SERDAR ANT’A YANIT
Öncelikle şunu belirteyim, Sayın Serdar Ant’a karşı en küçük bir ön yargım yok. Eğer kendisine karşı en küçük bir ön yargı taşımış olsaydım, bundan aylar önce, yurt ve dünya olayları hakkında beğeniyle okuduğum pek çok yazısını Güncel Meydan sitemizde paylaşmazdım.
Yazılarını sitemizde paylaşmaya son vermemizin nedeni de kendi sayfasındaki bir uyarısı olmuştu. Sayfasında ’’İnternet ortamında, çeşitli sitelerde yayımlanan yazılarının kendi izni dışında yayımlandığı’’ türünden bir uyarıya yer vermiş olması nedeniyle yazılarını sitemizde paylaşmaya son vermiştik…
***
Her şey bir yana, anladığım kadarıyla Sayın Serdar Ant’ın İşçi Partisi ve Doğu Perinçek konusuna özel bir ilgisi var.
Nedendir bilinmez, bu özel ilgisini ve bu konudaki arşivini, seçimler yaklaştıkça Cumhuriyet Güç Birliği’ne karşı yazdığı yazılarda daha sıklıkla ortaya koymaya başladı…
Bu yazılarından ’’Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak?’’ başlıklı derlemesinde ise, Perinçek, İşçi Partisi ve Cumhuriyet Güç Birliği’nin, Cumhuriyet’i savunma konusundaki içtenliğini sorgulamıştı.
Güncel Meydan sitemize de bir şekilde taşınan bu derlemesine karşı ben de ’’Evet, Böyle Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak’’ başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazımda, İşçi Partisi’nin ve Doğu Perinçek’in; 70’li yıllardan günümüze dek, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, ulusal birliğimizi ve cumhuriyetimizi savunma konusunda yaptığı yayınlardan, gerçekleştirdiği eylemlerden küçük kesitler sundum. Yazımın sonunda da, İşçi Partisi’ni, Doğu Perinçek’i ve Cumhuriyet Güç Birliği’ni, Cumhuriyet’i savunma konusunda samimi bulmayıp, ’’Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak?’’ diye soranlara, peki siz Cumhuriyet’i ve vatanımızı savunma konusunda hangi eylemi gerçekleştirdiniz, bugüne kadar siz ne yaptınız diye sordum.
Sayın Serdar Ant’tan bu soruma bir yanıt gelmedi. Ama ,’’TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!’’ başlıklı yazısında ipucu olabilecek şeyler yazmış.
Yazısının bir yerinde kendisini tanımlarken şöyle diyor Sayın Ant: ’’Hiçbir parti, örgüt, kurum ve kuruluşla ilişkisi olmayan, sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Kemalist ve sol görüşte bir kişiyim. Kendime lider bellediğim tek insan da büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’tür!’’
Kendisini Kemalist ve sol bir kişi olarak tanımlamasına; kendisine, bizler gibi, Mustafa Kemal Atatürk’ü lider olarak seçmesine ancak sonsuz bir saygı duyulabilir… Buna bir dediğim yok. Ama Mustafa Kemal Atatürk’ü önder olarak kabul etmek, onu örnek almak demektir. Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek almak ise, örgütlü siyasal mücadele içinde yer almayı gerektirir. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk tüm siyasal yaşamı boyunca mücadelesini örgütlü olarak yapmıştır. İrili ufaklı, eksiği fazlasıyla pek çok siyasal örgütlenme içinde yer almıştır… Birincisi, ’’Hiçbir parti, örgüt, kurum ve kuruluşla ilişkim yok’’ demek, kendisine Mustafa Kemal Atatürk’ü lider seçmiş bir insan için, meziyet değil, büyük bir eksikliktir. Hele ki, Mustafa Kemal Atatürk gibi, ’’Ya İstiklâl, Ya Ölüm!’’ kararlılığını ortaya koyuyorsanız, bu mücadele örgütsüz olmaz. Yani, ne bağımsızlığımızı, ne vatanımızı ne de Cumhuriyet’i savunmak lafla olmaz, eylemle olur. Eylem ise örgütsüz olmaz…
Anlaşılan Sayın Ant’ın bir örgütü olmadığına göre, bu konuda bize gösterebileceği herhangi bir somut eylemi de yok… Yani sadece yazıyor…
Dahası, ’’…sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’’ diyor ama, görünen o ki, İşçi Partisi ve Doğu Perinçek konusunda sıradan bir insan için oldukça geniş bir arşive de sahip…
Şunu da bu arada belirteyim, doğrusunu söylemek gerekirse arşivinden çıkarıp ortaya koyduğu yayınlarda yer alan kimi açıklamalar, bence de bu yazılarda adı geçen İşçi Partisi yetkilileri tarafından ayrıntılı bir biçimde yanıtlanmalı. Hatta gerekirse bu konuda bir özeleştiri de yapılmalı…
***
Sayın Serdar Ant, ’’TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!’’ başlıklı yazısının sonunda, yıllardır temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen bir psikolojik savaş malzemesini bir kez daha kullanmış.
’’… Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!’’ diyor.
Bu konuda defalarca açıklama yapıldığı halde, Sayın Serdar Ant’ın bu malzemeyi bir kez daha kullanması, ne yazık ki hiç de iyi niyetli bir davranış değil.
Anımsayalım, ne yapmıştı Doğu Perinçek?
Terörist PKK’nın, terörist lideri Apo’yla görüşmüştü.
Görüştüğü sırada parti lideri miydi?
Hayır.
Bu görüşmeyi hangi amaçla yapmıştı?
Bu görüşmeyi, o dönemde yazarı olduğu 2000’e Doğru dergisi adına yapmıştı. Bir gazeteci olarak, her gazeteci gibi… Yaptığı görüşmeyi de görüşmenin fotoğrafıyla birlikte 2000’e Doğru dergisinde, satır satır kendisi yayımlamıştı. Sonra da bu görüşmede konuşulanları yine kendisi kitaplaştırmıştı.
Peki, bu konuda yıllardır Perinçek’i suçlayanlar ne diyorlar?
’’Gitti, Apo’yla görüştü, birbirlerine çiçek verdiler…’’
Aynı psikolojik savaş malzemesini, aynı ifadelerle, Sayın Serdar Ant da bir kez daha kullanıyor.
Oysa bizzat Perinçek’in kendisi bunu defalarca yanıtladı… Apo’yla bir gazeteci olarak görüştüğünü; üstelik bu görüşmede, Apo’yla görüşen diğer gazetecilerden farklı olarak, gelecek süreçte PKK’nın ister istemez ABD’nin Türkiye’mizi bölme planında piyon rolü oynayacağı konusunda Abdullah Öcalan’ı uyardığını; PKK’dan silahı bırakmasını istediğini anlattı… …
Hata mı yapmış?.. Gizli saklı bir iş mi yapmış?.. Tayyip Erdoğan gibi, hem Apo’yla Türkiye’mizin bölünmesini müzakere edip, hem de ‘’böyle bir şey yok’’ mu demiş?.. PKK’yı aklamaya, paklamaya mı çalışmış?.. Türkiye’ye ihanet mi etmiş?..
Dediğim gibi, diğer konularda adı geçen İşçi Partisi yetkilileri açıklama yapmalılar, buna bir dediğim yok. Ama vicdanını ABD’ye eğitime göndermemiş hiç kimse, yukarıdaki sorulara ’’Evet’’ yanıtı veremez.
Yanlışlık, Perinçek’in bir gazeteci olarak Abdullah Öcalan’la görüşmesinde değil, bu görüşmenin Perinçek’i suçlamak ve karalamak için yıllardır kullanılmasındadır…
***
Sayın Serdar Ant, ’’Aydınlıkçılarla hakaretlerin havada uçuşmadığı, iftira ve yalanların değil toplumsal ve tarihsel olguların esas alındığı bir tartışma yapmak ne zaman mümkün olacak acaba?’’ demiş.
Sayın Ant, tarihsel ve toplumsal olguların tartışıldığı hangi yazımızda bir hakaret ve iftira gördü acaba? Tarihsel ve toplumsal olgular bilinçli bir biçimde çarpıtılmadığı, bu iş bir karalamaya ve çamur atmaya dönüşmediği sürece, emin olsun, Aydınlıkçılar bu konudaki en hoşgörülü insanlardır…
Sayın Ant, bu konuda biraz da kendisini sorgulamalıdır bence. Yazılardan cımbızla birkaç satırı çekip, yazılarda verilmek istenen mesajın tam tersi sonuçlar çıkarmak; yapılan alıntıyı çarpıtarak yorumlamak da unutmasın ki yalan ve iftiraya giden yolun bir başka kapısıdır…
Örnek mi?
Örnek, Sayın Serdar Ant’ın, “Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak” başlıklı derlemesinin ilk iki alıntısı.
Bu iki alıntıdan biri Doğu Perinçek’in 13 Eylül 2009 tarihli Aydınlık’taki yazısından, diğeri Mehmet Bedri Gültekin’in 22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı yazısından.
Bu 2 yazıdan çekip aldığı bir kaç satırlık alıntıyla, Mehmet Bedri Gültekin ve Doğu Perinçek’i, 17 yaşındaki lise öğrencisi Serap Eser’i katleden PKK’lı katilleri savunmakla, PKK teröristlerini, millete “Kürt halk kitleleri” olarak yutturmaya çalışmakla suçluyor…
Yazımın sonunda bu 2 yazının da tamamını ilgilerinize sunuyorum. Elinizi vicdanınıza koyarak bu 2 yazının tamamını okuyun. Bakalım, Sayın Serdar Ant’ın, yazı içinden çektiği birkaç satırlık alıntıyla vardığı sonucun aynısını çıkarabilecek misiniz? (*)
Büyük Ortadoğu Projesi’nin ülkemizi etnik çatışmalara sürükleme ve bölme kışkırtmalarının kapıya gelip dayandığı, buna engel olacak güçlerin birer birer susturulduğu, etkisizleştirildiği, gündemimizde vatan savunması açısından çok daha sıcak konuların olduğu bir ortamda bu anlamsız tartışmayı daha fazla uzatmayacağım.
Bu konuda son olarak, şunu belirtmek istiyorum, adım gibi eminim ki, en başta Sayın Doğu Perinçek olmak üzere, hiçbir İşçi Partili, ülkemizin bölünmesini, etnik çatışmalara sürüklenmesini istemez. Eğer günümüzden bakıldığında geçmişte hatalı olduğu görülen kimi tavırlar ve amacı aşan abartılı açıklamalar varsa, buna herkes emin olsun ki, bunun özeleştirisini yapmaktan da hiçbir İşçi Partili çekinmez.
İrfan Tuna - 31 Mayıs 2011 - Güncel Meydan
---------------------------------------------------------------------
(*) İşte 2 yazının tam metni:
22 Ekim 2009
Barış mı kaos mu?
Mehmet Bedri Gültekin
Türkiye 19 Ekim tarihinden itibaren Kandil’den gelen sekiz PKK’lı ile Mahmur kampından gelen 26 mülteciyi konuşuyor. İçişleri Bakanı Atalay, ‘PKK’lıların açılım projelerinin bir parçası olarak geldiklerini’ söylüyor.
Kısacası, AKP’nin doğrudan doğruya sorumlu olduğu, daha doğrusu ilerlemesinde rol üstlendiği bir sürecin yeni bir aşaması ile karşı karşıyayız.
Önce ne olup bittiğine bakalım:
PKK’lılar, AKP’lilerin ve iktidar yandaşı basının söylediği üzere “teslim olmaya” değil, kendi ifadeleriyle söyleyecek olursak, “Sayın Öcalan’ın isteği (talimatı) üzerine barış sürecine katkıda bulunmak üzere” geldiler.
Gerilla kıyafetli PKK’lılar, bütün söz ve hareketleri ile silahlı bir iradenin parçası olduklarını ısrarla ifade ettiler.
PKK’lı grup, barış için Türkiye’nin adım atmasını istedikleri sekiz koşulu içeren bir mektubu açıkladı. PKK’lılardan Hamiyet Dinçer, “Savaşa da barışa da varız” dedi.
Alelacele Habur kapısına taşınan Mahkeme, devlete karşı savaşan silahlı bir örgütün üyesi olduğunu döne döne ve ısrarla söyleyen PKK’lıları serbest bırakmak için elinden geleni yaptı.
İşi kitabına uydurmak için söylenenler zapta geçirilmedi. Israrla “pişman olmadıklarını söyledikleri halde gelenler, “Etkin pişmanlığı” düzenleyen ceza yasası maddesine göre yedi dakika tutan sorguların ardından serbest bırakıldılar.
NE YAPMAK LAZIM
Yanlış anlaşılmasın. “Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın” demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beşbin, altıbin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır.
Ama şimdi gerçekleşen bu değildir. Gerek gelen PKK’lılar ve gerekse PKK’nın yöneticileri, çeşitli vesilelerle taleplerini dillendiriyorlar. Bütün bu talepleri, ‘Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması’ olarak özetleyebiliriz.
Türkiye’nin, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi ile esasları belirlenen ulusal devlet yapısını terk etmesi; PKK’ya göre etnik temelde, ABD ve AB ile AKP’ye göre ise etnik farklılıklar ile inanç farklılıkları temelinde yeniden örgütlenmesi olacak mı olmayacak mı? Bütün mesele budur.
Kimse kendini aldatmasın! Habur’dan giriş yapanlar toplumumuzun bir parçası olarak hayatlarını sürdürmek için gelmediler. Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması yolunda kendilerine verilen görevi yerine getirmek için geldiler.
YALAN VE GERÇEK
Ama milletin gözüne baka baka yalan söylenmektedir.
Teslim olan yok. Silah bırakan yok. Tam tersine elinde silah, her zamankinden daha avantajlı bir konuma gelen bir silahlı gücün; bu durumdan yararlanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne kendi taleplerini koyması söz konusudur.
AKP ise devleti ve yasaları ayaklar altına alarak “açılım” şovuna devam etmektedir.
Bir İçişleri Bakanı düşünün ki, daha PKK’lı grup Türkiye’ye gelmeden “merak etmeyin hepsi bırakılacak” sözünü verebilmektedir.
İçişleri Bakanı kendini, mahkemelerin yerine koymakta ve yasaların üzerine çıkarmaktadır.
Elbette TBMM, yeni bir yasal düzenleme yapabilir ve dağdan inen herkesin evine dönebilmesini mümkün kılabilir.
Ama bu konuda hiçbir şey yapılmadan ve terörle mücadeleye ilişkin bütün maddeler yerli yerinde dururken, bir İçişleri Bakanı çıkar ‘gelenlerin hepsinin bırakılacağı’ sözünü peşin olarak söylerse ve mahkemeyi buna uygun karar vermeye zorlarsa burada hukuk değil, başka bir şey var demektir.
Bütün bu yaşananlara adı; devletin, yasaların ve milletin ayaklar altına alınmasıdır.
KİMİN İRADESİ?
Gerçekte ortada ne AKP’ye ne de İmralı’ya ait olan bir irade yoktur. Amerika tarafından hazırlanan “açılım planı” adım adım uygulanmaktadır.
Karşımızda Amerika’nın iradesi vardır.
Bu irade özetle, Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması için koşulların hazırlanmasını öngörmektedir.
1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan bu yana söz konusu koşullar olgunlaştırılmaktadır. Son altı ay içinde bu konuda çok büyük bir yol alındı.
19 Ekimden bu yana Güneydoğu’da yaşanan manzaraya bakmak Türkiye’nin nereye götürüldüğünü anlamaya yetiyor.
Devletin karşısındaki silahlı irade ve onun arkasındaki emperyalist güç, kendi isteklerini adım adım Türkiye’ye kabul ettiriyor. Bu tablo PKK’nın Bölgedeki etki alanını çok büyük bir hızla büyütüyor.
Tarafsız konumdaki kitleler, PKK’nın etki alanına dahil oluyor. PKK’ya karşı olan halk kesimleri ise terk edilmişlik ruh haliyle ve savaşın kaybedildiği duygusu içinde sessizliğe ve durumu kabullenmeye mahkûm ediliyor.
KAOSA DOĞRU
En büyük yalan ise “barış” konusunda söyleniyor. Etnik temelde ayrışmanın derinleşmesi, elinde silah olan bir gücün giderek daha büyük kitleleri kontrol eder duruma gelmesi, milletin geri kalanında ve özellikle Batı illerinde çok büyük bir öfkenin adım adım birikmesi Türkiye’yi barışa götürmüyor.
Türkiye, AKP marifetiyle kaosa doğru yol alıyor.
Kaosu önlemenin yolu, AKP iktidarından kurtulmaktan geçiyor.
----------------------------------
13 Eylül 2009
Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?
Doğu Perinçek
Son 25 yılın büyük sorusudur bu:
Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?
Türkiye halkıyla mı?
Amerika Birleşik Devletleri’yle mi?
Ya da şöyle soralım: Kürdü kim kazanacak?
Türkiye Kürtleri, Türkiye halkıyla birleşirse, süreç birlik, demokrasi ve barışla sonuçlanır.
Türkiye Kürtleri, Barzani ve Talabani yolunu izler ABD güdümüne girerse, önümüzde büyük çalkantılar var demektir.
Türkiye Kürtlerinin kiminle birleşeceği sorusunun cevabını belirleyen etkenler çoktur ve karmaşıktır.
İlk bakışta kararı, Türkiye Kürtleri verecek gibi gözükür. Ancak onların eğilimini belirlemek isteyen değişik güçler ve süreçler var. Önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
-Türkiye’nin hakim sınıfları
-ABD
-PKK ve DTP
-Barzani ve Talabani
-Bölge devletleri
-Avrasya devletleri
-Türkiye’nin halk güçleri
HAKİM SINIFLARIN POLİTİKASI
Türkiye hakim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir. Turgut Özal’lardan beri ABD’nin inayetine bel bağlamıştır. Bir de şeyhlere ve ağalara! ABD izin verir ve desteklerse, PKK etkisiz hale getirilecektir. O nedenle bu politika, ABD’yi ikna etmek üzerinde odaklanır; daha doğrusu ABD’ye yalvarmak!
Tayyip-Gül ikilisi, şu anda bu politikanın şampiyonu ve gözü kara uygulayıcısı! Ancak Turgut Özal’dan bu yana bütün iktidarlar buna bağlanmışlardı. CHP, MHP ve Genelkurmay Başkanlığı da bu politikanın dışına çıkabilmiş değiller. Hatta sözüm ona laikçi işbirliği için ABD’nin ağzına bakan birtakım sözde
Atatürkçüler de, PKK’nın tasfiyesini ABD umuduna bağlamışlardır.
ABD’NİN POLİTİKASI
ABD ise, PKK’yı bir tabanca gibi Türkiye’nin şakağına dayadığını düşünmektedir. 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, PKK’yı denetim altına almıştır ve Türkiye’ye karşı bir tehdit aracı olarak kullanmaktadır. Bu tehdit, bazı kentlerde ve alanlarda kitlesel ayaklanma girişimlerine kadar uzanan tehlikeli boyutlar içermektedir. Bunu herkes biliyor. Irak’ın bölünmesinde benzer yöntemlere başvurulmuştur. Türkiye’yi hedef alan planlar rafında uygun zamanı beklemektedir.
ABD’nin PKK’yı kullanması stratejik planı içinde kuşkusuz daha iyi anlaşılır. ABD, Orta Asya’yı denetim altına almak gibi stratejik bir hedef belirlemiştir. Bölgemiz, Orta Asya’nın kanadındadır. Bölge Kürtlerinin yaşadığı topraklar ise, ABD’nin adım adım kurduğu İkinci İsrail devletinin coğrafyası olarak tasarlanıyor. Diyarbakır merkezli haritalar işportaya düşmüştür. ABD, stratejik hedefine ulaşmak için Türkiye’ye “kriz bölgelerine müdahale gücü” rolünü yüklüyor. “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı, bu rolün belirleyici adımıdır. “Türkiye himayesinde Kürdistan”, Kerkük’ten Diyarbakır’a İkinci İsrail’e giden aşamadır. Bu misyonun altına giren Türkiye, bölge ülkeleri yanında Rusya ve Çin ile de cephe cepheye gelecektir ve ABD’ye stratejik bir dönem boyunca bağlanacaktır. Türkiye, Asya kapılarına bir koçbaşı gibi çarpıldığı zaman, Asya kapıları kırılmaz ama Türkiye parçalanır.
PKK VE DTP’NİN POLİTİKASI
PKK, 1991 yılından beri ancak ABD işbirliğiyle var olabileceğini saptıyor. ABD’nin silahlı gücüyle Irak’ı bölmesi, PKK için model oluşturmuştur. DTP, PKK’nın yasal örgütüdür ve bağımsız bir iradeye sahip değildir.
BARZANİ VE TALABANİ’NİN POLİTİKALARI
Barzani ve Talabani, ABD’nin stratejik hedefleri için baş koymuşlardır. Bölge ülkelerine düşmanlıklarının bedelleri ağırdır ve ABD’nin silahlı güçlerine kölece bağlanmışlardır. Bu nedenle politikaları, ABD hedefleriyle birebir örtüşmektedir.
BÖLGE DEVLETLERİNİN SİYASETLERİ
Irak, Suriye ve İran, Irak’ın kuzeyinde oluşturulan İkinci İsrail’i bir tehdit kaynağı olarak görüyorlar. İkinci İsrail’in Türkiye’ye doğru genişlemesi, onlar açısından tehdidin büyümesi anlamına geliyor.
Bölge devletleri, Türkiye’nin ABD ile değil, kendileriyle birlikte hareket etmesini istiyorlar.
Bunun için Türkiye ile ekonomiden güvenliğe kadar işbirliği arzusundalar. Başta Irak olmak üzere bütün bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerini savunmak için, hepsi Türkiye’nin gözünün içine bakıyorlar.
AVRASYA VE LATİN AMERİKA DEVLETLERİNİN SİYASETLERİ
Rusya ve Çin başta olmak üzere Pakistan, Hindistan, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Latin Amerika devletleri, ABD’nin Ortadoğu’da ikinci bir İsrail oluşturmasını, kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılıyorlar ve Irak’ın toprak bütünlüğünü destekliyorlar. Türkiye’nin ABD denetiminden kurtulması, bu devletler için bir güvenlik ve barış sorunudur.
İŞÇİ PARTİSİ’NİN SİYASETİ
Türkiye’nin halk güçlerini İşçi Partisi temsil ediyor. “Halk güçleri” yerine milli güçler de diyebiliriz. Ancak kendisini “milli güç” olarak kabul edenler, ABD güdümlü hakim sınıflardan kopamamışlardır.
ABD’ye yer yer tavır alıyorlar; ancak Kürdümüzle birleşmenin önemini ve gereğini henüz anlayabilmiş değillerdir. ABD ile işbirliği umudu ne yazık ki hala “yaralı bir kuş” gibi yüreklerinde çırpınıyor.
İşçi Partisi’nin siyasetinin özeti, Kürdümüzle birleşerek ABD politikasını bozmaktır.
Kürdümüzle birleşmek, bir felsefe, bir program ve bir uygulama meselesidir.
Türkiye’mizin yarım kalan, hatta karşıdevrimle boğulan Kemalist Devimini tamamlamak, aynı zamanda Kürdümüzle birleşme mücadelesidir.
Kürdümüzle birleşmek, bağımsızlık içindir; hep birlikte özgürleşmek içindir ve iş
sahibi olmak, insanca yaşamak içindir.
GERÇEKLERİN DENEK TAŞI
Özetlediğimiz politikaları gerçeğin mihengine vuralım.
Hakim sınıfların ABD ile birleşerek PKK’yı etkisizleştirme politikası, PKK’ya zarar vermiyor, fakat Türkiye’yi hızla bölünmeye sürüklüyor. ABD’nin elindeki aletten vazgeçmesi beklenemez. İkinci İsrail devletini Diyarbakır’a kadar genişletmek, ABD’nin stratejik hedefi içindedir ve bu amaca PKK’sız ulaşamaz.
Türkiye, bu süreçten toprak bütünlüğünü koruyarak ve milli birliğini yeniden oluşturarak çıkmak için, ABD tehdidine tavır almak zorundadır. Kürdümüzü kazanabilmek için, ABD’ye direnmek zorundayız.
KÜRTLERİMİZİN HAK VE HUKUKU
ABD güdümlü “Kürt Açılımı” plancıları, gündemin merkezine Kürtlerin haklarını oturtuyorlar. Oysa daha önemli olan, bu hak ve hukukun hangi stratejik program ve plan çerçevesinde olacağıdır. Türkiye Kürtleri, ABD’nin planları çerçevesinde sözüm ona “demokratik haklar” kandırmasına sürüklenip karanlıklara mı yuvarlanacaktır?
Yoksa milletimizin eşit haklara sahip özgür ve müreffeh yurttaşları olma mücadelesinde mi yer alacaklardır?
Soru budur.
Cepheden gelen şehit tabutları bu soruya ABD ile PKK’nın verdiği açık ve kesin cevaptır.
Türkiye tarafında ise, İşçi Partisi dışında hiçbir güç, Kürdümüzü kazanmak için eylemli bir mücadele içinde değildir. “Milli” denen güçler, ABD’nin izniyle sorunu çözmekten vazgeçmedikleri için umutlarını ABD’nin “partner” değiştirmesine bağlamışlardır. Senaryolarına göre, ABD, Tayyip-Gül ikilisini deliğe süpürüp, onları dansa kaldıracaktır. Washington’un kollarında bu kez onlar olacaktır.
Bu yol çıkmazdır; iflas yoludur. CHP, MHP ve Genelkurmay da bunun farkındadırlar herhalde. Yoksa yeni tecrübeler, daha büyük bedeller mi gerekiyor? Biraz beklemede, biraz şaşkın, tamamen etkisiz ve eylemsiz oluşları bu soruları akla getiriyor. Ulusal devleti savunduğunu vurgulayan güçler, inisiyatifi AKP’ye ve PKK’ya kaptırmışlardır. Çünkü Kürt halkını kazanmaya yönelik hiçbir program ve siyasetleri yoktur. Ne bağımsızlık, ne toprak reformu, ne Ortaçağ’dan kurtulmak ve yurttaş özgürlüğü! Ancak Deniz Baykal’ın CHP kuruluş yıldönümünde Ergenekon’u selamlaması, tarihi önemde bir ataktır ve halkçı-devrimci yönelişin gündemi zorladığının işaretidir.
ŞEYHLERİ VE AĞALARI KAZANMAK DEĞİL HALKI KAZANMAK
Kürdümüzü kazanma siyaseti, ağalara ve şeyhlere dayanamaz. Kürdü Ortaçağ güçleriyle denetleme politikasının artık sonuna gelinmiştir. Ağalığı şeyhliği tasfiye ve kamu yatırımlarıyla halka refah, programına yönelmek, Kürt halk kitlelerini Türkiye ile birleştirebilecek tek çaredir. Türkiye’nin Kürdü olacaksa, o Kürt Cumhuriyet’in Kürdü olacaktır. Ağa, şeyh, aşiret reisi, Cumhuriyet’in Kürdü değildir; Cumhuriyet yıkıcılığının güçleridir. İstisnalar gerçeği değiştirmez. Bu Ortaçağ güçleri, AKP’nin dayanağıdırlar.
Güneydoğumuzda PKK’nın bir gücü varsa, Cumhuriyet’in gücü de olacaktır. O güç ancak Devrimci Cumhuriyet programıyla ve halk örgütlenmesiyle yaratılır. PKK’nın etkisi altına düşen yurttaşlarımızı kazanmanın yolu da budur.
İşçi Partisi, çok ağır baskılar altında, hem yönetimin, hem bölücü terörün şiddetine göğüs gererek, Kürdümüzü Türkiye’ye uzanan elinden tutmuştur. Kürdümüzü kazanmada çok önemli örnekler yaratmıştır.
Eğer kendisini “milli” olarak kabul eden güçler, sorunu ABD ile çözme hayallerini bırakır ve İşçi Partisi’nin örnekleriyle kanıtladığı Kürdümüzü kazanma mücadelesine yönelirlerse, hava hızla değişir.
ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir!
Kürdümüzle Cumhuriyet temelinde birleşip ABD’ye direnmek zorundayız.
Irak, bize ders olmalı! Kürdünü kaybetmiş ve bölünmüştür.
Dahası ABD işgali altına düşmüştür.
Halkı kazanan savaşı kazanır.
Kürdümüzü kazanacağız, savaşı kazanacağız!