Selçuklu ve Osmanlılarda Toprak Düzeni (1-2) / Metin AYDOĞAN

Selçuklu ve Osmanlılarda Toprak Düzeni (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Ara 12, 2014 19:38

Selçuklu ve Osmanlılarda Toprak Düzeni -1

Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu iki devlet geliştirdiği toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.

Uygarlık Zinciri

Orta Asya toplumlarından gelen; Göktürkler, Uygurlar, Gazneliler ya da Karahanlılar’da gelişen ekonomik düzen, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletinde varlığını sürdürdü; Osmanlı İmparatorluğu ile yüksek düzeye ulaştı. Bin yıllık dönem içinde kurulan devletlerle geliştirilen üretim biçimleri ve dizgeleştirilen (sistemleştirilen) ekonomik ilişkiler, çağına göre iyi örgütlenmiş büyük bir gücü ve bu gücü yaratan ileri bir uygarlığı temsil etti.

Batıdan başka uygarlık tanımayan kimi “tarihçiler”, uygarlığa yön veren bu büyük gelişmeyi gerçek boyutuyla ya görmezden geldiler ya da bu gelişmeyi Türklere değil, onları etkilediğini ileri sürdükleri Bizans’a bağladılar. Oysa Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kurulup sıradışı bir gelişim yaşadığı dönemlerde Batı insanı, despot yönetimler altında, yağmalar ve çatışmalarla dolu üretimsiz ve yoksul bir yaşam sürüyordu.

Orta Asya’dan gelen Selçuklu ve Osmanlıların gerçekleştirdiği ekonomik-sosyal gelişim, dışardan aldıkları bilgilere değil, Orta Asya’dan getirip geliştirdikleri kendilerine ait birikime dayanır; esas olan bu birikimdir. Her iki devlet de, kimi “tarihçinin” bilimle çelişen savlarında ileri sürdüğü gibi; Anadolu’ya “üç-beş yüz çadırla” gelen ve “çok geri bir tarihsel aşamada” olan barbarlar tarafından kurulmadı. 1  Batıda bu tür savlar ileri sürülmüştür. Ancak, bilimden ve gerçeklerden kopmadan, böyle bir savı ileri sürebilmek, kuşkusuz olanaklı değildir.

11. ve 13.yüzyıllarda Orta Asya’dan Anadolu’ya yönelen ve hemen tümünü Oğuz Boyunun oluşturduğu iki büyük göç olayı yaşandı. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kuruluşuna kaynaklık eden bu göçler son göçlerdi ve Anadolu’nun Türkleşmesi gibi tarihsel önemi olan bir olayın tamamlayıcısıydı.

Konuyla ilgili, bilimsel nitelikli hemen tüm araştırma ve inceleme, sonuç olarak şunu ortaya koyuyordu: Türkler; ekonomik, toplumsal ve tarihsel tüm toplumsal birikimlerini koruyup geliştirmiş, kültürlerini yerel kültürlerle varsıllaştırmış (zenginleştirmiş) ve burada yaşayan insanlara, güce başvurmadan bu kültürü kabul ettirmiştir.

Köprülü ve Avcıoğlu

Osmanlı Devleti ve toplumsal yapısı üzerine yaptığı çalışmalarıyla ünlü Prof.Fuat Köprülü, bin yıllık Orta-Asya-Selçuklu-Osmanlı sürecini en iyi inceleyen tarihçilerden biridir. Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri adlı yapıtında, Osmanlı-Bizans ilişkilerini ele almış ve “Osmanlı Devleti’nin, kurumlarını İstanbul’un fethinden sonra Bizans’tan aldığını” ileri süren görüşlere, kanıt ve belge göstererek karşı çıkmıştır.

Köprülü söz konusu yapıtta; “Osmanlı tarihinin, Anadolu beylikleri ve Selçuklular’la birlikte genel Türk tarihinin çerçevesi içinde” ele alınması gerektiğini, bu yapıldığında, “şimdiye kadar karanlıkta kalan birçok noktanın anlaşılması imkânının ortaya çıkacağını” ileri sürer ve bu konuda başarılı olunması için “Türk tarihinin en eski devirlerine kadar inilmesi gerektiğini” söyler. Ona göre; “İslamiyet’ten önceki ve sonraki Türk devletlerinin hemen hiç incelenmemiş olması”, Türkler’in yaşatmakta olduğu geleneklerin “bilim dünyasınca bilinmemesine yol açmış” tır. Oysa, “İslamiyet’ten önceki dönemin birçok kalıntısı Türkler arasında yaşamış” ve bu kalıntılar, “İslami bir cila altında eski niteliğini korumuştur.” 2 

Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi adlı yapıtında; Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının hangi yaklaşım ve anlayışla incelenmesi gerektiğini ve bu devletlerin kökenlerinin nereye dayandığı konusunu ele alırken benzer görüşler ileri sürer.

Orta Asya’dan gelen birikimin Anadolu’daki gelişimle birlikte incelenmesi gerektiğini ileri süren Avcıoğlu şunları söyler: “Tarihsel evrim yasaları çerçevesinde, Selçuklu ve Osmanlı toplum düzeninin biçimlenişi ve evrimini anlayabilmek için; hem İran-Arap-Bizans karışımı İslam toplumsal yapısını, hem de bu yapı üzerine oturan Orta Asya Türk-Moğol yapısını, evrimi içinde birlikte incelemek gerekir. Bu nedenle tarihimizi, Anadolu’daki köklerinden de, Orta Asya’daki köklerinden de ‘koparma olanağı’ kanımızca yoktur.” 3 

Geleneğe Bağlılık

Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 8-13.yüzyıl Doğu Aydınlanması’nın geliştiği topraklar üzerinde ve 11.yüzyılın ilk yarısında kuruldu. İmparatorluğa biçim veren; yönetim yapılanması, ordu örgütlenmesi, ekonomi, hukuk ve bunların tümünü oluşturan kültür, belirgin biçimde, Orta Asya’dan gelen birikime dayanıyordu.

Göktürkler ve Uygurlar’dan sonra, ilk Müslüman Türk Devletleri olan Samanoğulları ve Gazneliler, Karahanlılar döneminde gerçekleştirilen ekonomik-sosyal ilerleme, Selçuklular döneminde de sürdü, güçlü bir ekonomi ve buna uygun, güçlü bir devlet yapısı ortaya çıktı.

Devlet yönetiminde temel yöneliş merkeziyetçiliktir ancak bu yöneliş, değişik büyüklükteki yönetim bölgeleri aracılığıyla gerçekleştirilir. Hun ve Göktürkler’de olduğu gibi, özellikle sınır bölgelerinde, vergi toplamaya yetkili, merkeze bağlı yönetim birimleri oluşturulmuştur.

Selçuklular’da başlayan, Osmanlılar’da yüksek nitelik kazanan ikta (hizmete karşılık belirli süreler için bırakılan kamu topraklarının kullanımı hakkı) ve tımar (devlet çalışanlarına görevleri karşılığı verilen gelir ya da gelir kaynağı) düzeninin ön uygulamaları, Hun ve Göktürk dönemlerinde yapılmıştı.

Fethedilen toprakların kullanımının, iyelik (mülkiyet) hakkı saklı tutulmak koşuluyla yurtluk olarak göçebe boylara verilmesi, eski bir Orta Asya geleneğiydi. 4 

Eski Türkler’de devleti korumayı temel görev sayan ve savaşlarda yararlılık gösteren cengaverlere verilen alp ünvanı Selçuklu ve Osmanlılar’da boyutu genişletilerek ve gâzi sözcüğü eklenerek kullanılmıştır. Alp gaziler, eski Türklerde olduğu gibi Osmanlılar’da da; özellikle uç beyliklerinde, tehlike durumunda tüm ülkede, devleti koruyan atılgan savaşçılar olarak örgütlenmişlerdir. 5 

Alp gazilerden ayrı olarak, benzer amaç taşıyan, kardeş yiğitler (ahîyetüf-fityan) adı verilen ahî örgütleri, Anadolu bacıları (bâcıyân-ı Rûm) adı verilen savaşçı kadın örgütleri, Horasan erenleri, Anadolu abdalları v.b. kökleri hep Orta-Asya’ya giden, Selçuklu ve Osmanlı’da varlığını etkili biçimde sürdüren sivil birliklerdi. 6 

Toprak Sorunu

Ekonomik etkinliğin ağırlıklı olarak tarıma dayandığı toplumlarda, toprak sorununu çözmek, güç ve karmaşık bir iştir, deneyime dayalı gelişkinlik ve ileri bir kamusal anlayışı gerekli kılar.

Eski Türk topluluklarında toprak, boy ya da kavmin ortak malıydı. Ancak, koşulları devletçe belirlenen kimi durumlarda, kişilere özel iyelik ya da kullanım hakları veriliyordu. Bu haklar, devletle yapılan sözleşmeler (Bıçgas) ya da törenle yapılan ve söz vermeye dayanan yükümlenmelerle (ant) güvence altına alınıyor, insanlar sahibi oldukları ya da işlettikleri topraklarda, özel girişimci olarak tarım ve madencilik yapıyordu. 7 

Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu düzen, dönem ve yöreye göre değişen yoğunluklarla dış etkiye açık olmuş ancak özgünlüğünü hiçbir dönemde yitirmemiştir; etkilenmekten çok etkilemiştir.

Sorunun Çözümü

Selçuklular geliştirdikleri toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.

Fuat Köprülü, bunu söyle anlatır; “13.yüzyıl Anadolu Türk toplumu, sosyal işbölümü düzeyi ve ekonomik gelişme bakımından, aşağı Orta-Asya toplumlarının en çok ilerlemiş olanlarından biridir. Bu toplumun siyasi ifadesi olan Anadolu Selçuklu Devleti de, düzgün ve güçlü kurumları olan merkezi bir devlettir ki, 11.yüzyılda Çin Türkistanı’ndan Marmara kıyılarına ve Kafkaslar’dan Basra Körfezine kadar egemen olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun siyasi ve idari geleneklerini sürdürmüşlerdir.” 8 

İkta, Dirlik ve Fief

Selçuklular’da ikta, Osmanlılar’da dirlik ya da tımar, Batı feodalizminde fief adını alan toprak düzeni, başka biçim ve özelliklerle, hemen tüm Orta Çağ toplumlarında yaşanmıştır. Para ekonomisinin geri, ulaşım ve güvenlik işleyişinin yetersiz olduğu feodal federatif imparatorluklarda; vergiyi nakit olarak toplayıp merkeze aktarmak, ordu ve bürokrasiye merkezden aylık göndermek, bunların güvenliğini sağlamak güç ve çekinceli (riskli) bir işti.

Bu sorunu aşmak için, büyüklükleri değişen toprak parçaları, merkezi yönetime yakın ve onun buyruğunda çalışan asker ya da sivil görevlilere veriliyor, karşılığında hizmet ya da toplanan vergiden belirli bir pay alınıyordu; ikta, dirlik ya da fiefin özü buydu.

Genel işleyişteki benzerliklere karşın, uygulamada kullanılan yöntem ve yönelişlerde, Selçuklular’daki ikta ya da Osmanlılar’daki dirlik ile Batı fiefi ya da Arap-Abbasi iktası arasında, amaç ve işleyiş bakımından önemli ayrımlar vardı. Türk sisteminde, ikta örgütlenmesini belirleyen Orta Asya gelenekleri korunmuş ve ikta sahibine (mukta) toprak ya da üzerinde yaşayan insanlar üzerinde kullanım ayrıcalığı tanınmamıştı; ayrıcalık yalnızca vergiyle sınırlı tutulmuştu. 9 

Abbasiler’de ikta miktarları eylemsel olarak denetlenmesi olanaklı olmayacak denli büyüktü. 10  Batı fiefinde ise toprak, üzerinde yaşayan insanlarla (serfler) birlikte ve onlar da kullanılacak mal gibi kabul edilerek veriliyor, fiefin özel iyeliğe dönüşmesini engelleyecek bir önlem alınmıyordu.

Bu durum fief alan soyluların güçlendikleri oranda merkezi yönetimden uzaklaşmalarına ve giderek özerk yönetim birimleri oluşturmalarına yol açıyordu. 11  Fiefin yapısında var olan serfe yönelik şiddet unsuru, iyelik hırsı ve merkezi devletten ayrılma eğilimi, Türk iktasında bulunmayan niteliklerdi.

Osmanlı Dirliği

Osmanlılar, Selçuklular’ın geliştirip uyguladığı ikta düzenine, dirlik adını vererek; daha kapsamlı, daha yaygın ve iyi işleyen bir uygulamaya dönüştürdü. Osmanlılar ayakta kalabilmek için bu dönüşümü, üstelik çok sağlam biçimde yapmak zorundaydı.

Küçük bir beyliğin sıradışı bir hızla büyüyerek, Anadolu dışında her zaman azınlıkta kalan bir nüfusla varlığını sürdürmesi; kesin olarak, her yönüyle güçlü bir devlet kurmakla olanaklıydı. Toprak düzeni yani dirlik, bu devletin bir parçası üstelik en önemli parçasıydı.

Değişik kültürlerden çok sayıda topluluğu merkezi bir devlet yapısı içinde yönetebilmek, bu yönetimin kalıcılığını sağlamak ve sürekli geliştirmek ancak ve kesinlikle yüksek düzeyde bir örgütlenmeyi gerekli kılıyordu. Bu birikim Oğuzların küçük bir boyundan gelen Osmanlılar’ın tarihsel geçmişinde yeterince bulunuyordu.

Topral Düzeni

Osmanlılar yeni bir ülke fethettiğinde, bu ülkenin herşeyden önce; işlenebilir toprak miktarını, ürün türlerini, getiri düzeyini, üzerinde yaşayan nüfusu ve aile (hane) sayısını saptıyor, bunları kayda geçiriyordu. Daha sonra belirli bir tasar (plan) içinde; dirlik’lerin niceliği (miktarı) ve iyeliği belirleniyor, iskana ve imara açılacak yeni yerler saptanıyor, buralara Anadolu’dan getirilip yerleştirilecek Türk nüfusun sayı ve niteliğine karar veriliyordu.

Şenlendirme adı verilen bu eylemde, getirilen nüfus göçer Türkmen ise; onlara, tarım yapan yerleşik köylüler durumuna gelmeleri için ücretsiz öküz, tarım araçları ve tohumluk dağıtılıyordu. 12 

İşlenebilir durumdaki topraklar, değeri ve büyüklüğü değişen parçalara (tımar) ayrılıp bu topraklar, askeri görev karşılığı; eyalet süvarisi, topraklı süvari ya da toprak eri gibi adlar verilen sipahilere ömür boyu kullanmak üzere veriliyordu.

Tımardan daha büyük ve daha değerli olan toprak birimleri ise zeamet ve haslardı ve daha yüksek görevlilere dağıtılırdı. Tımar, zeamet ve hasların oluşturduğu toprak düzeninin tümü, Osmanlı devletinin ünlü dirlik düzenini oluşturuyordu. Devletten dirlik alan görevliler, kendilerine ayrılan topraklarda yaşayan köylülerden vergi toplar; buna karşılık, savaş (sefer) durumunda, sayısı kullandığı toprağın büyüklüğüne göre değişen silahlı askeri (cebel), merkezin buyruğuna gönderirdi.

Özgün Çözüm

Osmanlı dirlik düzeni, toprak sorununu ordu ile ilişkilendirerek, başka toplumlarda örneği görülmeyen bir başarıyla çözmüştür. Olgun dönemine 15-16. yüzyıllarda ulaşan bu düzen, eyaletlerin yönetimi ve ordunun büyük bölümünün örgütlenmesi bakımından Osmanlı devletinin temelini oluşturuyordu. Yalnızca Avrupa feodalizmindeki “fief” den ya da Bizans’ın asker-toprak ilişkisini düzenleyen “pronoia”dan değil, Araplar’ın “kat’ia” sından, Sırplar’ın “bastina”sından ve başka Orta Çağ toplumlarındaki toprak düzenlerinden ayrımlıydı. Amaç, anlayış ve içerik olarak belirgin bir özgünlüğü vardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim düzenini Bizans’ın basit bir süreği (devamı) gibi göstermeye çalışan anlayışlar, savlarını sözcük kökenleriyle kanıtlamaya çalışır ve tımarın Grekçe timarion sözcüğünden geldiğini ileri sürerler.

Oysa, timarion sözcüğünün geçtiği Bizans belgelerinin tümü, Selçuklu ve Osmanlılar’ın Bizans topraklarında egemenlik kurduğu döneme aittir. Bu nedenle, tımar sözcüğünün timarion’dan değil, tam tersi timarionun tımardan gelmesi gerekir. Sözcüğün kaynağı, Farsça’da bakım, iyileştirme anlamına da kullanılan timardır. Bu sözcük Farsça’da askeri ikta anlamında kullanılmamıştı. 13  Ancak Osmanlılar tımar diyerek sözcüğe böyle bir anlam yüklemişlerdi.

Osmanlı dirlik düzeninin Bizans ya da başka uygarlıklarla ilişkisi, başka birçok konuda olduğu gibi, etkileme yanı ağır basan bir karşılıklı etkileşim sorunudur. Yabancı bir kültürü ve onun kurumlarını alarak kimliğini koruyabilen bir toplum tarihte görülmemiştir. Toprak düzeninin, toplumun temelini oluşturduğu Orta Çağ’da, böyle bir sonuç asla olanaklı değildi. Bunun somut göstergesi, Anadolu’nun Türkleşmesidir.

Osmanlı Tımarı

Osmanlı tımarında, dirlik sahiplerinin iyelik hakları yoktu. Mirî adıyla dirlik için ayrılan toprakların sahibi (rakabesi) her zaman devletti.

Hassa çiftlikleri dışında dirlik sahiplerinin, toprağı bizzat işleme hakları bulunmazdı. Dirlik sahipleri, toprağı vergi ödeyen halka (reaya) vermek ve onlar aracılığıyla işletmek zorundaydı.

Reayanın (yönetime katılmayan, askeri sınıf dışında kalan, geçimini tarım ve tecimle (ticaretle) sağlayan kesim), eğer birlikte yaşıyorsa çocukları ve kardeşleri, dirlik sahibi sipahi beyinin defterine kayıtlıydı. Sipahi beyi, toprağı, defterinde kayıtlı olan bu insanlar arasında paylaştırır, tarımı onlara yaptırırdı. Reayanın toprağa kavuşturulması, reaya açısından yasaya bağlanmış bir hak, tımar sahibi açısından ise bir yükümlülüktü. Tımar sahipleri, denenmiş ve sınanmış, devlete bağlı, güvenilir insanlardı. Dışardan bir kişiye tımar verilmesi yasaktı ve bir yabancının dolaylı da olsa bu işleyişin içine girebilmesi olanaklı değildi.

Hak ve Sorumluluk

Toprağı işleyecek olan reaya, “bir çift öküzün işleyebileceği” büyüklükte olan ve çift diye anılan (çiftlik sözcüğü buradan gelir) toprağı, belirli bir bedel karşılığı tımar sahibinden kiralardı. Kiralama işlemi, reaya ile tımar sahibinin karşılıklı hak ve sorumluluklarını belirleyen bir sözleşmeye bağlanır ve taraflar sözleşme koşullarına titizlikle uyardı.

Reaya, sözleşme koşullarına uymayacak olursa, tapu resmi adı verilen kira bedeli yanar ve toprak elinden alınırdı. Buna karşın, tımarlı sipahi de reayaya angarya koyamaz; ondan yağ, odun, kömür, arpa, ot, yem gibi kabul edilmesi yasak olan armağanlar alamazdı. 14 

Reayanın toprağı işleme hakkı, babadan oğula geçerdi ancak bu hak satılamaz, bağışlanamaz ya da vakfedilemezdi. Toprağı dilediği gibi kullanmak, bakımsız bırakmak, dilediği ürünü ekmek ya da izinsiz ayrılmak söz konusu olamazdı. Toprağı dinlendirmek (nadas) gibi zorunluluklar ya da uygun özürler olmaksızın, toprağın işlenmesi uzun süre ertelenemezdi; üç yıl işlenmeyen toprak reayanın elinden alınırdı.

Vergilendirme

Üretici reaya, iki tür vergi öderdi. Çift akçesi adı verilen ve ürüne bağlı olmayan geleneksel sabit vergi (örfî vergi) götürü olarak ödenir, ürün azlığı ya da fazlalığı bu vergiyi değiştirmezdi.

Ürün miktarına bağlı olan ve onda bir’le onda beş arasında değişen oranlarla ödenen Öşür ise değişken miktarlı bir vergiydi. Bu iki ana vergiden başka tımar reayası, toplumun diğer kesimlerinin de ödediği; evli olmayanlar vergisi (resm-i mücerret), evlenme vergisi (resm-i arus), hayvan vergisi (resm-i ağnam), otlak vergisi (resm-i otlak) gibi vergiler öderdi. 15 


 1  “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” D.Perinçek, Kaynak Yay. 4.Bas.-1997, sf.62
 2  “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002, sf.28, 30 ve 32
 3  “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.87
 4  “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” D.Perinçek, Kaynak Yay. 4.Bas.-1997, sf.62
 5  “Inscriptions de I’Orkhon” W.Thomsen, Helsingfors 1896; ak. Prof.M. Fuat Köprülü “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” Ötüken Yay.-1981, sf.146
 6  “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay.-1981, sf.152-158
 7  “Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas., sf.46-66
 8  “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Prof. M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay.-1981, sf.120
 9  “L’evolution de l’iqta” C.Cohen, ak. Stefanos Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Basım, 3.Cilt, sf.133
 10  “Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal” İ. H. Uzunçaşılı, ak. a.g.e. sf.132
 11  Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 12.Cilt, sf.95
 12  “Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar” D.Turan, Ank. 1958; ak. S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Bas.-2000, Birinci Cilt, sf.151
 13  Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 30.Cilt, sf.25
 14  “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu” Sencer Divitcioğlu, İst. Üniv. Yay., İst.-1967, sf.46 ve 83 ak. Prof.Suat Aksoy “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., İkinci Baskı-1971, sf.27-31-32
 15  “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., İkinci Bas.– 1971, sf.24-29


Metin AYDOĞAN, 9 Aralık 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Selçuklu ve Osmanlılarda Toprak Düzeni (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Ara 12, 2014 19:44

Selçuklu ve Osmanlılarda Toprak Düzeni -2

Selçuklu ve Osmanlılar’da gelişkin bir toplumsal düzen yaratan toprak iyeliğinin (mülkiyetinin) temel özelliği, Orta Asya kültürünün gelişkin bir uzantısı ve paylaşımcılığa dayanan kamucu yaşam biçiminin doğal ürünü olmasıdır.

İyelik (Mülkiyet) Biçimleri

Osmanlı toplumunda geçerli iyelik biçimi, toprağın devlete ait olduğu mirî toprak düzeniydi. Ancak, daha az olmak üzere, başka iyelik biçimleri de vardı. İmparatorluğun çok geniş bir alana yayılmış olması, toprak ilişkilerine bölgeler arasındaki ayrım ve özelliklere göre değişik biçimler verilmesini zorunlu kılıyordu.

Fethedilen yerlerde devletin kalıcılığını sağlamada belki de en önemli sorun, toprak ilişkilerindeki çeşitlilik ve bu çeşitliliğe uygun çözümlerin bulunup uygulanmasıydı. Onlarca millet ve milliyetin yaşadığı yedi milyon kilometre karelik İmparatorlukta, tek bir uygulamanın her yerde ve aynı biçimde gerçekleştirilmesi olanaksızdı. Bu nedenle, özel koşullara uyum gösteren ve gereksinime yanıt veren değişik iyelik ilişkileri geliştirildi ve uygulandı.

Osmanlılar, genel bir yaklaşım olarak, toprakta özel iyeliğe uzak duruyor ancak siyasi zorunluluklar nedeniyle kabullenmekten ve bu yönde uygulama yapmaktan da kaçınmıyordu. Sınır bölgelerindeki eyaletlerde, özellikle Türk nüfus yetersizliğinin ileri düzeyde olduğu Rumeli’de devlet toprakları, özel iyeliğe çevrilebiliyordu (temlik).

Başlangıçta, Türk yaşam biçimine ve yönetim geleneklerine tümüyle yabancı Rumeli’de kalıcı olmak için, güvenilir kişilere ve fetihte emeği geçen derviş ve ahi kümelere, geniş bağışıklıklar ve tam iyelik (mülk eşkincülü) hakları tanındı. Devlet görevlileri bu arazilere izinsiz giremiyor ve tutulan hesapları denetleme amacıyla isteyemiyordu. Tam iyeliğe hak kazananlar, ne askeri ne de başka bir yükümlülüğe bağlıydılar. İmparatorluğun ilerki dönemlerinde, daha özgün biçimler geliştirilecek olan yerel hükümranlık hasları bu uygulamanın uzantılarıydı. 1 

“Karma İyelik”

Mirî devlet iyeliği ile tam iyelik arasında yer alan ve yalnızca Anadolu’da görülen, ikili iyelik denilebilecek, karma bir iyelik biçimi daha vardı. Selçuklu toprakları üzerinde kurulmuş olan geçici Türkmen beylikleri döneminde özel iyeliğe dönüşen ve o dönemde onaylanan topraklar bulunuyordu.

İslam hukukuna göre, iyelik hakkına dokunulmayacağı için, bu topraklar ellenmedi ve niceliği (miktarı) çok olmayan özel iyelik korundu. Ancak, bu toprakların devletin denetiminden tam olarak kopuk kalmasına da izin verilmedi.

Bunun için tımar düzeninin tam tersi bir uygulamaya gidildi ve çıplak iyelik kişi üzerinde bırakılırken, devlete toprağı kullanma hakkı (intifaa hakkı) tanındı. Bu ilginç uygulamayla, aynı toprakta iki türlü hak oluştu. Bir yanda mülk sahibinin hakları (malikâne), öte yanda devletin hakları (divanî), karma bir iyelik biçimi içinde birleştirildi. Bu topraklara malikhane-divanî toprakları adı verildi. 2 

Din ve Etnik Çeşitlilik

Osmanlı İmparatorluğu’nun din ve etnik köken bakımından son derece karmaşık bir toplumsal yapı oluşturması, toprakta iyelik ilişkilerinin çeşitlenmesine yol açan dikkate değer bir başka etkendir. Devlet için önemli olan birtakım dinsel ya da etnik kümelere, verilen önemin düzeyine uygun olarak, ayrıcalıklı iyelik ya da kullanım hakları tanındı.

Bektaşi ve Mevlevi tekkeleri, bu kümelerin başında geliyordu. Bunlara, içindeki köyleriyle birlikte geniş topraklar ve bu toprakların geliri veriliyor; bu ilişkiler vakıflar aracılığıyla yürütülüyordu. 3 

Vakıf İyeliği

Vakıf iyeliği, İmparatorluğun güç yitirmeye başladığı dönemlerde, başka amaçlar için kullanıldı. Duraklama ve özellikle gerileme döneminde gelirleri azalan Saray, özel iyelikler başta olmak üzere servetlere el koyuyor, el koymalar çoğu kez sonu ölümle biten cezalandırmalar aracılığıyla yapılıyordu.

Malını ve canını güvence altına almanın yolunu arayan servet sahipleri, bunun en güvenilir yolu olarak, mallarını dolaylı olarak denetledikleri vakıflara devretmekte bulmuşlardı. İslam hukukuna göre dokunulmazlık hakları olan vakıflar, mülk sahibine hem mülkünü koruma hem de varislerine aktarma olanağı veriyordu. Günümüzde sıkça görülen, vakıfların dolaylı yoldan ayrımlı amaçlar için kullanılması, o günlerden kalma bir gelenek olsa gerekir.

Hıristiyanlar ve Kürtler

Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu, Avrupa sınır bölgelerinde, bir başka iyelik türü geliştirilmişti. Girit, Sakız, Midilli gibi tümüyle Hıristiyan nüfusun yaşadığı yerler fethedildiğinde, buralardaki topraklar, Eflak ve Boğdan sınır eyaletlerinde olduğu gibi, devlet iyeliğine alınmamıştır. Eski sahiplerinin iyeliğinde bırakılan bu topraklara, harici topraklar adı verilmiştir. 4 

Girit ya da Sakız’da Hıristiyan uyruğa (tebaa) verilen iyelik ayrıcalığının hemen aynısı, Anadolu’da Kürt sancak beylerine verildi. Anadolu fethedildiğinde, Kürtlerin yaşadığı bölge, sancak (ille ilçe arasında kalan yönetim birimi-mutasarrıflık) konumuna getirilerek özerkleştirilmişti.

Kürt beyleri, bu sancaktaki toprakların tam iyelik haklarına sahip oluyor, buna karşılık sefer dönemlerinde merkezi yönetim buyruğuna asker veriyordu. Her biri bir aşiretin reisi olan bu beyler, yurtluk ve ocaklık olarak gördükleri toprakları serbestçe kullanıyor ve çocuklarına miras olarak bırakıyordu.

Ayrıca, bölgede adaleti gerçekleştirme gibi önemli bir yetkiyle donatılmışlar, yalnızca toprak değil, halk üzerinde de, devletin kabul ettiği bir egemenlik kurmuşlardı. 5 

Devlet İyeliği

Osmanlı toplumunda bir başka iyelik biçimi, devletin kullanma hakkını hiçbir aracı kişi ve kurumla paylaşmadığı ve dolaysız kendisinin işlettiği devlet işletmeleriydi. Geniş arazilere sahip bu işletmelerde; sarayın, diğer devlet kurumlarının, okul ve yardım kuruluşlarının (imarethane) gereksinimlerini karşılayan üretim yapılırdı.

Devletten aylık alan uzman ve usta kişilerce işletilen ve devlet tekeli ayrıcalıklarıyla planlı üretim yapılan bu işletmelerde, ileri teknikler uygulanır ve tarımla uğraşan kesimlere örnek oluşturacak üretim yöntemleri geliştirilirdi. 6 

Devlet işletmeleri içinde yer alan padişah çiftliklerinde, doğrudan saraya gönderilen üstün nitelikli ürün elde edilirdi. Buralarda dalında uzmanlaşmış meslek sahipleri çalıştırılır ve üretilen ürünler, yalnızca saraya ait tekel niteliğini taşırdı.

Devlet işletmeleri içinde bir başka önemli birim, yoksullara hizmet veren sosyal yardım kurumları’nın (imarethane); yağ, buğday, et, pirinç, odun gibi gereksinimlerini karşılayan işletmelerdi. Civar halkı bu işletmelerde, Orta Asya’daki “atalarından kalan ırsî bir gelenek” 7  olarak gönüllü çalışırlar ve bu işi toplumsal dayanışmanın bir gereği sayarak imeceye dönüştürürlerdi.

Birçok köy; “şap yakmaya”, “güherçile hizmetlerini görmeye”, “kervansaraylar çevresini şenlendirmeye”, “yolları sürekli olarak onarmaya”, “geçitler ve ileri karakollarda nöbet tutmaya” (derbent) herhangi bir karşılık beklemeden katılırdı. 8 

Uzmanlıklar

Devlet çiftliklerinde, uzmanlaşmaya dayanan ve aylıklı devlet görevlilerince yürütülen, çok sayıda meslek türü vardı. Padişah atlarını yetiştiren voynuklar, atçekenler; deve yetiştiren boğurcular, gezici işçi taburları, top dökücüler; su yolu, kale ve köprü yapıcı ve bakımcıları; atmaca, çakır, şahin tutucu ve yetiştirici bazdarlar kendi alanlarında o dönemin en ileri tekniklerini uygulayan ve İmparatorluğun her yanına yayılan meslek kümeleriydi.

Bunlardan ayrı olarak bir kısım yörükler, sürekli çadır bezi dokur, nal döker; gemiler için zift, kereste, yelken bezi işler; ok, yay yaparlar ve yaptıklarını parça başına ücretlerle devlete satarlardı. 9 

Orta Asya’nın Önemi

Selçuklu ve Osmanlılar’da gelişkin bir toplumsal düzen yaratan toprak iyeliğinin temel özelliği, Orta Asya kültürünün gelişkin bir uzantısı ve paylaşımcılığa dayanan kamucu yaşam biçiminin doğal ürünü olmasıdır.

Prof.Osman Turan, Türk mirî toprak düzeni konusunda şu saptamayı yapmıştır: “Devlet mülkiyetindeki topraklar hiçbir zaman Türkiye’de olduğu kadar bütün ülkeyi kapsayan bir oranı bulmamıştır... Mirî toprak düzeninin kökeni, eski Türk bozkır geleneklerine bağlıdır ve bozkırın göçebe kabile düzenine göre, topraklar kabilenin ortak mülkiyetindedir. Devletin başı olan kağan, kamusal ortak mülkiyetin de temsilcisidir. Bu Türk bozkır anlayışı, yurt seçilen Anadolu’da sürmüş ve tüm ülke sultan mülkiyetinde sayılmıştır.” 10 

Türkler’in Anadolu’ya, Orta Asya’dan taşıdıkları ve egemen kültür durumuna getirdikleri toplumsal birikimin niteliği konusunda, Prof.Doğan Kuban ise şunları söylemektedir: “Türkler Yakındoğu’ya kuşkusuz, boş bir kabı doldurur gibi egemen olmadılar. Coğrafi mekan değişikliği, aynı zamanda bir sosyo-kültürel ve ekonomik mekan değişikliğiydi ve yeni bir sosyal yapının örgütlenmesi gerekiyordu. Bu değişme, İslam öncesi göçebe ya da yarı-göçebe Türk tarihi ile esas unsuru yerleşmiş toplum olan Osmanlı Türk tarihi arasında, geniş zaman ve mekan boyutları içinde uzanan, büyük bir Türk Ortaçağı’nda gerçekleşmiştir.” 11 

Bozulma

Osmanlı toprak düzeni, duraklama dönemiyle birlikte bozulmaya, gerileme dönemiyle birlikte de çözülmeye başladı. Ekonomideki güç yitimi, dışarıya tanınan ticari ayrıcalıklarla birleşince, birbirinin yaratıcısı olan bu ikili süreç, toplumsal yapının hemen her alanına yayılan, genel bir bozulmaya yol açtı.

Hızlı büyüyen imparatorluk, başlangıçta, büyümeye yanıt veren ekonomik-politik örgütlenmeyi başarmıştı. Ancak, fetih eylemi başarılı olduğunda kazanımlar, başarısızlıkta ise ekonomik yitikler artmıştır.

Ekonomik düzen, Batıya verilen ayrıcalıklarla bozulmuş, üretici güçlerin gelişimine giderek yanıt veremez duruma gelmiş ve üretim yetmezliğiyle karşılaşılmıştı. Bu durum, dış mallara gereksinim duyulmasına, bağlı olarak da dışa bağımlı duruma gelinmesine yol açtı. Toprak düzenindeki bozulma, bu olumsuz sürecin hem sonucu, hem de nedeni olmuştu.

Bozulma, imparatorluğun en güçlü olduğu dönemde başladı. İstanbul’un alınarak Rumeli’ye yerleşimin önemli oranda tamamlandığı II.Mehmet (Fatih) dönemine dek, siyasi ve kurumsal gelişme, olanca hızıyla sürmüştü. Hızlı büyümenin ilk olumsuz sonucu bu dönemde görüldü. Devlet büyüyüp imparatorluk durumuna geldikçe, eskiden gelen ve tarihsel derinliğe sahip yönetim geleneklerinden uzaklaşıldı.

Toprak, artık toplum yararına kulanılan bir mal değil, hanedanın ve onun başı olarak padişahın mülküdür; bu mülkü elde tutmak, barışçı bir paylaşıma değil hanedan soyu içinde şiddetli bir çatışmaya bağlıdır. Devlet başkanlığı kavramı ve millete önderlik düşüncesinden uzaklaşmış ve karşıtı olan hanedan egemenliğine dönüşmüştür. Eski Türkler’de her boy, kendi içinden çıkan bir bey tarafından yönetilir ve bu bey merkezi devlet yönetiminde diğerleriyle birlikte eşit haklara sahip olurdu. Aralarından seçtikleri devlet başkanı, hükümdarlık yetkilerini millet için kullanan, eşitler arasında birinci (primus inter pares) konumundaki bir görevliydi. Oysa 15.yüzyıl ve sonrası Osmanlı padişahlarının konum ve yetkileri artık böyle değildir. “Eşitler arasında birincilik” bir yana, hanedan ailesinin bireyleri arasında bile ölümcül bir yönetim yarışı vardır. Fatih Sultan Mehmet, bu “yarışı”, şehzade öldürmeyi de içeren bir duruma getirmişti.

Çöküş

Yönetim düzenini kapsayan olumsuz süreç, daha da bozularak uzun yıllar süregeldi. 19.yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti, artık Batılıların izin verdiği süre ve biçimde yaşayabilen, dağılmayı bekleyen bir duruma gelmişti.

Her alana yayılan çürüme, toprak düzenindeki çözülme ve bunun neden olduğu ekonomik çöküşten kaynaklanmıştır. Tanzimat uygulamalarından sonra toprak; azınlıkların, yabancıların ve onlarla dolaylı ya da doğrudan işbirliği yapan eşraf ve ayan sınıfının eline geçmiştir. Topraksız kalan köylü yoksullaşmış, ülke toprakları da giderek artan bir hızla, tarım yapılmayan, boş alanlar durumuna gelmiştir.

Toprağın Topluma Verdiği

Orta Asya bozkırlarındaki otlakların ortak kullanımına dayanan paylaşımcı anlayış; Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar’da, gelişkin bir iyelik anlayışıyla evrimleşerek bugüne dek gelmiş ve benzersiz bir toplumsal dayanışma ruhu geliştirmiştir.

Türkler, bireysel girişimcilikle kamusal sahiplenmeyi, özgürlükle devlete bağlılığı, halkın çıkarlarıyla yönetici önderliğe saygıyı, kendine özgü bir biçimde bütünleştirmiştir. Tarihsel bir gelenek olarak günümüze dek korunan bu özellik, bugün bile, yaşanmakta olan olumsuzlukları gidermenin ve ulusal varlığı korumanın temel dayanağı ve güç kaynağı olmayı sürdürmektedir.

Ulus-devlet yapısına ve toplumsal dayanışma ruhuna bugün yönelmiş olan iç ve dış saldırı, esas olarak bu geleneği erek (hedef) almıştır. Türk toplumu; toprağı kamu malı sayan, tarihinde köle çalıştırmayan, baskı yapmayan ve bunların doğal sonucu olarak insanlarının devlete, ulus varlığına ve insan ilişkilerine önem verdiği özelliklere sahiptir. Bu özellikleriyle, Batının oluşturduğu ve kökleri köleci döneme dek giden günümüzdeki küresel yıkıma karşı bir seçenek ve gizil (potansiyel) bir güç oluşturmaktadır. Uğradığı yoğun ve yaygın baskının nedeni, devinime (harekete) geçmemiş olsa da bu gizil güçtür.


 1  “Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler” Ömer Lütfü Barkan, Vakıflar Der., Sayı 2, İst.-1942; ak. S.Yerasimos, “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.baskı, 3.Cilt, sf.256-257
 2  “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, Belge Yay. 7.Bas., 3.Cilt, sf.252
 3  “Türkiye Köy İktisadiyatı” İsmail Hüsrev, Kadro Dergisi Yay., İst.-1934, sf.163-164, ak; Prof. S.Aksoy, “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., 2. Bas.-1971, sf.36
 4  “Türkiye’de Toprak Meselesi” Prof.S.Aksoy, Gerçek Yay., 2.Bas.-1971, sf.37
 5  a.g.e. sf. 37
 6  “Osmanlı İmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıflarının Hukuki Statüsü” Ömer Lütfü Barkan, Ülkü, Cilt IX-X İst.-1957, ak; S.Yerasimos, “AzgelişmişLik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.Cilt, sf.259-260
 7  a.g.e. sf.259
 8  a.g.e. sf.259
 9  a.g.e. sf.260
 10  “Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku” Belleten 47, sf.551, ak; Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 5.Cilt
 11  “VII. Türk Tarih Kongresi” 1.Cilt, sf.283; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1996, 5.Cilt, sf.2075


Metin AYDOĞAN, 11 Aralık 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 8 konuk

x