Memlekette ;Kemal'in askeri Mustafa Muģlalı'nın kurşuna dizdirdiği eşkiyalar için;33 kurşun diye şiir-şarkı bile yazıldı. Ancak; DP'de egemen olan ,milletvekili aşiret ağaları eliyle; Mustafa Muğlalı'nın hapiste, 11 Aralık 1951'de esaretle şehadetine; sözde sanat dünyamızda; 63 yıldır hala,duygudan bir damla bile yanmadı...
33 kurşun demişken;eşkiya ve devlet tanımaz düşünce, sömürgeci işbirlikçilerince yüceltilirken;
Ne 27 Mart 1937'de başlayan ;Dersim Gerici İsyanı'nda baskınla şehit edilen, 33 Mehmetçik için ; Ne de, Bingöl'de 24 Mayıs 1993'te pkk tarafından; silahsız ve sivil halde; işkenceyle şehit edilen 33 vatan evladı için ;bırakın bir ağıtı ; ne sanat, ne de siyaset dünyasında;bir tek anmaya bile rastlanmadı!
Eskiden ; Eşkiya, dünyaya hükümdar olmaz idi... Esas eşkiyalık; eşkiyayı baş yapmak değil mi?
Dün Mustafa Muğlalı'yı,Mustafa Fehmi Kubilay'ı öldürenler; bugün,hem anılarını kirletip;gerici cahil aklı ve din istismar faktörünü gizleme çabasıyla :
Birini katliamcı, ötekini ise;sözde esrarkeşlerce öldürülen bir görev zayiatı asker olarak göstererek ; Mustafa Kemal'in fikrini yok etmeye ve dönüştürmeye çalışıyorlar!
Eşkiyalığa ,gericiliğe ve bölücülüğe karşı savunma yapan,mücadele veren Mustafa'lar ,Mehmetçikler ;dün katledilirken;bugün, mücadele ettikleri akıllar;dış güçlerin desteğiyle iktidar oldular!İktidar oldukları ilk günden başlayarak;Türk askerini,ABD-İsrail kafes planına alarak ;karalayarak , esir aldılar!
Sorosyen Algı yönetimi gereği ;S'Açılım süreci için ;terör örgütünün yabancı özel savaş unsurlarının desteğinde ;2007 Dağlıca Baskını'nda verilen 12 şehit ve 8 askerin de kaçırılması sonrası;Terörle Mücadele ABD ile Koordinasyon Kurulu'na bağlanarak;ABD'nin haberi olmadan sıcak takip ve operasyon yapma imkanı ortadan kaldırılmıştır.
2009'da yapılan Oslo Mutabakatları sonrası başlatılan S'açılım sürecinde 2011'de yapılan MGK düzenlemesi ile sıcak takip Valilik oluruna ve sınır ötesi operasyonlar ise Başbakanlık oluruna;bırakılarak;terörle mücadelede;Türk Askerine biçilen rol;karakolundan dışarı çıkmamak olarak belirlenmiş;saldırıya uğrasa bile , faillerini yakalaması S'açılım mimarlarının yerel temsilcilerinin oluruna bırakılmıştır!
Bunun aracısı gerekçe ise;ABD istihbaratıyla (!') Barzani bölgesinden her türlü kaçakçılığı yapan terör örgütü sempatizanlarının Hava Kuvvetlerince vurulduğu;Uludere Olayı'dır.Planlı olay sonrası;Barzani bölgede etkinliğini arttıran otorite olurken;TSK ise sözde masum vatandaş katili olarak takdim edilse de;gerek cenazede tabutlara örtülen bayraklardan;kaçakçılık yapan unsurların;terör örgütü ve Barzani bölgesi ile yakın ilişkide olduğu anlaşılmıştır.
Uludere sonrası;Mustafa Muğlalı'dan beri ;gerek; aşiret düzeni, gerekse; terör örgütlerinin finans kaynağı:Kaçakçılık,legal hale gelerek;yerel ağalık,devletin üstüne çıkarılmış;şehitlere verilmeyen bir tazminat miktarı;kaçakçılık sonucu ölenlerin ailelerine ödenmiş;Türkiye sınırındaki vatandaşlara,sanki bölgenin legal otoritesi gibi;Barzani tarafından kan parası ödenmiştir.
S'açılım son hamlesi;bölgede asayiş ve otorite bölücü terör örgütü haline getirilmiş;Jandarma sınır Karakolları kaldırılarak;sınırlar büyük ölçüde terörist ve kaçakçılığın cirit attığı noktalar haline gelmiştir.
Suriye savaşı bahanesi ile Suriye'deki terör örgütü PYD üzerinden ;Güneydoğu Anadolu, silah deposu haline getirilmiştir.
2013'te başlatılan sözde çekilme ve Barış Süreci-Akiller ikna turuyla;devlet ,terör çetesine karşı uyutulmuş;eşkiya çekilmek bir yana ,silahlanarak bölgede Alan Savunması ve Kurtarılmış Bölgeler oluşturmaya başlamıştır.Belediye temelli olarak ,sözde özerklikler ilan edilmekte;belediye binalarına, bölücü örgüt bayrakları asılmaktadır.
En önemlisi;vatan toprağında;Devletin asli unsuru;Güvenlik ve Adalet ;Dış güçlerin maşası taşeron örgütlere geçerek;bölgesel kaos yaşatılmaktadır.
Suriye Savaşı Planı'yla düzensizleşen bölge üzerinden;sözde mülteci akınıyla; 1. Körfez Harekatından başlayan ;osmanlı ve Cumhuriyet'e isyan eden aşiret nüfusları,yeniden gayrimeşru bir şekilde Türk yurduna sokularak,birçoğuna Türkiye vatandaşlık hakkı tanınmıştır.
Federasyon Anayasası planına uygun olarak;ileride yapılması düşünülen bölgesel oylamalar için;Yeni Sevr Planı'na uygun olarak,Türk nüfus oranı üzerinde baskı ve değişim başlatılmıştır.
Geriye ,Türk Milleti'nin meşru savunma hakkının doğduğunu söylemek kalmıştır.
Sonuç :
Türk vatanını;CFR programıyla, ilk önce federal devlet haline getirmek ;daha sonra da paramparça etmek üzere;Küresel efendileriyle anlaşanlar; 20-27 Aralık Hırsızlık ve rüşvetle Mücadele haftasında;iktidar çatışmalarında; birbirlerinin suçlarını deşifre ederek,kendilerini aklamaya çalışıyorlar!
Mustafa'ların hatırasına dokunanların;kendi suç ve ihanetleri söz konusu olduğunda ;''Güçler Birliği'ni ilan ederek;kendilerini korumaya almalarıyla;suçluluklarının da ispatını,gözler önüne seriyorlar!
Efendiler, Sırası gelmişken, aziz Milletime şunu tavsiye ederim ki; başının üzerine çıkaracağı adamların kanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an bile geri kalmasın…
M. Kemal ATATÜRK
1988'de itibarı iade edilen;Van'ın Özalp ilçesindeki Askeri Kışla'ya 2004'te ismi verilen Muğlalı 'nın;Kışla'dan ismini sildirten: Kürtçü ve Gerici Nakşilerdir! (1)
Kıymeti bilinmeyen, sırf görevini yaptığı için cezalandırılan insanların başında; Mustafa Muğlalı Paşa gelir. O'na millet olarak özür borçluyuz.
Vefatının üzerinden 58 yıl geçmesine rağmen Mustafa Muğlalı Paşa Türk Milleti ile sorunu olan malum(Nakşi-Nurcu-Kürtçü) çevrelerin hala bir numaralı boy hedeflerinden birisidir.
Mustafa Muğlalı ne yapmıştır da, yarım asırdır Türkiye'nin ve Türklüğün düşmanlarının hedefi olmaya devam etmektedir?
1882 yılında Muğla'da dünyaya gelen Mustafa Muğlalı, 1901 yılında Harp Okulunu, 1904 yılında Harp Akademisini bitirdi. Balkan savaşına katıldı.. 1. dünya savaşı sırasında Adana Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yaptı. Bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı'nın nüvesi olan Teşkilatı Mahsusa'da çalıştı, Onun devamı niteliğindeki Zabitan Grubu'nun kurucuları arasında yer aldı. Zabitin Grubu'nun bir müddet sonra adını değiştirdiği ve yine Muğlalı Mustafa Bey başkanlığında Yavuz Grubu olarak faaliyetini devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Kurtuluş savaşına Tümen komutanı olarak katılan Muğlalı Mustafa, 1922'de Albay 1927'de Tümgeneral oldu Soyadı Kanunu çıkınca, Muğlalı soyadını aldı.
23 Aralık 1930'da Menemen'de devlete karşı ayaklanıp genç Asteğmen Kubilay'ı şehit eden yobazları yargılayan Harp Divanının Başkanlığını yaptı. Bir kısım Medyanın Mustafa Muğlalı düşmanlığının temelinde, bu mahkemenin reisliğini yapması ve nakşi bölücüleri teşhir etmesi yatmaktadır.
Menemen Olayı ya da Kürtçü-Gerici Nakşilerin Cumhuriyet'e ilk saldırısı:Kubilay Olayı
23 Aralık 1930 günü gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir. İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki'nin şeriat isteyen bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri. Olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş, General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divanı Harp'te failler idam dahil çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır.
Olayların Siyasi Boyutu
Siyasi bağlamda Kubilay Olayı, 1930'da Ali Fethi Okyar tarafından Atatürk'ün tavsiyesiyle kurulmuş olan ve Menemen Olayı'ndan hemen önce 17 Kasım 1930'da kendi kendini fesheden, Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci ana muhalefet partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın 99 günlük varlığı ile bir arada değerlendirilmektedir. Olayın, zamanın Nakşibendi tarikatının lideri Şeyh Esat ve yandaşları tarafından planlandığı ve Menemen'de uygulamaya konulduğu ispatlanmıştır. Olaylar Menemen'de cereyan ettiği için genellikle Menemen Olayı olarak anılmaktadır ve bu durum günümüzde bazı Menemen vatandaşlarını huzursuz etmektedir. Olaylardaki faillerin yaklaşık üçte ikisi Menemen dışındandır.Ancak ahali kalkışmaya karşı gelmediği için o dönemde suçlanmıştır.Bugün rahmetli Hasan Fehmi Kubilay'ın akrabaları ona ve İzmir'e sahip çıkmak anlamında Menemen'de yaşamaktadırlar.
Olayların Gelişimi
Mustafa Fehmi Kubilay, 1930 yılında Menemen'de yedek subay sıfatıyla askerlik görevini yapmaktaydı. 23 Aralık1930 sabahı Menemen'de cereyan eden hadiseler genel anlatıma göre şu seyri izlemiştir: Şeyh Esat’ın Manisa’da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen çember sakallı, sarıklı ve cüppeli dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazından sonra camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya çalışırlar. Elebaşılar arasında, Giritli Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi. Arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylediler. Camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya taktılar ve Menemen şehir meydanında kazdıkları bir çukura diktiler. Bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye, zikretmeye ve "Şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir." diyerek bir isyan hareketi başlatmak isterler. Bayrağın altından ahaliden bazı kişileri (bir fabrikada çalışan Hayimoğlu Jozef de dahil) geçirdiler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu. (2)
Olaylara Müdahale
Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla, bir bilgiye göre; alay komutanı, yedeksubay Kubilay'ı olay yerine gönderdi. Kubilay bu hareketi bastırmak için bir manga askerle olay yerine geldi. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını istedi. Onlardan biri ateş ederek Kubilay’ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Derviş Mehmet "bana kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya çalıştı.
Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da, Derviş Mehmet ve arkadaşları peşi sıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti. Kesik başı yeşil bayrağın sopasına dikmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Birisi ip getirdi ve Kubilay'ın başı yeşil bayrağın dikili olduğu sopaya iple bağlandı. Olay yerine yetişen Bekçi Hasan , ateş edip gruptan birini yaraladı. Ancak açılan ateş sonucu o da öldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de, açılan ateş sonucu öldü. Bu aşamada askeri birlik yetişir. Komutan "Teslim olun!" diye bağırır. Ancak olay çatışmaya dönüşür ve askeri birlik ateş eder. Göstericilerden Derviş Mehmet de dahil bazıları ölürken, bazıları kaçar. Daha sonra hepsi birden yakalanır.
Sıkıyönetim ve Mahkeme
31 Aralık 1930 günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur. 7 Ocak 1931'de bu kez İzmir'de yine Mustafa Kemal Paşa başkanlığında ikinci bir toplantı yapıldı. Olaya doğrudan veya dolaylı katılan 105 sanık (anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak, azmettirme veya Mehdi Mehmed'in sözde Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin kaldırılma kararından sonra ayini tarikat icra ettikleri suçlamalarıyla)15 Ocak 1931'den itibaren Divanı Harp’te yargılanmaya başlandı. İsyanda Bedrani ve Halidi Bağdadi'li Nakşi Etkisi
Tamamı Manisa’da oturan bu gerici katillerin Nakşibendi tarikatıyla bağlantıları saptanmıştı. Onları tarikata çeken ve eğiten kişi ise Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli İbrahim Hoca’ydı. İbrahim Hoca, tarikat ilişkisini şöyle açıklamıştı: Kılıçla tehdit!.. “İlk tarikata intisabım on iki sene evveldir. Nakşibendidir. Şeyhim İsmail Necati’ydi. Bâb-ı âli’de oturuyordu. Tekkesi vardı. Ölmüştür. Ondan bir sene sonra tahminen o zaman Çapa’da tekkesi bulunan Şeyh Esat Efendi’nin zikrine gittim ve ona bağlandım.” İbrahim Hoca’nın Manisa’da görevli iken merkeze bağlı Horosköy’de yoğun faaliyetleri vardı. Onun çok yakını olan Osman Çavuş’un, “İnşallah reis-i cumhuru gebertirler de rahat yüzü görürüz, fes giyeriz” dediği saptanmıştı!..
Menemen Olayı, 23 Aralık 1930 tarihinde gerçekleşir. Eylemciler başlarında mehdi Mehmet olmak üzere sabah ezanı sırasında Menemen’e gelip Müftü Camii’ne girerler. Camide bulunan sancağı alan mehdi, halkı kendilerine katılmaya davet eder ve şunları söyler: “Taraf-ı ilahiden geliyoruz. Şeriat istiyoruz. Askerin kılıç ve kurşunu bize işlemez. Herkes bu bayrağın altından geçecektir. Geçmeyenleri kılıçtan geçireceğiz.”(Gazeteci yazar Mehmet Faraç'ın bu alıntıdaki yazısı sebebiyle Cumhuriyet'te yazısı sansür edilince ;Cumhuriyet gazetesinden istifa ederek tepkisini göstermişti. )(3)
Kubilay'ın katlini aklama harekatında kimler görev almamıştır ki;Sinan Meydan'ın Cumhuriyet tarihi Yalanları-2'de deşifre ettiği isimler;Mustafa Armağan,Cemil Koçak,Nakşilere yakınlığı ile bilinen İsmet Bozdağ-Cemal Kutay;Nurcuları iltifata boğan Toktamış Ateş ve niceleri...
Hepsi de ''sözde derin devlet yalanı ''kurgusunda dini vesayeti kaldırmaya yönelik inananlara zulüm(!) ve rejim pekiştirmesine dair derin devlet (!)oyunu gibi gösterseler de;İyi de İlimsizler !Nakşiliğin bölücü Kürtçü kolu nerede haydi göstersenize???
Dinci ,tarikatçı değillermiş de sadece esrarkeşlermiş...Devlet de bunları oraya koy vermiş de...Bre Bre Bre...
Bu mantıkla; vuran değil, silah suçludur demeniz de ;yalan ve iftira değil midir Devlet'e,Asker'e ve Millet'e ?
Maden kazalarını bile derin devlet oyunu olarak göstermeye ıkınan z(s)amanzadelere:Yalanınızı görüyoruz! ve gerçeği de tarihten alıp gözlerinize seriyoruz!
Kubilay vakası Yunanistan'da tezgahlandı!
Yesevi dergisi Genel yönetmeni Erdoğan Aslıyüce:
"76 yıldan beri devam eden tartışmalar, tam anlamıyla açıklığa kavuşturulamamıştır. Çünkü hep gözardı edilen olayın Yunanistan'da tezgahlanması meselesidir. Yunanistan'da 15 Haziran 1930'da tezgahlanan veya planlanan olayın başlangıcına bakmamız gerekir. Cizre bölgesinde 1847 yılında Bedirhani İsyanı sonrası Sultan Abdülmecit (1839-1861) tarafından Girit'e sürgün edilen Bedirhani aşiretinin bağlılarından eski Manisa Mutasarrıfı, 9 Eylül 1922'de Yunanistan'a kaçan, orada Ortodoks olan, ismini 'Hüsnüyadis' olarak değiştiren ve 'Dürzi Şeyh' olarak tanınan Şeyh Sukuti (veya Süleyman Sırrı), Yunan işgali günlerinde Menemen Belediye Başkanıdır. Bunlara ilaveten 150'lilik 'hainlerden' Sait Molla ile buluşmaları isyanın fitilinin ateşlendiği yer Yunanistan'ın tarihi mekanı Elefsiz kentidir. Tabii bunların arkasında, Yunan'dan başka ; İngiliz istihbarat birimleri de vardır.(4)
Esrar Suçlu da ;Hasan Sabbah Masum mu?
Ortadoğu'da terörü siyasal kabul ve propaganda olarak seçenlerin en önemli kaynağı Hasan Sabbah dergahıdır.Yaşadığı dönemde müridlerini esrarla güdümleyen Hasan Sabah'ın tarikatçılığı ise her nedense bugünlerde unutturulmuş bir hakikattir.Esrar mıdır suçlu yoksa esrarı ve cesaret hapını kullanan propagandacı örgüt mü suçludur;bunu bilmeye; alim olmak da şart mıdır?
Bu konuda ilginç bir söylence, Hasan Sabbah'ın, Ömer Hayyamla bir sohbeti sırasında Ömer'in ona, "bu insanlar cennet için yaşıyorlar, ancak onlara bir cennet verebilirsen onları yönetirsin" sözünden sapkın bir strateji çıkardığı yönündedir.
Kıssadan hisse ;dünyada cenneti vaad eden parti liderleri gibi,tarikat liderleri de Cennet vaadiyle bu vatanda Türk milletinin kökünü kazımaya çalışmaktadır...
Kubilay'ın katlini ve kalkışmayı adi olay ve esrar kullanımının yan etkisi olarak göstermeye çalışan dincilerin acaba aklı mı yoktur?Yoksa hocaları fazla üflemiş de uçmuş mudur?Ya da uçan takkeyle görünen kelde bir şey mi yazmaktadır?
Müslüman olmak,Allah'ı bilmek ve dinini yaşamak için artık; sabatay -mason ve gizli servislerin müracaat noktası tarikat çukuruna inmek şart mıdır?
MENEMEN ÖZELLİKLE SEÇİLDİ!
Bunlar, genç Türkiye Cumhuriyet'ne karşı 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından (Bu isyan bir Kürt isyanı değildi, Şeyh Sait bir Zaza idi ve Nakbibendi tarikatının Halid-i Bağdadi kolundandı) ilham alarak, Adalar denizine yakın Menemen'i seçtiler. İsyancıların büyük bir bölümü Manisa'dan gelmelerine rağmen Manisa'nın yerli ahalisi ile alakaları yoktu. Çünkü Girit'ten Bedirhani aşiretinin mensuplarıydı. Yunanistan'a kaçan Hüsnüyadis'in akrabalarından 327 aile Manisa'da kalmıştı. Menemen'deki isyancıların kökeni araştırıldığında büyük bir bölümünün Girit'ten gelen Bedirhaniler oldukları ortaya çıktı. Sanık Mehmet Emin'in İfadesinde açığa çıkan Kalkışma'daki Nakşi etkisi ve sapkın dergahın yine mehdilikle müridlerini kandırdığını ortaya çıkıyordu.(Bu konudaki ifade ayrıntısı dipnotta mevcuttur.) (5)
General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divan Harp Mahkemesinde 24 Ocak 1931 günü iddianame okundu(şimdinin Silivri Esirleri 3 yıldır iddanamesiz bekliyorlar!) ve 29 Ocak 1931 günü mahkeme 36 (ölmüş olan bir sanık ile 37) kişinin idama mahkûm edilmesine, 40 kişinin sorumsuzluğu nedeniyle salıverilmesine, 27 sanığın beraatine, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verilmesine hükmetti ve karar Meclis’in onayına sunuldu. İdam hükümlülerinin 6'sının yaşı küçük olduğundan, onların ölüm cezaları ağır hapse çevrildi. TBMM Adalet Divanı ayrıca iki idamlığın cezasını 2 yıl hapse çevirdi.
Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı, duruşmada bulunan sanıklara hitaben;
''Tarikatın münevver tabakalarından bu millet çok zarar görmüştür. Tarikatçılar, daima millet ve memlekete kötülük yapmışlardır. Son 400 senelik Türk tarihi tetkik edilirse Nakşibendiler din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı olan o 'sırla' zehirlemiş ve bu millet sizin aletiniz olmuştur'' demiştir.(6) (Bu ifadesi ile Bedirhanlı Nakşileri hedef tahtasına oturtan Muğlalı ;ardı sıra hücre örgütlenmesinin çözümlenemediği ileriki yıllarda ;Nakşilere bağlı Aşiret Liderlerinin de milletvekili olduğu Demokrat Parti'lilerce görev başında çatışmada öldürdüğü 33 eşkiya için yargısız infazla suçlanacaktı..)
Olayın Ankara`da Duyulması
İçişleri Bakanı Şükrü Bey (Kaya) ile Ordu Komutanı Fahrettin Paşa (Altay), 27 Aralık’ta, İstanbul’a giderek Dolmabahçe Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e olay hakkında bilgi verdiler. Kubilay Olayı, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin 1925'deki Şeyh Said İsyanından sonra tanık olduğu önemli olaylardan biridir. Devlet sert tepki gösterdi. 27 Aralık 1930 günü Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında bu konuda bir toplantı yapıldı. Kaynakların ifadesine göre, Atatürk, Kubilay Olayına çok kızmıştı. Daha birkaç yıl önce Yunan İşgalinin acısını tatmış bir muhitte bu olayın meydana gelmesi üzerine, bazı kaynaklara göre, ilçenin haritadan silinmesini emretti. Ancak ne kadar hiddetli olursa olsun,itidalini kaybetmemişti..Emir subayları emir tekrarı olup olmadığını sorduklarında emirlerinin tekrarı olmadıkça uygulanmamasını istedi.Gerçek şu ki,Cumhuriyet'in gözbebeği İzmir'deki isyan İzmir'lilerce değil ,dış menşeeli planla yurt içerideki yılan bir tarikat eliyle gerçekleştirilmişti.(7)
Mustafa Kemal Atatürk, 28 Aralık’ta orduya başsağlığı mesajı yayınladı. Atatürk mesajında," Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır" dedi. Atatürk, "Mürtecilerin (gericilerin) gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise" olduğunu belirtti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da aynı tarihte yayımladığı bir tamim ile Atatürk'ün mesajını orduya tebliğ etti.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, orduya mesajı şöyle: 28 Aralık 1930
Gazinin Orduya Taziyetnamesi
Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kublay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Bey'in şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur. Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur. Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal
İsmet İnönü`nün Mesajı
Kubilay devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. Kubilay, millet yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna abidesidir. İsmet İnönü
Manisa'dan Giritli Derviş Mehmet(Bülent Arınç 2. eşinden torunudur),Manisa'dan Manifaturacı Osman,Manisa'dan Hafız Cemal,Manisa'dan Tabur İmamı İlyas Hoca,Manisa'dan Alipaşazade Ragıp Bey,Manisa'dan Şeyh Hafız Ahmet,Manisa'dan Giritli İbrahimoğlu İsmail,Menemen Bozalan'dan Koca Mustafa,Menemen Bozalan'dan Hacı İsmail,Menemen Bozalan'dan Hacı İsmailoğlu Hüseyin,Menemen Bozalan'dan Göriceli Abdülkerim,Menemen'den Yukarıcumalı Ramiz,Menemen'den Çıtaklı Molla Süleyman,Menemen'den Hayimoğlu Jozef,Menemen'den Şımbıllı Ali Osmanoğlu Memet,Menemen'den Arnavut Yusufoğlu Kâmil,Menemen'den Kerimoğlu İbrahim,Menemen'den Selimoğlu Boşnak Abbas,Alaşehir'den Şeyh Ahmet Muhtar,Alaşehir'den Esat’ın oğlu Memet Ali (Mehmet Ali Erbil'in dedesidir, dedesinin babası Şeyh Esat -aşağıda- çok yaşlı olduğu için onun yerine oğlu Mehmet Ali idam edilmiştir.),Manisa Hastanesi imamlığından mütekait Laz İbrahim Hoca,Manisa'dan Emrullahoğlu Mehmet.
İdam Cezası Hapis Cezasına İndirilenler
Manisa'dan Nalıncı Hasan idama bedel (24) yıl hapis (20) yaşında Manisadan Çoban Ramazan idama bedel (24) yıl hapis (20) yaşında Manisadan Giritli Küçük Hasan idama bedel (24) yıl hapis (17) yaşında Menemenden Harputlu Ömeroğlu Memet idama bedel (24) yıl hapis (65) i mütecaviz İzmirden Laz Mehmet Ali Hoca idama bedel (24) yıl hapis (65) i mütecaviz Erbil'li Şeyh Esat idama bedel (24) yıl hapis (65)i mütecaviz İsmail Mehmet idama bedel (24) yıl hapis (65)i mütecaviz
Hapis ve Ağır Hapis Cezalarına Mahkûm Edilenler
Horus köyünden Selâhattin oğlu Naşit (15 yıl ağır hapis) Horus köyünden Yakupoğlu Ali (15 yıl ağır hapis) Horus köyünden Muhittinoğlu Ali Koç (15 yıl ağır hapis) Horus köyünden Hasanoğlu Ahmet (15 yıl ağır hapis) Horus köyünden Neciboğlu Mevlût (15 yıl ağır hapis) Horus köyünden Ragıboğlu Osman (15 yıl ağır hapis) Horus köyünden Mümtazoğlu Haşim 65 yaşını mütecaviz olduğundan 12,5 yıl ağır hapis 14 kişiye 3'er yıl hapis 20 kişiye 1'er yıl hapis
Kalan 28 sanık, 3 Şubat 1931 gecesi Menemen'de idam edildi. Bazıları Kubilay'ın başının kesildiği yerde asıldı. Mahkumlardan biri idam sehpasının önünden kaçtı. İki hafta sonra yakalandı ve ertesi gün idam edildi. Olayın hemen ardından Menemen'de devrim şehidi iki bekçi ve Kubilay adına anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar: '"İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz."'
Sıkıyönetim, 28 Şubat 1931’de Manisa ve Balıkesir’den, 8 Mart 1931'de de Menemen’den kaldırıldı.
ORGENERAL MUSTAFA MUĞLALI OLAYI
1931–1939 yıllarında 1. ordu komutanlığı, iki kez yüksek askeri Şura üyeliği ve 1943–1945 yılları arasında da 3. Ordu Komutanlığı yaptı. Mustafa Muğlalı'nın haksızlığa uğramasına, 20 yıl hapse mahkûm edilmesine yol açan olaylar bu görevi sırasında cereyan etmişti.
1940'lı yıllar... İkinci Dünya Savaşı yılları, ülkede yokluk yaşanıyor. İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve İran casusları ülkede cirit atıyor. Doğu Anadolu ülkenin diğer kesimlerine nazaran daha karışıktır. Yabancı ülkeler lehine casusluk iddiaları her gün ilgili makamlara ulaşıyor. Devlet bölgede sıkıyönetim uyguladığı halde hırsızlık, kaçakçılık, eşkıyalık, soygunculuk, ırza tecavüz eylemleri engellenemiyor. Casus mu, hain mi, eşkıya mı olduğu belli olmayan bazı gruplar, bölgede güvenlik sağlamak için canla başla çalışan askerleri de pusuya düşürerek şehit ediyorlar ve kendilerine kucak açan Irak ile İran'a kaçıp bir süre saklandıktan sonra tekrar bölgeye dönüp eylemlerine devam ediyorlardı.
Bu çeteler, Türkiye'den büyük ve küçükbaş hayvanları çalıyor, o sıralarda fiilen Rusların kontrolünde olan İran'a götürüp satıyorlardı. Bu eşkıyalar Rus ve İran makamlarınca da korunuyordu.Bu eşkıya genelde iki nüfus kâğıdı taşıyordu. İran'da İran, Türkiye'de Türk vatandaşı gözüküyorlardı. Bölge halkı bu eylemlerden dolayı canlarından bezmişlerdi. İnsanlar kendilerini nasıl koruyacaklarını bilemedikleri için orduya ve askere sığınıyorlardı...Bölgedeki karışıklıklar artınca Orgeneral Mustafa Muğlalı, çok deneyimli ve disiplinli bir asker olduğu için Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'na getirilir.
Hayatı savaşlarda geçmiş olan Muğlalı Paşa işi çok sıkı tutar, canilere karşı amansız bir mücadele başlatır ve birtakım tedbirler alır. Bu tedbirler arasında; Siirt'teki gezici Jandarma Taburu'nun bu bölgeye kaydırılması, çobanlar silahlandırılması, gezici ekipler kurulması da vardı. Ayrıca, Paşa, eşkıyanın sınır ötesine kaçmasını önlemek için de emrindeki birliklere Irak ve İran'a kaçan eşkıyayı takip ve "gerekirse vur" emri verir.1943 yılında Van'ın Özalp İlçesi'nin sınır bölgesinde İran'a kaçmaya çalışan bir grup, güvenlik güçleri tarafından sıkıştırılır. Çatışma çıkar ve dur emrine uymayan Kürt eşkıyalardan 33 tanesi öldürülür…
Bu olaydan sonra bölgede az da olsa sükûn sağlanır. Bölge halkı Paşa'ya minnettar. Bölge huzur ve sükûn içinde... İçişleri Bakanlığınca, bölgede sükûn sağlandığı için, Valiliğe, Jandarma komutanlığına teşekkür yazıları yazılır.20.Aralık.1943 tarihinde Van Cezaevinde yatan İsmail Özay isimli bir mahkûm, TBMM'ne yazdığı dilekçesinde; bu 33 kişinin kaçmalarının söz konusu olmadığını, bilerek katledildiklerini iddia eder, olaydan yaralı olarak kurtulup İran'da yaşayan kardeşinin affedilmesini ve olayın tahkikini talep eder.
Adalet Bakanlığının Genelkurmay Başkanlığından kanunun adli takibinin yapılmasını ilişkin talebine karşı, Mareşal Fevzi Çakmak'ın verdiği yanıt yiğitçedir, Türk'çedir: "Ordu komutanı o günkü şartların gereğini yapmıştır. Memleketin yüksek menfaati için gerekli tedbirleri almıştır. Görevini yerine getiren bir komutanı mahkemeye veremem. Böyle Şey olamaz."
Fevzi Çakmak'tan sonra, Genel Kurmay Başkanı olan Kazım Orbay'da aynı tavrı sürdürür.
1945 yılında 2. dünya savaşı sona erer. Her şey normale dönüşür.
1946 seçimleri sırasında bu olayı kendi lehlerine oya tahvil etmek isteyen siyasetçiler bu olayı saptırırlar. Bir taşla birkaç kuş vurulacaktır.
İkinci dünya savaşı sırasında yabancı ajanların kaşıdıkları Kürtçülük çıbanı yeniden kaşınarak olay oya tahvil edilecek, Atatürk'ün yakın bir silah arkadaşı zor durumda bırakılarak, şuur altlarındaki Atatürk düşmanlığına dayanan aşağılık duygusu tatmin edilecek, Menemen olaylarında yargılamayı yapan kahraman bir asker yargılanarak gerici çevrelere Menemen'in Rövanşı'nın alındığının mesajı verilecektir.
1946 seçimlerinden sonra Meclis'e giren Demokrat Parti milletvekilleri bu olayı yeniden Meclis gündemine getirirler. Öne sürülen iddia şudur: "Çatışma sırasında öldüğü iddia edilen 33 insan masumdu ve kurşuna dizildiler..."(Bedirhani ve Halidiye kolundan nakşi Kürtçülerin ilk başarısıdır bu algı yönlendirmesindeki olay...)
Muhalefet milletvekilleri, bu olaydan Cumhurbaşkanı İnönü ile Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal, İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ı sorumlu tutarlar.
İktidar ise Demokrat Parti'nin derdinin 33 masum vatandaşın öldürülmesi değil, İnönü iktidarını yıpratmak ve oy toplamak olduğunu söyler.
Aylarca süren tartışmalardan sonra, bu olay hakkında Mecliste araştırma komisyonu kurulur.
Araştırma komisyonu o yılların olağanüstü şartlarını, o olay sayesinde sağlanan huzur ortamını, 33 eşkiyanın ülkeye zararlarını, Mustafa Muğlalı'nın ülke sevgi ve sadakatini hiç dikkate almaz.
Kin ve intikam duyguları içerisinde hareket eder.Mahkemede Mustafa Muğlalı görevini yaptığını ifade eder ve tüm sorumluluğu üzerine alır.
Bunun üzerine Araştırma komisyonu hiçbir siyasiye, hiçbir bürokrata suç yüklemez.
Tek suçlu Orgeneral Mustafa Muğlalı ile Necdet Bilgez ve Bilal Bali isimli yedek subaylardır. Meclis Araştırma komisyonu kararından sonra dava açılır ve 1947 yılında emekli olan kahraman Mustafa Muğlalı Paşa yargı önüne çıkarılır.
Mahkeme, 1943 yılının şartlarına, o tarihte bölgede cereyan eden olayların vahametine, o ortamın düşünce ve gereklerine göre değil 1948 yılının normal şartlarının havasına göre yürür. Muğlalı Paşa,yargılama boyunca bir Türk komutanına yaraşır şekilde bütün sorumluluğu üzerine alır ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamaz. "Bu subaylara emri ben verdim, onların suçu yoktur. Yaptıklarım suç ise tek suçlu benim" der. Hâkimin "Ya emrinizi yerine getirmeseydiler" sorusuna "O zaman şakileri kendim vururdum." Yanıtını verir.
33 şakinin yok edilmesi sırasında; oh diyenler, Muğlalı Paşa'yı takdir edenler, alkışlayanlar, başka bir havanın, başka hesapların insanı olmuşlardır.
Oy kaygısı, her şeyin önüne geçmiştir.
Mustafa Muğlalı Paşa Atatürk'ün silah arkadaşı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu olay karşısında parmağını bile kıpırdatmaz.
Malum dönem CHP ve İnönü'nün indirilmesi için 1946 rüzgarı nakşilerin tezleriyle estirilmeye başlanmış demokrasi naraları atanların ağzında ki bu olay ile dönemin iktidarı hedef alınmış;İnönü ise anti demokrat damgası yememek için olaylara ses çıkartmamış ve güçler ayrılığı prensibi gereği yargıya müdahale etmemiştir.
Ve mahkeme sonucu gerçekten çok hazindir: Hayatını Türk Ordusuna ve Türkiye Cumhuriyetine adamış olan Mustafa Muğlalı Paşa "33 masum(!) insanı öldürmek suçundan" idam cezasına çarptırılır.(Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri ile çarpışan Yahudi-Yezidi-Ermeni teröristlere de masum köylü denmesi yakındır!)
Daha sonra cezası 20 yıl hapse çevrilir.
33 tane eşkıyaya hak ettiği cezayı verdiği için ödüllendirmesi gereken Mustafa Muğlalı Paşa, politik yalakalığın, siyaset oyunlarının kurbanı olur.Oysa Ata yaşasa değil ceza almak ,ödülle takdir edilmesi kuşku edilmez bir gerçektir...
Türk yargısının siyasi kararlarından birisi olan bu yargılama sonucunda, tek mahkûmiyet Mustafa Muğlalı içindir. Başka hiçbir kimse ceza almaz...
Mahkeme, eşkıya artıklarının ifadelerini Türk Askerinin ifadesine tercih etmiştir.
Mahkeme sonrası Askeri Yargıtay bu kararı bozar.
İkinci bir mahkeme dönemi başlar ama bu sırada kahraman Türk Ordusu'nun bir neferi olan, bütün ömrünü Türk Yurdu'nun bağımsızlığına adayan Mustafa Muğlalı Paşa bu durumu hazmedemez; bulunduğu cezaevinde kahrından 11 Aralık 1951 tarihinde, 70 yaşında vefat eder.(şehit olur!)
Türk gibi düşünen tek kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Mustafa Muğlalı Paşa'nın naaşını Devlet Mezarlığına naklettirdi ve kahraman Türk komutanlarının heykellerinin yer aldığı Genelkurmay bahçesindeki Ölmezler Yolu'na O'nun heykelini diktirdi.
''ORGENERAL MUSTAFA MUGLALI KISLASI''NIN ADI DEGISTI AN'IN OZALP ILCESINDEKI ''ORGENERAL MUSTAFA MUGLALI KISLASI''NIN ADI ''SEHIT ASTSUBAY ERKAN DURUKAN KISLASI'' OLARAK DEGISTIRILDI (ANADOLU AJANSI - FERHAT ATACAN) (20111104) AA
Adı "2'nci Hudut Tabur Komutanlığı" olan kışlaya, 6 Mayıs 2004 tarihinde "Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası" adı verilmişti. Muğlalı tarafından sözde yargısız infaz edilen 33 masum(!)köylünün(eşkiyanın) torunları ise kışlanın isminin değiştirilmesini istemişlerdi. Başbakan RecepTayyip Erdoğan 2010 yılı Mart ayında dönemin Genelkurmay BaşkanıIşık Koşaner'e "ismi indirin" yönünde istekte bulunmuştu.(8)
2006 yılında ;Kubilay'ın şehit edilmesinde Muğlalı'nın yerel idarecilerin tedbirsizliğine dair dönemin raporunu ,Nakşi etkisini gizlemek için kullanan Zaman gazetesi;vakayı Kubilay'ı esrarkeşler katletmiş deme yalancılığı da göstererek nakşileri aklama yoluna gidiyordu.
Bu vaka Nakşi Halidiye ve Bedrani dergahlarının etkin müritleri yoluyla(Erdal Sarızeybek Çarçella kitabında kanıtlarıyla Akepe iktidarı bu dergaha çalışmaktadır demektedir)
Bu kalkışma aslında resmen 2002'den beri değil Cumhuriyet kurula geldiğinden beri devam etmektedir...
Askerden ;Menemen'den bugüne irtica raporu
2002'te Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı'nın (ATESE)"Menemen Olaylarındaki Gerçekler" başlıklı bir rapor hazırlayarak, Genelkurmay Başkanlığı makamına yeni oturmuş olan Molla lakaplı Orgeneral Hilmi Özkök'e sunmuştu...
Bu rapor aslında Akepe iktidarına karşı Molla lakaplı Genel Kurmay başkanı Özkök'ün tavrını ölçmeye yönelik bir iç hareketti.Umulan oldu ve Özkök lakabının adamı olduğunu da Ordu'ya da, Akepe'ye de ispat etti...
''Bazı askeri arşivlerden de yararlanılarak hazırlanan 12 sayfalık raporun sonuç bölümünde, "Günümüzde de dinin ve Kur'an'ın siyasete alet edildiği, bundan menfaat temin edilmeye çalışıldığı, Cumhuriyet rejiminin yıkılarak yerine şeriat devletinin kurulmasının hedeflendiği, vatandaşlarımızın arasına kin ve husumet tohumlarının ekilmeye, ayrıca halkın devlete karşı gizlice ayaklandırılmaya çalışıldığı, gerici ve irticai faaliyetlerin halen artarak devam etmekte olduğu değerlendirilmektedir" denildi.
18 Kasım 2002'den kısa süre sonra, dini ağırlıklı yayın politikasıyla bilinen bir dergide "Kuyuya Atılan Taş: Menemen" başlıklı bir yazı yayımlandı. Yazıda, "Kubilay'ın biri iki esrarkeş, sarhoş tarafından öldürüldüğü, Menemen olayı ile milletin hiç yoktan meşgul edildiği, komplonun üzerinden 72 yıl geçmesine rağmen belli güç odaklarınca her yıl gündeme getirİlerek insanların rencide edildiği" öne sürüldü.
Doğrudan Özkök'e Verilen İrtica Raporu
ANKA'nın edindiği bilgiye göre, Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği, Kubilay Asteğmen'in şehit edilmesinin yıldönümünden bir gün önce 22 Aralık 2002 tarihinde "Haber Takip No: 1776" sayılı yazısıyla, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler (ATASE) Başkanlığının konuyu incelemesini istedi. Genelkurmay Başkanlığındaki 7 "J" Başkanlığından birisi olan ve başında bir korgeneralin bulunduğu ATASE Başkanlığı da "Menemen Olayındaki Gerçekler" başlıklı 12 sayfalık bir rapor hazırlayarak, "Komuta Katına" sundu.
ASKERİ ARŞİVDEN ALINTILAR
"Menemen (Kubilay) olayının öncesinde ve sonrasında meydana gelen, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini uğraştıran önemli bazı gerici ve irticai olayların" özet halinde sunulduğu raporda sırasıyla; Osmanlı Devleti Dönemi: Patrona Halil İsyanı, Kabakçı Mustafa İsyanı, 31 Mart Ayaklanması, Cumhuriyet Dönemi: Şeyh Eşref Ayaklanması, 1'nci Düzce Ayaklanması, Şeyh Sait Ayaklanması, Menemen (Kubilay) Olayı işleniyor.
Raporda kullanılan dipnotlarda ise bilgilerin "İstiklal Harbi'nde Ayaklanmalar: Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, KKK'lığı Anadolu İsyanları Broşürü, ATASE Başkanlığı Arşivi Klasörleri, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar: Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları"ndan derlendiği belirtildi.
ŞEYH SAİT AYAKLANMASI, MUSUL VE KERKÜK'E MALOLDU
Gerici ayaklanmaların, ortak bir söylemi kullandığı belirtilen raporda, Şeyh Sait Ayaklanması için, "Şeyh Sait Ayaklanması can kayıplarının dışında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesinin ilk iki yıl açık vermesine, Musul ve Kerkük bölgeleri ile petrollerinin elden çıkmasına ve bu bölgelerin İngilizlerin hakimiyetine girmelerine neden olmuştur" denildi.
NAKŞİBENDİLER ZAVALLI MÜSLÜMANLARI ZEHİRLEDİ
ATASE Başkanlığı Arşivi, Klasör: 135, Dosya No:1'de yer alan "Menemen Ayaklanması" isimli belgeye göre, "Ayaklanan bu gerici topluluğun tehlikeli hareketlerini ilk seferde kontrol altına alabilmek amacıyla Menemen'de konuşlu 43'ncü Piyade Alayından P. Atğm. Mustafa Fehmi Kubilay görevlendirilmişti.
Kubilay eratın cephane almasını beklemeden 26 mevcutlu müfrezesiyle birlikte olayın cereyan ettiği Hükümet Konağına (Belediye Meydanında) doğru" hareket etti. Ancak alınmayan cephane nedeniyle, askerler sadece manevralarda kullanılan kuru sıkı mermilerle topluluğa ateş edince, Mehdi Derviş Mehmet "bakın bana mermi işlemiyor diyerek daha da cüretlendi" ve sonuçta bilinen olaylar yaşandı.
Raporun, olaylar sonrasında kurulan Divan-ı Harp Başkanlığını yürüten ünlü General Mustafa Muğlalı'nın Nakşibendi tarikatı hakkındaki sözleri de şöyle aktarıldı:
"Menemen olayına karışanların yargılanması ile görevlendirilen Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı, duruşmada bulunan sanıklara hitaben; (Tarikatın münevver tabakalarından bu millet çok zarar görmüştür. Tarikatçılar, daima millet ve memlekete kötülük yapmışlardır. Son 400 senelik Türk tarihi tetkik edilirse Nakşibendiler din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı olan o 'sırla' zehirlemiş ve bu millet sizin aletiniz olmuştur) demiştir."
ATATÜRK'ÜN SÖZLERİ
Cumhuriyet rejiminin asla din aleyhinde olmadığı, bu rejimde herkesin dilediği gibi, inanmak istediği şekil ve yerde ibadet ettiği, hiç kimseye inanç ve ibadetinden dolayı müdahale edilmediği vurgulanan raporda, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü'nün 1952'de yayımladığı bir eserinden de alıntı yapılarak şöyle denildi:
"16 Mart 1923 tarihinde Atatürk, Adana'da yaptığı konuşmasında özetle, 'Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi adı altında küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Gerçek şudur ki, elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan, bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Hangi şey ki akla, mantığa, kamu çıkarına uygundur. Biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur...' demek suretiyle dini kendi çıkarları uğruna alet edenlerin insanlığa ve memlekete verebilecek zararları ile dinin akla ve mantığa uygun olması gerektiğini ifade etmiştir."
ALEVİ-SÜNNİ ÇATIŞMASI
Raporda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde meydana gelen terör olayları ile Menemen'deki irtica olayını aynı şablon içinde düşünmenin ve ayrıca Kubilay'ın şehit edilme olayını hafife almanın büyük yanılgı ve "aynı zamanda gizli menfur emellerin açığa vurulması" olarak yorumlanması gerektiği vurgulandı.
Raporda, "1980'li yıllarda terörle bütünleşen bölücü faaliyet, Türk-Kürt ayrımını esas almak üzere Sünni-Alevi çatışmasını da beraberinde getirmiştir. Amaç, Türkiye'yi bölmek, parçalamak, parçalanan bölümlerinde ayrı devletler kurmaktır. Kökü dışarıda olan bu terör örgütleri uzun mücadelelerden sonra çökertilmiş, ele başılar; yakalanmış ve hak ettikleri cezayı görmüşlerdir. Bu mücadelede şehit düşen kahraman güvenlik personeli için de Türk Devleti, halkı ile birlikte elinden gelen fedakarlığı yapmış ve halen yapmaktadır. İrticaın amacı ise, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkarak dini esaslara dayalı bir devlet kurmaktır. Bu iki hain unsurun birleştikleri ortak nokta Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaktır" denildi.(9)
2002 ve 2004'ten sonra 2005'te Can Dündar yine yazısında şahitlerle bu vakayı adi bir adli olay gibi göstererek Menemen ile illiyetsizliğini yazar;2007'de sanki cevap Genel Kurmay'dan gelmemiş gibi Zaman Gazetesi ve Soros'un atlısı Teyfik Diker olayı adi esrarkeş fiili olarak gösterme cüretiyle Genel Kurmay'ı zan altında bırakmaya çalışırlar.Bu döneme kadar her yıl sürekli ''Atatürkçü rejimin dindarları sebepsiz baskı yolu ile rencide etmesi'' yalanıyla ;''Nakşiliği aklama harekatı'' olarak devam ede gelir...(10)
O zamana kadar Tümgeneral Muğlalı'ya hiç de katliamcı denmemiş :Hatta dinci basında ,dönemin Harb divan başkanı Muğlalı'nın raporundan yerel idarecileri lakayıtlıkla suçlaması bile alıntı edilir...Nakşilerin bölücü kolu Halidi Bağdadi ve Bedraniler'in olaydaki işlevi ise hiç de anılmadan suçları yokmuş gibi hasıraltı edilir..
Ne de olsa, o dönem;sözde hepsi Seyyid ve peygamber soyundanız yalanıyla cemaatlerini uyutmaya devam etmekte,bürokrasiye el atmaktadırlar.Hızlarını alamasalar;'' Peygamber de nakşii idi ''deyip rahatlayacaklar;''ruhbancı tarikat eşittir müslümanlık'' yapacaklar...
Sahi 80 sonrası işbaşı yapan Anap iktidarının birçok bakanı ve milletvekili her ne hikmetse hep nakşii olması tesadüf müdür? Yoksa dış güçlerle Kürtçü Gerici Nakşiiler'in Kemalizm'in yıkılmasına dair gizli bir anlaşması mı vardır?
Tarih:5 Kasım 2011 İsmiyle mücadelesinin silineceğini düşünenler;gerçekten çok komik ve sığ bir hayal içinde yüzdüklerini de betimlemektedirler.
Geldiğimizi noktaya bakınız ki;'eşkiya' ='Masum Köylü';görevini yapan komutan da ..artık 'yargısız infazcı ' addedilmektedir.
Pekiyi de, algı yönetimleri ile değerleri bozup;milleti uyutmak bir oyunsa ... Türk milleti; uyur mu?Oyun kuran bir millet;ayağa kalkmaz mı geç de olsa?
Güncel Sonuç: 3 yıl önce yazılmış bir derlemeydi bu yazı...Algı yönetimi gereği ;S'Açılım süreci için ;terör örgütünün yabancı özel savaş unsurlarının desteğinde ;2007 Dağlıca Baskını'nda verilen 12 şehit ve 8 askerin de kaçırılması sonrası;Terörle Mücadele ABD ile Koordinasyon Kurulu'na bağlanarak;ABD'nin haberi olmadan sıcak takip ve operasyon yapma imkanı ortadan kaldırılmıştır.
2009'da yapılan Oslo Mutabakatları sonrası başlatılan S'açılım sürecinde 2011'de yapılan MGK düzenlemesi ile sıcak takip Valilik oluruna ve sınır ötesi operasyonlar ise Başbakanlık oluruna;bırakılarak;terörle mücadelede;Türk Askerine biçilen rol;karakolundan dışarı çıkmamak olarak belirlenmiş;saldırıya uğrasa bile , faillerini yakalaması S'açılım mimarlarının yerel temsilcilerinin oluruna bırakılmıştır! Bunun aracısı gerekçe ise;ABD istihbaratıyla (!') Barzani bölgesinden her türlü kaçakçılığı yapan terör örgütü sempatizanlarının Hava Kuvvetlerince vurulduğu;Uludere Olayı'dır.Planlı olay sonrası;Barzani bölgede etkinliğini arttıran otorite olurken;TSK ise sözde masum vatandaş katili olarak takdim edilse de;gerek cenazede tabutlara örtülen bayraklardan;kaçakçılık yapan unsurların;terör örgütü ve Barzani bölgesi ile yakın ilişkide olduğu anlaşılmıştır.
Uludere sonrası;Mustafa Muğlalı'dan beri gerek aşiret düzeni gerekse terör örgütlerinin finans kaynağı:Kaçakçılık,legal hale gelerek;yerel ağalık,devletin üstüne çıkarılmış;şehitlere verilmeyen bir tazminat miktarı;kaçakçılık sonucu ölenlerin ailelerine ödenmiş;Türkiye sınırındaki vatandaşlara,sanki bölgenin legal otoritesi gibi;Barzani tarafından kan parası ödenmiştir.
S'açılım son hamlesi;bölgede asayiş ve otorite bölücü terör örgütü haline getirilmiş;Jandarma sınır Karakolları kaldırılarak;sınırlar büyük ölçüde terörist ve kaçakçılığın cirit attığı noktalar haline gelmiştir.
Suriye savaşı bahanesi ile Suriye'deki terör örgütü PYD üzerinden ;Güneydoğu Anadolu, silah deposu haline getirilmiştir.2013'te başlatılan sözde çekilme ve Barış Süreci-Akiller ikna turuyla;devlet ,terör çetesine karşı uyutulmuş;eşkiya çekilmek bir yana ,silahlanarak bölgede Alan Savunması ve Kurtarılmış Bölgeler oluşturmaya başlamıştır.Belediye temelli olarak ,sözde özerklikler ilan edilmekte;belediye binalarına, bölücü örgüt bayrakları asılmaktadır.
En önemlisi;vatan toprağında;Devletin asli unsuru;Güvenlik ve Adalet ;Dış güçlerin maşası taşeron örgütlere geçerek;bölgesel kaos yaşatılmaktadır.
Suriye Savaşı Planı'yla düzensizleşen bölge üzerinden;sözde mülteci akınıyla; 1. Körfez Harekatından başlayan ;osmanlı ve Cumhuriyet'e isyan eden aşiret nüfusları,yeniden gayrimeşru bir şekilde Türk yurduna sokularak,birçoğuna Türkiye vatandaşlık hakkı tanınmıştır.
Federasyon Anayasası planına uygun olarak;ileride yapılması düşünülen bölgesel oylamalar için;Yeni Sevr Planı'na uygun olarak,Türk nüfus oranı üzerinde baskı ve değişim başlatılmıştır.
Geriye ,Türk Milleti'nin meşru savunma hakkının doğduğunu söylemek kalmıştır.
Türk'e bu vatanı dar etmek isteyenlere yaptıkları hala kar!
Türk'e göre ;onlar hiç istemeseler de bu vatan ve devlet hala yar!
Bölücü ve eşkiyanın alacağı nefes ne kadar?
İşbirlikçi hainlerin güvendiği dağlar mı var?
Elbet bu dağlara da bir gün kar yağar!
Ey Mustafa Kemal'in askeri merhum Mustafa'lar,Mehmetçikler !
1-Yazımızda; özellikle tasavvuf ehli olmaktan başka amacı olmayan ;din ile devlet işini karıştırmayan Selanik kolu gibi Cumhuriyet değerlerine Atatürk'e sahip çıkan tasavvufçuları , inananları zan altında bırakmamak için özellikle Kürtçü ve Gerici ifadesi vurgulanmıştır. Öngörüşsel olarak;din veya inanandan ziyade, dini siyasal amaç için kullanan ve gerici zihniyete Atatürkçü bakış itibariyle odaklanma mevcuttur.Din, İnananca anlaşılmaz ve öğrenilmez ise;batılın yalan ve siyasi aracı olur.Bu ise, hakikate ihanet , yalan ve riyadır...Mürteci ile mültecinin farkı ; gerçek müslüman ile gerici zihniyet ile arasındaki ayrımdır...
5- Sanık Mehmet Emin'in İfadesinden Bir bölüm Soru - Her Müslüman evinde duasını yapar, ibadet etmek memnu değildir. Bu toplantılarda bir fenalık yapmak için ne gibi sözler konuşulurdu? Cevap - Her toplantıda, hükümetin maksadı ve her hedefi Müslümanları gavur ettirmektir. Mehdi, dini iade etmek için bütün emellerini hep bu noktada toplar maksadı aşikardır. Cumhuriyeti yıkmak, gençliğin mefkûresini zehirlemekti ve bu meyanda Mehdi Mehmet, bütün memurlar kâfirdir, ailelerini açık saçık gezdiriyorlar diyerek mütemadiyen hükümet aleyhinde ve tarikat lehinde söz söylerdi. Öyle bir hale gelmiştim ki Mehdi’nin dediklerini yapmamak iradesinden mahrum kalmıştım. Adeta bu Mehdi’ye uymak için büyük bir meyil hissediyorum. İşte böylece aldandık, hatta Paşa Hazretleri cumhuriyetin düşmanı olduğunu anladığım Laz İbrahim, nakşibendi tarikatının ve bu teşekkül ve bu şebekenin kuvvetli amillerindendir. Bunlar tarikat kisvesine bürünerek din perdesi arkasından büyük oyunlar oymamışlardır. Laz İbrahim, İstanbul’dan tarikatın neşir ve tamimi için kitaplar getirtti camide vaz ettiği esnada şapka giyenler gâvur olur der ve bilâ perva alenen zikrettirirdi. Mehdi Mehmet te, Arabistan cihetlerinden dini kurtaracak bir halifenin zuhur edeceğini söyler ve bu zamanın hulûlünü görmek için müritlerini fazla zikrettirirdi. Ben, bu Mehdi Mehmed’e mürit olmazdan evvel üzüm zamanında beni bağına amele olarak almıştı. Kendisi ile o vakit tanışmıştım, işte, o vakit beni nakşibendilik tarikatına intisap ettirmek için tarikatın muhassenatından bahsederdi. Ben de evvelce de arz ettiğim veçhile her nasılsa Mehdinin iğfalkâr sözlerine kapıldım ve tarikata girdim. İşte bundan sonra Mehdi müritlerini istihareye yatırır, gece gördüğümüz rüyaları, uyandıktan sonra bizden sorar ve hallederdi ve tarikata karşı bizim meylimizi daha ziyade artırmak için fazla fazla zikretmemizi söylerdi. Bizi adeta teshir etmişti Soru- Tatlıcı Hüseynin evinde neler görüşülüyordu? Cevap - Her akşam zikredilirdi. Son gecelerde idi Mehdi bu evde beni, Küçük Hasan’ı, Nalıncı Hasan’ı, Ramazan’ı, ayırarak hep birlikte bir mağaraya gideceğimizi ve orada 15 gün mütemadiyen zikredeceğimizi ve kendisine ilham nazil olacağını ve Hazreti Peygambere de böyle ilham nazil olduğunu ve bununla beraber mürşit ve kutbülaktap Esat Hoca’nın dünya avucunda olduğunu, isterse tufanlar ve firtınalar yaratıp dünyayı alt üst edecek kudrette bulunduğunu söylemiştir. Menemen meselesi Manisa’da hiç konuşulmadı. Bu bahis esnasında Sütçü Memet evinde bir fıransız filintası olduğunu ve onu alarak Mehdi Memet, Sütçü Memet, Şamdan Memet; üçü Paşa Köyüne ve bir sonra da ben, Ramazan, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan’la Paşa Köyünde onlara iltihak etmek için yola çıkmamız kararlaştırıldı. Oradan da Bozalan’a gidilecekti ve bu seyahat esnasında halkı dine davet etmek için kasabalar, köyler, vilayetler gezilecek ve Mehdi Arabistan’a, kadar hatta Çin’e kadar giderek Hazreti İsa ile birleşeceğini ve oradan Avrupa’ya dönerek Avrupa Devletlerini dahi dine davet edeceğini söyliyordu. Bu seyahat kararlaştırıldıktan sonra Mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet, Paşa Köyüne hareket ettiler ve bizim de oraya gelmemizi tenbih ettiler. Bir gün sonrada biz Paşa Köyüne gittik. Orada onlarla buluştuk. Mehdi’nin bacanağı Ahmed’in evine misafir olduk. Bize yemek verdiler. Mehdi orada kendisine ve Şamdan Memed’e birer silâh daha temin etti. Soru- Silâhları kimlerden aldılar? Cevap - Silâhları kimlerden aldıklarını bilmem dedi ve ifadesine devamla; biz bu köyde bir kaç gün kalarak zikrettikten sonra Mehdi orada Mehdiliğini ilân etti ve yanındaki köpeği köylülere göstererek bu mehdinin alâmetidir. Yani Kıtmirdir. Herkes bana tabi olacak dedi. Köylülerden bazıları inandı, bazıları seyirci kaldı. O köyden Sütçü Memed’in köyü olan Bozalan’a gitmek üzere yola çıktık. Tam 11 saat yol yörüdükten sonra sünbüller mevkii denen mahalle geldik. Orada çamlar altında su başında oturduk. Gece idi. Ramazan, su dökmek bahanesile ayrıldı ve oradan kaçtı. Hatta Sütçü Memet aramak için gitti, bulamadı geldi. Ondan sonra Mehdi bizi sıkı bir nezaret altına aldı. Tehdide başladı, kaçarsanız sizi vururum dedi. Biz korktuk, kaçamadık, bu çamlar altında da esrarlı sigaralar içtik ve Bozalan’a yakınladığımız zaman biz bir dağda kaldık. Sütçü Memet köye gitti ve sabahleyin Sütçü Memed’in arkasından Hacı İsmailoğlu Hüseyin gelerek bizi aldı Bozalan’a gittik Hacı İsmail’in bulduğu bir eve girdik, orada bir hafta kadar zikrettik. Mehdi orada köylüye avlanmak için geldiğini söyledi ve orada zikretmekte bir mahzur gördü olacak ki, Sütçü Memed’e biz burada lâyıkile zikrimizi yapamıyoruz, bize dağda bir kulübe yapsınlar dedi. Sütçü Memet’te eniştesi Mustafa'ya dağda bir kulübe yapmasını söyledi. Kulübe yaptılar, kulübeye gittik, orada mütemadiyen zikre ve esrarlı sigaralar içmeğe başladık. Mehdi Memet “Süphanellezi esra bihamdihi leylen minelmescidilharam” ayetini okuyarak Hazreti Peygamber de bu esrardan içti ve öylece miraca çıkarak Allah ile görüştü, diyerek bizi mütemadiyen zikrettirdi ve esrar içirdi. Biz orada iken yemeklerimizi Bozalan’dan Hasan ve Hacı İsmail getirirdi. Bozalanlılar bizi hepsi görmüştü, kulübede iken son günlerde idi Mehdi Memet, Menemen’i kimin eyi bildiğini küçük Hasan’dan sordu, o da Nalıncı Hasan’ın her vakit Menemen pazarlarına nalın satmak için gidip geldiğinden onun bileceğini söyledi. Bunun üzerine Mehdi Menemen’e gideceğiz, benim tanıdığım Saffet Hocanın evinde bir akşam kalacağız, onun vaazlarını dinliyeceğiz ve oradan Kutbülaktap Esat Hocaya ve umum şeyhlere telgraflar çekeceğiz, Hükûmeti işgal edeceğiz, tekkeleri açacağız, Hükûmeti iki ay tatil edeceğiz diyordu.( http://www.belgenet.com/1930/kubilay-08.html)
İlgilenenler Hulki Cevizoğlu'nun Misyon kitabında Can Dündar'ın üzerindeki anlaşılmayan İngiliz(!) etkisi ile birlikte;iliştirilmiş bir yazar olarak Soros ile söyleşisini ve Vamik Volkan etüdlü Mustafa filmindeki algı yönlendirmelerini bir daha inceleyebilirler...
Serdar Ateş: MUSTAFA'LAR,KUBİLAY'LAR BİTERSE; VATAN BÖLÜNÜR! (2) ( Örgütlü Suç: Hukuk Devleti'nde,suç Değil mi ? )
2006'da F tipi Çete , ''Kubilay'ın katilleri esrarkeşti'' diyerek ,organize suçun görülmesini engelleme amacıyla ;olayı iç isyan yerine, münferit olay olarak göstermeye yeltendi.(1)
Yıl :2015 :topuk selamı ve terörle mücadele'yi İçişleri Bakanlığı'nın (Valilikler) onayına bırakan Genelkurmay Başkanı Özel'in döneminde bile yapılmayan bir uygulama ile ; Atatürk Devrimleri muhalifi gericilerce katledilen ; Şehit Kubilay'ı Anma Günü'nün ;hem Milli Eğitim Bakanlığı 'nın ''Belirli Günler ve Haftalar Çizelgesi''nden çıkartılıyor ! (2)
Hem de İzmir Valiliği : AKEPE gayri meşruiyeti ile aldığı kararla ; Menemen Belediye Başkanı'nın bu önemli günde konuşma yapmasını yasaklıyor ! (3)
Hatta, Kubilay'ın öğrenim gördüğü ; bahçesinde büstünün bulunduğu Bursa Muallim Okulu' nda bile ( Bursa Öğretmen Lisesi ; AKEPE döneminde Çelebi Mehmet Anadolu Lisesi'ne çevrildi.) , Kubilay'ı anmak yasak ediliyor ! (4)
''Acaba AKEPE hükümeti kendini ; gericilerle mi özdeşleştiriyor ?'' diye, insan düşünmeden edemiyor ? Şehit cenazelerinde sözde ağlayan ,oy devşirme aracı olarak gören zihniyet demek ki ; empatisini, terörist ve devlete isyan eden gericilere saklıyor !
Her şehidi için kan ağlayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin; bu gücü temsil ile görevli olan ; ancak Silivri'de sahte bilirkişi raporlarını bile görmezden gelerek,soruşturma açmayarak ;Türk Askeri'ni yalnız bırakan ... Üstüne , Türk Askeri'ne çuval geçiren ABD'li komutandan 'Liyakat Lişanı ' almayı bile içine sindirebilen , Hükümet'in her kararına 'Akar ' su olan Komutan ; Anma Töreni'ne basın akreditasyonu getirmesi ;özellikle , yanlı habercilikleri ile yükselen ;sadece TRT ve Anadolu Ajansı'na yayın hakkı verilmesi , hukuksuzluk ve tek tipçi totaliter anlayışta yeni bir dönemi çağrıştırıyor! (5)
Aklı Tırmalaması Gereken Sorular:
Gündemde , BOP terör örgütünün; sözde Özerklik, özde İç İsyanları olan ; Sözde Kurtarılmış Bölge İlanları ile başlayan ,terörün şehirlere taşınma planı ;her gün sürekli Mehmetçik ve Polis Şehadeti ile neticelenirken ; GenelKurmay'ın durumdan vazife çıkarması gerekirken ;hala ancak Valilikler oluruyla , terörle mücadele edebilmesi neyin işareti ?
Hele hele GenelKurmay'a rehber niteliğinde olabilecek Suç Duyurusu ; 'İmamların Öcü ' kitabından ötürü ;soruşturma açmak yerine ;kitabın yazarı Yavuz Selim Demirağ'ı mahkemeye vermek, hangi akılsızlığın ve görevsizliğin işi ?
(6) İzmir Menteş'te Askeri Lise'lilerin Harbiye'ye geçişini önlemek, hangi görevlinin vazifesi ? (7)
Örgütlü Suç: Hukuk Devleti'nde,suç Değil mi ?
Türkiye Cumhuriyeti ;Hukuk Devleti mi ? Değil mi ?
Yoksa ;CIA Planı :Yeni Türkiye olarak hayal edilen ; Federe Türk Devleti Planı'nda hukuk, keyfiyete dayalı bir biçimde mi işletilecekti ?
O halde, bizi yönetenler : Örgütlü suçlarını ; Kubilay 'ın şehadetine sebep olan örgütlü suçlarla (Vatana İhanet), eş görüyorlar demek değil mi?
Kubilay'a ve Kubbilay'lara ve tüm sevenlerine ve sayanlarına en içten sevgiler ve saygılarla ithaf. Gönül Pınar Atacı, 25.Aralık.2015
KUBİLAY VE KUBILAY’LAR ÖLMEZLER,ÖLMEDİLER VE HİÇBİR ZAMAN ÖLMEYECEKLER
Menemen’de şehit düşmüş olan leventler levendi asteğmen Kubilay, Büyük Atatürk’ün tüm pak ve parlak ışıklarını yansıtan ulu dolunay. Kubilay,gericiliği kahreden kahramanların kahramanı teğmenimizdir. Kubilay,yobazlığa karşı o kutsal kurşunu atan eşsiz seymenimizdir.
Kubilay’mızı ve Kubilay’larımızı katleden tüm eski ve yeni gericiler ve yobazlar, Seksenbeş yıldan beri Vahdettin’e ve Sevr’e açık ve gizli hayin selamlar yollar. Ve o günden bugüne kadar asla durmadan yeni fırsatları bekler ve gözler, Türk ulusuna ve ordusuna en kalleş ve kahpe kumpasları örer ve örgütler. Bunların tek korkuları: Aslanlı Yol ve Ata’cı subaylar. Bunların en sinsi hedefleri ise: Kubilay ve Kubilay’lar.
Kubilay ve Kubilay’lar ölmezler,ölmediler ve hiçbir zaman ölmeyecekler. Onların hep birlikte yaktıkları ışıklar asla sönmediler ve sönmeyecekler. Onlar yaşıyorlar ve yobazlığa karşı her gün ölesiye savaşıyorlar ve savaşacaklar. Onlar,gericiliğe ve bölücülüğe karşı cepheden cepheye koşuyorlar ve koşacaklar. Onları biz her zaman kutladık,kutluyoruz ve kutlayacağız. Onları biz her dem kutsadık, kutsuyoruz ve kutsayacağız.