ümit Özdağ, Meral Akşener, Muharrem İnce vb gibi onlarca ‘halk önderi!’nin ne deyip ne demedikleri ‘siyaset bilimci’lerinin ana temasını oluşturuyordu.
Oysa Marx bu konuda, “ne zaman halktan söz edildiğini duysam, kendi kendime yine ‘Halk’ için ne dolaplar çevrileceğini düşünürüm” diye yazıyordu. (« Quand j’entends parler de peuple, je me demande ce qui se trame contre le prolétariat ».)
Her ne kadar, Marx ‘proletarya’ diyorsa da ; bu ‘terim‘, sıradan ‘siyaset bilimci’lerce hiçbir zaman anlaşılamamış ve hatta anlaşılmaması için olağanüstü çaba gösterdikleri bir terim olmuştur (*).
Oysa Marx’ın ‘proleterya’yla kastettiği, bugünkü anlamdaki gerçek ‘Halk’ın ta kendisi ve aynı anlama gelmek üzere ‘Millet’ ve en doğru söyleniş biçimiyle ‘Ulus’ demekti.
Ki, bu konuda sözde siyaset bilimciler ile yarı-aydınların ‘ön-yargı’larını aşmaları için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu, ancak önünde-sonunda onların da ‘bilim’in nasıl yapılması gerektiğini bir gün anlayacaklarını belirterek geçelim.
Tam da bu nedenle, ‘Halk mücadelesi’ ya da ‘sınıf savaşı’, bilinçli olarak her zaman ‘kaos’ ya da ‘kardeş kanı’ olarak sunulmuş, gerçek ‘demokrasi mücadelesi’ olduğunun anlaşılmaması için her türlü ‘yalan ve dolan’a başvurulmuştur.
Konuyu bu denli dağıttıktan sonra, bu kısa yazı için toparlayacak olursak, son yerel seçimlerin gösterdiği üzere, eğer ‘Halk’ın ‘kendi temsilci’lerini bizzat görüp, ‘içlerinden biri’ olarak değerlendirdiğinde, ‘sandık’ın nasıl bir ‘silah’ olarak kullanabileceği de görülmüş olmaktadır.
Ki, ‘tersi de doğrudur’: yani ‘demokrasi’ diye yutturulan ‘burjuva oyunu’nda, ‘genel oy’ (suffrage universel), iktidar sahiplerinin ‘Halk’ı zapturapt altına almak için kullandıkları bir ikinci ‘silah’tan başkası olmamaktadır.
Böylece halkın ‘seçme silahı’, renkli televizyonlarına çıkartılan ‘sözde temsilci’sini uzaktan kumanda ‘silah’ıyla belirlenmesine indirgenmiştir.
Sözün kısası, her koşulda ‘Demokrasi’ bir silahlı mücadeleden başkası değildir.
Sorun ‘silah’ın ‘ne’ olduğu ve ‘nasıl’ kullanılacağıyla ilgilidir.
(*) Bu konuda Maxime Rodinson’un “Le Marxisme et la Nation” başlıklı makalesinde değindiği gibi, Hegel ve Marx’ın ‘Ulus’ anlayışları, Kant ve Fichte’ninki gibi ‘Ulus kuramı’ değil ama bir ‘Devlet kuramı’ bağlamında ele alınmaktadır. Dolayısıyla romantik bir kozmopolitizm yerine gerçekçi bir enternasyonalizme açılmakta olup, Devlet’in ilk oluşumundan itibaren ‘yönetici sınıflar’ ile ‘ulusal sınıflar’ diye iki temel ögeye ayrılabileceğine dayanmaktadır.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x