İlkokul 4 bitmiş 5'inci sınıfa geçmiştim. Tatil başlamış; kimi arkadaşım memleketine köyüne giderken, kimi ailece yaylaya gitmişti. Kalan arkadaşlarımın ise çoğu çalışıyordu. Akşamı iple çekiyordum. Çünkü arkadaşlar işten gelince ancak toplanıyor, sokak lambalarının altında top oynuyorduk. Bu yüzden gündüzlerim sıkıcı geçiyordu.
İnşaat, oto tamircisi, berber ya da esnaf gibi babası meslek sahibi olanlar babalarının yanında çalışırken, kimisi de buldukları işlere giriyordu. Çok sevdiğim iki arkadaşım ise simit satıyordu. Benim de aklımda simit satmak vardı.
*
Bir müddet sonra evde tutturdum ben de çalışacağım diye. Babam devlet memuru, annem ev hanımı. Ben ve 4 kız kardeşim var. Evin tek oğluyum ya, hem çalışayım aile bütçesine katkıda bulunayım hem akşama kadar arkadaşların işten gelmesini beklemeyeyim derdindeyim.
*
"Ne yapacaksın?" dedi babam.
-Simit satacağım.
- Nasıl yapacaksın? Güneşin altında gezmesi kolay mı?
- Yapan nasıl yapıyorsa öyle yaparım.
"Tamam yarın sabah erkenden kalkıp gideriz." dedi.
Hayatımda hatırladığım ve babama ilk küstüğüm olay bu oldu. Çünkü babam sabah beni uyandırmaya kıyamadan çekip gitmişti. O gün akşama kadar doğru düzgün yemek yemedim. Akşam da bayağı bir trip yaptım. Hayal kırıklığı yaşıyordum. Babam o gün gönlümü almaya çalıştı ve "Bu sefer söz yarın kaldıracağım." dedi.
*
Sabah dediği gibi yaptı. Ama bu sefer başka mesele vardı. Evde bulunan en küçük tepsiyi çıkarmıştı.
Buna fazla simit sığmaz diye itiraz etsem de babamın "Ya bu ya hiç götürmem!" restiyle çark ettim.
*
Gittik, 15 tane simit aldık. Ben az aldık diye hayıflanırken babam "Taşıyamazsın. Kolların yorulur." diye söyleniyor. İnat ettim "Biraz daha alalım." dedim.
"Benden sana bu kadar sermaye. Gerisini kendin kazanır kendin alırsın." deyince hak verdim.
-Nereye gideceksin?
-Bilmem gezinirim öyle.
"Gel bizim dairenin o civarda sat." teklifini geri çevirmedim. Babam o yıllarda Maliyede Millî Emlak Şefliği'ndeydi.
Gittik daireye. Ne kadar arkadaşı varsa gelen başımı okşuyor, para veriyor ama simit almıyordu.
Bir iki saat içinde hatırı sayılır bir param olurken tepsim dolu duruyordu. İçimden tamam böyle giderse kendime bir bisiklet bile alırım diye hayaller kurmaya başladım.
Bir müddet sonra babamın tüm arkadaşlarıyla tanışmış oldum. Sonra oradan ayrılıp sokağa çıktım.
*
Dolaşırken birkaç simitçiyle daha karşılaştım. "Taze simiiiiitttttt!", ya da "Gevrek siiiiiimiiiiittttt! diye bas bas bağırıyorlar. Kendimi ne kadar zorlasam da Şener Şen'in Züğürt Ağa filmindeki domates satarken "Domates" dediği gibi sadece "simit... Simit..." diye cılız bir ses çıkardım.
*
Yapamıyor, bağıramıyordum. Bir müddet öyle bağırmadan dolaştım. Sonra tamircilerin olduğu bir yere geldim. Ustalardan biri çağırdı. Koştum hemen simit satacağım diye. Bana para uzatıp "Şu bakkaldan bana bir sigara alır mısın? Tepsini bırak koş gel hadi." dedi.
Önce soru cümlesi ardından emir cümlesi.
Yok diyemedim. Yaşca büyük. Utandım. "Tamam ağabey" dedim.
Ben bakkala gittim geldim ki bıraktığım tepsi boş. Meğer usta çıraklarına ve diğer ustalara birer ikişer dağıtmış.
Sigarayı ve para üstünü verdim ve tepsimdeki simitlerin parasını alıp elimde boş tepsiyle koşa koşa babamın yanına gittim.
Çıkalı bir saat olmadan hepsini bitirmiştim. Tekrar simit alıp satmak aklımdan geçse de kardeşlerime alacağım çikolataları püskevitleri hayal edince vazgeçtim. Kendime ilk plastik bir top aldığımı hatırlıyorum. Topu olan mahalle maçlarında asla kaleye geçmez, istediği adamı da kendi takımına seçerdi. Artık benim de topum vardı ve maçları kendim kurabilecektim.
*
Uzatmayayım… Ben babamın dairesine diğer günlerde gittim. Bu sefer para veren simit de aldı. Sonraki günler de artık simit alan sayısı iyice azaldı ve sonunda kimse almaz oldu.
Böyle bir müddet gitti.
Bir gün, tam artık gidip dolaşayım, dediğimde babam iki tane duble çay söyleyip "Gel kahvaltı yapalım." dedi.
Kahvaltı dediği de neydi? Tabiî ki benim simitler.
Arkadaş! Simit satamıyorum... Babamın da maşallahı var 2-3 simit gömüyor, üstüne dairedeki arkadaşlarına birer ikişer ikram ediyor, benim sermaye eriyor.
Sonuç itibariyle babamın sayesinde iflas ettim.
Yeniden sermaye vermedi. "İlk kazandığın parayı ne yaptın?" dedi.
-Simit alacaktım ama top aldım püskevit aldım çikolata aldım.
"Ee... Sermayeni ayırsaydın." dedi ve konuyu kapattı. Zaten sonradan öğrendim ki arkadaşlarını da tembihlemiş, para vermeyin, simit almayın diye. Sonra para veriyorsanız simidini alın, bitsin, eve dönsün, demiş.
*
Aslında o yıllar bana çok şey kazandırdı. Ticarette her zaman için sermayeni korumanın ve ayırmanın gerekliliğini öğrendim. Her gün aynı şekilde kazanılamayacağını, "Bura benim bölgem. Git, başka yerde simit sat." diyen benden yaşça büyük simitçiyle ekmek parası için nasıl kavga edildiğini öğrendim. O günlerde neler gözlemlediğimi bir başka yazımda anlatırım.
*
Bunları anlatmamın sebebi, sigara denen meretle tanışmamın simit sattığım o dönemle başlaması. Tam 16 yıl boyunca içtim bu zıkkımı. Ve 16 yıl sonra Ülkü'nün "Beni seviyorsan içme, içersen ölümü gör!" dediği günden bu yana ağzıma sürmedim. Bırakasım da vardı ama bırakamıyordum. Fakat Ülkü'nün o sözünden sonra hani telefonunuza bir mesaj gelir, bunu 10 kişiye göndermesen işin bozulur, ailenden biri vefat eder gibi dinî sözler olur ya onun gibi korktum. Sanki içersem başına bir iş gelecekmiş gibi geldi. Vicdan yaptım. Bir daha içmedim. Ülkü ise babasını kaybettikten sonra bayağı bir zaman sigara içti. Fakat Ayça'mızı öğrendiği günden bu yana, yavrumuza zarar vermemek için 2 yıldır içmiyor.
*
11 yaşında sigaraya hangi gün başladığımı bilmiyorum ama bıraktığım tarihi hatırlıyorum. Evet 2006'nın 4 Eylül'ünde sigarayı bıraktım. Yani bugün tam 13 yıl olmuş. Uzun uzun sigaranın sağlığa ve bütçeye verdiği zararı anlatmaktansa bugünün anısına nasıl bıraktığımı anlatmak istedim. Belki bir faydası olur. Belki sizin sevdiğiniz size "İçersen ölümü gör." demez ama içersem sevdiklerimi göremeyebilirim diye düşünen çıkar. Belki bırakmak isteyenler denemeye karar verir. Bilmiyorum. Ama ne yaparsanız yapın kendinizi düşünmüyorsanız sevdiklerinizi düşünün ve sigarasız bir hayatı arzulayın.