
AKP’nin 2002’de iktidarı almasından bu yana ülkemizde bir düzen değişikliği kavgası yaşanmaya başlandı.
Hedef, Kemalist toplum yapısını ve Atatürkçülüğü yavaş yavaş, azar azar güçsüzleştirip, Cumhuriyetle hesaplaşmak, “Aydınlanma dönemi”ni tasfiye ederek, Siyasal İslam’ın yol haritasını tamamlamaktı…
Kavga günümüzde de devam ediyor…
Ama siyasal İslamcı kadro, bu düzen değişikliğinde hayli yol aldı.
Muhalefet onun kadar başarılı olamadı.
Ta başından beri, 2003’lerden, 2004’lerden bu yana devrimci, Atatürkçü mücadelede dik durmayan, zaman zaman siyasal İslamcı kadrolara ödün veren bir politika izledi.
AKP’nin kurmak istediği düzen, şeriatçı bir düzendi.
Bu amaçla tüm tarikatlar, cemaatler bir araya geldiler. Kenetlendiler. Çünkü karşılarındaki düşman yüz yıllık bir düşmandı…
Atatürk ideolojisi ve yasalarıydı…
Öyle bir iki yıl içinde yok edilecek bir yapı değildi. Sessiz ve derinden hareket edilmeli, çaktırmadan yol alınmalıydı.
Çünkü Ulusal Kurtuluş savaşından sonra laiklik, demokrasi, çağdaş düşünce topluma yerleşmiş, aydın bir kesim ortaya çıkmıştı.
Tüm dünyada ve ülkemizde de Atatürk’ü seven aydın, çağdaş bir kitle vardı…
Hatta onun da üstünde devlet kurumlarında Kemalist düşünce, dinci düşünceyi alt etmiş gibi görünüyordu.
1950’lere gelinceye dek İslami akımlar özelliğini, geçerliliğini yitirmişti. Radikal İslamcı hareketlerden söz etmek mümkün değildi artık.
1950’lerden sonra din sömürüsü yeniden canlandı. Filizlendi.
DP, yeni palazlanan Türkiye burjuvazisini teslim alıp, kendine bağlayabilmek için din motiflerini ortaya çıkardı.
Ama AKP dönemine gelinceye dek iktidarlar ve liderler Atatürk’e ve Atatürk düşüncesine doğrudan saldırmayı göze alamadılar.
Daha sonraları, 1980 yönetimiyle üstü örtülü bir Atatürk düşmanlığı dönemi başladı. “Büyük Atatürk, Yüce Atatürk...” diye diye, Atatürk'ün cumhuriyet kurumlarını birer birer yok ettiler.
Öğretim Birliği parçalandı. Dinci eğitim, laik eğitimin yerini aldı. Okullara zorunlu din dersleri konuldu. Tarikatlar, tekkeler yerden biter gibi çoğaldı. Nakşibendilik Turgut Özal’la Çankaya'ya değin tırmandı.
Çağdışı akımlar ve düşünceler bilimin önüne geçti. Bu alanda o kadar ileriye gidildi ki, "Kadavraya don giydirilmesi”ni savunan, karşı cinsi muayene etmek istemeyen doktorlar bile çıktı.
Şeriatı, siyasal İslam’ı yerleştirebilmek için dinci kesimler "Takıyye" yöntemini kullandılar. Yani saman altından su yürüttüler. Asıl amaçlarını gözlerden uzak tuttular…
Onlara göre, (yalan söylemek de geçerli olmak üzere) "Nihai hedefe varana kadar, yani sonuca ulaşana kadar, her yöntem, her yol mubahtı (Geçerliydi)..." (Hocanın Okulları, İÜ Basımevi, İstanbul 1988, s. 28)
Şeriatçılar, demokrasiyi ve siyasal partileri, bir din devleti kurmak için kullanılması gereken araçlar olarak görüyorlardı. Bir İslamcı "Mevcut düzenin olanaklarından sonuna kadar yararlanmasını" bilmeliydi. Bu konudaki görüşlerini Şevki Yılmaz şöyle açıklıyordu:
"Türkiye'de Müslümanları selamete çıkarmanın, hürriyete kavuşturmanın yolu, mevcut düzeni kullanmaktan geçer. Müslüman, bulunduğu mekânda, mevkide ve zamanda davası için düzeni kullanabilmelidir..." (Şevki Yılmaz, Taraf Dergisi, 1993)
Recep Tayyip Erdoğan da düzenin kullanılmasından yanaydı. Şunları söylüyordu:
“Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız.
Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz…”
Fethullah Gülen bir söyleşisinde takıyye konusundaki görüşlerini şöyle belirtiyordu:
"Taktik ve stratejiler söylenmez. Söylendiği an onun bir taktik olma hüviyeti ortadan kalkar. Stratejiler sadece tatbik edilir." ( Şemseddin Nuri, Küçük Dünyam)
Ergenekon’lar, çeşitli tertipler, kumpaslar, bunun içindi… Yargıyı, orduyu kuşatma harekâtı bunun içindi…
Ordunun kozmik odalarına bunun için girdiler…
Günümüzde de haksız ve hukuksuz gazeteci, yazar tutuklamaları bunun için yapılıyor. Bir gün önce “ak” dediklerine bir gün sonra bunun için “kara” diyorlar.
Ayasofyalar bunun için camiye dönüştürülmek isteniyor. İktidara bağlı bir bekçi ordusu bunun için yapılandırıldı…
Ama bütün bunlar boşuna çabalardır. Halk “Hanya’yı Konya’yı anlamaya, önüne düşen saçın ak mı, kara mı olduğunu” görmeye başlamıştır artık…
Vakti saati geldiğinde her şey, herkes yerli yerine oturacak, suçlular yaptıklarının hesabını verecek; tarih, uygarlaşma yolunda ilerlemeye devam edecektir…
(alieralp37@gmail.com)