SARIÇAM’IN ÇAM’I
AKP’li Gökhan Sarıçam « Biz hastahane yaptık, eğer bir mennuniyetsizlik görürseniz, vatandaş olarak, gidin sağlık personelinin gırtlağına yapışın » demiş.
“Bu konuda vatandaşı kışkırtmaktan da çekinmem” mi ne diye de eklemiş.
Güzel...
Sonra tepkilerin gelmesi üzerine “ben öyle demek istemedim” türü düzeltme falan da yapmış.
Deniyor ki, toplumda olağanüstü bir tepki yaratmış bu sözler.
Ancak Sarıçam’ın sözlerinde, bir ‘haklılık payı’ yok mudur?
Yani bir milletvekili, vekili olduğu millete dönüp, ‘eğer bir haksızlık görürseniz sorumlulardan siz de, vatandaş olarak, hesap sorabilirsiniz’ diyemez mi?
Bence demesi gerekir.
Bizim vekil olarak yapacaklarımızın ötesinde, sizler de, vatandaş olarak, sorumlulardan ‘bizzat’ ve ‘edimsel olarak’ (effectif) hesap sorabilirsiniz diyebilmelidir ve demiştir.
Bakınız ‘demokrasi’nin binbir türlü tanımı vardır ama tarihsel olarak en doğru tanım, halkın gerektiğinde yöneticilerinin ‘yakasına yapışmak’ hak ve ödevinin olması halidir.
Ancak ve ne var ki, Gökhan Sarıçam, o övünerek söylediği ‘şehir hastahaneleri’nin yapılması sırasında, yöneticilerin yaptıkları üçkâğıt nedeniyle halkın öncelikle kendi yakasına yapışması gerektiğini düşünememiştir.
Kanımca Sarıçam’ın devirdiği ‘çam’ tam da budur.
Madem ki halkın şikayet ettiği bir durumda yöneticilerin yakasına yapışmak bir ‘hak’ ve hatta ‘ödev’dir, sürünme noktasına getirilen emekliler, açlık sınırındaki bir asgari ücrete mahkûm edilen emekçiler, seçilmiş olmalarına karşın görevden alınan belediye başkanları, gözün üzerinde kaşın var diyen gazeteciler savcı kılığındaki bir zırzop ile yargıç kılığındaki bir meymenetsiz tarafından içeri atılabiliyorsa, önce bu savcı ve yargıçların yakasına yapışmak da hem ‘hak’ ve hem de ‘ödev’ sayılmayacak mıdır?
Bakınız Van’da belediye başkanlarının görevden alınmasını protesto eden halkı, bizzat ‘polis kılıklı ajan provakatörler’ kışkırtmakta imişler.
Şimdi bu ‘polis kılıklı ajan provakatörler’e o görevi veren emniyet müdürü ve onu oraya atayan İç İşleri Bakanı’nın yakasına yapışmak gerekmez mi?
Özel televizyonlar şöyle dursun, ama halkın parasıyla varlığını sürdüren TRT yöneticilerinin yedi/yirmidört ‘dezenformasyon’ üretmeleri apaçık ortada iken, bunların yakasına yapışmak bir ‘hak’ olmayacak mıdır?
Örnekler çoğaltılabilir ve bugün Türkiye’de, başta ‘hükûmet’, yani ‘Şahz-ı Şahaneleri’ olmak üzere, onun atayıp da yakasına yapışılmayacak bir tek, ama bir tek olsun ‘yönetici’ ya da ‘yetkili’ kalmış mıdır?
Söyleyeyim; kalmamıştır.
Gökhan Sarıçam, ayırdında olmadan doğruyu söylerken, çamın iğnesinin kendisine batacağını kestirememiştir.
Oysa, yakasına yapışılacak olan, kendisinin içinde yeraldığı ‘establishment’ın ta kendisidir.
Ki bu ‘establishment’, kendilerine ‘taraf olmayanların ‘bertaraf’ edilmesi üzerine kurulmuştur.
Sarıçam, kamu görevi yapanlar içinde ‘bertaraf edilecek olanlar’ konusunda şartlandırılmış olduğu için, hastahane açılışında sağlık çalışanlarından söz etmiştir.
Okul açılışında olsaydı, bertaraf edilecek olanların öğretmenler olacağını söyleyecekti.
Kaldı ki bu olay sadece basına yansıyan bir örnektir.
Benzer sözlerin, en yüksek makamlardan en ‘alçak’ makamlara değin her gün söyleniyor olduğuna kuşku yok.
Yazılı ve görsel basında, doğrudan ya da dolaylı olarak bu tür ‘kışkırtma’lar yapılmakta değil midir?
‘Valla bizim sitede tespit ettiğimiz elli kişiyi götüreceğiz’ diyen kadını (yanlışlıkla kadın diye yazmışım, düzeltiyorum) unuttunuz mu?
Yani ‘bu kesim kararlı’.
Kendilerinden yana olmayanların boğazına yapışacaklar.
Boğazına yapışılacak olanlar da, saf saf, kurtuluşun ancak ‘sandık’tan geçtiğini sanmaktadırlar.
Oysa ‘sandık’tan önce kazanmış olmak ve kendilerini boğazlama niyetinde olanları ‘sandık’ koymaya zorlamış olmaları gerekmektedir.
Adamın seni boğazlamasının önünde bir engel yoksa, neden ‘sandık’ getirsin değil mi ama?
Demek ki, senin boğazına yapışmış ve daha sıkacak olanın boğazına senin de yapışmandan başka seçenek yoktur.
Yani ‘sandık’ istenmez, iktidar sandık getirmek zorunda bırakılır.
‘Demokrasi’nin bir başka tanımı da, zaten, yukarıdaki tanımın devamı olarak, bu ‘sandık koydurma zoru’ndan başka bir şey değildir.
Türkçe’de buna ‘yakasına’ ya da ‘boğazına yapışmak’ deniyorsa, Sarıçam’ın ne günahı var Tanrı aşkınıza?