Selçuklu ve Osmanlılarda Toprak Düzeni -1
Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu iki devlet geliştirdiği toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.
Uygarlık Zinciri
Orta Asya toplumlarından gelen; Göktürkler, Uygurlar, Gazneliler ya da Karahanlılar’da gelişen ekonomik düzen, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletinde varlığını sürdürdü; Osmanlı İmparatorluğu ile yüksek düzeye ulaştı. Bin yıllık dönem içinde kurulan devletlerle geliştirilen üretim biçimleri ve dizgeleştirilen (sistemleştirilen) ekonomik ilişkiler, çağına göre iyi örgütlenmiş büyük bir gücü ve bu gücü yaratan ileri bir uygarlığı temsil etti.
Batıdan başka uygarlık tanımayan kimi “tarihçiler”, uygarlığa yön veren bu büyük gelişmeyi gerçek boyutuyla ya görmezden geldiler ya da bu gelişmeyi Türklere değil, onları etkilediğini ileri sürdükleri Bizans’a bağladılar. Oysa Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kurulup sıradışı bir gelişim yaşadığı dönemlerde Batı insanı, despot yönetimler altında, yağmalar ve çatışmalarla dolu üretimsiz ve yoksul bir yaşam sürüyordu.
Orta Asya’dan gelen Selçuklu ve Osmanlıların gerçekleştirdiği ekonomik-sosyal gelişim, dışardan aldıkları bilgilere değil, Orta Asya’dan getirip geliştirdikleri kendilerine ait birikime dayanır; esas olan bu birikimdir. Her iki devlet de, kimi “tarihçinin” bilimle çelişen savlarında ileri sürdüğü gibi; Anadolu’ya “üç-beş yüz çadırla” gelen ve “çok geri bir tarihsel aşamada” olan barbarlar tarafından kurulmadı. 1 Batıda bu tür savlar ileri sürülmüştür. Ancak, bilimden ve gerçeklerden kopmadan, böyle bir savı ileri sürebilmek, kuşkusuz olanaklı değildir.
11. ve 13.yüzyıllarda Orta Asya’dan Anadolu’ya yönelen ve hemen tümünü Oğuz Boyunun oluşturduğu iki büyük göç olayı yaşandı. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kuruluşuna kaynaklık eden bu göçler son göçlerdi ve Anadolu’nun Türkleşmesi gibi tarihsel önemi olan bir olayın tamamlayıcısıydı.
Konuyla ilgili, bilimsel nitelikli hemen tüm araştırma ve inceleme, sonuç olarak şunu ortaya koyuyordu: Türkler; ekonomik, toplumsal ve tarihsel tüm toplumsal birikimlerini koruyup geliştirmiş, kültürlerini yerel kültürlerle varsıllaştırmış (zenginleştirmiş) ve burada yaşayan insanlara, güce başvurmadan bu kültürü kabul ettirmiştir.
Köprülü ve Avcıoğlu
Osmanlı Devleti ve toplumsal yapısı üzerine yaptığı çalışmalarıyla ünlü Prof.Fuat Köprülü, bin yıllık Orta-Asya-Selçuklu-Osmanlı sürecini en iyi inceleyen tarihçilerden biridir. Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri adlı yapıtında, Osmanlı-Bizans ilişkilerini ele almış ve “Osmanlı Devleti’nin, kurumlarını İstanbul’un fethinden sonra Bizans’tan aldığını” ileri süren görüşlere, kanıt ve belge göstererek karşı çıkmıştır.
Köprülü söz konusu yapıtta; “Osmanlı tarihinin, Anadolu beylikleri ve Selçuklular’la birlikte genel Türk tarihinin çerçevesi içinde” ele alınması gerektiğini, bu yapıldığında, “şimdiye kadar karanlıkta kalan birçok noktanın anlaşılması imkânının ortaya çıkacağını” ileri sürer ve bu konuda başarılı olunması için “Türk tarihinin en eski devirlerine kadar inilmesi gerektiğini” söyler. Ona göre; “İslamiyet’ten önceki ve sonraki Türk devletlerinin hemen hiç incelenmemiş olması”, Türkler’in yaşatmakta olduğu geleneklerin “bilim dünyasınca bilinmemesine yol açmış” tır. Oysa, “İslamiyet’ten önceki dönemin birçok kalıntısı Türkler arasında yaşamış” ve bu kalıntılar, “İslami bir cila altında eski niteliğini korumuştur.” 2
Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi adlı yapıtında; Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının hangi yaklaşım ve anlayışla incelenmesi gerektiğini ve bu devletlerin kökenlerinin nereye dayandığı konusunu ele alırken benzer görüşler ileri sürer.
Orta Asya’dan gelen birikimin Anadolu’daki gelişimle birlikte incelenmesi gerektiğini ileri süren Avcıoğlu şunları söyler: “Tarihsel evrim yasaları çerçevesinde, Selçuklu ve Osmanlı toplum düzeninin biçimlenişi ve evrimini anlayabilmek için; hem İran-Arap-Bizans karışımı İslam toplumsal yapısını, hem de bu yapı üzerine oturan Orta Asya Türk-Moğol yapısını, evrimi içinde birlikte incelemek gerekir. Bu nedenle tarihimizi, Anadolu’daki köklerinden de, Orta Asya’daki köklerinden de ‘koparma olanağı’ kanımızca yoktur.” 3
Geleneğe Bağlılık
Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 8-13.yüzyıl Doğu Aydınlanması’nın geliştiği topraklar üzerinde ve 11.yüzyılın ilk yarısında kuruldu. İmparatorluğa biçim veren; yönetim yapılanması, ordu örgütlenmesi, ekonomi, hukuk ve bunların tümünü oluşturan kültür, belirgin biçimde, Orta Asya’dan gelen birikime dayanıyordu.
Göktürkler ve Uygurlar’dan sonra, ilk Müslüman Türk Devletleri olan Samanoğulları ve Gazneliler, Karahanlılar döneminde gerçekleştirilen ekonomik-sosyal ilerleme, Selçuklular döneminde de sürdü, güçlü bir ekonomi ve buna uygun, güçlü bir devlet yapısı ortaya çıktı.
Devlet yönetiminde temel yöneliş merkeziyetçiliktir ancak bu yöneliş, değişik büyüklükteki yönetim bölgeleri aracılığıyla gerçekleştirilir. Hun ve Göktürkler’de olduğu gibi, özellikle sınır bölgelerinde, vergi toplamaya yetkili, merkeze bağlı yönetim birimleri oluşturulmuştur.
Selçuklular’da başlayan, Osmanlılar’da yüksek nitelik kazanan ikta (hizmete karşılık belirli süreler için bırakılan kamu topraklarının kullanımı hakkı) ve tımar (devlet çalışanlarına görevleri karşılığı verilen gelir ya da gelir kaynağı) düzeninin ön uygulamaları, Hun ve Göktürk dönemlerinde yapılmıştı.
Fethedilen toprakların kullanımının, iyelik (mülkiyet) hakkı saklı tutulmak koşuluyla yurtluk olarak göçebe boylara verilmesi, eski bir Orta Asya geleneğiydi. 4
Eski Türkler’de devleti korumayı temel görev sayan ve savaşlarda yararlılık gösteren cengaverlere verilen alp ünvanı Selçuklu ve Osmanlılar’da boyutu genişletilerek ve gâzi sözcüğü eklenerek kullanılmıştır. Alp gaziler, eski Türklerde olduğu gibi Osmanlılar’da da; özellikle uç beyliklerinde, tehlike durumunda tüm ülkede, devleti koruyan atılgan savaşçılar olarak örgütlenmişlerdir. 5
Alp gazilerden ayrı olarak, benzer amaç taşıyan, kardeş yiğitler (ahîyetüf-fityan) adı verilen ahî örgütleri, Anadolu bacıları (bâcıyân-ı Rûm) adı verilen savaşçı kadın örgütleri, Horasan erenleri, Anadolu abdalları v.b. kökleri hep Orta-Asya’ya giden, Selçuklu ve Osmanlı’da varlığını etkili biçimde sürdüren sivil birliklerdi. 6
Toprak Sorunu
Ekonomik etkinliğin ağırlıklı olarak tarıma dayandığı toplumlarda, toprak sorununu çözmek, güç ve karmaşık bir iştir, deneyime dayalı gelişkinlik ve ileri bir kamusal anlayışı gerekli kılar.
Eski Türk topluluklarında toprak, boy ya da kavmin ortak malıydı. Ancak, koşulları devletçe belirlenen kimi durumlarda, kişilere özel iyelik ya da kullanım hakları veriliyordu. Bu haklar, devletle yapılan sözleşmeler (Bıçgas) ya da törenle yapılan ve söz vermeye dayanan yükümlenmelerle (ant) güvence altına alınıyor, insanlar sahibi oldukları ya da işlettikleri topraklarda, özel girişimci olarak tarım ve madencilik yapıyordu. 7
Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu düzen, dönem ve yöreye göre değişen yoğunluklarla dış etkiye açık olmuş ancak özgünlüğünü hiçbir dönemde yitirmemiştir; etkilenmekten çok etkilemiştir.
Sorunun Çözümü
Selçuklular geliştirdikleri toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.
Fuat Köprülü, bunu söyle anlatır; “13.yüzyıl Anadolu Türk toplumu, sosyal işbölümü düzeyi ve ekonomik gelişme bakımından, aşağı Orta-Asya toplumlarının en çok ilerlemiş olanlarından biridir. Bu toplumun siyasi ifadesi olan Anadolu Selçuklu Devleti de, düzgün ve güçlü kurumları olan merkezi bir devlettir ki, 11.yüzyılda Çin Türkistanı’ndan Marmara kıyılarına ve Kafkaslar’dan Basra Körfezine kadar egemen olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun siyasi ve idari geleneklerini sürdürmüşlerdir.” 8
İkta, Dirlik ve Fief
Selçuklular’da ikta, Osmanlılar’da dirlik ya da tımar, Batı feodalizminde fief adını alan toprak düzeni, başka biçim ve özelliklerle, hemen tüm Orta Çağ toplumlarında yaşanmıştır. Para ekonomisinin geri, ulaşım ve güvenlik işleyişinin yetersiz olduğu feodal federatif imparatorluklarda; vergiyi nakit olarak toplayıp merkeze aktarmak, ordu ve bürokrasiye merkezden aylık göndermek, bunların güvenliğini sağlamak güç ve çekinceli (riskli) bir işti.
Bu sorunu aşmak için, büyüklükleri değişen toprak parçaları, merkezi yönetime yakın ve onun buyruğunda çalışan asker ya da sivil görevlilere veriliyor, karşılığında hizmet ya da toplanan vergiden belirli bir pay alınıyordu; ikta, dirlik ya da fiefin özü buydu.
Genel işleyişteki benzerliklere karşın, uygulamada kullanılan yöntem ve yönelişlerde, Selçuklular’daki ikta ya da Osmanlılar’daki dirlik ile Batı fiefi ya da Arap-Abbasi iktası arasında, amaç ve işleyiş bakımından önemli ayrımlar vardı. Türk sisteminde, ikta örgütlenmesini belirleyen Orta Asya gelenekleri korunmuş ve ikta sahibine (mukta) toprak ya da üzerinde yaşayan insanlar üzerinde kullanım ayrıcalığı tanınmamıştı; ayrıcalık yalnızca vergiyle sınırlı tutulmuştu. 9
Abbasiler’de ikta miktarları eylemsel olarak denetlenmesi olanaklı olmayacak denli büyüktü. 10 Batı fiefinde ise toprak, üzerinde yaşayan insanlarla (serfler) birlikte ve onlar da kullanılacak mal gibi kabul edilerek veriliyor, fiefin özel iyeliğe dönüşmesini engelleyecek bir önlem alınmıyordu.
Bu durum fief alan soyluların güçlendikleri oranda merkezi yönetimden uzaklaşmalarına ve giderek özerk yönetim birimleri oluşturmalarına yol açıyordu. 11 Fiefin yapısında var olan serfe yönelik şiddet unsuru, iyelik hırsı ve merkezi devletten ayrılma eğilimi, Türk iktasında bulunmayan niteliklerdi.
Osmanlı Dirliği
Osmanlılar, Selçuklular’ın geliştirip uyguladığı ikta düzenine, dirlik adını vererek; daha kapsamlı, daha yaygın ve iyi işleyen bir uygulamaya dönüştürdü. Osmanlılar ayakta kalabilmek için bu dönüşümü, üstelik çok sağlam biçimde yapmak zorundaydı.
Küçük bir beyliğin sıradışı bir hızla büyüyerek, Anadolu dışında her zaman azınlıkta kalan bir nüfusla varlığını sürdürmesi; kesin olarak, her yönüyle güçlü bir devlet kurmakla olanaklıydı. Toprak düzeni yani dirlik, bu devletin bir parçası üstelik en önemli parçasıydı.
Değişik kültürlerden çok sayıda topluluğu merkezi bir devlet yapısı içinde yönetebilmek, bu yönetimin kalıcılığını sağlamak ve sürekli geliştirmek ancak ve kesinlikle yüksek düzeyde bir örgütlenmeyi gerekli kılıyordu. Bu birikim Oğuzların küçük bir boyundan gelen Osmanlılar’ın tarihsel geçmişinde yeterince bulunuyordu.
Topral Düzeni
Osmanlılar yeni bir ülke fethettiğinde, bu ülkenin herşeyden önce; işlenebilir toprak miktarını, ürün türlerini, getiri düzeyini, üzerinde yaşayan nüfusu ve aile (hane) sayısını saptıyor, bunları kayda geçiriyordu. Daha sonra belirli bir tasar (plan) içinde; dirlik’lerin niceliği (miktarı) ve iyeliği belirleniyor, iskana ve imara açılacak yeni yerler saptanıyor, buralara Anadolu’dan getirilip yerleştirilecek Türk nüfusun sayı ve niteliğine karar veriliyordu.
Şenlendirme adı verilen bu eylemde, getirilen nüfus göçer Türkmen ise; onlara, tarım yapan yerleşik köylüler durumuna gelmeleri için ücretsiz öküz, tarım araçları ve tohumluk dağıtılıyordu. 12
İşlenebilir durumdaki topraklar, değeri ve büyüklüğü değişen parçalara (tımar) ayrılıp bu topraklar, askeri görev karşılığı; eyalet süvarisi, topraklı süvari ya da toprak eri gibi adlar verilen sipahilere ömür boyu kullanmak üzere veriliyordu.
Tımardan daha büyük ve daha değerli olan toprak birimleri ise zeamet ve haslardı ve daha yüksek görevlilere dağıtılırdı. Tımar, zeamet ve hasların oluşturduğu toprak düzeninin tümü, Osmanlı devletinin ünlü dirlik düzenini oluşturuyordu. Devletten dirlik alan görevliler, kendilerine ayrılan topraklarda yaşayan köylülerden vergi toplar; buna karşılık, savaş (sefer) durumunda, sayısı kullandığı toprağın büyüklüğüne göre değişen silahlı askeri (cebel), merkezin buyruğuna gönderirdi.
Özgün Çözüm
Osmanlı dirlik düzeni, toprak sorununu ordu ile ilişkilendirerek, başka toplumlarda örneği görülmeyen bir başarıyla çözmüştür. Olgun dönemine 15-16. yüzyıllarda ulaşan bu düzen, eyaletlerin yönetimi ve ordunun büyük bölümünün örgütlenmesi bakımından Osmanlı devletinin temelini oluşturuyordu. Yalnızca Avrupa feodalizmindeki “fief” den ya da Bizans’ın asker-toprak ilişkisini düzenleyen “pronoia”dan değil, Araplar’ın “kat’ia” sından, Sırplar’ın “bastina”sından ve başka Orta Çağ toplumlarındaki toprak düzenlerinden ayrımlıydı. Amaç, anlayış ve içerik olarak belirgin bir özgünlüğü vardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim düzenini Bizans’ın basit bir süreği (devamı) gibi göstermeye çalışan anlayışlar, savlarını sözcük kökenleriyle kanıtlamaya çalışır ve tımarın Grekçe timarion sözcüğünden geldiğini ileri sürerler.
Oysa, timarion sözcüğünün geçtiği Bizans belgelerinin tümü, Selçuklu ve Osmanlılar’ın Bizans topraklarında egemenlik kurduğu döneme aittir. Bu nedenle, tımar sözcüğünün timarion’dan değil, tam tersi timarionun tımardan gelmesi gerekir. Sözcüğün kaynağı, Farsça’da bakım, iyileştirme anlamına da kullanılan timardır. Bu sözcük Farsça’da askeri ikta anlamında kullanılmamıştı. 13 Ancak Osmanlılar tımar diyerek sözcüğe böyle bir anlam yüklemişlerdi.
Osmanlı dirlik düzeninin Bizans ya da başka uygarlıklarla ilişkisi, başka birçok konuda olduğu gibi, etkileme yanı ağır basan bir karşılıklı etkileşim sorunudur. Yabancı bir kültürü ve onun kurumlarını alarak kimliğini koruyabilen bir toplum tarihte görülmemiştir. Toprak düzeninin, toplumun temelini oluşturduğu Orta Çağ’da, böyle bir sonuç asla olanaklı değildi. Bunun somut göstergesi, Anadolu’nun Türkleşmesidir.
Osmanlı Tımarı
Osmanlı tımarında, dirlik sahiplerinin iyelik hakları yoktu. Mirî adıyla dirlik için ayrılan toprakların sahibi (rakabesi) her zaman devletti.
Hassa çiftlikleri dışında dirlik sahiplerinin, toprağı bizzat işleme hakları bulunmazdı. Dirlik sahipleri, toprağı vergi ödeyen halka (reaya) vermek ve onlar aracılığıyla işletmek zorundaydı.
Reayanın (yönetime katılmayan, askeri sınıf dışında kalan, geçimini tarım ve tecimle (ticaretle) sağlayan kesim), eğer birlikte yaşıyorsa çocukları ve kardeşleri, dirlik sahibi sipahi beyinin defterine kayıtlıydı. Sipahi beyi, toprağı, defterinde kayıtlı olan bu insanlar arasında paylaştırır, tarımı onlara yaptırırdı. Reayanın toprağa kavuşturulması, reaya açısından yasaya bağlanmış bir hak, tımar sahibi açısından ise bir yükümlülüktü. Tımar sahipleri, denenmiş ve sınanmış, devlete bağlı, güvenilir insanlardı. Dışardan bir kişiye tımar verilmesi yasaktı ve bir yabancının dolaylı da olsa bu işleyişin içine girebilmesi olanaklı değildi.
Hak ve Sorumluluk
Toprağı işleyecek olan reaya, “bir çift öküzün işleyebileceği” büyüklükte olan ve çift diye anılan (çiftlik sözcüğü buradan gelir) toprağı, belirli bir bedel karşılığı tımar sahibinden kiralardı. Kiralama işlemi, reaya ile tımar sahibinin karşılıklı hak ve sorumluluklarını belirleyen bir sözleşmeye bağlanır ve taraflar sözleşme koşullarına titizlikle uyardı.
Reaya, sözleşme koşullarına uymayacak olursa, tapu resmi adı verilen kira bedeli yanar ve toprak elinden alınırdı. Buna karşın, tımarlı sipahi de reayaya angarya koyamaz; ondan yağ, odun, kömür, arpa, ot, yem gibi kabul edilmesi yasak olan armağanlar alamazdı. 14
Reayanın toprağı işleme hakkı, babadan oğula geçerdi ancak bu hak satılamaz, bağışlanamaz ya da vakfedilemezdi. Toprağı dilediği gibi kullanmak, bakımsız bırakmak, dilediği ürünü ekmek ya da izinsiz ayrılmak söz konusu olamazdı. Toprağı dinlendirmek (nadas) gibi zorunluluklar ya da uygun özürler olmaksızın, toprağın işlenmesi uzun süre ertelenemezdi; üç yıl işlenmeyen toprak reayanın elinden alınırdı.
Vergilendirme
Üretici reaya, iki tür vergi öderdi. Çift akçesi adı verilen ve ürüne bağlı olmayan geleneksel sabit vergi (örfî vergi) götürü olarak ödenir, ürün azlığı ya da fazlalığı bu vergiyi değiştirmezdi.
Ürün miktarına bağlı olan ve onda bir’le onda beş arasında değişen oranlarla ödenen Öşür ise değişken miktarlı bir vergiydi. Bu iki ana vergiden başka tımar reayası, toplumun diğer kesimlerinin de ödediği; evli olmayanlar vergisi (resm-i mücerret), evlenme vergisi (resm-i arus), hayvan vergisi (resm-i ağnam), otlak vergisi (resm-i otlak) gibi vergiler öderdi. 15
1 “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” D.Perinçek, Kaynak Yay. 4.Bas.-1997, sf.62
2 “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002, sf.28, 30 ve 32
3 “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.87
4 “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” D.Perinçek, Kaynak Yay. 4.Bas.-1997, sf.62
5 “Inscriptions de I’Orkhon” W.Thomsen, Helsingfors 1896; ak. Prof.M. Fuat Köprülü “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” Ötüken Yay.-1981, sf.146
6 “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay.-1981, sf.152-158
7 “Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas., sf.46-66
8 “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Prof. M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay.-1981, sf.120
9 “L’evolution de l’iqta” C.Cohen, ak. Stefanos Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Basım, 3.Cilt, sf.133
10 “Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal” İ. H. Uzunçaşılı, ak. a.g.e. sf.132
11 Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 12.Cilt, sf.95
12 “Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar” D.Turan, Ank. 1958; ak. S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Bas.-2000, Birinci Cilt, sf.151
13 Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 30.Cilt, sf.25
14 “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu” Sencer Divitcioğlu, İst. Üniv. Yay., İst.-1967, sf.46 ve 83 ak. Prof.Suat Aksoy “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., İkinci Baskı-1971, sf.27-31-32
15 “Türkiye’de Toprak Meselesi” Gerçek Yay., İkinci Bas.– 1971, sf.24-29
Metin AYDOĞAN, 9 Aralık 2014