Seçim Gecesi Darağacı Çakan TRT
Seçim yasakları dünden başladı. İlk önce bu yasağa devletin kurumlarının uyması gerekmez miydi?
Milleti aptal yerine koymayı TRT bir marifet sayıyor. Akşam Ulusal Kanal’da seçim sonrası ülkemizi bekleyen sorunların ve seçimde nelere dikkat edilmesi gerektiğinin tartışıldığı bir yayını izliyorum. İzleyicilerden gelen sorulara da yayındaki konuk kadın avukat cevap veriyor. Derken, bir izleyici iletisi ,”Siz burda düzgün bir yayın yapıyorsunuz ama TRT şu anda Menderes’in ölümünü anlatan bir yayın yapıyor, milleti kışkırtıyor, ne ilgisi varsa , darbeler, darbeciler diye ortalığı yıkıyorlar," dedi.
Hemen TRT’leri açtım. TRT Çocuk olmuş, TRT okul. ”Biri bizi gözetliyor yayınına yatmış yine. Koca koca arsız kızlar ve ekranlara aptal aptal bakmak için yarışan oğlanlar haftalardır bir eve toplatılmışlar, aralarında yarışıyor, puan alıyorlarmış.
TRT’nin birinde, spor yayını vardı. Birinde, “Cennetin Çocukları “adlı kabus gibi bir film.
TRT Haber adlı sözüm ona haber kanallarında da, bu sözü edilen yayın. (Diğer malûm kanalını saymıyorum. Açsanız da ne dediğini anlamanız imkânsız, çünkü bir yerel ağızdan yayın yapıyor.)
Ekranın altında “Ali Adnan” yazmışlar. Demek ki yayınladıkları belgeselin(!)adı bu. Acındıran bir ses tonuyla idama gidiş saniyelere indirilerek anlatılıyor burada.
Siyah beyaz fotoğraflar ve canlandırmalarla bu elli sene önceki olay, bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü misali böyle bir gecede hem de tek taraflı bir bakışla anlatılıyor. Asker kötüleniyor, millet arasına ikilik sokuluyor. Çünkü günümüzde DP’nin o günleri yaşayan canlı tarihleri bile, örneğin Hüsamettin Cindoruk, birlik, beraberlik, vatan ve milletin geleceği için her düşüncede ve partideki vatandaşın millî menfaatlerimizde birleşmesi çağrısı yaparken, eski acıları hem de oyuncularla canlandırarak vermek niye?
Olay, canlandırmalarla sinema filmiymiş gibi bir iyice acıya döndürülüyor.
Sonra bu olayla iç içe geçmiş bir şekilde, geriye dönüşlerle ve ileri zamana gidişlerle 1961 Anayasasını, o anayasanın yapılışını, ortaya çıkardığı devlet kurumlarını açıkça kötülediler bu yayında.
Bir de öyle bir müzikle ve öyle bir ses tonuyla anlatılıyordu ki idam ve idam öncesi sahneler, insanın içi yapılanlara(?)karşı kederle doluyordu. Belki de biraz öfkeyle, kızgınlıkla, nefretle…Özal ve Özal siyaseti de çaktırmadan yüceltiliyordu satır aralarında.
Tarih anlatır gibi değil, duygulara yönelik bir anlatımla…
Bugün 27 Mayıs değil. Menderes’in doğum yıldönümü değil. Türkiye’nin derdi elli yıl öncenin idamları değil. Ortada bir darbe tehlikesi de yok maşallah! Ordumuzun komutanlarının yarısı Silivri ve Hasdal’da.
Zaman o zaman değil! Zaman 2011 yılının Haziranı. Seçim zamanı.
Bu yayın neyin nesiydi?
Adım adım Menderes nasıl idama gitmiş… Asker ona nasıl yalan söylemiş. Nasıl kötü davranmış…
Darağacına gitme sahnesi uzun uzun yürütülme sahnesiyle sürdü gitti. Bu arada ekranı rende yapan bir el , rende ve yontulan ağaç resmi doldurdu. Çekiç çivi çaktılar, tak tak diye , sanki kafamıza kafamıza. Darağacı yaparlarmış meğer. Sonra bir bezi kestiler, diktiler. İdam edilenlerin üstüne giydirirlermiş…
Kalın bir ses, "duyun bunu, iyi belleyin bu dediklerimi " diyen bir ses tonuyla anlatıyor:
“Feribot İmralı'ya yanaşmıştı. O zaman anladı geldiği yerin hastane olmadığını, infaza getirildiğini…Boş bir odada koltuğa oturtuldu. Hocayla başbaşa kalmasına izin vermediler. Çok aceleleri vardı…
Üçünün naaşını ailelerine vermediler. İmralı’ya defnedildiler.
Devlet adına , idam, urgan, cellat parası istediler ailelerinden… Ancak Turgut Özal döneminde Özal’ın girişimiyle Anıt mezar’a defnedildiler, oraya mezarları getirildi.
Adnan Menderes ve iki makam arkadaşını astılar ama onun kurduğu yapı sürdü…”
Böyle devam edip, sonra, darbe, darbeciler edebiyatı yapmaya başlıyor sözde belgeseli anlatan kişi.
“Bundan sonra darbeler derbeleri, cuntalar cuntaları kovalamışmış….Buna sebep de o kafayı taktıkları 35’inci ve 80’inci maddeymiş…
1961’de bu maddeler, askerin iç hizmet yasasına konmuşmuş ve darbeler yolunu açmışmış…”
Zaten, bekleyip bekleyip de ancak geçen hafta sorgulama yaptıkları Kenan Evren’in ağzıyla bu madde yine ortaya atıldıydı. Sözde Kenan Evren demiş ki: “Darbeyi bu maddeye göre yaptıydık…”
Yerseniz diyeceğim ama sanırım biraz ayıp kaçacak…Argo(sokak ağzı) olacak…
Devleti kuran askerimizin devletini koruma kollama yasasını bu şekilde ortalık yerlerde kötülemek yakışık aldı mı? Dolaylı yollardan üstüne gitmek…
Seçim yasağının başladığı gece seçmenin bir bölümüne elli yıl öncenin bir idamını hatırlatıp yara kaşımak…O zaman yapılan Anayasayı kötülemek…
Kalbi kırılan millet 1961 Anayasası’na yüzde kırk hayır demişmiş…Şu sözleri de ibretlikti:
“Yeni Anayasa milletine güvenmeyen bir anayasaydı. Çok ortaklı model.
"Darbe sonrası 27 Mayıs’t a yabancı parmağı şüphesi hep yaşadı."(Oysa Amerikan parmağı olmayan, genç askerlerin yaptığı bir ihtilâl olduğu vurgulanır 27 Mayısın .) dedi anlatan. Ya Kürt ayrımcılığını körükleyen şu sözler:
“Kürt ağalara sert uygulamalar Kürt meselesini katılaştırdı…
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözü, Türk milletinindir diye değiştirildi.
Bu sözler, seçime yönelik yönlendirme sözleri değil mi?.. Türk- Kürt ayrımcılığı…Ve milletimizin adı olan Türk milleti sözünden duyulan rahatsızlık…değil mi?
Bu sözde belgeselin bitişi de ayrı bir havadaydı:
“İnsan en çok ne zaman samimidir. Hayata vedâ ederken herhalde.
Ali Adnan menderes’in son sözleri…"
Burada film bitiyor. Bakıyorum: Saat 23. 45.
Film bir belgeselmiş ya, anlatılanların doğruluğunu(!) kanıtlama amacıyla bilgilendirme yazıları başlıyor.
Yararlanılan gazeteler: Neredeyse bütün gazeteler sayılıyor. O zamanın gazete ve dergilerinin adları sıralanıyor.
Yararlanılan kitaplar bölümü oku oku bitmiyor. Onlarca kitap adı. Alt alta yazılmış. Ekrandan kayıp gidiyor. Uğur mumcu adını bile zar zor okuyabiliyorum…Uğur Mumcu’nun hangi sözünden yararlandılarsa…
Sonra nerede ne var diye gezinirken, bir yerde kalakalıyorum. Kendi kanallarında Adnan Hocacılar BOP projesi övgüsüne geçmişler. Şam caddelerine Mehmetçikler bir girsinler her şey halledilir, diyorlar. Şam’daki olaylar Ergenekon terör Örgütü’nün bir devamı gibiymiş...Böyle bir gecede yasak olan bir tanımlamayı, Türk milletinin diriliş destanının adını terörle bağdaştırıp kullanıyorlar. Bu adla bir örgüt olmadığı hukukçularca defalarca belirtilmesine rağmen…Adamlar hızlarını alamıyor, "Suriye ve Irak bize ait yerler, buralar bizim ". diyorlar ve devam ediyorlar:”Türk ordusu yatıştırsın burayı desinler her şey hallolur. Ama yapamıyorlar. Mehdiye ihtiyaçları var…”
Birden gözümüzün önünde Türkiye’nin güneyinin patlamaya hazır davul gibi şişirilip Arap çöllerine doğru çekildiği bölücü BOP haritaları geliyor.
Yine gece televizyon kanallarını dolaşırken,Türkçemizin rezilini çıkaran bir gülmece dizisinde de şu sözü duyduk: “Hadi ben kaçaş!”
Bu kadar söz yeter. Umarım gördüklerimi anlatabilmişimdir.
Bize dayatılan Amerikan tarzancasıyla “bay bay(by by) “ mı diyeyim şimdi?
Hadi bana bay…diyorlar dizilerde, neredeyse hepsinde, küçük büyük herkes böyle diyor, biliyorsunuz. Yoksa, iyice işin cılkı çıkmış bir biçimde “Hadi ben kaçaş” mı diyeyim?
Bunları bırakıp, güzel Türkçemizin birbirinden güzel sözleriyle memleketimiz için iyi dileklerde mi bulunayım?
En iyisi sözü büyük önderimize vermek. Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini bir kez daha okuyup hatırlamak:
“Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.”
“Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”
“Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.”
“Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasıyla kaimdir.”
“İlim mutlaka cahilliği yener. O halde halkı aydınlatmak lâzımdır.”
“İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip, öğrenmeye mecburuz.”
“Gazeteciler gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır.”
“Basın, milletin müşterek sesidir.”
“Türk dilinin kendi benliğine, özündeki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet kurumlarımızın dikkatli, ilgili olmasını isteriz.”
“Amacımız Türk dilinin öz zenginliğini ortaya çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.”
Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla olur.”
“Gerçekten Türk tarihi tetkik olunursa, bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”
“Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğrunda ölmesini biliriz.”
“Türk milleti kahramanlıkta olduğu kadar, istidat ve liyakatte de bütün milletlerden üstündür.”
“Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.”
“Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır.”
“Hayali dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler.” (1923)
“Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyaset milli siyasettir.”
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti millidir; tamamiyle maddidir, gerçekçidir.”
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün programlarının ilkesi şu iki esastır; Tam bağımsızlık, kayıtsız ve şartsız milli egemenlik!”
“Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri düşmanların melun ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir.”
“Ne mutlu Türküm diyene!”
Feza Tiryaki, 12 Haziran 2011