Serdar Ant'a Yanıt

Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen İrfan Tuna » Sal May 31, 2011 13:37

SERDAR ANT’A YANIT

Öncelikle şunu belirteyim, Sayın Serdar Ant’a karşı en küçük bir ön yargım yok. Eğer kendisine karşı en küçük bir ön yargı taşımış olsaydım, bundan aylar önce, yurt ve dünya olayları hakkında beğeniyle okuduğum pek çok yazısını Güncel Meydan sitemizde paylaşmazdım.

Yazılarını sitemizde paylaşmaya son vermemizin nedeni de kendi sayfasındaki bir uyarısı olmuştu. Sayfasında ’’İnternet ortamında, çeşitli sitelerde yayımlanan yazılarının kendi izni dışında yayımlandığı’’ türünden bir uyarıya yer vermiş olması nedeniyle yazılarını sitemizde paylaşmaya son vermiştik…

***

Her şey bir yana, anladığım kadarıyla Sayın Serdar Ant’ın İşçi Partisi ve Doğu Perinçek konusuna özel bir ilgisi var.

Nedendir bilinmez, bu özel ilgisini ve bu konudaki arşivini, seçimler yaklaştıkça Cumhuriyet Güç Birliği’ne karşı yazdığı yazılarda daha sıklıkla ortaya koymaya başladı…


Bu yazılarından ’’Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak?’’ başlıklı derlemesinde ise, Perinçek, İşçi Partisi ve Cumhuriyet Güç Birliği’nin, Cumhuriyet’i savunma konusundaki içtenliğini sorgulamıştı.

Güncel Meydan sitemize de bir şekilde taşınan bu derlemesine karşı ben de ’’Evet, Böyle Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak’’ başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazımda, İşçi Partisi’nin ve Doğu Perinçek’in; 70’li yıllardan günümüze dek, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, ulusal birliğimizi ve cumhuriyetimizi savunma konusunda yaptığı yayınlardan, gerçekleştirdiği eylemlerden küçük kesitler sundum. Yazımın sonunda da, İşçi Partisi’ni, Doğu Perinçek’i ve Cumhuriyet Güç Birliği’ni, Cumhuriyet’i savunma konusunda samimi bulmayıp, ’’Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak?’’ diye soranlara, peki siz Cumhuriyet’i ve vatanımızı savunma konusunda hangi eylemi gerçekleştirdiniz, bugüne kadar siz ne yaptınız diye sordum.

Sayın Serdar Ant’tan bu soruma bir yanıt gelmedi. Ama ,’’TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!’’ başlıklı yazısında ipucu olabilecek şeyler yazmış.

Yazısının bir yerinde kendisini tanımlarken şöyle diyor Sayın Ant: ’’Hiçbir parti, örgüt, kurum ve kuruluşla ilişkisi olmayan, sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Kemalist ve sol görüşte bir kişiyim. Kendime lider bellediğim tek insan da büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’tür!’’

Kendisini Kemalist ve sol bir kişi olarak tanımlamasına; kendisine, bizler gibi, Mustafa Kemal Atatürk’ü lider olarak seçmesine ancak sonsuz bir saygı duyulabilir… Buna bir dediğim yok. Ama Mustafa Kemal Atatürk’ü önder olarak kabul etmek, onu örnek almak demektir. Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek almak ise, örgütlü siyasal mücadele içinde yer almayı gerektirir. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk tüm siyasal yaşamı boyunca mücadelesini örgütlü olarak yapmıştır. İrili ufaklı, eksiği fazlasıyla pek çok siyasal örgütlenme içinde yer almıştır… Birincisi, ’’Hiçbir parti, örgüt, kurum ve kuruluşla ilişkim yok’’ demek, kendisine Mustafa Kemal Atatürk’ü lider seçmiş bir insan için, meziyet değil, büyük bir eksikliktir. Hele ki, Mustafa Kemal Atatürk gibi, ’’Ya İstiklâl, Ya Ölüm!’’ kararlılığını ortaya koyuyorsanız, bu mücadele örgütsüz olmaz. Yani, ne bağımsızlığımızı, ne vatanımızı ne de Cumhuriyet’i savunmak lafla olmaz, eylemle olur. Eylem ise örgütsüz olmaz…

Anlaşılan Sayın Ant’ın bir örgütü olmadığına göre, bu konuda bize gösterebileceği herhangi bir somut eylemi de yok… Yani sadece yazıyor…

Dahası, ’’…sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’’ diyor ama, görünen o ki, İşçi Partisi ve Doğu Perinçek konusunda sıradan bir insan için oldukça geniş bir arşive de sahip…

Şunu da bu arada belirteyim, doğrusunu söylemek gerekirse arşivinden çıkarıp ortaya koyduğu yayınlarda yer alan kimi açıklamalar, bence de bu yazılarda adı geçen İşçi Partisi yetkilileri tarafından ayrıntılı bir biçimde yanıtlanmalı. Hatta gerekirse bu konuda bir özeleştiri de yapılmalı…

***

Sayın Serdar Ant, ’’TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!’’ başlıklı yazısının sonunda, yıllardır temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen bir psikolojik savaş malzemesini bir kez daha kullanmış.

’’… Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!’’ diyor.

Bu konuda defalarca açıklama yapıldığı halde, Sayın Serdar Ant’ın bu malzemeyi bir kez daha kullanması, ne yazık ki hiç de iyi niyetli bir davranış değil.

Anımsayalım, ne yapmıştı Doğu Perinçek?

Terörist PKK’nın, terörist lideri Apo’yla görüşmüştü.

Görüştüğü sırada parti lideri miydi?

Hayır.

Bu görüşmeyi hangi amaçla yapmıştı?

Bu görüşmeyi, o dönemde yazarı olduğu 2000’e Doğru dergisi adına yapmıştı. Bir gazeteci olarak, her gazeteci gibi… Yaptığı görüşmeyi de görüşmenin fotoğrafıyla birlikte 2000’e Doğru dergisinde, satır satır kendisi yayımlamıştı. Sonra da bu görüşmede konuşulanları yine kendisi kitaplaştırmıştı.

Peki, bu konuda yıllardır Perinçek’i suçlayanlar ne diyorlar?

’’Gitti, Apo’yla görüştü, birbirlerine çiçek verdiler…’’

Aynı psikolojik savaş malzemesini, aynı ifadelerle, Sayın Serdar Ant da bir kez daha kullanıyor.

Oysa bizzat Perinçek’in kendisi bunu defalarca yanıtladı… Apo’yla bir gazeteci olarak görüştüğünü; üstelik bu görüşmede, Apo’yla görüşen diğer gazetecilerden farklı olarak, gelecek süreçte PKK’nın ister istemez ABD’nin Türkiye’mizi bölme planında piyon rolü oynayacağı konusunda Abdullah Öcalan’ı uyardığını; PKK’dan silahı bırakmasını istediğini anlattı… …

Hata mı yapmış?.. Gizli saklı bir iş mi yapmış?.. Tayyip Erdoğan gibi, hem Apo’yla Türkiye’mizin bölünmesini müzakere edip, hem de ‘’böyle bir şey yok’’ mu demiş?.. PKK’yı aklamaya, paklamaya mı çalışmış?.. Türkiye’ye ihanet mi etmiş?..

Dediğim gibi, diğer konularda adı geçen İşçi Partisi yetkilileri açıklama yapmalılar, buna bir dediğim yok. Ama vicdanını ABD’ye eğitime göndermemiş hiç kimse, yukarıdaki sorulara ’’Evet’’ yanıtı veremez.

Yanlışlık, Perinçek’in bir gazeteci olarak Abdullah Öcalan’la görüşmesinde değil, bu görüşmenin Perinçek’i suçlamak ve karalamak için yıllardır kullanılmasındadır…


***

Sayın Serdar Ant, ’’Aydınlıkçılarla hakaretlerin havada uçuşmadığı, iftira ve yalanların değil toplumsal ve tarihsel olguların esas alındığı bir tartışma yapmak ne zaman mümkün olacak acaba?’’ demiş.

Sayın Ant, tarihsel ve toplumsal olguların tartışıldığı hangi yazımızda bir hakaret ve iftira gördü acaba? Tarihsel ve toplumsal olgular bilinçli bir biçimde çarpıtılmadığı, bu iş bir karalamaya ve çamur atmaya dönüşmediği sürece, emin olsun, Aydınlıkçılar bu konudaki en hoşgörülü insanlardır…

Sayın Ant, bu konuda biraz da kendisini sorgulamalıdır bence. Yazılardan cımbızla birkaç satırı çekip, yazılarda verilmek istenen mesajın tam tersi sonuçlar çıkarmak; yapılan alıntıyı çarpıtarak yorumlamak da unutmasın ki yalan ve iftiraya giden yolun bir başka kapısıdır…

Örnek mi?

Örnek, Sayın Serdar Ant’ın, “Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak” başlıklı derlemesinin ilk iki alıntısı.

Bu iki alıntıdan biri Doğu Perinçek’in 13 Eylül 2009 tarihli Aydınlık’taki yazısından, diğeri Mehmet Bedri Gültekin’in 22 Ekim 2009 tarihli “Barış ve Kaos” başlıklı yazısından.

Bu 2 yazıdan çekip aldığı bir kaç satırlık alıntıyla, Mehmet Bedri Gültekin ve Doğu Perinçek’i, 17 yaşındaki lise öğrencisi Serap Eser’i katleden PKK’lı katilleri savunmakla, PKK teröristlerini, millete “Kürt halk kitleleri” olarak yutturmaya çalışmakla suçluyor…


Yazımın sonunda bu 2 yazının da tamamını ilgilerinize sunuyorum. Elinizi vicdanınıza koyarak bu 2 yazının tamamını okuyun. Bakalım, Sayın Serdar Ant’ın, yazı içinden çektiği birkaç satırlık alıntıyla vardığı sonucun aynısını çıkarabilecek misiniz? (*)

Büyük Ortadoğu Projesi’nin ülkemizi etnik çatışmalara sürükleme ve bölme kışkırtmalarının kapıya gelip dayandığı, buna engel olacak güçlerin birer birer susturulduğu, etkisizleştirildiği, gündemimizde vatan savunması açısından çok daha sıcak konuların olduğu bir ortamda bu anlamsız tartışmayı daha fazla uzatmayacağım.

Bu konuda son olarak, şunu belirtmek istiyorum, adım gibi eminim ki, en başta Sayın Doğu Perinçek olmak üzere, hiçbir İşçi Partili, ülkemizin bölünmesini, etnik çatışmalara sürüklenmesini istemez. Eğer günümüzden bakıldığında geçmişte hatalı olduğu görülen kimi tavırlar ve amacı aşan abartılı açıklamalar varsa, buna herkes emin olsun ki, bunun özeleştirisini yapmaktan da hiçbir İşçi Partili çekinmez.

İrfan Tuna - 31 Mayıs 2011 - Güncel Meydan

---------------------------------------------------------------------

(*) İşte 2 yazının tam metni:

22 Ekim 2009

Barış mı kaos mu?

Mehmet Bedri Gültekin



Türkiye 19 Ekim tarihinden itibaren Kandil’den gelen sekiz PKK’lı ile Mahmur kampından gelen 26 mülteciyi konuşuyor. İçişleri Bakanı Atalay, ‘PKK’lıların açılım projelerinin bir parçası olarak geldiklerini’ söylüyor.

Kısacası, AKP’nin doğrudan doğruya sorumlu olduğu, daha doğrusu ilerlemesinde rol üstlendiği bir sürecin yeni bir aşaması ile karşı karşıyayız.

Önce ne olup bittiğine bakalım:

PKK’lılar, AKP’lilerin ve iktidar yandaşı basının söylediği üzere “teslim olmaya” değil, kendi ifadeleriyle söyleyecek olursak, “Sayın Öcalan’ın isteği (talimatı) üzerine barış sürecine katkıda bulunmak üzere” geldiler.

Gerilla kıyafetli PKK’lılar, bütün söz ve hareketleri ile silahlı bir iradenin parçası olduklarını ısrarla ifade ettiler.

PKK’lı grup, barış için Türkiye’nin adım atmasını istedikleri sekiz koşulu içeren bir mektubu açıkladı. PKK’lılardan Hamiyet Dinçer, “Savaşa da barışa da varız” dedi.

Alelacele Habur kapısına taşınan Mahkeme, devlete karşı savaşan silahlı bir örgütün üyesi olduğunu döne döne ve ısrarla söyleyen PKK’lıları serbest bırakmak için elinden geleni yaptı.

İşi kitabına uydurmak için söylenenler zapta geçirilmedi. Israrla “pişman olmadıklarını söyledikleri halde gelenler, “Etkin pişmanlığı” düzenleyen ceza yasası maddesine göre yedi dakika tutan sorguların ardından serbest bırakıldılar.

NE YAPMAK LAZIM

Yanlış anlaşılmasın. “Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın” demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beşbin, altıbin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır.

Ama şimdi gerçekleşen bu değildir. Gerek gelen PKK’lılar ve gerekse PKK’nın yöneticileri, çeşitli vesilelerle taleplerini dillendiriyorlar. Bütün bu talepleri, ‘Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması’ olarak özetleyebiliriz.

Türkiye’nin, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi ile esasları belirlenen ulusal devlet yapısını terk etmesi; PKK’ya göre etnik temelde, ABD ve AB ile AKP’ye göre ise etnik farklılıklar ile inanç farklılıkları temelinde yeniden örgütlenmesi olacak mı olmayacak mı? Bütün mesele budur.

Kimse kendini aldatmasın! Habur’dan giriş yapanlar toplumumuzun bir parçası olarak hayatlarını sürdürmek için gelmediler. Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması yolunda kendilerine verilen görevi yerine getirmek için geldiler.

YALAN VE GERÇEK

Ama milletin gözüne baka baka yalan söylenmektedir.

Teslim olan yok. Silah bırakan yok. Tam tersine elinde silah, her zamankinden daha avantajlı bir konuma gelen bir silahlı gücün; bu durumdan yararlanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne kendi taleplerini koyması söz konusudur.

AKP ise devleti ve yasaları ayaklar altına alarak “açılım” şovuna devam etmektedir.

Bir İçişleri Bakanı düşünün ki, daha PKK’lı grup Türkiye’ye gelmeden “merak etmeyin hepsi bırakılacak” sözünü verebilmektedir.

İçişleri Bakanı kendini, mahkemelerin yerine koymakta ve yasaların üzerine çıkarmaktadır.

Elbette TBMM, yeni bir yasal düzenleme yapabilir ve dağdan inen herkesin evine dönebilmesini mümkün kılabilir.
Ama bu konuda hiçbir şey yapılmadan ve terörle mücadeleye ilişkin bütün maddeler yerli yerinde dururken, bir İçişleri Bakanı çıkar ‘gelenlerin hepsinin bırakılacağı’ sözünü peşin olarak söylerse ve mahkemeyi buna uygun karar vermeye zorlarsa burada hukuk değil, başka bir şey var demektir.

Bütün bu yaşananlara adı; devletin, yasaların ve milletin ayaklar altına alınmasıdır.

KİMİN İRADESİ?

Gerçekte ortada ne AKP’ye ne de İmralı’ya ait olan bir irade yoktur. Amerika tarafından hazırlanan “açılım planı” adım adım uygulanmaktadır.

Karşımızda Amerika’nın iradesi vardır.

Bu irade özetle, Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması için koşulların hazırlanmasını öngörmektedir.

1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan bu yana söz konusu koşullar olgunlaştırılmaktadır. Son altı ay içinde bu konuda çok büyük bir yol alındı.

19 Ekimden bu yana Güneydoğu’da yaşanan manzaraya bakmak Türkiye’nin nereye götürüldüğünü anlamaya yetiyor.

Devletin karşısındaki silahlı irade ve onun arkasındaki emperyalist güç, kendi isteklerini adım adım Türkiye’ye kabul ettiriyor. Bu tablo PKK’nın Bölgedeki etki alanını çok büyük bir hızla büyütüyor.

Tarafsız konumdaki kitleler, PKK’nın etki alanına dahil oluyor. PKK’ya karşı olan halk kesimleri ise terk edilmişlik ruh haliyle ve savaşın kaybedildiği duygusu içinde sessizliğe ve durumu kabullenmeye mahkûm ediliyor.

KAOSA DOĞRU

En büyük yalan ise “barış” konusunda söyleniyor. Etnik temelde ayrışmanın derinleşmesi, elinde silah olan bir gücün giderek daha büyük kitleleri kontrol eder duruma gelmesi, milletin geri kalanında ve özellikle Batı illerinde çok büyük bir öfkenin adım adım birikmesi Türkiye’yi barışa götürmüyor.

Türkiye, AKP marifetiyle kaosa doğru yol alıyor.

Kaosu önlemenin yolu, AKP iktidarından kurtulmaktan geçiyor.

----------------------------------


13 Eylül 2009

Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?

Doğu Perinçek



Son 25 yılın büyük sorusudur bu:

Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?

Türkiye halkıyla mı?

Amerika Birleşik Devletleri’yle mi?

Ya da şöyle soralım: Kürdü kim kazanacak?

Türkiye Kürtleri, Türkiye halkıyla birleşirse, süreç birlik, demokrasi ve barışla sonuçlanır.

Türkiye Kürtleri, Barzani ve Talabani yolunu izler ABD güdümüne girerse, önümüzde büyük çalkantılar var demektir.

Türkiye Kürtlerinin kiminle birleşeceği sorusunun cevabını belirleyen etkenler çoktur ve karmaşıktır.

İlk bakışta kararı, Türkiye Kürtleri verecek gibi gözükür. Ancak onların eğilimini belirlemek isteyen değişik güçler ve süreçler var. Önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:

-Türkiye’nin hakim sınıfları

-ABD

-PKK ve DTP

-Barzani ve Talabani

-Bölge devletleri

-Avrasya devletleri

-Türkiye’nin halk güçleri

HAKİM SINIFLARIN POLİTİKASI

Türkiye hakim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir. Turgut Özal’lardan beri ABD’nin inayetine bel bağlamıştır. Bir de şeyhlere ve ağalara! ABD izin verir ve desteklerse, PKK etkisiz hale getirilecektir. O nedenle bu politika, ABD’yi ikna etmek üzerinde odaklanır; daha doğrusu ABD’ye yalvarmak!

Tayyip-Gül ikilisi, şu anda bu politikanın şampiyonu ve gözü kara uygulayıcısı! Ancak Turgut Özal’dan bu yana bütün iktidarlar buna bağlanmışlardı. CHP, MHP ve Genelkurmay Başkanlığı da bu politikanın dışına çıkabilmiş değiller. Hatta sözüm ona laikçi işbirliği için ABD’nin ağzına bakan birtakım sözde
Atatürkçüler de, PKK’nın tasfiyesini ABD umuduna bağlamışlardır.

ABD’NİN POLİTİKASI

ABD ise, PKK’yı bir tabanca gibi Türkiye’nin şakağına dayadığını düşünmektedir. 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, PKK’yı denetim altına almıştır ve Türkiye’ye karşı bir tehdit aracı olarak kullanmaktadır. Bu tehdit, bazı kentlerde ve alanlarda kitlesel ayaklanma girişimlerine kadar uzanan tehlikeli boyutlar içermektedir. Bunu herkes biliyor. Irak’ın bölünmesinde benzer yöntemlere başvurulmuştur. Türkiye’yi hedef alan planlar rafında uygun zamanı beklemektedir.

ABD’nin PKK’yı kullanması stratejik planı içinde kuşkusuz daha iyi anlaşılır. ABD, Orta Asya’yı denetim altına almak gibi stratejik bir hedef belirlemiştir. Bölgemiz, Orta Asya’nın kanadındadır. Bölge Kürtlerinin yaşadığı topraklar ise, ABD’nin adım adım kurduğu İkinci İsrail devletinin coğrafyası olarak tasarlanıyor. Diyarbakır merkezli haritalar işportaya düşmüştür. ABD, stratejik hedefine ulaşmak için Türkiye’ye “kriz bölgelerine müdahale gücü” rolünü yüklüyor. “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı, bu rolün belirleyici adımıdır. “Türkiye himayesinde Kürdistan”, Kerkük’ten Diyarbakır’a İkinci İsrail’e giden aşamadır. Bu misyonun altına giren Türkiye, bölge ülkeleri yanında Rusya ve Çin ile de cephe cepheye gelecektir ve ABD’ye stratejik bir dönem boyunca bağlanacaktır. Türkiye, Asya kapılarına bir koçbaşı gibi çarpıldığı zaman, Asya kapıları kırılmaz ama Türkiye parçalanır.

PKK VE DTP’NİN POLİTİKASI

PKK, 1991 yılından beri ancak ABD işbirliğiyle var olabileceğini saptıyor. ABD’nin silahlı gücüyle Irak’ı bölmesi, PKK için model oluşturmuştur. DTP, PKK’nın yasal örgütüdür ve bağımsız bir iradeye sahip değildir.

BARZANİ VE TALABANİ’NİN POLİTİKALARI

Barzani ve Talabani, ABD’nin stratejik hedefleri için baş koymuşlardır. Bölge ülkelerine düşmanlıklarının bedelleri ağırdır ve ABD’nin silahlı güçlerine kölece bağlanmışlardır. Bu nedenle politikaları, ABD hedefleriyle birebir örtüşmektedir.

BÖLGE DEVLETLERİNİN SİYASETLERİ

Irak, Suriye ve İran, Irak’ın kuzeyinde oluşturulan İkinci İsrail’i bir tehdit kaynağı olarak görüyorlar. İkinci İsrail’in Türkiye’ye doğru genişlemesi, onlar açısından tehdidin büyümesi anlamına geliyor.
Bölge devletleri, Türkiye’nin ABD ile değil, kendileriyle birlikte hareket etmesini istiyorlar.

Bunun için Türkiye ile ekonomiden güvenliğe kadar işbirliği arzusundalar. Başta Irak olmak üzere bütün bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerini savunmak için, hepsi Türkiye’nin gözünün içine bakıyorlar.

AVRASYA VE LATİN AMERİKA DEVLETLERİNİN SİYASETLERİ

Rusya ve Çin başta olmak üzere Pakistan, Hindistan, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Latin Amerika devletleri, ABD’nin Ortadoğu’da ikinci bir İsrail oluşturmasını, kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılıyorlar ve Irak’ın toprak bütünlüğünü destekliyorlar. Türkiye’nin ABD denetiminden kurtulması, bu devletler için bir güvenlik ve barış sorunudur.

İŞÇİ PARTİSİ’NİN SİYASETİ

Türkiye’nin halk güçlerini İşçi Partisi temsil ediyor. “Halk güçleri” yerine milli güçler de diyebiliriz. Ancak kendisini “milli güç” olarak kabul edenler, ABD güdümlü hakim sınıflardan kopamamışlardır.

ABD’ye yer yer tavır alıyorlar; ancak Kürdümüzle birleşmenin önemini ve gereğini henüz anlayabilmiş değillerdir. ABD ile işbirliği umudu ne yazık ki hala “yaralı bir kuş” gibi yüreklerinde çırpınıyor.

İşçi Partisi’nin siyasetinin özeti, Kürdümüzle birleşerek ABD politikasını bozmaktır.

Kürdümüzle birleşmek, bir felsefe, bir program ve bir uygulama meselesidir.

Türkiye’mizin yarım kalan, hatta karşıdevrimle boğulan Kemalist Devimini tamamlamak, aynı zamanda Kürdümüzle birleşme mücadelesidir.

Kürdümüzle birleşmek, bağımsızlık içindir; hep birlikte özgürleşmek içindir ve iş
sahibi olmak, insanca yaşamak içindir.

GERÇEKLERİN DENEK TAŞI

Özetlediğimiz politikaları gerçeğin mihengine vuralım.

Hakim sınıfların ABD ile birleşerek PKK’yı etkisizleştirme politikası, PKK’ya zarar vermiyor, fakat Türkiye’yi hızla bölünmeye sürüklüyor. ABD’nin elindeki aletten vazgeçmesi beklenemez. İkinci İsrail devletini Diyarbakır’a kadar genişletmek, ABD’nin stratejik hedefi içindedir ve bu amaca PKK’sız ulaşamaz.

Türkiye, bu süreçten toprak bütünlüğünü koruyarak ve milli birliğini yeniden oluşturarak çıkmak için, ABD tehdidine tavır almak zorundadır. Kürdümüzü kazanabilmek için, ABD’ye direnmek zorundayız.

KÜRTLERİMİZİN HAK VE HUKUKU

ABD güdümlü “Kürt Açılımı” plancıları, gündemin merkezine Kürtlerin haklarını oturtuyorlar. Oysa daha önemli olan, bu hak ve hukukun hangi stratejik program ve plan çerçevesinde olacağıdır. Türkiye Kürtleri, ABD’nin planları çerçevesinde sözüm ona “demokratik haklar” kandırmasına sürüklenip karanlıklara mı yuvarlanacaktır?

Yoksa milletimizin eşit haklara sahip özgür ve müreffeh yurttaşları olma mücadelesinde mi yer alacaklardır?

Soru budur.

Cepheden gelen şehit tabutları bu soruya ABD ile PKK’nın verdiği açık ve kesin cevaptır.

Türkiye tarafında ise, İşçi Partisi dışında hiçbir güç, Kürdümüzü kazanmak için eylemli bir mücadele içinde değildir. “Milli” denen güçler, ABD’nin izniyle sorunu çözmekten vazgeçmedikleri için umutlarını ABD’nin “partner” değiştirmesine bağlamışlardır. Senaryolarına göre, ABD, Tayyip-Gül ikilisini deliğe süpürüp, onları dansa kaldıracaktır. Washington’un kollarında bu kez onlar olacaktır.

Bu yol çıkmazdır; iflas yoludur. CHP, MHP ve Genelkurmay da bunun farkındadırlar herhalde. Yoksa yeni tecrübeler, daha büyük bedeller mi gerekiyor? Biraz beklemede, biraz şaşkın, tamamen etkisiz ve eylemsiz oluşları bu soruları akla getiriyor. Ulusal devleti savunduğunu vurgulayan güçler, inisiyatifi AKP’ye ve PKK’ya kaptırmışlardır. Çünkü Kürt halkını kazanmaya yönelik hiçbir program ve siyasetleri yoktur. Ne bağımsızlık, ne toprak reformu, ne Ortaçağ’dan kurtulmak ve yurttaş özgürlüğü! Ancak Deniz Baykal’ın CHP kuruluş yıldönümünde Ergenekon’u selamlaması, tarihi önemde bir ataktır ve halkçı-devrimci yönelişin gündemi zorladığının işaretidir.

ŞEYHLERİ VE AĞALARI KAZANMAK DEĞİL HALKI KAZANMAK

Kürdümüzü kazanma siyaseti, ağalara ve şeyhlere dayanamaz. Kürdü Ortaçağ güçleriyle denetleme politikasının artık sonuna gelinmiştir. Ağalığı şeyhliği tasfiye ve kamu yatırımlarıyla halka refah, programına yönelmek, Kürt halk kitlelerini Türkiye ile birleştirebilecek tek çaredir. Türkiye’nin Kürdü olacaksa, o Kürt Cumhuriyet’in Kürdü olacaktır. Ağa, şeyh, aşiret reisi, Cumhuriyet’in Kürdü değildir; Cumhuriyet yıkıcılığının güçleridir. İstisnalar gerçeği değiştirmez. Bu Ortaçağ güçleri, AKP’nin dayanağıdırlar.

Güneydoğumuzda PKK’nın bir gücü varsa, Cumhuriyet’in gücü de olacaktır. O güç ancak Devrimci Cumhuriyet programıyla ve halk örgütlenmesiyle yaratılır. PKK’nın etkisi altına düşen yurttaşlarımızı kazanmanın yolu da budur.
İşçi Partisi, çok ağır baskılar altında, hem yönetimin, hem bölücü terörün şiddetine göğüs gererek, Kürdümüzü Türkiye’ye uzanan elinden tutmuştur. Kürdümüzü kazanmada çok önemli örnekler yaratmıştır.

Eğer kendisini “milli” olarak kabul eden güçler, sorunu ABD ile çözme hayallerini bırakır ve İşçi Partisi’nin örnekleriyle kanıtladığı Kürdümüzü kazanma mücadelesine yönelirlerse, hava hızla değişir.

ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir!

Kürdümüzle Cumhuriyet temelinde birleşip ABD’ye direnmek zorundayız.

Irak, bize ders olmalı! Kürdünü kaybetmiş ve bölünmüştür.

Dahası ABD işgali altına düşmüştür.

Halkı kazanan savaşı kazanır.

Kürdümüzü kazanacağız, savaşı kazanacağız!
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen Ram » Sal May 31, 2011 23:16

Feysbuk adlı yerden çok kara çalınmasına, hakaret edilmesine ve bu durumun hız kesmeden sürmesine karşın -kendimce geçerli birkaç nedenden dolayı- bu tartışmaya girmedim. Ancak İrfan Bey, siz böyle yazınca bu tumumu bırakmak zorundayım.

Yazıların tamamını okudum. Cımbızla çekildiğini belirttiğiniz alıntıların, -yazıların bütünü okunduğunda- nerede ve nasıl bir çarpıtma unsuru olarak kullanıldığını gösterebilir misiniz¿?

Daha önce birçok kez başka başka başlıklarda bu konularda tartıştık. "Sömürgen ve yayılmacı güçlerin güdümünde budunsal bölücülük yapılıyorsa sorun var, bağımsız istenç ve dirençle budunsal bölücülük yapılıyorsa sorun yok" denilebilir mi örneğin¿?

Dağa çıkmış eşkıyanın, hangi ölçüte göre cezalandırılmadan topluma karışması gerektiği savunuluyor¿? Habur, çadır mahkemeleri, ABD-AKP güdümünde bir gösteri olarak değil de başka türlü olsa bu yine onaylanabilir mi¿?

İrfan Bey, ben geçmiş geçmişte kalsın demiştim. Ancak geçmişin belli birtakım izleri veya kalıntıları -o geçmişe saplanıp kalmışlarca- öyle veya böyle / az yahut çok günümüze taşınıyorsa, -hele ki yıkımın ağır kokusu her yana sinmişken- bu, geçmiş geçmişte kalmıyor demektir. Birileri geçmişlerindeki belli birtakım zararlı görüşleri geride bırakamıyorsa, kimse de onların geride bırakmadığı ve günümüze taşıdığı geçmiş için tutarlı bir savunma yapamaz.

Sağlam örgütsel yapısına, ulusal eylemlerine, ulusal sunumlarına, ulusal çalışmalarına kimsenin bir diyeceği yok. Elimizden geldiğince de destekliyoruz. Bu ayrıdır.

Derseniz ki "memleketin durumu ve seçim öncesi ..." bunu da anlarım. İyi ancak o zaman da, "yıkımı durduracak olan seçim midir¿?" diye sormam gerekir; üstelik de seçimin sonucu aşağı yukarı belliyken...

Dipçe: İrfan Bey, süregelen hakaret ve kara çalmaları görüyorsunuzdur; bundan önce de başka başka konularda beraberce gördük. Siz buranın nitelikli yöneticilerinden birisiniz ve başka zaman bunlara nasıl karşılık vereceğimizi de iyi bilirsiniz. Ancak sizin gibi oturaklı ve hoşgörülü yazana rastlayamıyoruz süregelen iletiler arasında... Sizce ne yapmalıyız¿?
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Haz 01, 2011 0:20

Sevgili Ram,

Serdar Ant, bu iki yazıdan yaptığı alıntıyla, her iki yazıyı da, PKK terörünü savunmakla suçlamıştı. İşte yazıların tamamı yukarıda, bu yazıların neresinde PKK terörü savunuluyor?

Farkına varmamış olanlar için yazıdan kimi kesitleri de ben sunayım.

Mehmet Bedri Gültekin yazdı:Gerek gelen PKK’lılar ve gerekse PKK’nın yöneticileri, çeşitli vesilelerle taleplerini dillendiriyorlar. Bütün bu talepleri, ‘Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması’ olarak özetleyebiliriz.

Türkiye’nin, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi ile esasları belirlenen ulusal devlet yapısını terk etmesi; PKK’ya göre etnik temelde, ABD ve AB ile AKP’ye göre ise etnik farklılıklar ile inanç farklılıkları temelinde yeniden örgütlenmesi olacak mı olmayacak mı? Bütün mesele budur.

Kimse kendini aldatmasın! Habur’dan giriş yapanlar toplumumuzun bir parçası olarak hayatlarını sürdürmek için gelmediler. Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması yolunda kendilerine verilen görevi yerine getirmek için geldiler.

YALAN VE GERÇEK

Ama milletin gözüne baka baka yalan söylenmektedir.

Teslim olan yok. Silah bırakan yok. Tam tersine elinde silah, her zamankinden daha avantajlı bir konuma gelen bir silahlı gücün; bu durumdan yararlanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne kendi taleplerini koyması söz konusudur.

AKP ise devleti ve yasaları ayaklar altına alarak “açılım” şovuna devam etmektedir.

Bir İçişleri Bakanı düşünün ki, daha PKK’lı grup Türkiye’ye gelmeden “merak etmeyin hepsi bırakılacak” sözünü verebilmektedir.


Mehmet Bedri Gültekin yazdı:Bütün bu yaşananlara adı; devletin, yasaların ve milletin ayaklar altına alınmasıdır.


Mehmet Bedri Gültekin yazdı:Gerçekte ortada ne AKP’ye ne de İmralı’ya ait olan bir irade yoktur. Amerika tarafından hazırlanan “açılım planı” adım adım uygulanmaktadır.

Karşımızda Amerika’nın iradesi vardır.

Bu irade özetle, Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması için koşulların hazırlanmasını öngörmektedir.

1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan bu yana söz konusu koşullar olgunlaştırılmaktadır. Son altı ay içinde bu konuda çok büyük bir yol alındı.

19 Ekimden bu yana Güneydoğu’da yaşanan manzaraya bakmak Türkiye’nin nereye götürüldüğünü anlamaya yetiyor.

Devletin karşısındaki silahlı irade ve onun arkasındaki emperyalist güç, kendi isteklerini adım adım Türkiye’ye kabul ettiriyor. Bu tablo PKK’nın Bölgedeki etki alanını çok büyük bir hızla büyütüyor.

Tarafsız konumdaki kitleler, PKK’nın etki alanına dahil oluyor. PKK’ya karşı olan halk kesimleri ise terk edilmişlik ruh haliyle ve savaşın kaybedildiği duygusu içinde sessizliğe ve durumu kabullenmeye mahkûm ediliyor.


Mehmet Bedri Gültekin yazdı:En büyük yalan ise “barış” konusunda söyleniyor. Etnik temelde ayrışmanın derinleşmesi, elinde silah olan bir gücün giderek daha büyük kitleleri kontrol eder duruma gelmesi, milletin geri kalanında ve özellikle Batı illerinde çok büyük bir öfkenin adım adım birikmesi Türkiye’yi barışa götürmüyor...



Doğu Perinçek yazdı:Son 25 yılın büyük sorusudur bu:

Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?

Türkiye halkıyla mı?

Amerika Birleşik Devletleri’yle mi?

Ya da şöyle soralım: Kürdü kim kazanacak?

Türkiye Kürtleri, Türkiye halkıyla birleşirse, süreç birlik, demokrasi ve barışla sonuçlanır.

Türkiye Kürtleri, Barzani ve Talabani yolunu izler ABD güdümüne girerse, önümüzde büyük çalkantılar var demektir...


Doğu Perinçek yazdı:ABD ise, PKK’yı bir tabanca gibi Türkiye’nin şakağına dayadığını düşünmektedir. 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, PKK’yı denetim altına almıştır ve Türkiye’ye karşı bir tehdit aracı olarak kullanmaktadır. Bu tehdit, bazı kentlerde ve alanlarda kitlesel ayaklanma girişimlerine kadar uzanan tehlikeli boyutlar içermektedir. Bunu herkes biliyor. Irak’ın bölünmesinde benzer yöntemlere başvurulmuştur. Türkiye’yi hedef alan planlar rafında uygun zamanı beklemektedir.


Doğu Perinçek yazdı:ABD’nin PKK’yı kullanması stratejik planı içinde kuşkusuz daha iyi anlaşılır. ABD, Orta Asya’yı denetim altına almak gibi stratejik bir hedef belirlemiştir. Bölgemiz, Orta Asya’nın kanadındadır. Bölge Kürtlerinin yaşadığı topraklar ise, ABD’nin adım adım kurduğu İkinci İsrail devletinin coğrafyası olarak tasarlanıyor. Diyarbakır merkezli haritalar işportaya düşmüştür. ABD, stratejik hedefine ulaşmak için Türkiye’ye “kriz bölgelerine müdahale gücü” rolünü yüklüyor. “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı, bu rolün belirleyici adımıdır. “Türkiye himayesinde Kürdistan”, Kerkük’ten Diyarbakır’a İkinci İsrail’e giden aşamadır. Bu misyonun altına giren Türkiye, bölge ülkeleri yanında Rusya ve Çin ile de cephe cepheye gelecektir ve ABD’ye stratejik bir dönem boyunca bağlanacaktır. Türkiye, Asya kapılarına bir koçbaşı gibi çarpıldığı zaman, Asya kapıları kırılmaz ama Türkiye parçalanır.


Doğu Perinçek yazdı:Kürdümüzle birleşmek, bir felsefe, bir program ve bir uygulama meselesidir.

Türkiye’mizin yarım kalan, hatta karşıdevrimle boğulan Kemalist Devimini tamamlamak, aynı zamanda Kürdümüzle birleşme mücadelesidir.

Kürdümüzle birleşmek, bağımsızlık içindir; hep birlikte özgürleşmek içindir ve iş sahibi olmak, insanca yaşamak içindir.


Doğu Perinçek yazdı:Hakim sınıfların ABD ile birleşerek PKK’yı etkisizleştirme politikası, PKK’ya zarar vermiyor, fakat Türkiye’yi hızla bölünmeye sürüklüyor. ABD’nin elindeki aletten vazgeçmesi beklenemez. İkinci İsrail devletini Diyarbakır’a kadar genişletmek, ABD’nin stratejik hedefi içindedir ve bu amaca PKK’sız ulaşamaz.

Türkiye, bu süreçten toprak bütünlüğünü koruyarak ve milli birliğini yeniden oluşturarak çıkmak için, ABD tehdidine tavır almak zorundadır. Kürdümüzü kazanabilmek için, ABD’ye direnmek zorundayız.


Doğu Perinçek yazdı:Kürdümüzü kazanma siyaseti, ağalara ve şeyhlere dayanamaz. Kürdü Ortaçağ güçleriyle denetleme politikasının artık sonuna gelinmiştir. Ağalığı şeyhliği tasfiye ve kamu yatırımlarıyla halka refah, programına yönelmek, Kürt halk kitlelerini Türkiye ile birleştirebilecek tek çaredir. Türkiye’nin Kürdü olacaksa, o Kürt Cumhuriyet’in Kürdü olacaktır. Ağa, şeyh, aşiret reisi, Cumhuriyet’in Kürdü değildir; Cumhuriyet yıkıcılığının güçleridir. İstisnalar gerçeği değiştirmez. Bu Ortaçağ güçleri, AKP’nin dayanağıdırlar.

Güneydoğumuzda PKK’nın bir gücü varsa, Cumhuriyet’in gücü de olacaktır. O güç ancak Devrimci Cumhuriyet programıyla ve halk örgütlenmesiyle yaratılır. PKK’nın etkisi altına düşen yurttaşlarımızı kazanmanın yolu da budur.


Doğu Perinçek yazdı:ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir!

Kürdümüzle Cumhuriyet temelinde birleşip ABD’ye direnmek zorundayız.

Irak, bize ders olmalı! Kürdünü kaybetmiş ve bölünmüştür.

Dahası ABD işgali altına düşmüştür.

Halkı kazanan savaşı kazanır.

Kürdümüzü kazanacağız, savaşı kazanacağız!


Bu yazıların neresinde, Serdar Ant'ın iddia ettiği gibi, İstanbul'da babasının yanında Serap Eser'i katleden PKK'lı haydutlar savunuluyor sevgili Ram?

***

Sitemize yönelik olarak yazılan kimi yazıları ben de gördüm. Ama bunlar haksız suçlamalar elbette. Bence hoşgörülü olup, bir yalan ve çarpıtma varsa, hakaret etmeden, bunları ortaya çıkararak iftiraları çürütmrk gerekir. Herkesi buna davet etmek en doğrusu olur bence.
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen GEZGİN » Çrş Haz 01, 2011 0:39

Bende kafamdaki birkaç soruyu önyargısız sorayım umarım cevaplarsınız . Türkiyeli kavramı nedir ? Perinceğin kullandığı bir kavram ve bunu kavramı kabul etmek ne kadar milliliktir . Tek bir kavram olmalı oda Türk Milleti .

İkinici olarak şu sıra oldukça gündemde olan anayasanın ilk 3 maddesi ve 66. madde üzerinde zevatlar bunların devletin kuruluş döneminde olacağını ancak artık bunlara ihtiyaç olmadığını savunuyor. İp.gov.tr de yazan bir yazı çok dikkatimi çekti . Hem Atatürkçülüğü savunup , milliyetçi geçinip hemde sosyalizmi şiar edinmek asıl hedefin o olduğunu vurgulamak nasıl birşeydir . Aşşağıda da vereceğim alıntıda anlatılmak istenen nedir. Lütfen açıklayınız .

Alıntı : http://ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?go ... p&idsoru=5

İşçi Partisi de, 1988 yılında Sosyalist Parti kurulurken ilan edilen Programının “Demokratik Halk İktidarı” başlıklı 9. maddesinde amacını şöyle tanımlamıştır: “İşçi Partisi’nin yakın hedefi, ülkemizin, Meşrutiyetlerle başlayıp Milli Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’yle büyük atılım yapan, yüz yıllık demokratik devrimini işçi sınıfı önderliğinde kesin başarıya ulaştırarak, durmaksızın sosyalizmin kuruluşuna geçmektir.”
Kullanıcı küçük betizi
GEZGİN
Üye
Üye
 
İletiler: 114
Kayıt: Çrş Kas 10, 2010 23:17

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Haz 01, 2011 16:57

Sevgili Gezgin,

Türkiyeli kavramı nedir diye sormuşsun. Bu kavram Kemalist Devrim’le kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, Türk Milleti kimliğiyle ulusal bir kimlik oluşturulmadan önce, devrimin kadroları ve büyük önderimiz tarafından çeşitli yer ve zamanlarda kullanılmıştı.

Bu konuda, Doğu Perinçek’in, Teori Dergisi’nin Ocak 2006’da yayımlanan 192’inci sayısındaki ’’Türk Milleti Kimliğinin Yakın Tarihi’’ başlıklı 15 sayfalık incelemesinden aktaracağım alıntılar sanıyorum yeteri kadar açıklayıcı olacaktır.

-------------------------------------------------

’’(…) Kemalist Devrim, Ezilen Dünya ülkelerinin ilk millî demokratik devrimi olarak, kulu yurttaş statüsüne çıkardı. Osmanlı'da kulların oluşturduğu topluma ümmet deniyordu; cemaatler vardı; mensubiyet buna göre tanımlanıyordu. Etnik mensubiyet de kimlik tanımlarından biriydi. Kemalist Devrim, Arapların da ayrılmasından sonra ümmeti millet yaptı. 3 Mart 1924 günü Halifeliğin kaldırıldığı tarihten sonra, Devrim, din bağı yerine millet bağını geçirdi.

(…)

Kemalist Devrim, Ortaçağın din bağı yerine millî bağı toplumun harcı olarak kabul etmişti. Peki, bu millî bağın adı somut olarak nasıl konmuştu?

(…)

Atatürk'ün kimlik meselesine verdiği cevaplar, hep devrimin ihtiyacına göredir ve toplumsal gerçeğe dayanır. O zamanın gerçeği, toplumun bir yerden bir yere gitmesi sürecidir. Eski ve yeni çarpışma halindedir; ancak her ikisi de o günün tarihsel gerçekleridir.

(…)

Kurtuluş Savaşı belgelerini ve Kemalist önderliğin açıklamalarını incelediğimiz zaman, ortak kimliği tanımlamak için çeşitli kavramların kullanıldığını görüyoruz. Bu kavramları başlıca altı grupta toplayabiliriz:

Bir: Ortak dini esas olan İslâm kimliği,

İki: Ortak geçmişe ve padişah tebaası olmaya vurgu yapan Osmanlı kimliği,

Üç: Birlikte yaşanan vatana dayanan Türkiye’li, Türkiye halkı, Türkiye milleti kimlikleri,

Dört: Devrim sürecinin belirlediği Türk milleti kimliği,

Beş: Beraberliği öne çıkaran "Türk-Kürt milleti" kimliği,

Altı: Ortak kararın ve Cumhuriyet kuruculuğunun belirlediği Türkiye vatandaşlığı kimliği.

(…)

TÜRKİYELİ KİMLİĞİ

Bu kimlik, Ortak Cumhuriyet Kuruculuğuna ve Misakı Milli’nin Ortak Vatan anlayışına dayanmaktadır. Kurtuluş Savaşı yıllarında devrimin önderliği tarafından ’’Türkiyeli’’, ’’Türkiye Halkı’’, ’’Türkiye Milleti’’ gibi kavramlarla ifade edilmiştir.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı zaferinden epeyi sonra, 1 Nisan 1923 günü TBMM 4.Toplantı Yılını açarken yaptığı önemli konuşmada ’’Türkiye Milleti’’ kavramını kullanıyor. (Ziya Gökalp’in, Küçük Mecmua’nın ilk sayısında çıkan yazısı)

Yine Atatürk, 2 Mart 1922 günü ,’’Biz Türkiyeliler Asyai bir milletiz’’ der. (Cahit Tanyol – Türklerle Kürtler, Gendaş Yayınları, İstanbul. Haziran 1999, s.45)

23 Eylül 1923 günü, yani Cumhuriyet’in ilanından bir ay ay kadar önce Meclis’te milli kimlik konusu gündeme gelmiş ve Çorum Mebusu Dr. Mustafa, o günlerde geçerli olan görüşü şöyle ifade etmiştir: ’’…(Türkiyeli) olarak tespit edilmelidir. (…) Türkiyeli olarak kabul edildikten sonra bütün Türkiyeliler alınırlar.’’ (Atatürk’ün Milli Dış Politikası 1, S.304)

Müdafai Milliye Vekili Kâzım (Karabekir) Paşa da, aynı konuda ‘’’Türk olmayı ve Türkiyeliliği kabul etmiş olmak’’tan söz etmiştir. (Lozan Barış Konferansı l, s.349, 350, 368, 375, , 23 Ocak 1923)

Kemalist Devrim’in seçkin düşünürlerinden Yusuf Akçura, Ekim 1925’te toplumdan ’’Türkiyeliler’’ diye söz etmektedir. (Dışişleri Bakanlığı, Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı 1923-1934, s.82)

Ortak Cumhuriyete ve Ortak Vatana vurgu yapan ifadelerden biri de, “Türkiye halkı” dır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bu kavramı çok sık kullanmıştır.

"Türkiye milleti", "Türkiyeli" ve "Türkiye halkı" kavramları, yalnız Ortak Vatanı değil, siyasî kuruluşu vurgulamak için de kullanılmıştır. Türkiye, yalnız vatan değil, aynı zamanda yeni oluşan devletin de adıdır.

(…)

Türk Milleti kimliği

Kurtuluş Savaşı yıllarında, daha kucaklayıcı olduğu düşüncesiyle Türkiyeli, Türkiye halkı, kardeş milletler, İslâmi unsurlar gibi kavramlar ön plana çıkmakla birlikte, Kemalist Devrim önderliği, ortak kimliği ifade etmek üzere, bütün unsurları kucaklayan bir kapsamda Türk milleti kavramını da zaman zaman kullanmışlardır.

(…)

Tarihsel gidiş, milli devlet yönündeydi. Osmanlı devletinin dağılması ve bunun içinden Türk unsuru ekseninde ulusal bir devletin çıkması kaçınılmazdı. Kurtuluş Savaşı, çözümü Türkleri ve Kürtleri birleştirerek hayata geçirdi.

(…)

Türk unsuru, Batı devletlerinin sömürgeleştirme emellerine ancak Kürtle birleşerek karşı koyabilir ve kendini kurtarabilirdi. Bu kurtuluş, Türk ile Kürt unsurlarının emperyalizmden ortak kurtuluşları olacaktı.

Bütün bu olguların içinde iki kalın damar görülmektedir:

Biri, Türk unsuru eksenli bir milli devlet sürecidir.

İkincisi, Türk unsurunun bu milli devleti Kürtle birleşerek ve kaynaşarak kurmasıdır. Bu o kadar doğaldır ki, bin yıllık büyük tarih üzerinde durmaktadır.

Bu iki tarihsel damar, millî kimlik konusunda, iki ayrı formül arasındaki gitgelleri de açıklamaktadır. Kurtuluş Savaşı'nın önderliği Kürtle birleşme mecburiyetini vurgulamak ve Kürtleri kazanmak gerektiği durumlarda, Türkiyeli kimliğini öne çıkarmışlardır. Milli devlette Türk unsurunun belirleyici olduğunu vurgulamak istedikleri zamanlarda ise, Türk milleti kimliğinin altını çizmişlerdir.

Bu nedenlerle Kurtuluş Savaşı döneminde ve sonrasında Türkiyeli ve Türk milleti kimlikleri arasındaki gitgeller, bir çelişme olmaktan çok, tarihsel sürecin dayattığı ve bu süreci açıklayan bir gerçekliktir.

Nitekim çelişmeli gibi gözüken bu formüller, Cumhuriyet Devrimi'nin "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" çözümüne yansıdığı gibi, bugünlere kadar gelmiştir.

Türkleri ve Kürtleri birbirinden ayırmak, milli değil, fakat emperyalist çözüm olduğuna göre, Türk-Kürt birliği bugün olduğu gibi Kurtuluş Savaşı yıllarında da biricik milli ve devrimci çözümdü. Öte yandan Türk-Kürt birliğinin Türk milleti adını alması da kaçınılmazdı ve doğaldı. Tarihsel birikimi ve özellikle devlet kurma ve örgütleme yeteneği, Türk unsuruna böyle bir rol yüklemiştir. Bu da bir gerçektir ve burada Kürtler açısından yerinecek bir durum olduğunu düşünmek, bilimsellikle bağdaşmaz.

(…)

Kurtuluş Savaşı önderliği, emperyalistlerin "Kürtlük ve Türklük adına" bölme girişimlerini bütün çıplaklığıyla açıklamışlar, ancak bu girişimlere "Kürtlüğü" inkâr ederek değil, tam tersine, "Türk ve Kürt milletlerinin birliği" vurgusuyla karşı koymuş ve başarı kazanmışlardır. Bu politikanın bir ifadesi olarak, Atatürk, İzmit Basın Toplantısı'nda, şu uyarıyı dile getirir:

"Türkiye'nin halkı söz konusu olurken, onları [Kürtleri] da beraber ifade lâzımdır. İfade olunmadığı zaman, bundan kendilerine ait mesele çıkarmaları daima beklenir." (Abdurrahman Aslan, Samsun’dan Lozan’a Mustafa Kemal ve Kürtler, 1919-1923, s.28 vd.)

(…)

Kürt ayrılıkçısı bazı aydınlar, bugün bir Kürdün aynı zamanda "Türküm" demesini "teslimiyetçilik" ve hatta neredeyse "ihanet" olarak görmekte, en azından özümlenmiş olmanın bir işareti olarak değerlendirmektedirler. Oysa Türk ve Kürt kimliklerinin büsbütün birbirinden koparılması, millî kutuplaşmayı özendirmekten başka bir şeye hizmet etmeyecektir.

(…)

Kürt kökenli her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, Anayasa'nın Türk tanımı içindedir. Türkiye yurttaşlığını benimseyen her Kürdün, aynı zamanda "Türkiye vatandaşı" olduğunu kabul etmesi, ne teslimiyettir, ne de ihanettir. Tam tersine bu ifade Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanlarında birlikte yaşama iradeleriyle uyum halindedir ve Türk-Kürt kardeşliğini yansıtır. "Kürdüm ve Türküm" diyen aydınların başı dik ve onurlu kişilikleri de, bu saptamamızı doğrulamaktadır.

(…)

Atatürk, tekrar pahasına yeniden hatırlatalım, ortaokullarda okutulan Yurttaşlık Bilgisi (Medeni Bilgiler) kitabı için Türk milletini şöyle tanımlamıştı: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir."

"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkı" tanımındaki millet, devrimci ve kurucu bir millettir. Türkiye halkı, Osmanlı devletini yıkıp yeni bir devlet kurarken millet olma niteliğini de kazanmış olmaktadır. Türkiye halkı Cumhuriyet'i kurarken, aynı zamanda kendisini millet olarak kurmuştur.

(…)

Türk milliyetçiliği, ancak Namık Kemal, Hüseyinzade Ali Bey, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp; hepsinin toplamı ve özü olan Mustafa Kemal Atatürk çizgisinde gelişebilir. Bu çizgiden çıkınca, akrep gibi kendini sokar. Nitekim bu tür ABD güdümlü sözde milliyetçiler, Türkiye'nin Avrupa Birliği kapısına bağlanmasında belirleyici roller üstlenmişlerdir. AB kapısında ne milli devlet kalır, ne milli ekonomi kalır, ne milli kültür kalır, ne de milletin kendisi kalır. Yaşanan olay budur.

O zaman Türkiye'nin AB kapısındaki zincirlerinden kurtulması, millet olarak varlığımızı sürdürebilmek için şarttır, zorunludur ve kaçınılmazdır.

Kemalist Devrim'le kurulan millî devletten vazgeçmek, tek bir millet olmaktan da vazgeçmektir. Kemalist Devrim'in millet halinde kaynaşma sürecine soktuğu Türkler ve Kürtleri, ABD ve AB tekrar ayrıştırmak istiyor, İstiklâl Savaşı'ndaki ortak iradeyi canlandırmaktan başka çare yoktur. Özgürleşme ve zenginleşmenin biricik siyasal modeli, Milli devlettir. Türk milletinin 21. yüzyılda milli bir devleti olacak. Türkiye, kaçınılmaz olarak Kemalist Devrim rotasına girecek ve Devrimini tamamlayacak. Oraya gidiyoruz.’’
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

İrfan TUNA'ya Yanıt / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Haz 01, 2011 18:21

İrfan TUNA'ya Yanıt

Serdar Ant

Güncel Meydan yazarlarından İrfan Tuna’nın “Serdar Ant’a Yanıt” başlıklı yazısını okudum. Birkaç noktada görüşlerimi Güncel Meydan okuyucularıyla paylaşmak istiyorum. Bu satırlar aynı zamanda İrfan Tuna’ya da yanıttır.

İrfan Tuna, “Evet Böyle Oluyor Cumhuriyeti Savunmak” başlıklı yazısında benim eleştirilerime yanıt olarak “peki siz Cumhuriyet’i ve vatanımızı savunma konusunda hangi eylemi gerçekleştirdiniz, bugüne kadar siz ne yaptınız diye sordum” diyor!

İrfan Tuna’nın yazılanları işine geldiği gibi gösterme becerisine hayran oldum doğrusu… Yazdığı yazıyı açıp bir daha okusun. Gerçekten öyle mi sormuş? Yoksa aynen şunları mı demiş:

“Ey! Yaşamları boyunca konuşmaktan, eleştirmekten, çamur atmaktan başka hiçbir şey yapmayanlar, ülkemizi, cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi savunmak için peki siz ne yaptınız? Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!”

Ama İrfan Tuna, “Sayın Ant, tarihsel ve toplumsal olguların tartışıldığı hangi yazımızda bir hakaret ve iftira gördü acaba?” diye sormaktan da çekinmiyor! İrfan Tuna, İşçi Partililere özgü bir davranış biçimi olan hakareti daha incelikli yapmış. Ama şimdi yanıt yazarken bile, daha forum ana sayfasında duran yazısında söylediği şeyleri söylememiş gibi göstermeye cesaret edebiliyor.

Beni yaşamım boyunca konuşup eleştirmekten başka bir şey yapmamakla eleştiriyor İrfan Tuna!

Sormak isterim İrfan Tuna’ya: beni ne kadar tanıyorsunuz? Benim hakkımda ne biliyorsunuz? Hakkımda bildiğiniz bilgileri yazın desem bir sayfayı doldurabilir misiniz? Ama size göre yaşamım boyunca konuşmaktan, eleştirmekten başka bir şey yapmamışım! Nereden biliyorsunuz? Ayıptır, bu kadar da desteksiz atılır mı?

Ayrıca İrfan Tuna, beni “çamur atmak”la da itham ediyor!

Ne demektir çamur atmak?

Sözlükler “iftira atmak, kara çalmak, asılsız ve kasıtlı suç yüklemek” şeklinde tanımlıyor bu deyimi… Bundan önce de sordum, yine soruyorum o zaman:

İşçi Partisi ve Doğu Perinçek hakkında kaynak belirtmeden ileri sürdüğüm tek bir satır gösterin! Doğu Perinçek’in söylemediği, ama benim sanki o söylemiş gibi ileri sürdüğüm bir tek cümlemi gösterin!

Gösteremezsiniz! Çünkü yok!

Ne söylüyorsam, ne yazıyorsam, nerede ve kim tarafından söylendiğini, yer ve zaman bildirerek yazıp söylüyorum. İşçi Partisi yayın organları ortadadır. 1980 öncesi yayınlanan Aydınlık gazeteleri, 1980’den sonra çıkan Saçak, 2000’e Doğru, Yüzyıl, günlük Aydınlık, Teori, Papirüs, Bilim ve Ütopya gibi dergiler herkeste var. Ne söylersek, neyi eleştirirsek bu kaynaklarda yazılanlara dayanarak söylüyoruz. Benim herhangi bir İşçi Partisi karşıtı yayın organından alıntı yaparak İşçi Partisi’ni ve Doğu Perinçek’i eleştirdiğim tek bir cümlemi gösterin!

Gösteremezsiniz, çünkü yok!

Ne söylüyorsam kaynak göstererek söylediğim halde çamur atmış oluyorum, ama yaşamım hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar, sitelerinde “kimdir Bu Serdar Ant? Hakkında neden hiçbir bilgi yok?” diyerek bilgisizliklerini itiraf ederek kışkırtıcılığa soyunanlar, yaşamım boyunca konuşup eleştirmekten başka hiçbir şey yapmadığımı söyleyebiliyorlar!

İşte asıl çamur atmak budur!

Tabii iş bununla da kalmıyor, bir de hakkımda kuşku yaratacak imalı sözler ifade ediliyor. Örneğin geniş bir arşive ve bahsettiğim dergi ve gazetelere sahip olmam bile sanki bir “suç” ya da kimliğimin göstergesiymiş gibi sunulup bir şeyler ima edilmeye çalışıyor:

“…sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’’ diyor ama, görünen o ki, İşçi Partisi ve Doğu Perinçek konusunda sıradan bir insan için oldukça geniş bir arşive de sahip…”

Söylenen bu! Kısacası “bu adamın neden bu kadar geniş bir arşivi var İşçi Partisi hakkında? İstihbaratçı mı acaba?” İma edilmek istenen bu! Böylece iki gündür Facebook ortamında benzer iddiaları dile getiren birkaç takma isimli şahsın bu görüşünün nereden kaynaklandığını da öğrenmiş olduk böylece…

Kendimle ilgili konuşmak hiç sevmediğim bir şeydir. Ama artık bir zorunluk oldu. Evimde 2000’e yakın kitap ve oldukça geniş bir dergi koleksiyonum var. Tarih, siyaset, edebiyat, sosyoloji, felsefe, bilim alanlardaki yayınlardır bunlar. Ayrıca 1995’ten beri başta Cumhuriyet olmak üzere çeşitli gazetelerde yayınlanmış yazı dizilerinden oluşan yaklaşık 50 klasörlük bir arşivim var. Buna ek olarak 1999 yılından beri Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, Taraf, Vatan, Milliyet, Hürriyet gibi gazetelerde yayınlanmış, toplumun tanıdığı kişilerle yapılmış röportaj ve söyleşileri içeren yaklaşık 40 klasörlük bir arşivim daha var. Hepsi yasaldır, ilgili ve meraklı olanların piyasadan elde edebileceği yayınlardır.

Peki, neden bu arşivleri tutuyorum? İstihbaratçı mıyım ben? Sanırım yanıtı merak edilen soru budur!

Sizi hayal kırıklığına uğratacağım, ama hayır!

İki üniversite bitirdim. Yaklaşık 8 yıl kadar bir özel üniversitede önce araştırma görevlisi ve birkaç yıl da öğretim görevlisi olarak çalıştım. İşin özünde siyasal nedenlerden ötürü (Kemalist ve Cumhuriyetçi olduğum için) “atıldım”! Makine Mühendisliği alanında lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında lisans ve yüksek lisans diplomam var. İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Cumhuriyet Tarihi alanında doktora yapıyordum. (İrfan TUNA, orada yuvalanmış olan İşçi Partililere de sorabilir beni! Fikren Bağımsız Kemalistler isimli ne idüğü belirsiz sitede Enstitü’deki öğrenciliğimi vurgulayarak benim F-tipi olduğumu iddia eden ve birden ortadan kaybolduğumu söyleyen takma isimli şerefsizler de bu satırları iyi okusun!) Ama doktoramı ailevi ve ekonomik nedenler yüzünden tez aşamasındayken bırakmak ve 25 yıldır yaşadığım İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldım. Bundan önceki yazımda da söylediğim gibi 2004’te beri aylık ve 2009’dan beri de haftalık makaleler yazıyorum.

İşte o dergiler, gazeteler, kitaplar bu amaçla edinilmiş tek servetimdir! Herkes parasını bir tür kâğıda yatırır hayatta. Kimi döviz alır, kimi devlet tahvili, kimi hisse senedi, bono vs... Kimi de tapu koleksiyonu yapar. Ben de bugüne kadar ne kazandıysam kitap, dergi, gazete türünden “kâğıda” yatırdım! Satsan zaten para etmiyor, üstelik bir de “acaba neden bu kadar geniş bir arşivi var?” türünden imalara da hedef olmama neden oluyor!

İşçi Partisi hakkındaki bütün bu yazıları “işkembeden” yazmıyorum! Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi değilim. Sizin gibi körü körüne iman etmiş de değilim. Birini şeyh belleyip onun filanca dergi ya da gazetede yazdıklarının papağanlığını yaparak konuşmuyorum. Üstelik ne söylersem ne yazarsam da altına imzamı atıyorum. Şu Güncel Meydan sitesinde belli rumuzların ardına saklanarak hakaret edenler (ki site yönetimi kaldırdı bunları) benim arşivimden ve kitaplarımdan hareket ederek komplo teorileri üreteceklerine önce biraz okusunlar, bilgilensinler…

***
İrfan Tuna, benim Atatürk gibi “örgütlü” olmamamı, bu nedenle de eylemli mücadeleden uzak durmamı eleştiriyor! Bu durumda kendimi Kemalist ve solcu olarak tanımlamam eksiklik oluyormuş, çünkü bir örgüt ve parti üyesi değilmişim vs…

Bu zorlama yakıştırmalara gülerim ancak. Öcalan gibi biriyle kucaklaşanları, artık açık açık Kürtlere özerklik isteyenleri baş tacı edenler mi bana Kemalizm konusunda ahkam kesecek? Ciddi olun biraz!

İrfan Tuna, benim yazımı esas alarak “Serdar’ın Ant’ın bu söylediklerine tek tek yanıt verilecek” diyordu! Hani yanıtlar? İrfan Tuna, yazımda söylediklerimi ve sorduğum soruları yanıtlamıyor, ama oturmuş ben örgütlü değilmişim, o zaman somut eylemim yokmuş, Kemalist tavrım eksikmiş şeklinde konuşuyor, kusuruma bakmasın ama “bohçacı kadın” üslubuyla dedikodu yapıyor!

İrfan Tuna’ya ve İşçi Partililere bir dizi soru sordum. Hani yanıtlar?

İrfan Tuna, “Şunu da bu arada belirteyim, doğrusunu söylemek gerekirse arşivinden çıkarıp ortaya koyduğu yayınlarda yer alan kimi açıklamalar, bence de bu yazılarda adı geçen İşçi Partisi yetkilileri tarafından ayrıntılı bir biçimde yanıtlanmalı. Hatta gerekirse bu konuda bir özeleştiri de yapılmalı…” diyor.

Peki, kendisinin bu konuda söyleyecek tek bir sözü, eleştirisi yok mu? Özeleştiri yapılmalıysa, kendisi bu konuda ne düşünüyor acaba? Daha iki gün önce 1979 yılında yayınlanan Aydınlık’tan örnekler içeren yazılar yazdı. O zaman bu dergi koleksiyonları kendisinde de var demektir. İyi de 1980’lerin sonu, 90’ların başında çıkan 2000’e Doğru ve Yüzyıl dergileri yok mu peki? Bu durumda o dergilerde yayınlanan bu haberler, yazılar, yorumlar, hatta PKK’lıların ölüm ve İncil ilanları hakkında İrfan Tuna’nın söyleyecek tek bir sözü yok mu? Yoksa partili büyükleriniz izin vermeden bu konularda fikir beyan etmeniz yasak mı? Ayrıca şunu da merak ediyorum, İrfan Tuna İşçi Partili değilse, bugün sahaflarda bile bulamayacağınız, belki ancak Milli Kütüphanede bulunan, 1978 yılından itibaren yayınlanan günlük Aydınlık nüshalarını nasıl temin etmiş acaba? Anlaşılan onun da oldukça geniş bir arşivi var!

Örneğin “Nasıl Bir Güçbirliği?” (http://bellek2009.blogspot.com/2011/05/nasil-bir-gucbirligi.html) başlıklı yazım hakkında bana özelden yazıp “Değerli arkadaşım, Yazdıklarının tümüne yakın büyük bölümüne katılıyorum” diyen İrfan Tuna, şimdi İşçi Partisi hakkındaki eleştirilerime yanıt vermek yerine, hakkımda kuşku uyandıracak bir üslupla konuşup, “arşivinden çıkarıp ortaya koyduğu yayınlarda yer alan kimi açıklamalar, bence de bu yazılarda adı geçen İşçi Partisi yetkilileri tarafından ayrıntılı bir biçimde yanıtlanmalı. Hatta gerekirse bu konuda bir özeleştiri de yapılmalı” diyerek yan çiziyor! Önce siz bu konudaki fikrinizi açıklayın ki, özeleştiri yapacak partililere örnek olsun!

İrfan Tuna’ya ve benzerlerine çağrım şudur: Komplo teorileri sizi kurtarmaz Ancak komik olursunuz! Mesnetsiz yakıştırmalar, kuşku uyandırmaya yönelik imaları bırakın da sorduklarıma yanıt verin! Bakalım parti büyüklerinizden izin almadan ve onların söylediklerini yinelemeden ortaya koyacak bir görüşünüz var mı? Özeleştiri yapmanız için bile, birilerinin emir vermesi mi gerek? Özeleştiri yapılacak, yap! Buna “parti disiplini” değil, biat etmek, aklı ve vicdanı ipotek etmek denir.

***
İrfan Tuna’nın bir iddiası da Doğu Perinçek’in Öcalan ile Bekaa’da gazeteci olarak görüştüğü… “Sayın Serdar Ant’ın bu malzemeyi bir kez daha kullanması, ne yazık ki hiç de iyi niyetli bir davranış değil” demiş İrfan Tuna… Oysa anımsatmak isterim ki, Öcalan’ın resimlerini içeren Aydınlık haberlerini yazdığı yazıda ilk kullanan İrfan Tuna’nın kendisi… İkincisi, ortada gerçekliği yadsınamayacak resimler var. Eli kanlı bir katille kucaklaşıyorlar, katil sürülerini askeri kıta denetleyen komutan edası ile tokalaşarak selamlıyorlar! Bütün bunlar “iyiniyetli” de, bizim bu manzarayı eleştirmemiz mi art niyetli? Güldürmeyin adamı!

Deniliyor ki, Doğu Perinçek Öcalan ile görüştüğü sırada parti lideri miymiş? Görüşmeyi gazeteci olarak yapmış, Apo’yu uyarmış!

Şimdi İrfan Tuna’ya gerçekten, samimi olarak soruyorum:

Siz milleti aptal mı sanıyorsunuz, yoksa kendinizi mi çok akıllı?

Görüşme sırasında Doğu Perinçek parti lideri miydi?

Perinçek, ne zaman Aydınlık hareketinin lideri olmadı ki? Dalga mı geçiyorsunuz!

Efendim neymiş, görüşmeyi gazeteci olarak yapmışmış!

Öcalan ile Bekaa’da görüşen tek “gazeteci” Doğu Perinçek miydi? Güneri Civaoğlu, Hasan Cemal, Fatih Altaylı, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar gibi birçok isim gidip gerçekten röportaj yaptı. Ama PKK teröristleriyle bu derece samimi olan, gülücükler atarak APO ile cilveleşen, katilleri askeri kıta denetler gibi selamlayan Perinçek gibi “gazeteci” var mı bir tane daha? Böyle mi oluyor “gazetecilik”? Kandil’e gidip teröristlerle kucaklaşan Ahmet Altan bile bu derece samimi pozlar vermedi kameralara! Gerçi konumuzla doğrudan ilgili değil ama, şimdi Aydınlık’ın bağrına bastığı Yalçın Küçük de, Bekaa’da teröristlere konferanslar verirken “gazetecilik” mi yapıyordu?

Bir de Doğu Perinçek’in Öcalan’ı uyardığı yalanı söyleniyor! Doğu Perinçek Ekim 1989’da görüşmedi mi Öcalan ile? Madem Doğu Perinçek, PKK’yı uyardı ve silah bırakmasını istedi, o zaman bu görüşmeden yaklaşık 1,5 yıl sonra, Yüzyıl dergisinde aşağıdaki satırları neden yazdı o zaman:

    “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.”
    (Yüzyıl, 17 Mart 1991)
Böyle mi oluyor uyarı?

***
İrfan Tuna’nın eleştirilerinden biri de benim “Yazılardan cımbızla birkaç satırı çekip, yazılarda verilmek istenen mesajın tam tersi sonuçlar çıkarmak” gibi bir tutum içinde olduğum… Bunu kanıtlamak için alıntı yaptığım iki yazının tamamını yanıt yazısına ek olarak sunmuş.

Mehmet Bedri Gültekin, “Barış ve Kaos” başlıklı yazısında “Yanlış anlaşılmasın. “Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın” demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beşbin, altıbin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır” diyor mu?

Evet diyor!

Adam oturmuş koca bir paragraf yazmış, PKK’ya genel af talep etmiş! Şimdi bu paragrafın öncesinde ve sonrasında “kahrolsun PKK” diye yazsa ne yazar?

Doğu Perinçek de “Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?” yazısında, başlıktaki soruyu soruyor! Türkiye Kürtleri zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşı değil mi? Türkiye Kürtlerinin ayrılmak gibi bir talebi yoktur! Perinçek neyin peşinde?

Perinçek’e göre “Türkiye hakim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir.”

İrfan Tuna, laf kalabalığını bırakmalı ve yanıt vermelidir: Son 25 yıldır bu ülkede Kürt halk kitleleri mi bastırılmaya çalışılıyor? Yoksa PKK’ya karşı Türkiye’nin bütünlüğü için bir mücadele mi veriliyor?

PKK, ne zamandan beri “Kürt halk kitlesi” oldu ey Aydınlıkçılar?

Şimdi bu satırları eleştirenleri cımbızlama yapıyorsun diyerek susturacağınızı mı sanıyorsunuz?

Ama hala cımbızlama konusunda ısrar edenler varsa, onlara söyleyeceğim de Doğu Perinçek’in artık özerkliği en son yazılarında bile açık açık savunduğudur. Bunun için Aydınlık’ta yayınlanan 31 Mayıs 2011 tarihli Özerklik Kimin Programı başlıklı yazısını ve benim aşağıdaki bağıntıdaki yazımı okuyabilirler!

http://www.guncelmeydan.com/pano/boyle-mi-oluyor-cumhuriyeti-savunmak-serdar-ant-t28444-15.html#p146430

31.5.2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen Çetin Taş » Çrş Haz 01, 2011 20:05

Öncelikle ne ben, ne bir başkası Serdar Ant'ın doğrudan suçladığı Perinçek'in, M.Bedri Gültekin'in ve geçmiş Aydınlık-2000e Doğru-Teori dergilerindeki yazı sahiplerinin yerlerine konuşma yetkisine sahip değiliz. Dolayısıyla bizlerle Serdar Ant'ın karşılıklı sürekli yazılar aracılığı ile tartışmamızın çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum, inanmıyorum. Sadece kendi sıraladığı durum tespitleri ile ilgili kendi düşüncelerimizi yazabiliriz. Hee, eğer içimizde bu dönemlerde İşçi Partisi'nin ve söz konusu dergilerin içinde bulunan kişiler varsa sanırım onlar en azından o dönemde içinde bulundukları için yanıt hakları olabilir. Yoksa şu durumda her birimiz kendi adımıza konuşabilecek durumdayız sadece.

Serdar Ant'ın bahsettiği Doğu Perinçek'in yazısını okudum. Bu yazıdan nasıl Doğu Perinçek'in özerkliği savunduğu anlamını çıkardı, PKK ne zaman Kürt halk kitlesi oldu anlamadım? diye soruyor Serdar Ant ama burada bence ya bir yanlış anlama ya da demagoji var. Çünkü Perinçek'in yazısında kastedilen çok açık bir şekilde PKK değil, Kürt vatandaşlarımızdır. ABD desteği ile Kürt halk kitlelerinin bastırılmasını sağlayan da Türkiye Cumhuriyeti değildir, bizzat PKK'nın kendisidir. Çok yanlış anlamış yazıyı, anlamından 180 derece zıt şekilde anlamış.

Daha önce de bu konu ile ilgili konu başlıklarından birinde yazdığım gibi 15-20 sene önceki siyasi söylemlerinde değişiklik var Perinçek'in ve Aydınlıkçıların. Bu özellikle Atatürk konusunda böyledir. Yanlış anlaşılmasın, dün de saygı duyuyorlardı Atatürk'e ama Atatürkçülük'ün ve Kemalizm'in miyadı dolmuştur tarzında bir söylemi bir süre kullanmışlardı. Ama bunun doğru olmadığını anladılar, bu bugünkü söylemlerinde zaten tüm Türkiye tarafından izleniyor. Kürt sorunu ile ilgili dergi ve gazetelerde PKKlıların ölüm ilanlarının yayınlanması bence de son derece saçma ve yanlış olmuş. Nasıl bir düşünce ile bunu yaptılar, bilmiyorum? Ama olaylara tek pencere ve tek zaman diliminden değil de geldiğimiz noktayı da göz önüne alarak baktığımızda o dönemde Kürt sorununa bakışlarının bugün hemen tüm siyasi partilerin söylemlerinden farklı olmadığı görülüyor, "Kürtçe eğitim olsun, temsil edilsinler mecliste, genel af olsun" şeklinde ki söylemler iktidar partisinin de, muhalefet partilerinin de artık çoktan kabul ettiği ve çeşitli sefer dile getirdikleri şeyler. Burada şu nokta önemli, bunu Perinçek'de ısrarla söylüyor. Eğer 20 sene önce PKK bir şekilde devlet tarafından eylemlerini yapmaktan vazgeçirilseydi gidip Amerika'nın kucağına kalkmamak üzere oturmasına engel olunabilirdi. Bu ülkede bazı söylemler özellikle de GENEL AF insanları ürkütüyor ama geçtiğimiz senelerde dağdan PKK'yı indirmek için kaç kez af ilan edildi, hatırlayın. Türkiye'nin çıkarları göz önüne alınarak askerlerimizi ve vatandaşlarımızı katleden teröristlerin haricindekilerin affedilmesi EĞER SORUN çözülecekse, kalıcı barışı getirecekse tabii ki olabilir. Ama daha önceki aflar çok etkili olmadı, neden? Çünkü Perinçek'in zamanında engel olmaya çalıştığı PKK'nın Amerika'nın kucağına oturtulmasının önüne geçilemedi.

Üstelik bu tartışma biraz bizi günümüzden uzağa götürüyor. Bugün geldiğimiz noktada hain Apo tutuklu olmasına rağmen içeriden hem PKK'yı ve hem de BDP'yi yönetiyor. İç savaş tehditlerinde bulunuyor. BDP'nin belediye başkanları ve milletvekilleri çıktıkları her tv programında, düzenledikleri her eylemde aynı tehditleri sıralıyorlar. Memleketin sözde aydınları, yazarları bütün bu olan bitene DEMOKRASİNİN GEREĞİ diyebiliyor. Konuşması gereken ana muhalefet partisinin genel başkanı bu olaylar konusunda ya tavır almıyor veya o da duruma göre, nabza göre şerbet veriyor.

Peki bütün bu olaylara karşı kim tepki veriyor? Kim karşı çıkıyor bölünmeye? Kim TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE vurgusu yapıyor? Kim doğrudan ABD EMPERYALİZMİNİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ EMELLERİNİ tespit ediyor ve açıklıyor? Her fırsatta bu ülkenin BÖLÜNMEYECEĞİNİ, BÖLDÜRÜLMEYECEĞİNİ kim söylüyor? Serdar Ant'ın eski defterlerini sergilediği Perinçek, Aydınlıkçılar, Cumhuriyet Güçbirliği'nin değerli milletvekili adayları...

Ben DEĞİŞMEYEN TEK ŞEYİN DEĞİŞMENİN KENDİSİ olduğuna inanıyorum. Belli ki Perinçek ve Aydınlıkçılar bazı tespitlerinde yanılmışlar ya da fazla iyi niyetli davranmışlar. Ama bugün geldiğimiz noktada savundukları değerlere vatanını, milletini, Atatürk'ü seven kim itiraz edebilir?

Sonuç olarak kavga ve tartışma seçimlere 11 gün kala vatansever hiç bir kuvvete yaramaz.
İnşallah seçimlerden sonra Perinçek ve arkadaşları tutsaklıktan kurtulurlar ve Serdar Ant gibi vatandaşların kendilerine yönelik suçlamalarına, eleştirilerine ilk ağızdan yanıt verirler.

Selamlar.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

Çetin TAŞ'a Yanıt / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Haz 01, 2011 23:20

Çetin TAŞ'a Yanıt

Serdar Ant

Çetin Taş, Doğu Perinçek’in “Kürdümüz Kiminle Birleşecek” başlıklı yazısını ya iyi okumamış ya da okuduğunu anlama sorunu var! Şöyle birkaç defa daha okumalı bence, belki faydası olur!

Çetin Taş’ın iddiası şudur:

“…burada bence ya bir yanlış anlama ya da demagoji var. Çünkü Perinçek'in yazısında kastedilen çok açık bir şekilde PKK değil, Kürt vatandaşlarımızdır. ABD desteği ile Kürt halk kitlelerinin bastırılmasını sağlayan da Türkiye Cumhuriyeti değildir, bizzat PKK'nın kendisidir. Çok yanlış anlamış yazıyı, anlamından 180 derece zıt şekilde anlamış.”

Perinçek önce soruyor: “Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?”

Ben de hem Perinçek’e hem de Çetin Taş’a soruyorum:

“Türkiye Kürtleri” kimdir ve bugün ayrılmak isteyenler kimlerdir?

İkisi de aynı ise sorun yok, Çetin Taş haklıdır!

Ama gerçek öyle değil.

Bugün ayrılık isteyen PKK ve onun uzantısı BDP’dir, Türkiye Kürtleri değil! PKK ve uzantısı BDP, “Türkiye Kürtleri”nin desteğine sahip ve onların temsilcisi olsaydı, zaten bugün oturup bu konuları tartışmazdık, bölünme çoktan gerçekleşmiş olurdu ya da çok daha kanlı olaylar meydana gelirdi. Neyse ki, Kürt kökenli vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu sağduyulu, Türklerle de devletle de bir alıp veremedikleri yok!

Ama önce özerklik, sonra federasyon ve daha sonra da bağımsızlık yoluyla ayrılmak, Türkiye Kürtlerinin değil PKK’nın hedefidir. Bebelerinin bile bildiği bu gerçeği, okuduğunu anlamayanlara anlatmak için dil dökmek gereksiz artık…

İşte Perinçek’in “Türkiye Kürtleri kiminle birleşecek?” sorusu bu açıdan anlamsız… Türkiye Kürtleri, zaten 1920’lerde Türklerle birleşmiş ve Cumhuriyeti kurmuş! Kısacası kendi kaderini tayin etmiş; Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Gürcü Boşnak ve diğerleri, hepsi Türk milletini oluşturmuş. Perinçek, Çetin Taş ve benzerlerinin öncelikle anlaması gereken budur.

Sonra ne diyor Perinçek? (Çetin Taş iyi okusun!)

“Türkiye hakim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir.”

Başka ne diyor Perinçek?

“ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir! Kürdümüzle Cumhuriyet temelinde birleşip ABD’ye direnmek zorundayız.”

Artık bazı şeyler bu kadar açık açık söylendikten sonra, birileri çıkıp hala laf cambazlığı yapıyorsa, siyahı beyaz olarak göstermeye çalışıyorsa, “ABD desteği ile Kürt halk kitlelerinin bastırılmasını sağlayan da Türkiye Cumhuriyeti değildir, bizzat PKK'nın kendisidir” falan diyorsa ya art niyetlidir ya da anlama sorunu vardır!

“Bu ülkede bazı söylemler özellikle de GENEL AF insanları ürkütüyor ama geçtiğimiz senelerde dağdan PKK'yı indirmek için kaç kez af ilan edildi.” diyor Çetin Taş… Önce sapla samanı birbirine karıştırmayacağız. Genel af başka bir şey, PKK’yı dağdan indirmek için yapılan düzenlemeler ayrı bir şey… Kaldı ki bugün gelinen aşamada, ayrılıkçı Kürtçü hareketin talebi genel af bile değildir. “Öcalan ve bütün siyasi tutukluların serbest bırakılmasıdır” (BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 31 Mayıs tarihli Akşam gazetesindeki söyleşisine bakın.)

Anlaşılan o ki insanları ürküten genel af, Çetin Taş’ı ürkütmüyor! Bizler onun kadar yürekli olmadığımızdan, Genel Af için “eğer sorun çözülecekse tabii ki olabilir” diyen birine bilmem ki artık ne demeli?

Bir de Çetin Taş’a göre “Eğer 20 sene önce PKK bir şekilde devlet tarafından eylemlerini yapmaktan vazgeçirilseydi gidip Amerika'nın kucağına kalkmamak üzere oturmasına engel olunabilirdi.”

Bu nasıl teslimiyetçi bir kafa yapısıdır, anlamak mümkün değil!

Peki, PKK’yı eylemlerinden nasıl vazgeçirtecektik 20 sene önce?

Birkaç gün önce sizin 20 yıl önce savunduğunuz politikaları özetlemeye çalıştım “İşte Cumhuriyet’i Böyle Savundunuz” başlıklı yazımda… PKK ile görüşülse ve federasyon kabul edilseydi, PKK da eylemlerinden vazgeçerdi değil mi? 20 yıl önce yapmadık, şimdi yapalım o zaman!

Nasıl olacak bu iş?

İşte PKK’yı bastırmaktan vazgeçeceğiz, PKK ile birleşeceğiz! Tabii PKK demek tepki alacağı için, Perinçek “Türkiye Kürtleri” diyor! Eh genel af da bu sürece diklen tüy olacak!

Pazarlanan mal budur!

20 yıl önce Bekaa’da Öcalan ile bu nedenle sarmaş dolaş olmazdınız mı zaten?

Çetin Taş gibi vatandaşlar bence konuşmaya devam etmelidir. Konuşsunlar ki İşçi Partisi ve sempatizanlarının gerçek yüzünü toplumumuz iyice görsün!


1.6.2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: İrfan TUNA'ya Yanıt / Serdar ANT

İletigönderen İrfan Tuna » Prş Haz 02, 2011 0:03

Serdar Ant yazdı:Güncel Meydan yazarlarından İrfan Tuna’nın “Serdar Ant’a Yanıt” başlıklı yazısını okudum. Birkaç noktada görüşlerimi Güncel Meydan okuyucularıyla paylaşmak istiyorum. Bu satırlar aynı zamanda İrfan Tuna’ya da yanıttır.

İrfan Tuna, “Evet Böyle Oluyor Cumhuriyeti Savunmak” başlıklı yazısında benim eleştirilerime yanıt olarak “peki siz Cumhuriyet’i ve vatanımızı savunma konusunda hangi eylemi gerçekleştirdiniz, bugüne kadar siz ne yaptınız diye sordum” diyor!

İrfan Tuna’nın yazılanları işine geldiği gibi gösterme becerisine hayran oldum doğrusu… Yazdığı yazıyı açıp bir daha okusun. Gerçekten öyle mi sormuş? Yoksa aynen şunları mı demiş:

“Ey! Yaşamları boyunca konuşmaktan, eleştirmekten, çamur atmaktan başka hiçbir şey yapmayanlar, ülkemizi, cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi savunmak için peki siz ne yaptınız? Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!”


Sayın Ant, tekrar yineliyorum, üstelik yaptığınız şeyi söylüyorum, hakaret etmiyorum. Ne yazık ki çamur atmaktan, yazılanları işinize geldiği gibi çarpıtmaktan başka yaptığınız bir iş yok. Yaptığınız alıntıları yamultarak yorumluyor, yazıda verilmek istenen mesajların tam tersi sonuçlara ulaşıyorsunuz.

Size madem bugüne kadar vatanımızı ve cumhuriyetimizi savunmak için öne atılıp göğsünü siper edenleri güvenilmez buluyorsunuz, peki bu konuda siz ne yaptınız diye soruyorum, evet, çamur atmaktan başka ne yaptınız diye soruyorum, bize akademik yaşamınızı, meslek yaşamınızı anlatmayın, bu sorumu yanıtlayın...

Hem örgütsüz olduğunuzu söylüyorsunuz, hem cumhuriyetimizi, vatanımızı savunmaktan söz ediyorsunuz. Örgütsüz nasıl başarıyorsunuz bunu, anlatın da bilelim.

Size meslek yaşamınızı sormuyorum, söyler misiniz bugüne kadar cumhuriyetimizi, vatanımızı, bağımsızlığımızı hangi eyleminizle savundunuz? Güvenilmez bulduğunuz insanlar, bağımsızlığımızı ve vatanımızı emperyalist merkezlere karşı savunmanın bedelini ödüyorlar, siz hangi eyleminizin bedelini ödediniz?

Yanıtlayın bu sorumu. Yoksa yazdıklarınızın hepsi havada kalıyor bilesiniz.
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: İrfan TUNA'ya Yanıt / Serdar ANT

İletigönderen Türk-Kan » Prş Haz 02, 2011 0:08

İrfan Tuna yazdı:Ne yazık ki çamur atmaktan, yazılanları işinize geldiği gibi çarpıtmaktan başka yaptığınız bir iş yok. Yaptığınız alıntıları yamultarak yorumluyor, yazıda verilmek istenen mesajların tam tersi sonuçlara ulaşıyorsunuz.

Şu çamuru anlatan çok da gösteren olmadı şu ana kadar! Dün gece de Feysbuk denilen ortadamda çamur, çamur diye hakarete doyamayan zavallılar yanıt veremeyince beni gruptan attılar. :lol:
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen İrfan Tuna » Prş Haz 02, 2011 0:27

Sevgili Türkân,

Sana ve sitemize gösterilen tepkiyi kesinlikle haksız buluyorum. Hatta bu suçlamaların yapıldığı sayfada bu konuda bugün bir mesaj da yazdım.

Ama Sayın Ant'ın yazılardan yaptığı alıntıları nasıl çarpıttığının, nasıl çamur attığının en somut 2 örneği yukarıdadır.

Mehmet Bedri Gültekin'in, karşımızdaki tehdidin kaynağını aşağıdaki sözlerle çok açık ve net biçimde saptadığı yazısından, bir paragrafı çekip, yamultarak yorumlamak ve bu yazıda PKK savunuculuğu yapıldığını iddia etmek, çamur atma değilse nedir, sevgili Türkân?

İşte Mekmet Bedri Gültekin'in yazıda verdiği mesajı özetleyen sözler,

''Gerçekte ortada ne AKP’ye ne de İmralı’ya ait olan bir irade yoktur. Amerika tarafından hazırlanan “açılım planı” adım adım uygulanmaktadır.

Karşımızda Amerika’nın iradesi vardır.

Bu irade özetle, Türkiye’nin etnik temelde yeniden yapılandırılması için koşulların hazırlanmasını öngörmektedir.

1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan bu yana söz konusu koşullar olgunlaştırılmaktadır. Son altı ay içinde bu konuda çok büyük bir yol alındı.

19 Ekimden bu yana Güneydoğu’da yaşanan manzaraya bakmak Türkiye’nin nereye götürüldüğünü anlamaya yetiyor.

Devletin karşısındaki silahlı irade ve onun arkasındaki emperyalist güç, kendi isteklerini adım adım Türkiye’ye kabul ettiriyor. Bu tablo PKK’nın Bölgedeki etki alanını çok büyük bir hızla büyütüyor.

Tarafsız konumdaki kitleler, PKK’nın etki alanına dahil oluyor. PKK’ya karşı olan halk kesimleri ise terk edilmişlik ruh haliyle ve savaşın kaybedildiği duygusu içinde sessizliğe ve durumu kabullenmeye mahkûm ediliyor.''


Bu sözleri yazan bir insana, ''Sen bu yazıda PKK savunuculuğu yaptın, Serap Eser'in katillerini övdün'' demek, ya okuduğunu anlamamaktır, ya da karşıdakini enayi yerine koymaktır.
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen Türk-Kan » Prş Haz 02, 2011 0:36

Kendi zavallılıklarını gösterdiler, gereksizdi ileti göndermeniz.

Yazılanlar haşa Kuran kelamı mıdır ki, "ne denmek istendiği" anlatılmaya çalışılmaktadır? Öz-Türkçe yazıyor yahu:

“Yanlış anlaşılmasın. “Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın” demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beşbin, altıbin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır”

Birilerinin birilerini enayi yerine koymaya çalıştığı kesin!
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Serdar Ant'a Yanıt

İletigönderen Ram » Prş Haz 02, 2011 1:53

Yusuf Tunçer, “Böyle mi Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak” başlıklı derlemenin ilk iki alıntısını yeniden okusun. Doğu Perinçek ve Mehmet Bedri Gültekin bu sözleri söylerken, PKK’lı katiller 17 yaşındaki lise öğrencisi, SERAP ESER’i İstanbul’da babasının gözleri önünde yakarak katlettiler! Oysa bu tür terör olaylarının olduğu dönemde, İşçi Partisi’nin en üst düzeydeki iki yöneticisinden biri, Genel Başkanı, bahsettiğim yazısında PKK teröristlerini, millete “Kürt halk kitleleri” olarak yutturmaya çalışıyor ve “ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir.” çağrısı yapıyorken, onun vekili olan şahıs da PKK katilleri için bir anlamda genel af talep ediyordu!

boyle-mi-oluyor-cumhuriyeti-savunmak-serdar-ant-t28444.html#p146298



Eşkıyalıkların arttığı, Serap ESER gibi bir genç kızımızın acımasızca, vahşice yakılabildiği bir dönemde şunlar şunlar yazılmış deniyor:

NE YAPMAK LAZIM

Yanlış anlaşılmasın. “Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın” demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beşbin, altıbin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır.


Saptama: Habur'dan girenler, -yetmez- dağdaki tüm haydutlar dağdan indiklerinde cezalandırılmamalıdır (kırmızı tümcenin "tam tersi" böyle oluyor). Bunlar cezasız serbest kaldığında (ve diğerleri gelir de cezasız serbest bırakılırsa) toplumun bir parçası olabilir ve istediklerinde siyâsete girebilirler. Kimse buna bir şey diyemez, dememelidir.

Canilerin caniliklerini arttırdığı acılı ve tepkili bir dönemde dahi bu tür söylemler geliştirebilmek, -sözdeşi- haydutların/canilerin/eşkıyaların/pekakalıların cezasını çekmeden serbest bırakılmasını dilemek, bunların toplumun içine karışmasını istemek ve istediklerinde siyâset de yapmalarında bir sakınca görmemek daha başka nasıl tanımlanabilir peki¿?
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Re: Çetin TAŞ'a Yanıt / Serdar ANT

İletigönderen Çetin Taş » Prş Haz 02, 2011 9:27

Serdar Ant.

Bir önceki yazımda söyledim, ben veya başka arkadaşlar senin alıntıladığın haberlerle ilgili muhatapların değiliz. Sadece ve sadece yaptığın eleştiriler hakkında kendi düşüncelerimizi yazabiliriz. Şahsen benim yaptığım da bu.

Ben seni tanımıyorum, sen de beni tanımıyorsun. Seninle ilgili, senin benimle ilgili yazdığın YARGI CÜMLELERİNİ yapabilecek durumda görmüyorum kendimi. Sadece göndermiş olduğun yazı ile ilgili düşüncelerimi yazdığım için internet ortamında birbirimizin isimlerini duyduk. Hal böyle iken yazın boyunca beni teröristle sarmaş dolaş olmakla, teslimiyetçilikle, gerçek yüzümü göstermekle ve benzeri çirkin şeylerle suçlamışsın. Ya yazım diline dikkat etmiyorsun, ya da kasten yapıyorsun. Her iki durumda da hatalısın.

"20 yıl önce Bekaa’da Öcalan ile bu nedenle sarmaş dolaş olmadınız mı zaten?" şeklinde ki soru ne kadar çirkin? Sorunun muhatabı ben olmadığım halde bana yazdığın bir yazı da doğrudan beni suçlayan bir ifade bu. Anlattığın olayla ilgili konunun muhatabı Doğu Perinçek. Açıklamasını defalarca yaptı, Apo'ya bile soruldu bu görüşme. Hee, bu açıklama seni tatmin eder, etmez. Ayrı bir konu. Buna rağmen bana hitaben yazdığın bir cevap yazısında bu cümlenin anlamı nedir? Amaç nedir Serdar Ant?

Yoksa ben Çetin Taş olarak hiçbir vatan haini ile, hiçbir terörist ile daha önce nasıl yapmadıysam bugün ve yarın da kucaklaşmayacağımı belirteyim. Ama tavrın gerçekten çok kırıcı ve aşağılayıcı.

Ben senin düşmanın değilim, bu ülkenin düşmanı değilim, hain değilim.
Ülkeme 16 ay yedek subay olarak hem de çok önemli görevlerde hizmet ettim. Allah korusun, bir savaş durumunda yine koşa koşa gider ve vatan hizmetimi canım pahasına yaparım. Üslubun çok çirkin, bu tarz bir söylem neyi amaçlıyor:"Çetin Taş gibi vatandaşlar bence konuşmaya devam etmelidir. Konuşsunlar ki İşçi Partisi ve sempatizanlarının gerçek yüzünü toplumumuz iyice görsün!" ? Neymiş benim gerçek yüzüm? Ben birlik diyorum, bütünlük diyorum, Türkiye diyorum, Atatürk diyorum, Kemalist'im diyorum. Başka bir şey demiyorum ki.

Önce yazıyı okuyup anlamama ihtimalin olduğunu düşünmüştüm ama doğrudan saldırgan tavrın ve aynı yazı üzerinde ki yaptığın yorumlardaki ısrarın demagoji yaptığına inandırdı beni.

Türkiye Kürtleri son derece açık bir ifadedir. Türkiye'de yaşayan Kürtler kastedilmektedir.
Serdar Ant, daha önce açık bir şekilde var olan PKK sempatizanı Kürtçüler ile devletimizin birliğinden yana olan Kürtler arasındaki ayrımın bu iktidar döneminde Amerika'nın da büyük gayretleri ile neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığını görmüyor musun? Perinçek ya da İşçi Partisi'midir her fırsatta BDP'yi Kürtlerin temsilcisi gibi gören ve gösteren? Yıllardır devletin yanında olan korucuların BDP'nin saflarına geçtiklerini açıklamaları Perinçek ya da İşçi Partisi'nin politikası mıdır? Sözüm ona aydınların BDP'nin 7 milletvekili adayının seçimlere katılamayacağı şeklindeki YSK kararını nasıl eleştirdiğini, ana muhalefet partisi başkanının tavrını hatırlamıyor musun Serdar Ant? Televizyonlarda "Kürtlerin temsili engellenmek isteniyor" şeklinde ki söylemler(Kürtler ile kastedilen gayet belli, BDPliler kastediliyor)İşçi Partisi ya da Perinçek'e mi ait? Serdar Ant, YSK kararı sonrası Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki eylemleri izlemedin mi? Bu tarihlerde YSK kararı ile ilgili Ulusal Kanal'ın ya da Aydınlık'ın yayınlarını da mı takip etmedin mi? PKK-BDP ile Kürt vatandaşlarımızı hala birbirinden ayırmasa Aydınlıkçılar neden YSK'nın geri adım atmasını eleştirdiler? Çünkü topluma medya aracılığı ile pompalanan "BDP-PKK Kürtlerin temsilcisidir" söylemini kabul etmiyor Aydınlıkçılar.

Bu konu ile bağlantılı en güzel örnek Diyarbakır Cumhuriyet Köyü'dür, bu köyün hikayesini bilmiyor musun Serdar Ant? Diyarbakır'da PKK, Aşiret, Ağa baskısının ortasında ki bu köy halkının ve muhtarının yıllardır nasıl sahiplenildiği; köy muhtarı Mehmet Tanrıkulu'nun bugün Cumhuriyet Güçbirliği Bağımsız Milletvekili Adayı olmasının anlamı yukarıda ki yazı ile ilgili yaptığın tüm eleştirileri anlamsız kılmaktadır Serdar Ant. Çaba, aksine Kürt vatandaşlarımızı kucaklamak, PKK'nın insafına bırakmamak, terketmemektir.

Bir başka güzel örnekte Doğu Perinçek'in Diyarbakır mitingidir. Tüm tehditlere rağmen henüz CHP'nin Diyarbakır'a gidip miting yapmaya cesaret edemediği günlerde, Doğu Perinçek Türkiye'nin önemli aydınlarını yanına alarak Diyarbakır'da binlerce Türk bayrakları eşliğinde yaklaşık 5 bin vatandaşımıza hitap etmiştir. Bu eylem, bu tavır sana bir şey anlatmıyor mu Serdar Ant? Bana çok şey anlatıyor.

Neticede PKK'nın kim olduğunu, ne olduğunu çok iyi biliyorum, hepimiz biliyoruz.

"Türkiye hakim sınıflarının politikası, ABD ile birlikte PKK’yı etkisizleştirmektir. Bu politika, böyle dillendirilir; fakat genellikle ABD desteğiyle Kürt halk kitlelerini bastırma beklentisini içerir."
Bu cümlede PKK ve Kürt halk kitleleri ayrıca tanımlanmışken, PKK'nın etkisizleştirilmesi ve Kürt halk kitlelerinin bastırılması ayrı ayrı yazılmışken, Serdar, Ant nasıl ikisinin bir olarak kastedildiğini söyleyebiliyorsun? Burada açık bir şekilde PKK ve Kürt vatandaşlarımız birbirinden ayrılmaktadır. Yazının içeriğine gelince, öyle değil midir? Yıllardır teröre karşı mücadelede GÜYA Amerika'dan yardım almıyor mu Türkiye Cumhuriyeti? Oysa ki PKK ile mücadele edilirken Kürt kökenli vatandaşlarımız önce iki arada bırakılıp sonra da izlenen yanlış politikalarla PKK baskısı altına girmek durumunda bırakılmamış mıdır?

Bir önceki yazımda yazdım, bu sefer daha da açarak yazayım; eğer cinayet işlememiş terörist silahını bırakıp topluma kazandırılacaksa ve bu terörün bitmesine yol açacaksa böyle bir af sadece barışı sağlar. Ama askerlerimizi şehit ettikleri ve vatandaşlarımızı katlettikleri bilinen teröristlerin affedilmeleri söz konusu olamaz. olmamalıdır, böyle bir şeyi kim söylerse söylesin ben kabul etmem, desteklemem. Yazdıklarımı anlamlarından farklı şekilde yazmak sadece ve sadece hem sana, hem bana ve hem de bizlerin yazdıklarını okuyan vatandaşlara saygısızlıktır Serdar Ant. Daha da açayım, bir GENEL AF ile kastedilen başta Apo haininin ve askerlerimizi şehit eden, vatandaşlarımızı katleden hainlerin affedilmesi anlamına geliyorsa kesinlikle böyle bir affa karşıyım.

Sonuç olarak kendi adıma şunları ifade ediyorum.
Şu an İşçi Partisi'ni destekliyorum ama ben önce Kemalist'im. Hiçbir zaman bilimsel sosyalist olmadım. Bunu partili arkadaşlarım da biliyorlar. Her zaman vatan, millet,bayrak ve Atatürk ilke ve devrimleri bana yol göstermiştir, ilham vermiştir, böyle olmaya da devam edecektir.

Antiemperyalistim, sen nasıl beni yazdıklarımı amacından saptırıp teslimiyetçilikle suçlarsın? 20 yıl önce ki iktidar bugün Amerika'nın, Avrupa'nın zoruyla yaptığı şeyleri kendiliğinden yapsaydı yani bir takım kültürel hakları Kürt kökenli vatandaşlara verseydi, Kürtçe ile ilgili sıkıntıları ortadan kaldırsaydı, televizyon, radyo gibi bir takım sosyal haklar verseydi ve tabi ki bölge halkının ekonomik ve kültürel gelişimini geliştirseydi, bir türlü yapılamayan TOPRAK REFORMU'nu yapıp ağalık-beylik-aşiret düzenine son verebilseydi işte o zaman PKK eylemlerine devam etmek isteseydi bile arkasındaki halk desteği tamamen ortadan kalkacaktı. Teslimiyetçi olan bu düşünceler değildir Serdar Ant, teslimiyetçi olan yukarıda yazdıklarımın en azından bir kısmını da olsa Amerika'nın ve Avrupa'nın baskılarıyla gerçekleştirenlerdir.

Seçimlere 10 gün kala bu şekilde ortaya çıkmanı anlamlı buluyorum.
Başkalarının yazdıkları ve söyledikleri üzerinden seninle bu tartışmayı da sürdürmeyeceğim. Kendi görüşlerimi ifade ettim.

Benim veya herhangi bir kişinin yazdığı her şeyi eleştirmek hakkına sahipsin. Ama özellikle de benim yazdıklarımı çarpıtmak, beni olmadığım bir kategoriye ve olmadığım bir kimliğin içine sokmak hakkına sahip değilsin.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02


Şu dizine dön: İrfan TUNA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x